Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Hz. Musa Ve Firavun By: saniyenur Date: 11 Aðustos 2012, 11:18:53
HZ. MUSA VE FÝRAVUN

Musa, Firavun'u ve halkýný Allah'ýn Dinni'ne davet etmek için gönderilmiþ, daveti reddederse Ýsrail oðullarýný Firavun'un esare­tinden kurtarmasý Ýstenilmiþti. Kur'ân, Musa'ý ve Firavun ile arasýndaki muhavereyi ge­niþ olarak anlatýr: "Musa dedi ki: 'Ey Fir'avn, ben âlemlerin Rabbi tarafýndan gönderilmiþ bir elçiyim. Bana Allah'a karþý ancak gerçeði söylemek yaraþýr. Size Rabb'inizden açýk delü getirdim, artýk Ýsrail oðullarýný benimle gönder!' (Fir'avn) dedi: 'Eðer bir âyet (muci­ze) getirdiysen, hakikaten doðru söylüyorsan göster onu bakalým!' Bunun üzerine (Musa), asasýný (yere) attý, birden o, açýkça bir ejderha (oluverdi). Ve elini (koltuðunun altýndan) çý­kardý, birden o, bakanlar için bembeyaz par­layan birþey oldu." (7: 104-108).

Yunus sûresinde, þöyle buyrulur: "Sonra on­larýn ardmdan Musa ve Harun'u âyetlerimizle birlikte Fir'avun'a ve adamlarýna gönderdik; böbürlendiler ve suç iþleyen bir topluluk ol­dular. Onlara katýmýzdan gerçek (mucize) gelince: 'Bu, bu apaçýk bir büyüdür.' dediler. Musa: 'Size gelen gerçek için (böyle) mi di­yorsunuz? Büyü müdür bu? Halbuki büyücü­ler iflah olmazlar.' dedi. Dediler ki: 'Sen bizi, babalarýmýzý üzerinde bulduðumuz þeyden çeviresin de yeryüzünde büyüklük yalnýz iki­nize kalsýn diye mi bize geldin? Biz size ina-nanacak deðiliz!" (10: 75-78).

Ýsrâ sûresinde þu ayetleri görmekteyiz: "An-dolsun, biz Musa'ya açýk açýk dokuz âyet (mucize) vermiþtik. Ýþte Ýsrail oðullarýna sor: O (Mûsâ) onlara gelmiþ, Firavn ona: 'Ey Mûsâ! Ben seni büyülenmiþ sanýyorum' de­miþti. (Mûsâ) dedi ki: '(Ey Fir'avn) bunlarý, ancak göklerin ve yerin Rabb'inin, (benim doðruluðumu gösteren) deliller olarak insan­lara indirdiðini pekâlâ bildin. Ey Fir'avn, ben de seni mahvolmuþ görüyorum.' (Fir'avn) onlarý, o ülkeden sürüp çýkarmak istedi, biz de onu, yanýndakilerle birlikte toptan boð­duk." (17: 101-103).

Tâhâ suresinde ise þöyle buyrulmaktadýr: "Fir'avn: 'Rabbiniz kim ey Musa?' dedi. (Mûsâ) : 'Rabbimiz, herþeye yaratýlýþým (var­lýðýný ve biçimini) verip sonra onu doðru yola ileten (yaratýlýþ gayesine uygun yola yönel­tendir.' (Fir'avn): 'Peki, ya ilk nesillerin hâli ne olacak?' dedi. Dedi ki: 'Onlarýn bilgisi Rabb'imin yanýnda bir kitapta (Levh-i Mahfuzda)dýr, Rabbim þaþmaz ve unutmaz.' O ki, yeri size beþik yaptý ve onda sizin için yollar açtý, gökten bir su indirdi. Onunla her çeþit bitkiden çiftler çýkardýk. Yeyin, hayvanlarýný­zý otlatýn. Þüphesiz bunda akýl sahipleri için iþaretler vardýr. Sizi ondan (yani yerden) ya­rattýk, yine oraya döndüreceðiz ve bir kez da­ha ondan çýkaracaðýz." (20: 49-55 ve 26: 23-39).

Zuhruf sûresinde þu ayetleri görmekteyiz: "Andolsun biz Musa'yý da âyetlerimizle Fir'avn'a ve erkânýna gönderdik: 'Ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim' dedi. Onlara âyetlerimizi getirince bunlarla alay edip gülü-vermiþlerdi. Onlara gösterdiðimiz her muci­ze, mutlaka ötekinden büyüktü. Belki döner­ler diye onlarý (kýtlýk, tufan, çekirge gibi tür­lü) azab(lar) ile cezalandýrdýk. Bunun üzerine dediler ki: 'Ey büyücü, bizim için Rabbine dua et, sende bulunan ahdi yüzü hürmetine (bizi baðýþlamasýný dile), artýk biz doðru yola geleceðiz!" (43: 46-49).

Eski Mýsýr hükümdarlarý, en büyük yönetici anlamýna gelen Firavun ismiyle anýlýrlardý. Kur'ân'da anlatýlan kýssalarda iki ayrý Fira-vun'un yer aldýðý görülmektedir. Birisi, Hz, Mûsâ doðduðu vakit baþta bulunan ve onu yanýna alan Firavun, diðeri ise Hz. Musa'nýn Allah'ýn Dinine çaðýrdýðý, boðulan Firavun. Ýlki, II. Ramses, diðeri ise Mineptah idi. Ar­keolojik bulgulara göre II. Ramses M.Ö. 1292'den 1225'e kadar hüküm sürmüþtür. Fakat Yahudi kaynaklarý Hz. Musa'nýn M.Ö. 1272'de vefat ettiðini bildirmektedir. Bu yüz­den bu tarihleri uzlaþtýrmak imkânsýzdýr, (The Meaning ofthe Qur'an, c. IV, sh. 59)

Yukarýdaki âyetlerin ýþýðýnda, þu noktalar dikkatle mütalaa edilmelidir:

1- Hz. Musa Firavun'a iki görevle gönderil­miþti. Ýlki, her peygamberin en önde ge­len misyonu olarak Firavun'u, Ýslâm'ý ka­bul ederek, Allah'a teslim olmaya davet etmekti. Ýkincisi de, Firavun'dan, esaretliklerine son verip, tahakkümünü kaldýr­masý ve Ýsrail oðullarýný serbest býrakma­sýný istemekti. Bu iki görevi Kur'ân bazen bir ve ayný yerde veya yeri geldikçe ayrý ayrý, [meselâ Yunus ûuresinin baþýnda (10: 3-10) ve Nazi'ât sûresinde (79: 17-21)] zikreder.

2- Bu  iki  mucize,  Hz.  Musa'ya bütün kâinatýn Hâkimi ve Yaratýcýsý olan Al­lah'ýn Elçisi olduðuna delil olarak veril­miþtir.

3- Bu âyet veya mucizeleri, tabiatýn fizikî kanunlarýna göre açýklamaya kalkýþan kimseler yanýlmaktadýrlar. Bu suretle on­lar Allah'ýn Kitab'ýna karþý þüpheci bir ta­výr takýndýklarýnýn farkýnda deðildirler. Oysa, Kur'ân-ý Kerîm tabiatüstü bir olayý aktarmakta ve bunu Allah'ýn bir âyeti ve peygamberliðin bir delili olarak ortaya koymaktadýr. Bu yüzden, sýradan bir olay gibi açýklamak, aslýnda Kitab'a inanma­mak demektir. Böyle davranmakla bu kimseler, kendilerini gülünç duruma dü­þürürler. Bir yandan, sýrf mucizelere yer verdiði için Kur'ân'a, Allah'ýn bir kitabý olarak inanmazlarken, diðer yandan tabi­atüstü olaylarý ihtiva eden Kitab'a karþý besledikleri inançsýzlýklarýný da açýkça or­taya koyma cesaretini gösteremezler. Çünkü böyle bir hareket onlarý, mensup olduklarým iddia ettikleri dinin kendileri­ne saðlayacaðý faydadan mahrum býraka­cak ve birtakým dünyevî menfaatlerini de etkileyecektir.

Mucizeler sorusuna verilecek basit cevap þudur: Allah bu kâinatý belirli kurallar Ýçinde yaratmýþtýr ve Ýþleyiþine bütünüyle hâkimdir. Hükümdarlýðýnda her an emir­leri uygulanýr ve dilerse dilediði anda kýs­men veya tamamen eþyayý þekillendirme­ye ve olaylarýn akýþýný düzenlemeye tam olarak Kadir'dir. Dilemesiyle herhangi bir fizikî kuralýný askýya alýp durdurabilir. Bu âyetler ve mucizeler O'nun, Rasûl-lerinin görevlerini desteklemek için bazen kullandýðý devamlý otorite ve murakabesi­nin birer örnekleridir.

4- Hz. Mûsâ, Firavun'a karþý niçin ve nasýl bir tehdit oluþturmaktaydý ki, Firavun O'ndan böylesine korkuyor, rahatsýz olu­yordu? Önceki peygamberlerin baþlarýn­dan geçen olaylarda da açýklandýðý gibi, "Peygamberlik iddiasý bizatihi Musa'nýn, siyasî yapý da dahil olmak üzere mevcut hayat sistemini baþtan aþaðý de­ðiþtireceði anlamýna geliyordu. Gerçek þu ki, âlemlerin Rabbinin Elçisi olduðunu iddia eden bir kiþi, topyekûn Ýnsanlarýn da kendisine uymasý gerektiðini istemekte­dir. Çünkü âlemlerin Rabbinin elçisi dün­yaya sýradan biri ve baþkalarýna tâbi kiþi olarak gelmez. Ancak idareci ve.hami olarak gelir. Çünkü bir kâfirin hâkimiye­tini tanýmak ve ona tâbi olmak, peygam­berlik iddiasýný boþa çýkarýr. Hz. Musa'nýn peygamberlik ilânýný duyduklarý vakit Firavun ve çevresinin sosyal, siyasî ve kültürel ihtilâl tehdidini hisset­meleri bu yüzdendir. Tâhâ sûresinin þu ayeti, bu korkuyu açýkça yansýtmaktadýr: "Musa ve Harun'u göstererek: 'Bu iki si­hirbaz, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çý­karmak, sizin en üstün dininizi ortadan kaldýrmak istiyorlar' dediler." (20: 63).

Firavun ve maiyeti, Hz. Musa'nýn üstün þahsiyeti hakkýnda yeterli bilgiye sahipti­ler, onu yakýndan tanýyorlardý. Temiz ve güçlü bir karaktere sahip olduðunu ve do­ðuþtan liderlik ve kumandanlýk vasýflarým taþýdýðýný biliyorlardý. Bunun yanýsýra, Talmud ve Yusifus kýssalarýnda anlatýldý­ðýna göre, Hz. Mûsâ, çaðýnýn bütün ilim­lerini tahsil etmiþ, savaþ ve idarecilik hu­susunda tam manasýyla eðitilmiþti. Çünkü içinde yetiþtirildiði saray ailesi mensupla­rýnýn bunlarý Öðrenmesinin elzem olduðu düþünülürdü. Bütün bunlardan baþka, Medyen'de geçirdiði sekiz yýla yakýn bir süre devam eden çölün zor þartlan da, sa­ray hayatýnýn kolaylýðýný ve rahatlýðýný üstünden atmasýna yardým etmiþti. Bu yüzden, bu azametli, kararlý ve imanlý adam Firavun'un sarayýnda peygamberlik ilanýyla çýktýðý zaman onlar, iddiasýný bir kenara atýp ÖnemsememezIÝk edemezler­di. Ýkinci olarak, Hz. Musa'nýn mucizele­rini ve parlayan eli görünce dehþete dü­þüp, onun ardýnda gerçekten tabiatüstü bîr güç bulunduðunu kabul etmek zorunda kaldýlar. Böylece, ona sihirbaz demeleri ile, ayný zamanda, kendilerini ülkeden sü­rüp çýkarabileceði korkusunu duymalarý açýk bir çeliþki oluþturuyordu. Peygam­berlik alâmetlerinin daha ilk zuhurunda onlar þaþýrmamýþ, hayrete düþmemiþlerdi. Þayet onlar, gerçekten Hz. Musa'yý sihir­baz olmakla itham ederken samimi olsa­lardý, ondan bir devrim sâdýr olacaðýný düþünmez ve onu bir tehlike saymazlardý. Çünkü sihir ile, dünyada hiçbir zaman devrim meydana gelmemiþtir.

5-  Firavun'un maiyetinin bu sözleri (7: 111-112), onlarýn Ýlâhî mucizenin neticesinde meydana gelen deðiþiklik ile sinirin tesiri arasýndaki farký ayirdedecek anlayýþa sa­hiptiler. Ýlâhî mucizenin yaptýðý deðiþikli­ðin gerçek, sihrin etkisinin ise bir aldat­maca olduðunu biliyorlardý. Hz. Musa'ya "Doðrusu bu usta bir sihirbazdýr" (7: 109) diyerek peygamberliðini inkâr etmeye ça­lýþmalarý bu yüzdendir. Asâ'nýn aslýnda yýlana dönüþmediðini, sihir sebebiyle on­lara yýlanmýþ gibi göründüðünü ve bunu ilâhî bir mucize olarak kabul etmeyecek­lerini söylemek istiyorlardý. "Bu yüzden, kafalarýndan bu olayýn etkisini atmak için onlar Firavun'a, kendi sihirbazlarýnýn da, ip ve sicim gibi þeyleri yýlan þekline dö~ nüþtürebildiklerini göstermek için mahir bütün sihirbazlarý toplamasýný istediler" (The Meaning of the Qur'an, c. IV, sh. 58-61).

6- Bu zanlarý, Firavun'un ileri gelen sihir­bazlarýnýn hareketleriyle de tamamen des­teklenmektedir. Yenilgilerinden sonra bu sihirbazlar "Musa'nýn yaptýðýnýn sihir olmayýp, bunun tamamen âlemlerin Rab-binin gücünün bir tezahürü olduðunu iti­raf ettiler. Buna hiçbir sihirin karþý gel­mesi mümkün deðildi. Sihirbazlarýn söy­lediklerinin bir kalemde silinip kenara atýlýr cinsten olmadýðý açýktý. Çünkü bir þeyin sihir mî olup olmadýðý kararýný en iyi onlar verebilirdi. Bu yüzden sihirbaz­larýn, Musa'nin yaptýðýnýn sihir olmadý­ðýna þehadetinden sonra, Firavun ve adamlarýnýn onu sihirbazlýkla itham etme­leri imkânsýz hale geldi." (The Meaning of the Qur'an, c. IV, sh. 64).

7- Peygamberlik ilânýný desteklemek için Hz. Musa'ya birçok mucize ve âyet/alâmet verildi ve Hz. Mûsâ bunlarýn hep RabbÝnden olduðunu belirtti. Þurasý apaçýktýr ki Firavun milletinin önceden uyarýldýðý ve Hz. Musa'nýn isteðiyle Mý­sýr'ýn üzerine gelen çok sayýda belânýn sihir veya baþka bir þekilde insan tarafýn­dan meydana getirilmesi imkânsýzdý. O belâlarýn þiddeti onlarý Mûsâ'dan yar­dým istemeye zorladý, yardým ederse ona inanacaklarýný söylediler:

"Üzerlerine azâb baþlarýna çökünce: 'Ey Mûsâ, dediler, bizim için Rabbine, sana verdiði söz yüzü hürmetine, dua et; eðer bizden azabý kaldýnrsan, muhakkak sana inanacaðýz ve mutlaka Ýsrail oðullarýný se­ninle beraber göndereceðiz!' Biz onlar­dan, geçirecekleri bir süreye kadar azabý kaldýrýnca, hemen yeminlerini bozmaða baþladýlar." (7: 134-135). Âyetlerde de ifade edildiði gibi, bu belâlarýn göklerin ve yerin Rabbýndan baþka birisi tarafýn­dan gönderilmediðim tam olarak anlamýþ­lardý.

FÝravun'un "Rabbiniz kimdir?" (20: 49) sorusuna verdiði cevapta Hz. Musa, ona ve çevresindekilere mesajý iletebilmek için kýsa, fakat anlamlý bir ifade kullandý. Rabbinin kim olduðunu uygun bir dille söylemekle kalmayýp, O'nun neden Rab olduðunu ve niçin O'ndan baþka Rab bu­lunmadýðýný da açýkladý. Firavun ve ona tâbi olanlarýn birer insan olarak Allah'a muhtaç olduklarým, O'nun kanunlarýna göre iþleyen vücudlannm yine O'nun izni olmaksýzýn bir an bile yaþamalarý için lü­zumlu fonksiyonlarý yerine getiremeyece­ðini ortaya koydu. Böylece Firavun'un rububiyet iddiasý ve milletinin de onu rab olarak tanýmalarýnýn saçma ve ahmakça birþey olduðu ortaya çýkýyordu. Bunun yanýsýra Hz. Musa, Firavun'un inkâr ettiði peygamberlere olan ihtiyacý da ifade et­mek istiyordu. Allah, kâinatta bulunan herþeye yol gösterirken, insana yolunu bulmasýnda yardým etmemesi, bu ihtiya­cýný karþýlamamasý düþünülemezdi. Hay­vanlarýn içgüdüleri ile hareket etmesi sað­lanýrken, insanlara, bedenî ihtiyaçlarýnýn dýþýnda, peygamberler gönderilerek yol gösterilmiþtir. Maddî ihtiyaçlarý için akýl ve Ýlim ile donatýlýp tabiattan faydalanma­larý saðlanmýþ, fakat ahlakî ve ruhî yön­den yol göstermek için, Allah, ilk insan Hz. Âdem'in yeryüzüne indiðinden beri peygamberlerini göndermiþtir.

Kur-'ân bu hususta Firavun ve kavminin dü­þüncelerini ayrýntýlý olarak anlatmaktadýr: "Fir'avn milletinin ileri gelenleri: 'Doðrusu bu bilgin bir sihirbazdýr, sizi memleketiniz­den çýkarmak istiyor!' dediler. Fir'avn: 'Ne buyurursunuz?' dedi." (7: 109-110). FÝra­vun'un saltanatý ve zenginliði ile kibirlenmesi Kasas sûresinde aynen zikredilmektedir: "Fir'avn memleketin baþýna geçti ve halkým fýrkalara ayýrdý. Ýçlerinden bir topluluðu güç­süz bularak onlarýn oðullarýný boðazlýyor, ka­dýnlarýný sað býrakýyordu; çünkü o, bozguncu­nun biriydi... Fir'avn: 'Ey ileri gelenler! Sizin benden baþka bir tanrýnýz olduðunu bilmiyo­rum. Ey Hâmân! Benim için toprak üzerine bir ateþ yak, tuðla hazýrlayýp bana bir kule yap; çýkar belki Musa'nýn tanrýsýný görürüm. Doðrusu onu yalancýlardan sanýyorum' dedi. O ve askerleri, memlekette, haksýz yere bü­yüklük tasladýlar. Gerçekten Bize döndürül-meyeceklerini sandýlar. Biz de, onu ve asker­lerini yakalayýp suya attýk. Zâlimlerin sonu­nun nasýl olduðuna bir bak." (28: 4, 38-40).

"Sizin benden baþka bir tanrýnýz olduðunu bilmiyorum" sözü. Firavun'un siyasî gücünü ve Mýsýr topraklarýnýn sahibi olduðunu ifade etmektedir. Mýsýr'ýn hükümdarý idi ve onun kanunlarý yürürlükteydi. Kendisini ülkenin mutlak ve en üst hâkimi olarak görüyordu. Ülkesinde ondan baþka kimsenin sözü geç­mezdi. Kâinatýn Rabb'inin Elçisi olduðunu öne süren Mûsâ da kim oluyordu ve "san­ki hükümdar o da, ben ona tâbiyim, gibi bana emirler veriyor" diyordu. Zuhruf suresinde bu hususta þöyle buyrulmaktadýr: "Fir'avn kavminin içinde seslenip dedi ki: 'Ey kav­mim! Mýsýr mülkü ve þu altýmdan akýp giden ýrmaklar benim deðil mi? Görmüyor musu­nuz?" (43: 51). Kibir içindeki Firavun, Mûsâ hakkýnda küstah bir þekilde þöyle diyordu: "Yahut, ben, þu hakîr, nerdeyse söz anlatamayacak durumda olan kimseden daha üstün deðil miyim?" (43: 52).

"Bu zihniyet, bugün uzaya Sputnik, Lunic ro­ketlerini gönderenlerin, bu araçlarýn uzayda (hâþâ) 'Allah falan bulamadýklarýný' sÖyleme-leriyle ayný zihniyette olduðunu sergilemek­tedir. Ýþte kadîm zamanlarýn aptalý Firavun da Allah'ý çýktýðý bir kulenin tepesinden görmek istemiþti (28: 38). Bu, 3500 senedir sapýk in­sanlarýn kafa yapýlarýnýn hep ayný olduðunu göstermektedir. Onlara, kâinatýn Rabbi olan Allah'ýn göklerin üstünde bir yerde durduðu­nu kim söylemiþtir ki, bu uçsuz bucaksýz kâinatta, yeryüzünden birkaç milyon kilomet­re yüksekte O'nu görmezlerse bunun Al­lah'ýn varolmadýðýna delil olduðunu öne sür­mektedirler." (The Meaning ofthe Qur'an, c. IX, sh. 95-96).

Zâriyât sûresinde, þöyle buyrulmaktadýr: "Ona en büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o, hemen yalanladý ve karþý geldi. Sonra (inkâr için) olanca çabasýný göstererek sýrtýný döndü. Derhal (adamlarýný) topladý ve (onlara) baðýr­dý: 'Ben, sizin en yüce Rabbinizim!' dedi." (79: 20-24).

Bu âyetler, Firavun'un ve sahip olduklarý güçleriyle kibirlenip Allah'ýn Dinini redde­den bütün insanlarýn mantýðýný ortaya koy­maktadýr. Hz. Musa çok güzel bir þekilde Al­lah'ýn. Dinini Firavun'a teblið etti ve iman et­mesini istedi. "De ki: '(Nasýl), arýnmaða gön­lün var mý? Seni Rabbin(i bilmeð)e ileteyim de O'ndan korkasýn.' Ona büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o, (Musa'yý) yalanladý, karþý geldi." (79: 18-21).

Allah, insanýn doðru yolu bulmasý ve bu dün­yada ona saðladýðý tabiat kaynaklarýndan kendi menfaati için yararlanmasý ve Allah'ýn Dinine uymasý için ardý ardýna peygamberler göndermiþtir. Ýlahî yolun ýþýðýnda insanýn saðlam bir medeniyet kurmasý için tabiat güç­lerinin dizginlerine sahip olmasýný saðlayacak akýl ve bilgi nimetleriyle donatmýþtýr. Hiç þüphesiz, insan, aklýný kullanmýþ ve madde dünyasýndaki bilgisini artýrarak, maddî ya­þantýsýný daha iyi hâle getirmiþtir. Ancak, kül­türel, sosyal, iktisadî ve siyasî yönlerden den­geli bir sisteme sahip olmasý için kendisine verilen ahlâk nizamýna gereðince uymadýðýn­dan mutluluk ve huzuru kaybetmiþtir.

Hz. Musa'nýn baþýndan geçen olaylara Kur'ân'ýn bir çok yerinde temas edilmiþtir. Bunun bir sebebi, Hz. Musa'nýn ümmeti olan Ýsrail oðullarýnýn Allah tarafýndan seçilmiþ bir ümmet oluþu ve Hz. Muhammed'in ümmetinden önce yeryüzünde hilafeân onla­ra verilmiþ olmasýdýr. Diðer bir sebebi de, Muhammed'in ümmetine öncülük etmiþ olmalarý ve Kitab ümmetinden olarak onlarýn hareket ve davranýþlarýndan Muhammed ümmetinin çýkaracaðý bir çok ders bulunmasidir. Baþka bir sebep, bu insanlarýn þehir ve kasabalarda yaþamýþ, çok ileri bir kültür ve medeniyet kurmuþ olmalarýdýr. Siyasî, sosyal ve iktisadî sistemleri ve toplumlarý, yapý, dü­zenleme ve görünüm olarak büyük bir geliþ­me göstermiþti. Tabiat kanunlarýnýn iþleyiþini ve Önemini kavrama ve anlama yolunda iler­leme kaydetmiþ, ayný zamanda kendilerinden önce gelen toplumlara göre bu dünyaya iliþ­kin bilgileri bir hayli artmýþtý.

Hz. Musa ile Firavun'un kýssasý, önceki kýssa­lar gibi, insanlara þu gerçeði bildirmektedir: Allah'ýn Dininden haberdar olan bir topluluk, onun icaplarýný yerine getirmek zorundadýr; yoksa, reddetmelerinin kötü akýbeti, onlarý beklemektedir. Allah tarafýndan geldiði apa­çýk olan âyetleri inkâr etmekten daha büyük haksýzlýk olamaz ve bunlarýn sihirle meydana gelebileceðini hiçbir akýl sahibinin öne sür­mesi mümkün deðildir. Üstelik sihirbazlarýn kendileri bu âyetlerin sihirle meydana gele­meyeceði gerçeðine þehadet ettikten sonra, artýk bunlarý sihir diye reddetmek haksýzlýk­tan baþka birþey deðildir. (The Meaning of îhe Qur'an, c. IV. sh. 58-59).

Hz. Musa'nýn getirdiði Hakikatin bâtýlý gale­be çalmasýyla, sihirbazlar secdeye kapanýp þöyle dediler: "Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inandýk!" (7: 120-122). Buna sinirlenen Firavun onlarý asýp kesmekle tehdit etti, fakat: "Onlar da: 'Doðrusu biz an­cak Rabbimize döneriz. Rabbimizin âyetleri gelince onlara inanmamýzdan ötürü bizden öç alýyorsun. Rabbimiz! Bize sabýr ver ve caný­mýzý müslim olarak al' dediler." (7:125-126).

Sihirbazlarýn sözleri ve Hz. Musa'nýn Rabbi­ne imanýyla ilgili ifadeler, onlarýn Allah'ýn âyetlerinin önemini kavramýþ olduklarýný açýkça göstermektedir. Sihirbazlar, Allah'ýn Hakikatine ve O'nun insan ve dünya ile olan münasebetine dair doðru bilgilere sahip ol­muþlardý. Bu hayatýn gerçeðini kavramakla birlikte, Musa aleyhisselâma yardým edeme­miþler, fakat getirdiði dini kabul edip, Ýman etmiþlerdi.

Firavun onlarý acýlý bir ölüm ile tehdit ettiði vakit verdikleri cevap çok manâlý ve düþün­dürücüdür: "Zararý yok, dediler, (nasýl olsa) biz Rabb'imize döneceðiz. Biz, inananlarýn il­ki olmamýzdan ötürü Rabb'imizin, hatalarýmý­zý baðýþlayacaðýný umarýz." (26: 50-51).

Sihirleriyle atalar dinini güçlendirmek ve gü­venliðe erdirmek için çaðrýlan ve daha bir da­kika önce mükâfat için Firavun'un önünde eðilen ayný sihirbazlar þimdi öylesine cesaret­lenmiþ ve ruhî asalet kazanmýþlardý ki Fira­vun'un gücüne ve tehditlerine (7: 113-114) hiç aldýrmýyor ve imanlarý uðrunda ölümü ve en aðýr iþkenceleri göze alabiliyorlardý. (The Meaning ofthe Qur'an, c. IV, sh. 64-65).

Sihirbazlarýn Allah'a secde etmeleri hadisesi, bu yarýþmayý seyretmeye gelen binlerce Mýsýrlý'mn önünde, Hz. Musa'nýn yaptýðý iþin si­hirle hiçbir ilgisi bulunmadýðýnýn, ancak her-þeye kadir olan Allah'ýn kudretinin bir teza­hürü olduðunun açýk bir bildiriþiydi. Maðlûp olduktan sonra, Firavun halâ inatla, bunun si­hirbazlarýn bir oyunu olduðunda ýsrar ediyor­du: "Doðrusu bu, halký þehirden çýkarmak için düzdüðünüz bir hiledir." (7: 123). Tâhâ sûresinde, þöyle buyrulmaktadýr: "Ben size izin vermeden mi O'na inandýnýz? Doðrusu size sihri öðreten büyüðünüz odur." (20: 71). Böylece, Firavun halkýn sihirbazlarýn, Hz. Musa'ya, gösterdiði mucizelerden ötürü de­ðil, yarýþmadan önce iktidarý ele geçirmek ve nimetlerinden beraber faydalanmak için an­laþtýklarý için yenildiklerine inanmalarýný sað­lamaya çalýþýyordu... Fakat sihirbazlarýn böy­lesine korkunç tehditler karþýsýnda bile inanç­larýnda sebat göstermeleri, Firavun'a karþý oyun oynadýklarý suçlamasýnýn asýlsýz oldu­ðunu ispatlamaktadýr. Bu hâdise ayrýca, Mý­sýrlýlarýn çoktanrýlý inançlarýný kendi gözleri önüne serip Hz. Musa'nýn getirdiði Din'in Hak olduðunu ispat ederek halkýn zihnine yerleþtirdi.

Her peygamberin halkýyla ilgili tarihî hadise­leri naklettikten sonra Kur'ân, Allah'ýn her rasûlünü gönderiþinde görülen genel ve yay­gýn süreci açýklamaktadýr: "Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, onun halkýný, yalvarýp yakarsýnlar diye, mutlaka yoksulluk ve darlýkla sýkmiþýzdýr. Sonra kötülüðü deðiþ­tirip yerine iyilik getirdik de (Ýnsanlar) çoðal­dýlar ve: 'Atalarýmýza da darlýk ve sevinç do­kunmuþtu (onlar da üzüntülü ve sevinçli gün­ler geçirmiþlerdi)?' dediler ve hemen onlarý, hiç farkýnda olmadýklarý bir sýrada ansýzýn ya­kaladýk." (7: 94-95).

Bu genel kaideye göre, "Ne vakit bir rasûl gönderilmiþse, Allah o halkýn kibrini kýrmak, tevazuyla daveti kabule hazýr bir hale getir­mek için bir takým zorluklar ve felaketlerle etki eder. Bu sünnete uygun olarak, Allah, peygamberler gönderdiði kavimlere kýtlýk ve hastalýk göndermiþ, onlarý çeþitli iktisadî dar-boðazlara sokmuþ, savaþlarda yenilgilere ve buna benzer felaketlere uðratmýþtýr. Bütün bunlar, onlarýn kibir ve gurularým kýrmak, güç, kuvvet ve zenginliðe olan aþýn güvenle­rini ve baðlýlýklarýný sarsmak içindir. Bu on­lara kendilerinin fevkinde, mukadderatlarýný kontrol eden Yüce bir Kudretin olduðunu ikaz etmek içindir ki, bu sayede kalbleri, uya­rýlarý alýcý hâle gelsin ve Rablerinin Önünde diz çöksünler. Fakat bu usûl eðer Hakký anla­maya yöneltmede onlar üzerinde muvaffak olmazsa, bu sefer de, o insanlar bolluk ve re­fah ile þýmartýlýr. Ýþte bu hâl artýk onlarýn so­nunun baþlangýcýdýr. Kural olarak, sýkýntý ve felaketlere duçar olan bir topluluk, büyüyüp zenginleþmeye baþladýklarýnda ise Rablerine minnet duymaktan kaçýnýrlar ve hatta eski günlerini sanki sýkýntýlar hiç olmamýþ gibi unutup giderler. Sonra, içlerindeki sözde ay­dýnlan hemen "bunda olaðandýþý birþey yok. Mukadderatýn Ýyi ve kötü olaylarý hiçbir ahlakî deðere baðlý olmadan meydana geldi­ðini tarih bize göstermektedir. Bu olaylar Al­lah'ýn kontrolüne baðlý veya ahlâkî kanunlara uygun olarak ortaya çýkmamakta, aksine bü­tün bunlara, yani darlýk, felaket veya refah ve bolluklara, 'tabiat' dediðimiz þey sebep ol­maktadýr. Bu yüzdendir ki, bizden Önce ge­çenlerin de darlýk ve bolluklarý yaþamýþ ol-duklanný tarih bize göstermektedir. Dolayý­sýyla bu olaylardan hareketle, herhangi bir ahlâkî ders çýkarmak ve sadece Allah'ýn hu­zurunda boyun eðmek ve tevazu göstermek aklî yönden bir zaafýn iþaretidir ve bu gibi ta­výrlar düþünme yetersizliðinin bir sonucudur" gibi kendilerince mantýkî gerekçeler ileri sü­rerek halklanný kandýnrlar.

Rasulullah ayný durumu bir hadis-i þerif-yerinde þöyle belirtmiþtir: "Bir mü'minin darlýðý, tüm kirlerden annýp bu azaptan kur­tulana kadar kendisini düzeltmesine yardým eder. Münafýðýn hali ise; sahibinin kendisini niçin baðladýðýný ve niçin çözdüðünü anlamayýp aval aval bakan merkebe benzemektedir. Eðer bir topluluk, musibet ve dertlere duçar olduðunda bile   Allah'a yönelmiyorsa, ya da Allah rahmetini ve bereketini saçarken O'nu hatýrlamýyor, ya da kendini ýslâh etmek için, hiç mi hiç gayret göstermiyorsa, onun fena akýbeti ve helâkî artýk yakýn ve kaçýnýlmaz­dýr." (The Meaning ofthe Qur'an, c. IV, sh. 53-56).

Böylece Allah, insanlarý imtihan eder. Yolla­rýný doðrultmalarý, kendiliklerinden Hak Yol'a uymalarý için onlara mühlet verir. Bu­na uyarlarsa insanlar sadece hayatlarýnda dengeyi kurup huzur içinde yaþamakla kal­maz, tabiatýn imkânlarýndan âzâmî ölçüde faydalanýp, maddi refaha da ulaþýrlar. Bir baþka ifadeyle, insanlar eðer, Allah'ýn Rasû-lüne itaat ederlerse, öte dünyanýn olduðu ka­dar, bu dünyanýn da nimetlerinden istifade edecek ve maddî, manevî zenginliðe sahip olacaklardýr. Ýlk insan, Âdem aleyhisselâmýn yaratýlýþýndan Ýtibaren, insanlarýn doðru yolu bulmalarý için Allah'ýn rasûllerini gönderme­sinin sebebi, budur. Rasûller, insanlarýn iç ve dýþ dünyalarýný geliþtirmeleri ve bunun sonu­cu olarak, kültür ve medeniyetlerini zengin­leþtirip daha yükseðe çýkarmalarým saðlamak için onlara engin bir ilim getirmiþlerdir. Ne yazýk ki, insanoðlu maddenin somut dünyasý­na söz geçirip sahip olduðu halde, ilahî Reh­berliði anlayýp takip etmekte baþarýsýz kaldý­ðýndan, hayatýnda huzur ve sükûn duyamamaktadýr.



radyobeyan