Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Adalet Tesisi By: saniyenur Date: 10 Aðustos 2012, 10:49:42
ADALETÝN TESÝSÝ

Þeriat müessesesi kendi içerisinde, resmi iþ­lerde ve insanlarýn birbirleriyle ve devletle münasebetlerinde, ihtilâflarýnda adaletin ve hakkaniyetin garantisidir. Hatta yol, metod, program veya muameleyi ifade eden min-hac'tn daha dar anlamýnda bile. Bununla be­raber þeriat, yalnýzca Allah'a itaat eden ve O'nun rýzasýný kazanmak Ýçin adalet ve fazi­lete dayalý nizamý kurmaya muktedir hayýrlý, muttaki ve dürüst insanlar yetiþtiren bir yöne­tim biçimidir. Bu metodun ilkesi adaleti ve fazileti þahýslarýnda ve sosyal hayatta en mü­essir ve baþarýlý þekilde tesis edebilecek in­sanlarý yetiþtirmektir.

Þeriat'ýn daha açýk ve daha genel amacýný þöyle formüle edebiliriz: Ýnsanlarýn sulh, sükûn ve huzur içinde yaþayarak, her türlü baský ve zulümden uzak inançlarýný tatbik et­melerini saðlamak üzere yeryüzünde adaleti tesis etmek. Allah'ýn Rasûlü Hz. Muhammed, selefleri gibi, insanlara âdil olmayý; can, mal, akýl ve nesil emniyeti içinde inançlarýný yaþayabilecekleri bir toplum kurmayý öðretti. Ýrtihalinden sonra sahabileri de bu adalet sis­temini devam ettirmeye çalýþtýlar.

Rasûlullah'in ardýndan Hz. Ebu Bekir gel­di ve O'nun yolunu hiç deðiþtirmeden sürdür­dü. Onun idaresi üzerine yapýlacak küçük bir araþtýrma, Ýlahi kanunlara göre hükmeden in­sanlarýn yönetimleri ile kendi heva ve heves­lerine göre hükmeden yönetimler arasý farký açýkça gösterir. Hz. Ebu Bekir, halkýn refahý ve haklan hususunda o kadar dikkatli idi ki, bazý geceleri uykusuz geçiriyordu. Ömer b. Hattab, ev iþlerine yardým etmek Ýçin yaþlý bir kadýnýn evine gitmekteydi. Birgün Hz. Ömer yapýlacak iþleri sorduðunda, kadýn, bir ada­mýn gelerek bütün iþleri yaptýðýný söyledi. Ömer kadýný günlerce ziyaret etmeye devam etti. Birgün kadýnýn evine erken gitti ve kapý­da dikilirken yüzü örtülü bir adamm evden sokaða çýktýðýný gördü. Ömer adamýn peþine düþtü ve onu yakaladý. Adam yüzündeki örtü­yü çýkardýðýnda Ömer onun Halife Ebu Bekir olduðunu gördü. Ömer ona: "Senin olduðuna emindim. Senden baþkasýnýn önde olamaya­caðýný biliyordum." dedi.

Hz. Ebu Bekir'in devrinde Arabistan'da her biri bir valinin nezaretinde bulunan on vilayet vardý. Müslümanlarýn azametinin ve gücünün ana sebebi üst makamlardaki memurlarýn ve valilerin uyarladýklarý hayat tarzýdýr. Onlar Ýslâm kanunlarýný bizzat kendilerine tatbik et­miþler ve en uç noktalara kadar Ýslâm'ýn ger­çek ruhunun gereðini yerine getirmiþlerdir. Ýnsanlarý adaletle yönetmiþlerdi. Allah da ça­lýþmalarýný basan ile mükâfatlandýrdý. Ýslâmî prensiplere göre insanlarýn refahý, yöneticile­rin ve ulemânýn ýslahýyla ilgilidir. Rasûlullah'in þöyle buyurduðu rivayet edilir: "Üm­metimden iki grup (âlimler ve âmirler) ýslah olduðunda, bütün toplum ýslah olur. Onlar bozulursa, bütün toplum bozulur. Bu musibe­te Ýlahi kanunlara uygun yaþayýp hükmet­mekten baþka bir çare yoktur." (Abu Bakr, the First Caliph, Islamic Foundation, LeÝces-ter, 1976).

Hz. Ebu Bekir'in, baþka insanlarýn haklarý konusundaki düþüncelerinin derinliði, adalet anlayýþý ve dürüst muamelesi þu olaydan an­laþýlabilir. O Aiþe'yi diðer çocuklarýndan da­ha fazla severdi. Ona diðerlerinden fazla ola­rak biraz arazi ve mal mülk verdi. Fakat, bu­nun adaletsiz bir muamele olduðunu hissetti ve vefatýndan evvel Aiþe'ye: "O mallarý geri vermeni dilerim. Böylece diðer mal mülk ile beraber, sen de dahil bütün çocuklarým ara­sýnda bölünebilsin." (Ýbni Sa'd, Tabakat, c. III)

Beytü'l-maVa, gelen bütün gelirler fakirlere, savaþ teçhizatýna harcanýrdý. Fetihlerden elde edilen ganimetleri, altýn ve gümüþ gibi ma­denlerin gelirlerini hakký olan insanlar arasýn­da daðýtýyordu. Sir William Muir þöyle diyor:

"Hepsi eþit þekilde paylaþtýrýlýyordu. Yeni dönen ile eski muharip, kadýn ile erkek, köle ile hür. Müslüman maliyesindeki bir kabule göre bütün mü'minler kardeþ ve eþittir. Þayet takvadaki üstünlükleri öne sürülürse þöyle cevap verirler: Bu Allah içindir. Allah öylele­rini öbür dünyada üstün kýlmakla mükâfatlandýracaktýr." (Annals of Early Caliphate, sh. 121).

Ölüm döþeðindeyken þu sözlerle son mesajýný vasiyet etti: "Merhametlilerin merhametlisi ve Lâtif olan Allah'ýn adýyla. Ebu Kuhafe'nin oðlu Abdullah'ýn dünya hayatýnýn son demin­de, ahiret hayatýnýn ilk safhasýnda, inkarcýnýn iman ettiði, günahkârýn tevbeye geldiði, ya-lancýným doðruyu söylediði dakikada ahit ve vasiyettir. Hattâb oðlu Ömer'i kendime halef tayin ediyorum. O'na itaat ediniz. Bunu yap­maktan maksadým iyiliktir. Adaletle davraný­þa, ondan umduðum zaten budur, baþka türlü davranýrsa, biliniz ki insan ne iþlerse onu ka­zanýr. Gaybý bilemem. Ama zulmedenler ne­lere uðrayacaklarým bilirler (26: 227). Al­lah'ýn selâm, rahmet ve bereketi üzerinize ol­sun." (Kenzü'l-Ummal, c. II, sh. 45, c. IV, sh. 324).

Yukarýdaki parça Ebu Bekir'in insanlarýn hu­zuru konusundaki endiþelerine ve onlarýn me­selelerine adaletle ve korkusuzca karar verile­bilmesi hususundaki alâkasýna açýk bir örnek­tir. Halife seçildiðinde yaptýðý ilk konuþma­daki sözleri, adalet ve faziletini yansýtýr. "Ey insanlar! En iyiniz olmadýðým hâlde bana bîat ettiniz. Görevimi adaletle yaparsam bana ita­at, doðruluktan saparsam beni ikaz ediniz. Doðruluk emanet, yalancýlýk hýyanettir. (Hak­lý olan) güçsüz, hakký alýnýncaya kadar benim gözümde güçlüdür. (Haksýz olan) güçlü, hak sahibinin hakký kendisinden alýnýncaya kadar benim gözümde güçsüzdür. Allah yolunda ci­hadý terkeden bir toplum zelil olmaya mahkûmdur. Bir toplumda kütülük yaygýn olursa sonunda o toplum bir belâyla karþýla­þýr. Allah'a ve Rasûlüne itaat ettiðim sürece bana Ýtaat ediniz, eðer Allah'a ve Rasûlüne karþý gelirsem bana Ýtaatiniz için sebep kal­maz."

Beytü' l-mal hakkýnda Hz. Ömer þöyle buyur­muþtur: "Ben, beytü'l-mal'dan yapýlacak har­camalar hususunda üç yoldan baþka bir tasar­ruf tarzýný doðru bulmuyorum: Haklý sebep­lerle alýnacak. Hak Ölçülerine uygun þekilde harcanacak ve bâtýl usûller ortadan kalkmýþ olacaktýr. Sizin mallarýnýz üzerindeki hassasi­yetim, yetim malý üzerinde velînin gösterdiði hassasiyet gibidir. Muhtaç olmadýkça ben, birþey alamam. Ýhtiyaç içinde olursam, o za­man doðru (maruf) bir þekilde beytü'l-mal'den alýp harcayabilirim." (4: 6). (Ýmam Ebu Yusuf, Kitâbû'l-Harac). Bir hitabesin­de, halifenin beytü'l-mal'de ne gibi hallerde tasarruf edebileceðini açýklamýþtý: "Allah'ýn malýnda benim þu kadardan baþka bîr hakkým yoktur ve bundan baþkasý da benim için ha­ramdýr. Soðuktan sýcaktan muhafaza etmek için bir elbise, Kureyþ'in ortalama bir ferdi gibi de aile efradým Ýçin geçim. Ben de diðer müslümanlar gibi bir müslümaným." (el-Bi-daye ve'n-Nihaye, c. VII).

Hilafet makamýna geldikten sonra, Hz. Ömer: "Ey insanlar! Ben ancak sizden birisiyim. Eðer Rasûlullah'ýn halifesinin emrini reddet­mek hoþuma gitmeyen bir iþ olmasaydý, bu görevi yüklenmezdim." dedi. Daha sonra ikinci hutbesinde þunlarý söyledi: "Ey insanlar! Sizlerin benîm üzerimde bazý haklarýnýz vardýr. Bunlarý size hatýrlatacaðým ki, bu ko­nularda beni sorumlu tutunuz. Haraçlarýnýzý ve fey'inizi meþru þekilde toplamam, sizin, benim üzerimdeki hakkýnýzdýr. Bu gelirler elime geçtikten sonra, bunlarý ancak hak ye­rinde harcamam da sizin üzerimdeki hakký­nýzdýr. Sizi tehlikelere atmamak ve sýnýr boy­larýnda uzun süre tutumamak da üzerimdeki hakkýnýzdýr. Cihad için sefere çýktýðýnýzda, Çoluk çocuðunuzu korumak ve gözetmek gö­revi bana düþer."

Hz. Ömer'in hilafet makamýndaki bütün za­maný bu durumda geçti. Bir keresinde hasta olduðunda bal tavsiye edildi. Beytülmalda bi­raz bal vardý, fakat o Mescid-i Nebevî'de minbere çýktý ve "Eðer sizlerin izni olursa onu kullanabilirim. Aksi halde benim için adaletsizlik olur" diyerek halktan izin alma­dan yemedi.

Hz. Ömer, kendisi dahil, insanlar arasýnda eþit muamelede bulunmak için çok güç har­cadý. Bir kýtlýk zamaný, baþkalarý açlýk çeker­ken, o et ve yað yemeyeceðine yemin etti. Bir süre sonra kölesi, pazardan 40 dirheme yað ve süt satm aldý. Hz. Ömer bu durumu öðre­nince; "bunlarý sadaka olarak verin, çok pa­halý þeyleri yemekten hoþlanmam!" dedi. Sonra baþýný öne eðdi, bir süre düþündü ve: "Þayet halkým tarafýndan tecrübe edilenleri tecrübe etmezsem problemlerinin gerçek öne­mini nasýl anlarým?" O, problemleri hakkýnda gerçek bir hüküm verebilmek için halkýn elde etmesi mümkün olmayan þeylerden kendini mahrum etmesi gerektiði fikrindeydi. Ger­çekte O, halifelik makamýnýn ona diðer in­sanlardan farklý imtiyazlarý elde etme yetkisi vermediði konusunda tamamý ile þuurluydu. Ayný zamanda adaletli davranmazsa onlarýn kendisine itaat etmelerinin gerekli olmadýðýný düþünüyordu.

Hz. Ömer'in bu misali, Ýslâmî yönetimin Önemli bir kaidesini açýða çýkartýyor. Ýnsanla­rýn iþlerini idare ederken âdil olmayan bir Ýmam'ýn, halktan kendisine itaat etmelerini istemeye hakký yoktur. Hatta Allah'ýn haki­miyetine inansa, bunu iddia etse ve O'nun þe­riatýný uygulasa bile. Ýçki içen kendi oðluna, ilgili hükümleri uygulamasý meþhurdur. Hal-tan birini döven Mýsýr valisi Amr b. Âs'ýn oð­luna kýsas uygulamasý gibi. Haraç toplamakla görevli tahsildarlara, vazifelerindeki aþýrýlýk­lardan dolayý çok þiddetli muamele ederdi. Bu prensiple Mýsýr valisi Amr b. As'ýn malý­nýn yarýsýný alýp beytülmal'a aktardý. Keza Kûfe'deki vekili Sa'ad b. Ebi Vakkas ve Bahreyn'deki vekili Ebu Hureyre ile ilgilendi ve varlýklarýný alýp beytülmal'a kattý.

Onun yönetim fikri þöyleydi: Ýnsanlar Din'in sýnýrlarý içinde vefakâr ve samimi olarak itaat edecekler ve hüküm sahipleri de adaleti yeri­ne getirecek. Ayný zamanda halkýn hüküm sahiplerini ýslah ve tashih etme hakký olduðu­nu kabul ediyordu. Bu, birinin þu hatýrlatma­sýný gönül ferahlýðýyla kabul etmesinde görü­lür: "Biz sende bir eðrilik görürsek onu kýlý­cýmýzla düzeltiriz." Bir keresinde müslüman-lara hitaben þu konuþmayý yapmýþtý: "Ey müslümanlar! Amirler (valiler ve diðer gö­revliler), size musallat olmak, malýnýzý yað­ma etmek için gönderilmiyor; bilakis size Ýslâm'ý ve Rasûlullah'ýn yolunu öðretmek için gönderiliyorlar. Þayet bunlardan biri bu­na aykýrý davranýnýp da zulmetmeye kalkýþýr­sa, derhal bana haber veriniz ki, gereken iþle­mi yapayým." diyerek otorite sahibi insanla­rýn güçlerinin aþma haklarýnýn olmadýðýný ve sýnýrlarým belirlemiþtir.

Kör ve hasta insanlarýn evlerine gidip ihtiyaç­larýný karþýlamak için bizzat uðraþýrdý. Ayný zamanda Medine'den cihad için çýkmýþ olan­larýn evlerine tek tek uðrayarak, kapýdan ço­luk çocuklarýnýn hal ve hatýrlarýný sorar, bir ihtiyaçlarýnýn olup olmadýðýný öðrenir ve Ýste­diklerini çarþý pazardan alýp, onlara bizzat kendisi taþýr ve götürürdü. Mektuplarýný tes­lim eder veya bu mektuplara cevaplarýný ya­zar ve onlarýn günlük alýþveriþlerini yapardý. Ara sýra þehirde devriye gezerdi. Bir gece þe­hirde dolaþýrken, ihtiyar bir kadýnýn ve acý acý aðlayan çocuklarýnýn sesini duydu. Kadýna çocuklarýnýn niye aðladýklarýný sordu sordu, açlýktan aðladýklarý ceyabmý aldý. Halife ona ne piþirdiðini sorduðunda kadýn piþirecek bir-þey olmadýðýný fakat boþ tencereyi kaynata­rak çocuklarý daha sonra birþeyler yeme ümi­di ile uyutmaya çalýþtýðýný söyledi. Ömer þeh­re geri döndü ve beytülmal'dan biraz un, yað, et ve hurma aldý. Çuvalý kendi sýrtýna vurdu. Hizmetkân Usâme çuvalý taþýmak istediyse de Ömer, Hesap Günii'nde herkesin kendi yü­künü kendisinin taþýyacaðýný söyleyerek mâni oldu. Yükü kendi taþýdý ve kadýna ulaþtýrdý. Yemek hazýrlanýp çocuklar doyurulunca çok mutlu oldu.

Kendi sözleri ve amelleri ile Ömer bütün in­sanlar arasýnda eþitliði ve renklerine, düþün­celerine, kavimlerine veya statülerine bakma­dan bütün vatandaþlar arasýnda mutlak ada­letle hükmetmeyi tesis etmiþtir. Onun haya­týnda bu iki prensibin pratiðe aktarýldýðýný gösteren pek çok olay vardýr.

Suriye'nin en büyük kabilesi olan Gassânî'lerin reisi Cebele b. Eyhem Ýslâm'a girmiþ ve hacc ziyareti yapmak üzere Mekke'ye gel­miþti. Tavaf esnasýnda adamýn biri Cebe-le'nin örtüsüne basmýþ, Cebele de birden hid­detlenerek adama bir tokat atmýþtý. Adam zulme uðrayýnca, derhal Halife'ye gelip duru­mu anlatmýþtý. Hz. Ömer, Cebele'yi buldurup hemen kýsas uygulamýþtý. Cebele buna itiraz edince Hz. Ömer ona: "Ektiðini biçtin" de­miþti. Bunun üzerine Cebele hayretle: "Bir kabile reisine tokat atan birinin cezasý idam­dýr" deyince de âdil halife ona þu cevabý ver­di: "Cahiliyye devrinde durum söylediðin gi­biydi. Fakat Ýslâm, insanlar arasýndaki sosyal farklan kökünden kazýyýp attý." Cebele itira­zýna devam ederek, "Eðer Ýslâm, bizim gibi asil kimselerle alelade halktan biri arasýnda hiçbir fark gözetmiyorsa, ben böyle bir din­den vazgeçerim" demiþti. Nitekim daha sonra gizlice irtidat edip, Bizansa sýðýnarak Kons-tantinopol'e (Ýstanbul) kaçmýþtýr. Fakat Hz. Ömer, bir prens için Ýslâm'ýn hükümlerinden asla taviz veremezdi ve vermedi de.

Bir keresinde, Hz. Ömer vali ve âmillerine mektup yazarak hac mevsiminde toplanmala­rýný istedi. Onlar geldiler. Hz. Ömer ayaða kalkarak bir hutbe irad etti ve hazýr bulunan­larýn bir þikâyetleri olup olmadýðýný sordu. Dinlenlerden biri kalkarak: "Ey Mü'minlerin Emîri, senin âmilin bana yüz kýrbaç vurdu." dedi. Hz. Ömer, o âmile: "Sen ona yüz kýrbaç vurdun mu?" diye sordu ve iddia sahibine dö­nerek: "Kalk ondan hakkýný al!" buyurdu. Bunun üzerine orada bulunan Amr b. Âs aya­ða kalkarak: "Ey Mü'minlerin Emîri! Sen âmillerin hakkýnda böyle bir kapý açarsan, bu hâl hem onlara çok aðýr gelir, hem de senden sonrakiler için bir âdet hâlini alýr." dedi. Hz. Ömer: "Dikkat et, ben ki Rasûlullah'ýn nefsi­ne kýsas tatbik ettiðini gördüm. Onu kýsassýz mý býrakacaðým?" buyurup, sonra hak sahibi­ne dönerek:"Kalk hakkýný al!" diye emretti.

Amr b. Âs: "O halde izin verin de onu razý edelim." dedi. Muvafakat gösterilince, þikâyetçi olan þahsa, her kýrbaç için iki dinar olmak üzere toplam 200 dinar verilerek razý edildi ve þikâyetçi kýsas hakkýndan vazgeçti. {Kiîâbu l Harac).

Bir keresinde Kureyþ'in reisleri ile Süheyl, Bilal ve Ammar b. Yasir gibi azatlý köleler­den oluþan bir gurup ayný anda Hz. Ömer'i ziyarete geldi. Ömer Kureyþ'in reislerini dý-þarda bekletip diðerlerini çaðýrdý. Cahiliyye devrinde Kureyþ reislerinin lideri olan Ebu Süfyan bunun çok fena bir muamele olduðu­nu düþündü ve yanýndakilere: "Bu, tekerleðin garip bir dönüþü; biz dýþarýda beklerken köle­ler içeri alýnýyor" dedi. Fakat içlerinden biri olaydaki adaleti fark ederek: "Doðruyu söy­lemek gerekirse Ömer'i tenkid etmeye hiçbir hakkýmýz yok, kendimizi eleþtirsek iyi olur. Ýslâm bizi tek bir sesle çaðýrdý, çaðrýya geri­den icabet edenler, bugün de geride kalmayý hakkettiler" dedi. (Süheyl b. Amr, Usdü'î-Gabe).

Meseleler Ýslâm'a göre çözülmeye baþlayýnca sosyal statü ve doðuþtan gelen ayrýlýklar gö-zardý edildi ve sadece Ýslâm'a yapýlan hiz­metler dikkate alýnýr oldu. Ýslâm yolundaki hizmetlerinde eþit olanlara eþit maaþ verili­yordu. Bu meselede köle ile efendisi arasýnda fark gözetilmiyordu (Fütuhu l-Buldan).

Hz. Ömer, eþitlik esasýnýn tatbikinde ýsrarlýy­dý. Herhangi bir ayrýma müsamaha gösterme­di. Amr b. Âs, Mýsýr Camii'nde kendine bir minber yaptýrýnca, Ömer mektubunda azar-larcasýna þöyle dedi: "Sen yukarda otururken diðer müslümanlann aþaðýda oturmalarým uy­gun görüyor musun? Duydum ki diðer müs-lümanlardan daha yüksekte oturduðun bir minber yaptýrmýþsýn. Senin emîr olarak onla­ra hitab etmen ve onlarýn tebân olarak seni dinlemeleri imtiyazý sana yetmiyor mu? O minberi yýkmanda ýsrar ediyorum." (Ýbni Hiye, Futuhu'l-Mýsr, sh. 92; Suyutî, Husnu'l-Muhadara, c. I, sh. 79).

Ömer ile Übeyy b. Kaab arasýnda ihtilaflý bir mesele oldu. Bu hususta Zeyd b. Sâbit'i ha­kem tayin ettiler. Hakemin huzuruna geldik­leri vakit Zeyd ayaða kalkarak halifeye yer vermek istedi, fakat Ömer bu teklifi kabul et­medi ve Übeyy'in yanýna oturmayý tercih etti.

Ýnsanlar arasýnda eþitlik ruhunu yerleþtirebil­mek için halkla olan münasebetlerinde veya þahsî iliþkilerinde en üst nokadaki sadeliði arardý. Sezar'm elçisi 'müslümanlann impa­ratoru' ile görüþmeye geldiðinde, Mescid-i Nebevî'de onu bir köþede eskimiþ elbiseleri içinde, otururken buldu. (Þibli Nu'manî, Life of 'Umar the Greaî, c.II).

Hz. Ömer'in bu davranýþlarý, devletin üst mevkilerindeki memurlarý üzerinde müthiþ etkili oluyordu. En uç sýnýrdaki Iraklý reisler­den bazýlarý mükellef yemekler hazýrlatýp Ýslâm ordusu kumandaný Ebu Ubeyde'ye ge­tirdiler. Ebu Ubeyde'nin: "Bunlar sadece be­nim için mi, yoksa ordunun hepsi için mi?" sorusuna: "Kýsa zamanda ordunun tamamý için yemek hazýrlayabilmek maalesef imkân­sýz." dediler. O: "Kan dökmede ben ve bu as­kerler eþitiz. Yemek yerken de onlarýn bana refakat etmelerini isterim. Onlar ne yerse ben de onu yemeliyim" diye cevap verdi. Müslü­man kumandanýn cevabý bu tür yaþayýþa alýþ­mamýþ olan reisleri çok þaþýrtmýþtý.

Müslüman kumandanlarla askerler arasýndaki münasebetler, aralarýnda mutlak eþitlik, kar­deþlik ve adaletin olduðunu yansýtýyordu. Su­riye, müslümanlann eline geçince Ýmparator Heraklius Bizantium'a gitti ve önceden müs-lümanlarýn eline esir düþmüþ birisiyle konuþ­tu. Ýmparatorun "Müslümanlar ne tür insan­lar?" sorusuna adam "Muhteþem insanlar. Gündüz hepsi korkusuz birer savaþçý, fakat geceyi ibadetle geçiriyorlar. Zaptettikleri yer­lerdeki insanlarýn bedelini ödemeksizin bir-þeylerini almýyorlar. Kendileri âdil ve gittik­leri her yere adalet ve banþ götürüyorlar." di­ye cevap verdi. Ýmparator, "Þayet böyle bü­yülü güçlere sahiplerse, birgün benim ayaðýmýn altýndaki topraða da sahip olurlar" dedi.

Mýsýr'daki en büyük Bizans kalesinin muha­sarasýnýn sonlarýnda, savunmalar zayýfladýðý zaman, Ýmparatorunun valisi barýþ istedi. Ýslâm kuvvetlerinin kumandaný Amr b. Âs'a elçiler gönderdi. Elçiler, müslümanlarýn ha­yat tarzlarýný bizzat görebilsinler diye iki gün alýkondular ve sonra valiye geri gönderildiler. Vali elçilere müslümanlarý sordu. Onlar: "Efendimiz, müslümanlar ölümü, bizim ha­yatý sevdiðimizden daha çok seviyor. Alçak­gönüllülüðü gururdan çok seviyorlar, açgöz­lülük ise yokluðu ile farkedilebiliyor. Rahat­lýkla yere oturuyorlar ve bunu herhangi bir þekilde küçüklük olarak görmüyorlar. Ye­mekleri masada yemiyorlar. Komutanlarý sý­radan bir er gibi, farklý bir iþaret taþýmýyor. Üst ile ast veya köle ile efendi arasýnda bir ayýrým yapmýyorlar. Ýbadet zamaný yýkanýp Allah'ýn önünde mutlak bir tevazuyla omuz omuza duruyorlar" dediler. Vali fevkalâde et­kilendi ve müslümanlarla barýþ yaptý.

Hz. Ömer'in katledilmesinden sonra Hz. Os­man müslümanlara halife seçildi. Ýslâm dev­letinin merkezinden çok uzaklarda olan vali­lerine, kumandanlarýna ve âmillerine gönder­diði genelgeler devlet iþlerinde güttüðü siya­seti ortaya koyar.

Onlara hitaben þöyle yazmýþtýr: "Allah, Ýmamlarý (devlet baþkanlarýný) Ümmetin fert­leri hakkýnda zorba olmaktan uzak durmalarý­ný, bir vergi tahsildarý gibi davranmamalarýný ve ümmete çoban (merhametli birer yönetici) olmalarýný emretmiþtir. Bu ümmetin Ýlk yöne­ticileri de gerçekten ümmet için merhametli birer yönetici olmuþlar, birer zorba ve zâlim vergi memuru olmaktan çok uzak durmuþlar­dýr. Sizler de birer yöneticisiniz, sizin de ayný þekilde davranmanýz gerekmektedir. Bu üm­metin imamlarý (yöneticileri) þayet birer zâlim kesilseler, o zaman müslümanlar ara­sýnda haya kalkar, emanete hýyanet edilir ve vefa kaybolup gider. Yönetimin en güzeli ve Allah'ýn razý olacaðý en güzel davranýþ, müs­lümanlarýn iþlerini güzelce halletmeniz, ihtiyaçlarýný karþýlamanýz, haklarým kendilerine ulaþtýrmanýzdýr. Ayný þekilde tebamýz olan, zýmmîlerin de haklarýný iyice gözetmenizi tavsiye ederim. Ayrýca düþmanlarýnýz ile sa­vaþmaya vardýðýnýz zaman önce onlara Ýslâm'ý anlatýn ve tevhid akidesine davet edi­niz. Kalplerini adaletiniz ile kazanýnýz." (Ta-beri, c. V).

Ordu kumandanlarýna hitaben de þöyle yaz­mýþtýr: "Siz (ey kumandanlar!) Müslümanla­rýn koruyucularý ve müdafiîlerisiniz. Ömer bin Hattab sizlere emirler vermiþ ve uymanýz gereken hususlarý bildirmiþtir. Bunlarýn ne ol­duðunu hepimiz bilmekteyiz. Sizden istenilen bu emirlere mutlaka uymanýzdýr. Sakýn sizin biriniz Ömer'in size talimat ile bildirdiði bu emirleri deðiþtirmeye kalkmasýn, sakýn siz­den böyle bir þey duymayayým. Yoksa Allah sîzi, sizden baþkasý ile deðiþtirir ve yerlerini­ze bu emirlere uyacak kiþileri getirir. Nasýl davranmanýz gerektiðini biliyorsunuz, buna mutlaka uyunuz. Ben size bakýyor ve sizleri kontrol ediyorum. Zira beni de hakkýnýzda nasýl davranacaðým diye Allahu Teâlâ kontrol etmektedir." (Taberi, c. V).

Amillere (zekat ve cizye tahsildarlarýna) þöy­le yazdý: "Ýnsanlarý hak ile yaratan Allah, hakdan baþkasýný asla kabul etmez. Hakký alý­nýz ve tekrar hakký (hak sahiplerine) veriniz. Size emaneti tavsiye ederim. Sakýn onu ihmal etmeyiniz, mutlaka yerine getiriniz. Emanete hýyanet edenlerin ilki olmayýnýz. Yoksa, siz­den sonra, sizin yaptýklarýnýza bakýp emanete hiyanet edenlerin yüklenecekleri günahlara ortak olursunuz. Vefakârlýk, aman vefakârlýðý elden býrakmayýnýz. Yetime ve kendisiyle ahitleþtiðiniz zýmmî ve emân ehline iyi mua­melede bulunup haklarýný gözetiniz. Allah yetime ve zýmmîye zulmedenin düþmaný­dýr..."

Halka da mesajý söyledi: "Þunu unutmamalý­sýnýz ki, sizin baþarýlarýnýz ve zaferleriniz li­derlerinize itaat etmenizle elde edilmiþtir. Dikkat ediniz! Dünya sevgisi sizi doðru yol­dan ayýrmasýn. Üç þey vardýr ki bunlar insan­larý doðru yoldan saptýrýr: 1) Fazla bolluk içinde yaþanan hayat, 2) Cariyelerle münase­bete aþýrý düþkünlük, 3) Kur'ân-ý Kerim'in ezbere okunmasýnda Arap ve Arap olmayan­lar arasýnda meydana gelen fark. Rasûlullah þöyle buyurmuþtur: 'Sadakatsizliðin to^ humlan yabancý yollarda yatar. Müslümanlar yabancý yollara girince Doðru yoldan sapma­ya baþlarlar ve bidatlarla tanýþýrlar." (Taberî, c.V).

Bunlar açýkça göstermektedir ki, Hz. Os­man'ýn izlediði siyaset, bizzat Allah'ýn Rasûlü tarafýndan tesis edilen ve seleflerince takip edilmiþ olan dürüst ve âdil davranýþýn devamýdýr. Bununla beraber, insanlara karþý çok yumuþak baþlý ve þefkatli oluþundan isti­fadeyle bazýlarý, özellikle akrabalarý, bazý gayri meþru imtiyazlar elde ettiler. Mektupla­rýna ve emirlerine cevap vermediler. Bütün gücü kendi ellerine geçirmek için uðraþtýlar.

Halifeliðinin son günlerindeki riyakârlýklar ve bazý problem üretici kiþilerce düzenlenen suikaste raðmen hilafeti þýrasýnda Ýslâm Dev­leti, Arap yarýmadasýnýn her yanýnda büyük bir geniþleme gösterdi. Hz. Osman'ýn en mü­him faaliyetlerinden biri, Kur'ân-ý Kerîm nüshalarýnýn çoðaltýlarak Ýslâm devletinin belli baþlý merkezlerine göndermesidir.

Hz. Ali hilâfet makamýna seçildiði zaman sosyal veya siyasî reforma giriþebilmek kolay bir görev deðildi. Bununla beraber Hz. Ali, yönetenlerin ve yönetilenlerin ruhlarýný tekrar Ýslâmî hayat çizgisine döndürmek için büyük gayret gösterdi. Þahsî yaþantýsý, çok sâde ve mütevaziydi. Yiyeceði, kendi hanýmýnýn biz­zat öðüttüðü undan yapýlan arpa ekmeðiydi. Bu arpa torbalanmn aðzýný baðlarken þöyle diyordu: "Temiz ve helâl olduðunu bildiðim þeyden baþkasýný yemek istemem." Bazen öy­le olurdu ki, parasýyla yiyecek ve giyecek al­mak için kýlýcýný satmak zorunda kalýrdý. Kûfe'de, fakirlerin kaldýklarý mütevâzi evler dururken, sarayda kalmak istememiþti. O, Nadr b. Mansûr'un, Ukbe b. Alkame'den ri­vayet ettiði þekilde yaþamak için gelmiþti. Ukbe dedi ki: "Ali'nin huzuruna girdim. Önünde ekþiliðinden rahatsýz olduðum bir miktar süt ile kurumuþ bir ekmek parçasý var­dý. Ona: 'Ey mü'minlerin Emîri, sen böylesini mi yiyorsun?' dedim. O da: 'Yâ Eba'I-Cenûb, Allah'ýn Rasûlü bu ekmekten daha kurusunu yerdi, -elbisesini iþaret ederek- bu­nun da daha kabasýný giyerdi. Eðer onun yap­týðýný yapmayacak olsam, ona kavuþamamak-tan korkarým' dedi." Benzer bir þekilde Harun b. Antere babasýndan rivayet ediyor. Babasý Hz. Ali'ye gitmiþ. Kýþ mevsiminde, eskimiþ bir elbisenin içinde titrediðini görün­ce: "Ey mü'minlerin Emîri, Allahu Teâlâ, sa­na ve ailene bu maldan bir pay ayýrmýþ oldu­ðu halde, neden kendine bunu yaparsýn?" di­ye sormuþ. Buna karþý Hz. Ali'nin cevabý þu olmuþ: "Allah'a yemin ederim sizden birþey almýþ deðilim. Bu elbise Medine'den ayrýlýr­ken aldýðým elbisedir?"

Hz. Ali, kendisine ve ailesine karþý bu tutu­munu ortaya koyarken, dinin kendisine bun­dan fazlasýný mubah kýldýðýný, bu dinin mah­rumiyeti, yoksulluðu emretmediðini, o za­manda müslümanlardan bir fert olarak bey-tü'l-mal'den payýnýn aldýðýnýn birkaç kat faz­lasý olduðunu, bir kamu hizmeti gören Emîr'ül-mü'minîn olarak yaptýðý görevin bu aldýklarýndan daha büyük olduðunu, Hz. Ömer'in bazý bölgelerdeki valilerine takdir ettiði kadarýný almak isteseydi haklý olarak alabileceðini bilmiyor deðildi. Fakat bu hu­susta, Allah'ýn dininde izin verilen kolaylýk­larý tam olarak bildiði halde, kendine ve aile­sine oldukça sýký muamele etti. Hz. Ali, yö­netimin insanlara daima örnek olmasý gerek­tiðini, yöneticinin hem zan altýnda hem de uyulacak bir makamda olduðunu biliyordu. Beytü'l-mal'in nihai mesulü olmasý yönüyle, tahsisat ve harcamalarda son derece sýký dav­ranýyordu. Bu husustaki davranýþlarýyla, Ýdarî vazifede bulunan veya bulunmayan herkese bir ömek teþkil ediyordu. Bu yüzden, Hz. Ebu Bekir ve Ömer'in güç ve sýkýntýlý yolunu sürdürdü. Çünkü, Allah'ýn dini üzere Rasûlullah'in halifesi olanlara en yüksek ufuk daha lâyýktý.

Hz. Ali yönetime, Rasûlullah ve ondan sonraki iki halifenin kazandýrdýðý þekli tekrar kazandýrmaya çalýþýyordu. Hilâfete seçimi, Muhacirin ve Ensann ileri gelenleri ve diðer müslümanlarm bÝatlaryla gerçekleþmiþti. Bu toplantýda mevcut bulunan sahabilerden, 17 ya da 20 kiþinin biat etmekten çekinmeleri ve Muaviye'nin Hz. Osman'ýn katillerine karþý kýsas talebiyle karþý koymasý Hz. Ali'nin hi­lafetinin meþruiyetini etkilememiþtir. Çünkü o, biat hususunda kendisinden Önceki Halife­lerin usûlünü aynen takip etmiþ ve onlarýn tuttuðu yoldan gitmiþtir. Halk toplanmýþ, ser­bestçe, hür iradeleriyle ve müþavereyle Hz. Ali'yi halife seçmiþlerdir. Daha sonra Þam hâriç bütün Ýslâm âlemi onun hilafetini res­men tanýmýþtýr. Bütün bunlardan sonra halife, bazý guruplar arasýndaki ihtilâflardan uzak olarak, adaleti her seviyede tesis etmiþ, halka daima âdil muamelede bulunmuþtur.

Bununla birlikte Hz. Ali bu olaylarýn tesirini izale etmek ve kendi katline ve çok sonralarý da devletin yapýsýnda ayrýlýða yol açan Hz. Osman'ýn suikastinin yankýlarýný dindirmek için elinden geleni yaptý. Ýslâm'ýn siyasî bün­yesini bu geçici engelden temizlemek için çok çaba harcadý, idaresi ile yüksek bir ömek teþkil etti.

Hz. Ali çok sâde bir hayat sürmüþtü. Halîfe olduðunda bile topraðý kazmak, kuyudan su çekmek veya ayakkabýlarým tamir etmek gibi el iþlerini yapmaktan çekinmezdi. Yere otu­rur, bazen toprak üstünde uyurdu. Elbisesi genellikle yamalý olurdu. Elbiselerini yenile­mesini söyleyenlere, böyle giyinmenin kanaatkârlýðý beslediðini, gururdan uzak tut­tuðunu \f. baþkalarý tarafýndan taklide lâyýk olmaya sebep teþkil ettiðini söylerdi. Evinde seccade olarak kullandýðý keçi derisi üzerinde elçileri ve d'ðer yüksek mevkideki memurlarý karþýlardý. Mütevâzi evinin hâline dikkat çe­ken kimseye, sonunda býrakýp gitmek zorun­da kalacaðý bir evde çok þey bulundurmanýn akýllýlýk iþareti olmadýðým söylerdi.

Hz. Ali yüksek adalet hissi ve âdil davranýþ­larýyla meþhurdur. Bir keresinde zýrhýný hýris-tiyan bir adamýn yanýnda gördü ve onunla ka­dýsý Þureyh'in huzuruna gitti. Orada halktan birisi gibi muhakeme edildi. Ali, zýrhýn ken­disine ait olduðunu, onu ne hediye ettiðini ne de sattýðýný söyledi. Kadý hýristiyana ne söy­leyeceðini sordu. Adam zýrhýn kesinlikle ken­disine ait olduðunu, fakat Emîrül mü'minîn için yalancý da diyemeyeceðini söyledi. Kadý Þureyh, Ali'ye bir delili olup olmadýðýný sor­duðunda Ali gülerek bu sorunun yerinde ol­duðunu, fakat herhangi bir delilinin olmadýðý­ný söyledi. Bu durumda kadý zýrhýn hýristiya­na ait olduðuna hükmetti. Adam mü'minlerin emîrinin gözü önünde zýrhý alýp gitti. Ancak bir kaç adým atmýþtý ki, geri dönerek: "Þehâdet ederim ki, bunlar Peygamberlerin hükümleridir... Mü'minlerin Emîr'i beni ka­dýya götürüyor ve kadýsý onun aleyhine hü­küm veriyor. Eþhedü en la ilahe illallah ve eþhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh. Allah'a yemin ederim ki, ey mü'minlerin emîri, zýrh senindir. Sen Sýffîn'e giderken ben askerin arkasýndan geliyordum. Bu zýrh senin badem renkli devenden düþtü." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Madem ki müslüman oldun, zýrh da senin olsun." dedi. (Mahmud Akkad, Abqariyah al-lmani).

Adaleti tesis edebilmek için uyguladýðý yol, kendisine biattan sonra yaptýðý þu konuþmada açýkça görülür: "Ey insanlar, ben ancak siz­den biriyim. Sizin lehinize olan benim de le­himedir, sizin aleyhinize olan benim de aley-himedir. Ben sizleri Peygamberimizin yolu üzere yöneteceðim, aranýzda emrolunduðum þeyi uygulayacaðým... Haberiniz olsun, Os­man'ýn yaptýðý herbir iktâ ve Allah'ýn malýn­dan verdiði her mal, Beytü'lmal'a geri dön­dürülecektir. Çünkü hakký hiçbir þey Ýptal edemez. Ben bu mal ile kadýnlarla evlenilmiþ, onunla cariyeler alýnmýþ veya þehirlerde daðý­týlmýþ olduðunu görsem bile muhakkak onu geri alacaðým. Adalette ferahlýk vardýr. Hak­tan sýkýntý duyan bilsin ki, zulüm onun için daha sýkýntýlýdýr

Ey Ýnsanlar! Dikkat edin, aranýzda dünyalýðýn etraflarýný sardýðý kimseleri, akarlara sahip olanlarý, pýnarlarý akýtanlarý, atlara binenleri, nâzik cariyeler edinmiþ olanlarý, daha önce dalmakta olduklarý þeylerden men edecek ve onlarý bildikleri haklarýna geri çevirecek olur­sam, sakýn "Ebû Talib'in oðlu bizi haklarý­mýzdan mahrum etti." demesinler. Dikkat edin, Rasûlullah'ýn ashabýndan, Muhacir veya üiMsar'dan her kim Rasûl ile olan ya­kýnlýðýndan dolayý fazl-u keremin kendisine ait olduðu görüþünde ise (bilsin ki) yarýn fazl-u kerem Allah'ýn yanýndadýr, onun sevab ve ecrini vermek Allah'a düþer. Haberiniz ol­sun, Allah'ýn ve Rasûlünün çaðrýsýný kabul eden, dinimize giren, kýblemize yönelen kim olursa olsun, Ýslâm'ýn haklarýnýn ve hududu­nun kendisine uygulanmasý vâcib olur. Mal da Allah'ýn malýdýr. Aranýzda eþit olarak da­ðýtýlacak, hiç kimsenin bu malda baþkasýndan fazla hakký yoktur. Takva sahipleri için ise, Allah'ýn yanýnda en güzel mükâfat vardýr." (Seyyid Kutub, Social Justice in islam).

Gerçekte Hz. Ali'nin ilk ve en Önde gelen va­zifesi, Ýslâmî geleneklere Rasûlullah tara­fýndan býrakýlan ve kendinden önceki halife­lerin uyguladýðý gerçek gücü tekrar kazandýr­mak ve Din'in aslî ve sahih ruhunu canlan­dýrmaktý.

Hulefa-i Raþidin'den sonra her ne kadar yönetici sýnýf lüks bir yaþantýya kapýlmýþ, halkýn hakký olan mallan gasbetmiþ ve Ýslâm Þeria-tý'nýn usûlünden sapmýþsa da halk doðru yol­da kalmaya ve Ýslâm dinini pratikte yaþamaya devam etti. Gerçekte bu alevin sönmemesine sebep olan þey, iman nurudur, Ýslâm'ýn yapý­sýndaki gizli hayatiyet ve güçtür. Bu nûr, çev­resini aydýnlatmýþ, ýþýklarýný (imam) yüzlerce, binlerce kiþiye taþýyarak, sürekli yayýlmýþtýr.

Þüphesiz ki, Ýslâm'ýn manevî gücünde muh­telif yönlere daðýlan ve insan düþüncelerini, deðerlerini, hareketlerini hatta diðer dinler­den, kültürlerden ve medeniyetlerden olsalar bile olumlu yönde etkileyen bir fýtrî kapasite vardýr. Bunun sebebi, Ýslâm'ýn özü ve pratiði olan þeriatýn diðer din ve hayat tarzlarýna et­kisinin doðurduðu güç ve kapasitedir. Bunun tesirleri sonsuza kadar sürecek ve hiçbir za­man saklanýp gizlenemeyecek bir hakikati ih­tiva eder. Bir süre için baský ve zulümle veya hileli yollarla gözden uzak tutulabilir. Fakat eninde sonunda hayatýn her adýmýnda etkile­rini gösterecek, cihanþümul mânâda Ýslâm'ýn insanlýk için gerçek hayat yolu olduðu anlaþý­lacaktýr.

Bütün bu söz edilenler gösteriyor ki, ilk dört halife çok sâde ve muttakî bir hayat sürmüþ­lerdir. Onlar dürüstlük ve adaleti hayatlarýnýn her sahasýnda yaþamýþlar ve adaleti ülkeye yaymýþlardýr. Her ne kadar Hz. Osman, ömrü boyunca iyi bir iþi olan varlýklý bir kimse idiyse de, özel hayatýnda muttaki, doðru ve âdildi. Serveti, itikadýný herhangi bir þekilde menfi yönde etkilememiþti. Þüphesiz ki onla­rýn dördü de þahsî iþlerinde olduðu kadar resmî vazifelerinde de dürüstlüðe ve hakkani­yete önem verirdi. Edward Gibbon'a göre, "Dört halifeyi, hurafelerle sarsýlmamýþ elle tartan bir tarihçi açýk bir þekilde onlann dav­ranýþlarýnýn birbirinin ayný, saf ve samimiyet­te olduðunu, gücün ve zenginliðin ortasýnda hayatlarýnýn ahlâkî ve dinî vazifeleri yerine getirmeye adandýðýný belirtecektir." (D e eline and Fail ofthe Roman Empire, c. III).

Halifeler, Allah'ýn Þeriatý dahilinde her türlü çabayý göstererek halkýn uyacaðý kurallarý belirlemek, Allah'ýn hudutlarýný muhafaza et­mek ve herkese karþý adaletle muameleyi esas alan hayat nizamýný sürdürmek için ça­lýþtýlar. Diðer bir ifadeyle Rasûlullah'in halifelerinin kontrolü altýnda adalet ve eþitlik sistemi kurmak, ilâhî kanunlarý insanî mese­lelere uyarlamanýn tabiî bir sonucudur. Bu kanunlarýn tatbiki, herhangi bir ayýrýma tâbi tutmadan, herkesin ayný þekilde istifade ede­ceði ve aralarýnda adalet esasýna dayanan eþitliði saðlayacak tabii özelliklere sahiptir. Ýbn-i Haldun Ýlâhî Kanunlardaki bu etkiye þu sözlerle dikkat çekmektedir: "Eðer teba, Al­lah tarafýndan indirilmiþ ve kanun tatbikçisi olan peygamber tarafýndan halka anlatýlmýþ ve þeriat olarak kavimlere teblið edilmiþ ka­nunlar ile idare edilirse, buna dinî siyaset de­nilir."

"Bu dinî siyaset, insanlarýn dünya ve ahiretleri için faydalýdýr. Çünkü yaratýlýþtan maksat, yalnýz dünya hayatý yaþamak deðildir. Dünya hayatý hep boþ ve aldatýcýdýr, sonu fânilik ve ölümdür. Yüce Allah Kur'ân'mda: "Biz sizi boþuna ve faydasýz mý yarattýk sanýyorsu­nuz?" buyurmaktadýr. Ýnsanlarý yaratmaktan maksat, onlarý ahiret saadetine götüren din Ýle amel ettirmektir. Bu ise göklerde ve yeryü­zünde mevcut bütün mahlûklarýn tutacaklarý bir yoldur. Þeriatler insanlarý ibadet ve mua-melelerindeki bütün hallerinde insan toplu­luklarý için tabii olan devlet iþlerinde dahi amel edilmesi gerekli dinî hükümlerle indiril­miþtir. Dinin açýk olan bu yolundan ayrýlma­dýðý takdirde bütün insanlar Sârinin nazar ve himayesi altýndadýr. Devlet zülüm, zorbalýk ve hayvanî duygu ve kuvvetleri kendi halle­rinde býrakmak yoluyla idare olunur ise, bu fâcirlik ve düþmanlýktan baþka bir þey deðil­dir. Bu hâl hüküm sahibi Allah nazarýnda kö-tülenmiþ olduðu gibi siyasî nikmet bakýmýn­dan da böyledir. Devlet ve teba, siyasetin ve siyasî olan hükümlerin icabýna göre idare olunur ise bu da yerilmiþ olur. Çünkü Al­lah'ýn nurundan ibaret olan þeriat hükümleri ihmal edilmiþ oluyor. Allah bir kimseyi kendi nuru ile aydýnlatmaz ise o kimse aydýnlýktan mahrumdur. Zira sâri (kanun koyan Allah) insanlarýn gözleri ile görüp akýllarý ile bile­medikleri ahiret iþlerinde de insanlarýn mas­lahatlarýna uygun olan hikmetleri bilir. Ýnsan­lýðýn bütün iþi, gerek devlet iþi, gerek baþka iþler olsun, iyiliði ve kötülüðü ahirette kendi­sine aittir. Yani iyi ise ecÝrli ve sevaplýdýr, kötü ise cezaya çarptýrýlýr. Rasûlullah: "Ancak dünyadaki iyi ve kötü bütün amelle­riniz ahirette kendinize verilir", yani hayýrlý ise ecir ve sevap kazanýr, kötü ise cezaya çarptýrýlýrsýnýz, der. Siyasî hükümlerde ise, ancak dünyevî fayda ve maslahatlar gözö­nünde bulundurulur. Siyasî kanunlarý koyan­lar ancak dünya hayatýnýn dýþ görünüþünü görür ve bilirler. Þariin maksadý ise insanlarýn ahiret saadetidir. Ýþte bundan dolayý bütün in­sanlarý gerek dünyevî ve gerek uhrevî iþlerin­de þeriatlere uygun olarak iþ görmeðe sevk etmek vaciptir. Bu vazife, kendilerine þeriat indirilmiþ peygamberlere, onlardan sonra da onlarýn yerine geçenlere, yani halifelere yük-letilmektedir.

Bu açýklamalardan halifeliðin mânasý sarih olarak anlaþýldýðý gibi, insanlar için tabiî olan hâkimiyetin umûmi maksat, heves ve arzula­ra göre iþ görmeðe sevk etmekten ibaret ol­duðu da anlaþýlmaktadýr. Siyasetçi demek, aklî delil ve hükümlere dayanarak dünya maslahat ve faydalarýný elde eden, zarar ve ziyanlarý def etmeðe sevk eden insan demek­tir. Halifelik ise genellikle ahiret fayda ve maslahatlanný gözönünde bulundurarak þeriat ile iþ görmeðe sevk eder. Þâri'e göre dünya iþ ve amellerinin hepsi de netice itibariyle ahirete dönüktür. Halifelik ise dini korumak ve dünya siyasetini dine uygun olarak idare et­mek hususunda þeriat sahibine naiplik etmek demektir." (Ýbni Haldun, "Halifelik ve ima­metin mânasý," Mukaddime).

Sonuç olarak denilebilir ki, Rasûlullah'in sahabeleri ve onlarýn temsilcileri olarak her-bir "Halife-i Rasûlullah", tesis edilen adalet ve fazilet sistemini muhafaza ettiler ve onu dünyanýn muhtelif yerlerine yaydýlar. Söz ve davranýþlarýyla saadet asrýnýn timsalleri olur­ken, zulüm ve baský ile saðlanan yönetimle­rin þeytanî ve Allah ve Rasûlü katýnda deðer­sizliðini ortaya koydular.



radyobeyan