Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Mucize Talebi By: saniyenur Date: 07 Aðustos 2012, 16:28:49
Mucize Talebi

Mekke'li müþrikler Hz. Muhammed'den peygamberliðini destekleyecek mucizeler (âyetler-alâmetler) istediler; ancak onlara Rasûlullah'in vazifesinin onlarýn istedikle­ri þeyleri üretmek deðil, insanlarý Allah'ýn yo­luna davet etmek olduðu söylenmiþtir. Kaldý ki, kendisinden istenen þeyleri yapmak onun elinde de deðildi. Kur'ân-ý Kerîm, müþrikle­rin bu tür mucize taleplerini defalarca redde­derek Kur'ân'dan daha büyük ne gibi bir mu­cize olabileceðini sormuþtur: "Onlara bir âyet getirmediðin zaman; '(Öteki âyetleri surdan burdan topladýðýn gibi) bunu da toplasaydýn ya!' derler. De ki: 'Ben, ancak Rabb'imden bana vahyolunana uyuyorum. Bu (Kur'ân), Rabb'inizden gelen basiretler (gönül gözlerini açan nurlar)dýr ve inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmettir!" (7: 203). Bu âyet niye mucizeler gösterilmediðini açýkça izah et­mektedir. Birincisi, Peygamber'in bunun üzerinde herhangi bir kontrolü yoktur ve o, talep edildi diye veya insanlarýn ihtiyaç his­settiklerini anladýðý için mucizeler yaratabile­cek konumda da deðildir. O sadece bir tebliðcidir ve onun vazifesi kendisini gönderen Yü­ce Varlýða ulaþtýrmada Rehberlik etmektir. Ýkincisi, Hz. Peygamber, inkarcýlara, muci­zeler talep etmek yerine kendilerine gönderi­len Kur'ân'ý ciddî þekilde mütalaa etmelerinin kendileri için daha akýllýca bir iþ olacaðýný söylemektedir (The Meaning of the Qur'an, c. IV, sh. 100).

Bu durum inkarcýlara defalarca açýk açýk izah edilmiþtir. Onlar ise hiçbir zaman Kur'ân'ý ve Peygamberin Vazifesini anlama gayreti Ýçin­de olmadýlar; küfür bataklýðýnýn içine yuvar­landýkça yuvarlandýlar. Hz. Peygamber bu insanlarýn bu ya da þu þekilde Ýslâm'a girme­lerini çok arzuluyordu. Bu endiþe ve arzu içinde, buna bazý âyetlerin (alâmetlerin-mucizelerin) yardýmcý olabileceðini düþünüyordu, ancak Allah tarafýndan ona bu konuda þöyle hitapta bulunuldu: "Eðer onlarýn yüz çevir­mesi sana aðýr geldiyse, haydi (yapabilirsen) yerin içine (inebileceðin) bir delik, ya da gö­ðe çýkabileceðin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin. Allah dileseydi, elbette onlarý hidayet üzerinde toplardý, o hâlde câhillerden olma! Ancak kulak verenler (çað­rýya) gelir; ölülere gelince Allah onlarý diril­tir, sonra O'na döndürülürler." (6: 35-36). Hz. Peygamber'e burada onlarýn inkârý kendi­sini üzüyorsa da, onlarý Ýslâm'a getirme konusunda bir þey yapamýyacaðý söylenmekte­dir: "Ýnatlan karþýsýnda sabýrsýzlýk gösterme, vazifeni bizim çizdiðimiz yolda ýsrarla yerine getirmeye devam et. Eðer bu vazife mucize­lerle yerine getirilecek olsaydý, bunu bizzat kendimiz yapamaz mýydýk? Fakat istenilen zihnî ve ahlâkî inkýlâbýn gerçekleþmesi ve se­nin oluþturmak üzere bir elçi olarak seçildiðin muttaki toplumun kurulmasý için bu yolun uygun olmadýðýný biz biliyoruz. Bununla bir­likte, eðer kayýtsýzlýklarýnýn ve inkârlarýnýn yol açtýðý gönlünün acýsýna katlanamýyorsan ve kabul edebilecekleri apaçýk bir âyetin on­larýn zihinlerinde ve gönüllerindeki katýlýðý kýrabileceðini düþünüyorsan, o zaman kendin Öyle bir alâmet/âyet getirmeye uðraþ; gücün yeterse yeri del, geç veya göklere çýk. Fakat sünnetimizde böyle bir þeye yer olmadýðýn­dan bu arzunu yerine getirmemizi Biz'den bekleme." Bu, Allah'ýn gayesinin tek tek her insanýn þu ya da bu þekilde Hidâyet'i kabule zorlanmasý olmadýðýný belirtmek içindir. Al­lah'ýn iradesi böyle olmuþ olsaydý, o zaman insanlarý melekler gibi, ta doðuþtan muttaki ve sâlih olacak þekilde yaratýrdý. O vakit de peygamberler ve kitaplar göndermeye gerek kalmazdý (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 108).

Rasûlullah'in ve peygamberliðin amacý bu deðildi; Allah bunun için insanlarý Hidâyete eriþtirmede Kendi uygun gördüðü yollarý uy­gulamaya geçirtmiþtir:

"Andolsun biz bu Kur'ân'da insanlara her çe­þit misali türlü biçimlerde anlattýk, ama insan­lardan çoðu, inkârda direttiler. Dediler ki: 'Yerden bize kaynaklar fýþkýrtmadýkça sana inanmayýz. Yahut senin hurmalardan ve üzümlerden oluþan bir bahçen olmalý, arala­rýndan ýrmaklar akýtmalýsýn! Yahut zannetti­ðin gibi üzerimize gökten parçalar düþürmeli-sin, yahut Allah'ý ve melekleri karþýmýza ge­tirmelisin (onlar, senin doðru söylediðine þahitlik etmelidirler)! Yahut altýn bir evin ol­malý, ya da göðe çýkmalýsýn. Maamâfih, sen, bizim üzerimize, okuyacaðýmýz bir Kitap indirmedikçe senin (tek basma) göðe çýkmana da Ýnanmayýz!' De ki: '(Bu gibi hayalleri tek­lif etmekten) Rabbimi tenzih ederim! (hâþâ, ben O'na böyle þeyler yapmasýný teklif ede­mem.) Ben, sadece elçi ol(arak gönderil)en bir insan deðil miyim?" (17: 89-93).

Bu âyet, Peygamber'e inanmalarý için on­dan peygamberliðine delil olacak mucizeler isteyen inkarcýlarýn talebini kati suretle red­detmektedir. Eðer Peygamber'in iddiasýnýn sahihliði hakkýnda gerçekten ve samimi ola­rak bir hüküm vermek istiyorlarsa O'nun Tebliðinin muhtevasýna bakarak bir hükme varmalýydýlar. Eðer bu tebliðin Hakikate da­yandýðýna ve tamamýyla akýlcý olduðuna ikna olduysalar onu saçma sapan isteklerde bulun­madan kabul etmeli Ýdiler. Diðer yandan, on­da herhangi bir eksiklik bulurlarsa onu red-detsinlerdi. Eðer iddialarýnýn doðru olup ol­madýðýný denemek istiyor Ýdiyseler, Hz. Pey­gamber'in bir insan olarak davranýþýna, ahlâkýna ve dâvetine bakarak hükmedebilirlerdi. Bunlarý yapmak yerine, ondan yerden kaynaklar fýþkýrtmasýný veya göðü parça par­ça üstlerine düþürmesini istemeleri saçmalýk deðil midir? Peygamberlikle bu gibi þeyler arasýnda acaba ne gibi bir ilgi ve bað vardýr? (The Meaning ofthe Qur'an, c. VI, sh. 167-168).

Kur'ân bu delilini Bakara sûresinde, þu þekil­de tekrar etmektedir: "Bilmeyenler dediler ki: 'Allah bizimle konuþmalý, ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli deðil miydi?' Onlardan ön­cekiler de onlarýn dedikleri gibi demiþlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçýk gösterdik. Doðrusu Biz seni, hak ile, müjdeleyici ve uyarýcý olarak gönderdik. Cehennem halkýn­dan sen sorumlu deðilsin." (2: 118-119). Bu âyetlerde, Kur'ân, inkarcýlardan gözlerini açýp, dikkatle bakmalarým istemiþtir; bu tak­dirde Hz. Peygamber'in þahsýnda en parlak âyeti (mucizeyi) göreceklerdir. Onun bütün iffetli ve asýl hayatý onlarýn arasýnda geçmiþtir ki, bu bile tek baþýna onun Allah'ýn peygam­beri olduðunun açýk delili (âyeti)dîr. Bunun Ýçin onlarýn baþka bir delile (âyete, mucizeye) ihtiyaçlarý yoktur (The Meaning of the Qur'an, c. I, sh. 106-107).

Daha sonra Rad sûresinde þu âyeti görmekte­yiz: "Ýnkâr edenler diyorlar ki: 'Ona Rabb'in-den bir âyet (mucize) indirilmeli deðil miy­di?' Sen ancak bir uyarýcýsýn, her toplumun bir yol göstericisi vardýr." (13: 7). Burada inkarcýlarýn zihniyetine iþaret edilmiþtir. On­lara göre Hz. Muhammed'in doðruluðuna hükmetmeleri için tek geçerli ölçü onun mu­cize gerçekleþtirmesiydi. Çünkü onlar onun öðretilerini akýlcý münazara yoluyla deðerlen­dirmeyi deðil, peygamberliðine delil olarak mucize istiyorlardý. Onlara bu mantýksýz is­tekleri ile ilgili doðrudan bir cevap verilmedi, ancak onlarýn mucize taleplerine aldýrýþ et­meksizin vazifesini sürdüren Hz. Muhammed vasýtasýyla dolaylý bir cevap verildi. Çünkü inkarcýlarýn akýbetinin ne olacaðý onun vazi­fesi ile ilgili bir þey deðildi.

En'am sûresi bu konuya þöyle deðinmekte­dir: "Dediler ki: 'Rabb'inden bir mucize indi­rilmeli deðil miydi?' De ki: 'Þüphesiz Allah bir mucize indirmeye Kadirdir, fakat çoklarý bilmezler." (6: 37). Bu âyet Allah'ýn pey­gamberine niçin mucizeler göndermediðini izah etmektedir. Bu, Allah buna muktedir olmadýðý için deðildir, ancak bunda onlarýn an­layamadýklarý Allah'ýn Hikmeti vardýr, bu sûrenin diðer âyetlerinde açýklandýðý üzere (6: 8-9), eðer Allah onlara mucizeler gönde­rirse artýk doðru yola dönmeleri için mühlet tanýmayacaktýr. Ýkincisi, Allah insanlarý muci­ze ve benzeri yollarla Ýslâm'a girmeye zorla­maz, ancak Tebliðini kendi arzularýyla kabul veya reddedecekleri sabit bir imtihan süresi verir. Üçüncüsü, Allah, bu dünya þartlarýna uygun olarak onlara bahþetmiþ olduðu muhakeme ve anlayýþ kabiliyetleri vasýtasýyla inan­malarýný istemektedir. O imtihan dönemi bit­meden önce mucizeler yoluyla Gayb'ýn kapý­larýný açmak niyetinde deðildir. (The Mea­ning of the Qur'an, c. VI, sh. 98-99). Bu du­rum Bakara süresinde açýkça belirtilmiþtir: "Onlar, bulut gölgeleri içinde, Allah'ýn azabýnýn ve meleklerin tepelerine Ýnip iþin bit­mesini mi bekliyorlar? Bütün iþler Allah'a dö­necektir." (2: 210).

Bu âyet Allah'ýn elçileri ve onlarýn vazifeleri ile ilgili temel Hakikati açýklamaktadýr: Allah insaný, bir imtihandan geçmesi için bu dünya­ya göndermiþtir. O, rasûlleri vasýtasýyla Hakk'ý (Ýslâm'ý) vahyetmiþ ve insana bu ger­çeðe inanma veya inanmama, inandýktan son­ra ona teslim olma veya olmama hürriyetini vermiþtir. O, hakikati insandan gizli tutar ve gönderdiði elçiler, kitaplara ve peygamberle­rin gösterdiði âyetler (mucizeler-belgeler) ýþý­ðýnda, o gerçeði, mantýðým ve aklýný kullana­rak deðerlendirip hüküm vermeyi insana býra­kýr. Allah, hakký hiçbir zaman herkesin kayýt­sýz þartsýz kabul edeceði bir þekilde çýrýlçýplak gözler önüne sermez; çünkü, o zaman imtihan diye bir þey sözkonusu olamaz ve baþarý veya baþarýsýzlýk kavramlarý manâlarýný kaybeder­ler. Bundan dolayý Allah insanlarý þöyle uyar­maktadýr: "Allah'ýn melekleri ile birlikte tüm azameti ile önünüze çýkacaðý günü bekleme­yin. O zaman sizin için azâb mühürle onay­lanmýþ olacak ve hiçbir þansýnýz da olmaya­caktýr. O zaman iman ve itaat etmenin hiç bir anlamý kalmayacaktýr. Ýman ancak, gerçek, si­zin duyularýnýzdan gizli igayb) iken ve siz aklýnýz ile muhakeme edip, hiçbir zorlama ol­maksýzýn onu kabul ederek ahlakî seviyenizi gösterdiðinizde deðer kazanýr. Allah'ý, istiva ettiði Arþ'ta gözlerinizle görüp, yerde ve gök­te görevli melekleri müþahade ettiðiniz ve kendinizi tamamen O'nun kudreti altýnda his­settiðiniz zaman, iman ve itaatin hiçbir deðeri olmayacaktýr. O zaman inatçý kâfirler ve en büyük günahkârlar bile inanmama veya isya­na muktedir olamayacaktýr. Fakat iþ iþten geçmiþ olacaktýr; çünkü imtihanýn süresi dol­muþtur. Perde kaldýrýlýp Hakikati herkes göz­leriyle görebildiðinde, kimseye þans tanýnma­yacak ve artýk imtihan olmayacaktýr; çünkü artýk Hüküm Günü gelmiþtir." (The Meaning ofîhe Qur'an, c. I, sh. 156).

Ancak inkarcýlar þu þekilde tartýþýyorlardý: "Eðer kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka inanacaklar diye, bütün güçleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: 'Mucizeler, an­cak Allah katýndadýr.' Hem bilir misiniz o (mucize) gelmiþ olsa da onlar yine inanmaz­lar? Gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, il­kin ona inanmadýklarý gibi (mucizeyi gördük­ten sonra da inanmazlar) ve býrakýrýz onlarý, azgýnlýklarý içinde bocalayýp dururlar. Biz on­lara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuþsaydý ve herþeyi toplayýp karþýlarýna ge-tirseydik, Allah dilemedikten sonra yine inan­mazlardý; fakat çoklarý (bunu) bilmezler." (6: 109-111). Yani, "bâtýlý reddedip, kendi hür ve serbest iradeleriyle Hakk'ý kabul etmeyecek­lerinden kendilerine Hakk'ý izletmek için ka­lan tek alternatif Allah'ýn zorlamasýdýr. Bu­nun için de, yaptýklarýndan sorumlu olmayan diðer türler gibi, kendilerini düþünce ve tatbik hürriyetinden mahrum býrakacak þekilde Al­lah'ýn mahiyetlerini deðiþtirmesi gerekmekte­dir. Fakat bu, insanýn yaratýlýþýna aykýrýdýr. Dolayýsýyla, Allah'ýn, mucizeler þeklindeki olaðandýþý bir müdahaleyle onlarý inandýrmasý beklenmemelidir." (The Meaning of the Qur'an, c. VI, sh. 143).

Kur'ân Mucizesi: Ýnkarcýlara Peygamber'in en büyük mucizesinin Kur'ân olduðu tekrar tekrar söylenmiþtir. Eðer gören gözleri ve düþünen beyinleri varsa Kur'ân-ý Kerîm'de Hz. Muhammed'in peygamberliði­ne ve vazifesine dair apaçýk gerçek belgeler görecektirler. Taha sûresinde þöyle buyrulmaktadýr: "Dediler ki: 'Bize Rabb'inden bir âyet (mucize) getirmeli deðil miydi?1 Onlara, önceki Kitab'larda bulunan deliller gelmedi mi? Þayet onlarý, ondan önce bir azâb Ýle helak etseydik: 'Rabbimiz! Bize bir elçi gönderseydin de, böyle alçak ve rezil olmadan önce senin âyetlerine uysaydýk!' derlerdi." (20: 133-134). Böylece inkarcýlara deliller açýkça sunulmuþ, kendi Ýyiliðini gerçekten dü­þünen kiþiler için artýk þüpheye mahal kalmamýþtýr. Onlara eðer gerçekten mucize (âyet) istiyorlarsa onu Kur'ân'da bulabilecekleri söylenmiþtir. Yine Ankebut sûresinde, þu ifa­deleri görmekteyiz: "Ýþte sana, (kendisinden önceki Kitablarý doðrulayan) böyle (bir) Kitap indirdik. Kendilerine Kitab verdiklerimiz, ona inanýrlar. Þunlardan, (þu Araplardan) da ona inananlar vardýr. Ayetlerimizi kâfirlerden baþkasý inkâr etmez." (29: 47). Daha sonra onlara tekrar aradýklarý âyetlerin (mucizele­rin) Kur'ân'da olduðu þu âyetlerde ifade edil­mektedir: "Hayýr, o (Kur'ân), kendilerine ilim verilenlerin gönüllerinde (ýþýldayan) açýk açýk âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi, zâlimlerden baþkasý inkâr etmez. Dediler ki: 'Ona Rabb'inden âyetler (mucizeler) indirilmeli deðil miydi?' De ki: 'Âyetler (mucizeler) Al­lah'ýn katýndadýr. Ben ancak apaçýk bir uyarý­cýyým?' Kendilerine okunan Kitab'ý sana in­dirmemiz, onlara yetmedi mi? Þüphesiz iman eden bir toplum için bunda bir rahmet ve öðüt vardýr." (29: 49-51).

Yani hiç okuma-yazmasý olmayan birinin, birdenbire, hiç kimse onu daha önce herhangi bir hazýrlýk yaparken görmediði hâlde olaða­nüstü nitelik ve özelliklere sahip Kur'ân gibi bir kitap getirmesi ve onu insanlara sunmasý, aslýnda bilgi ve hikmete sahip insanlar için o kimsenin peygamberliðinin apaçýk delilidir. Tarihte büyük diye anýlan kiþilerin hayat hikâyesi incelendiðinde, çevresinde onun ki­þiliðini þekillendiren ve yaþadýðý sürece kendisinden kaynaklanan mükemmellikler için onu hazýrlayan faktörler bulunabilir. Her za­man onun çevresi ile kiþiliðini oluþturan yön­ler arasýnda açýk iliþkiler vardýr. Fakat Hz. Muhammed'in çevresinde onun gösterdiði mükemmmelikler ve mucizelere kaynak teþ­kil edebilecek hiçbir þey yoktur. Onun duru­mu sözkonusu olduðunda, ne o dönemdeki Arap toplumunda, ne de Arabistanýn iliþkide bulunduðu komþu toplumlarda Hz. Muham­med'in kiþiliðini oluþturan yönlerle uzak­tan bile iliþkisi olan faktörler bulmak imkânsýzdýr. Ýþte bu gerçeðe dayanýlarak burada Hz. Muhammed'in kiþiliðinin sadece bir tek âyet deðil, bir çok âyet olduðu vurgu­lanmaktadýr. Câhil bir insan bu âyetlerden, iþaretlerden hiçbirini görmeyebilir. Fakat, kendilerine ilim verilenler bu âyetleri görerek onun gerçekten Allah'ýn Rasûlü olduðuna kani olmuþlardýr. Bu mucize daima insanlarýn gözü önündedir. Onlarýn önünde hergün okunmaktadýr; ve onu istedikleri zaman ve yerde görüp gözleyebilirlerdi. Kur'ân insanlar için büyük bir rahmettir, ancak ondan yalnýz­ca ona inananlar faydalanabilir (The Meaning ofthe Qur'an, c. IX, sh. 169).

Daha sonra Nahl sûresinde þunu okumakta­yýz: V'BÝz sana Kitab'ý indirdik ki, hakkýnda ayrýlýða düþtükleri þeyi onlara açýklayasýn ve inanan kimseler için, (o Kitab) yol gösterici ve rahmet olsun." (16: 64). Bu âyet Kur'ân'ýn, Rasûlullah vasýtasýyla teblið ediliþinin se­bebini açýklamaktadýr. Birincisi, bölük pörçük olmuþ insanlara ayrýlýklarýný gidermek ve Kur'ân tarafýndan sunulan Hakikat temelinde kalýcý bir birlik kurmak imkânýný verir. Ýkinci­si, bu Kitap Doðru Davranýþ'a yönelten bir rehberdir. Üçüncüsü, tevbe ve selamet yolunu gösterir ve hata etmiþ olan günahkârlar için en büyük rahmettir (A. Yusuf Ali, The Holy Qur'an, sh. 672).

Þüphesiz, bu Kitab'm gayesi insanlara Doð­ruluk Rehberi olmaktýr; ki, bu sayede insanlar kendilerini bu dünyada refaha, gelecekte de ebedî saadete eriþtirecek olan bir hayat tarzýný benimsesinler. Kur'ân bu durumu þöyle dile getirmektedir: "Onlar ki iman ettiler ve salih amel iþlediler; mutluluk onlarýn, güzel gele­cek onlarýndýr. Seni de böylece, kendilerinden önce nice milletler geçmiþ bulunan bir millete gönderdik ki, sana vahyettiðimizi onlara oku­yasýn. Oysa (buna raðmen) onlar yine Rah­man'a nankörlük ederler, (O çok merhamet eden Allah'ýn nimetlerine þükretmezler.) De ki: 'O (Rahman), benim Rabb'imdir, O'ndan baþka tanrý yoktur. O'na dayandým, dönüþ yalnýz O'nadýr." (13: 29-30).

Kur'ân, daha sonra insanlara kendilerinden önce yaþayýp peygamberlerinden mucizeler talep eden ve mucizeler gerçekleþtiðinde de inkâr edip sonra da helak edilen kavimlerin kýssalarým anlatmaktadýr. Ýsra sûresinde þu âyetleri görmekteyiz: "Bizi âyetler (mucize) göndermekten alýkoyan þey, öncekilerin, (on­larý) yalanlamýþ olmasýdýr. Semud (oðulla­nma açýk bir mucize olarak diþi deveyi ver­dik, o yüzden kendilerine zulmettiler (deveyi boðazlayarak kendilerine yazýk etmiþ oldu­lar). Halbuki biz o (istenen) mucizeleri, yal­nýz korkutmak için göndeririz." (17: 59). Mü'min sûresinde, þunu okumaktayýz: "(Ey Muhammedi) Andolsun ki, senden önce bir­çok peygamberler gönderdik; sana onlarýn ki­mini anlattýk, kimini anlatmadýk; hiçbir pey­gamber, Allah'ýn izni olmadan bir mucize ge­tiremez. Allah'ýn buyruðu gelince iþ gerçekten biter. Ýþte o zaman boþa uðraþanlar hüsranda kalýr." (40: 78). Firavun ailesine pek çok bel­geler gösterilmiþti: "Andolsun ki, Biz de Fira­vun ailesini, ders alsýnlar diye, yýllarca kurak­lýða ve ürün kýtlýðýna uðrattýk. Onlara bir iyi­lik geldiði zaman; 'bu bizden ötürüdür' der­ler, bir kötülüðe uðrarlarsa da, Musa ve onun­la birlikte olanlarýn uðursuzluðuna verirlerdi. Bilin ki, kendilerinin uðradýðý uðursuzluk Al­lah kalýndandýr, fakat çoðu bunu bilmezler. Firavun ailesi: 'Bizi sihirlemek için ne muci­ze gösterirsen göster, sana inanmayacaðýz' dediler. Bunun üzerine su baskýnýný, çekirge­yi, haþeratý, kurbaðalan ve kaný birbirinden ayrý mucizeler olarak onlara musallat kýldýk; yine de büyüklük taslayýp suçlu bir millet ol­dular. Azab baþlarýna çökünce, 'Ey Musa! Rabbine, sana verdiði ahde göre, bizim için yalvar. Bizden azabý kaldýrýrsan sana, andol­sun ki inanacaðýz ve Ýsraüoðullanm seninle beraber göndereceðiz' dediler. Azabý -nasýl olsa sonu gelecekleri- bir müddet için üzerle­rinden kaldýrýnca, hemen sözlerinden cayýyor­lardý. Bu sebeple onlardan öç aldýk, âyetle­rimizi yalan sayýp umursamadýklarý için onla­rý denizde boðduk." (7: 130-136).

Zuhruf sûresinde, ayný olay þu sözlerle anla­týlmaktadýr: "Onlara âyetlerimizi getirince on­lara alay edip gülmeðe baþladýlar. Onlara gösterdiðimiz her mucize, mutlaka ötekinde bü­yüktü. Belki dönerler diye onlarý (kýtlýk, tufan, çekirge gibi türlü azâb(lar) ile cezalandýrdýk... Ne zaman ki bizi kýzdýrdýlar, onlardan öç aldýk, hepsini boðduk." (43: 47-55).

Ve Âd milleti Hz. Hûd'a þu sözlerle karþý­lýk vermiþtr: "Dediler ki: 'Öðüt versen de, öðüt verenlerden olmasan da bizce birdir. Bu (tavýr ve hareketimiz) sadece evvelkilerin ahlâký (ve geleneði)dir. Biz azaba uðratýlacak deðiliz.' (Böylece) onu yalanladýlar. Biz de onlarý helak ettik. Þüphesiz bunda bir ibret-vardýr, ama yine çoklarý inanmazlar." (26: 136-139). Salih Peygamber'in milleti bir mu­cize istediler ve onlara diþi deve þeklinde bir mucize gönderildi ve þöyle dendi: "Sakýn ona bir kötülük dokundurmayýn, sonra büyük bir günün azabý sizi yakalar.' Nihayet onu kesti­ler, ama piþman oldular. Ve azâb onlarý yaka­ladý. Muhakkak ki bunda bir ibret vardýr. Ama yine çoklarý inanmazlar." (26: 156-158).

Kur'ân Mekkelileri, Allah'ýn âyetlerini yalan­layan ve Elçilerini reddeden önceki milletle­rin akibetine uðramamalarý konusunda uyar­maktadýr: "Yeryüzünde dolaþýp kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, yeryüzünde býraktýklan eserler daha saðlam olan öncekilerin sonuçlarýnýn nasýl olduðunu görmezler mi? Kazandýklarý onlara bir fayda vermemiþtir. Peygamberleri onlara belgelerle gelince, ken­dilerinde olan bilgiden gururlandýlar da, alaya aldýklarý þey kendilerini sarýverdi." (40: 82-83).

Yukarýdaki âyetlerde Allah'ýn belgelerim inkâr eden önceki milletlerin kötü sonu anl«-týldýktan sonra Mekke'nin Kureyþ kabilesi uyarýlmakta ve Kur'ân gibi yüce bir Teblið'den sonra daha neyi bekledikleri sorul­maktadýr. "Eðer kendisiyle daðlarýn yürütül­düðü, yahut arzýn parçalandýðý, yahut ölülerin konuþturulduðu bir Kur'ân olsaydý (bu Kitab olurdu). Ama bütün iþler Allah'a aittir. (Onla­rýn teklif ettiði mucizeleri yapacak olan Al­lah'týr. Onlarýn bu hâllerini gördükten sonra) inananlar halâ anlamadýlar mý ki, Allah dile-seydi, bütün insanlarý yola iletirdi? Yaptýklarý (küfür ve kötü iþler) yüzünden inkâr edenle­rin, baþlarýna âni bir belâ gelecek, yahut (o belâ) evlerinin yakýnýna konacak, Allah'ýn va'di gelinceye kadar bu böyle sürüp gide­cektir. Allah, verdiði sözden þüphesiz cay­maz (tam dediði zaman, azabý gelir)." (13: 31).

Bu âyet müþriklerin talep ettiði mucizenin bir türlü gösterilmeyiþÝne üzülen mü'minlere iza­fe edilmiþtir. Onlarýn zannmca böyle bir mu­cize gösterilse onlar hemen Ýslâm'ý kabul edivereceklerdi. Tabiatýyla hiçbir mucize gösterilmeyince, Rasûlün peygamberliði hakkýnda kuþku besleyenlerin talepleri karþýlanmadý di­ye fazlasýyla üzüldüler. Bu âyette zikredilen soru müslümanlann üzüntüsünü bertaraf et­mek içindir. Yani þöyle: "Kurân'm bir süre­siyle þöyle þöyle bir mucize gösterilirse he­mencecik Ýslâm'a gireceklerini mi sanýyorsu­nuz? Sanki onlar Ýslâm'ý kabule hazýr da iþ yalnýzca bir mucizenin gösterlmesine mi kal­dý? Öyle mi sanýyorsunuz? Kur'ân'ýn Öðretle-rinde, kâinattaki hâdiselerde, Rasûlullah'in tertemiz hayatýnda, ashabýnda meydana gelen harikulade deðiþmelerde hakikatin ýþýðýný göremeyenlerin, daðlarýn yürümesinde, arzýn yarýlmasýnda ve ölülerin kabirlerinden çýkarý­lýp konuþturulmasmda göreceklerini mi dü­þünüyorsunuz?" Daha sonra onlara þöyle söy­lenmektedir: "Allah herþeye kadirdir" ve iste­diði zaman istediði mucizeyi gösterebilir. An­cak insanlýða hidâyet etme sünnetine aykýrý Üuþen bir mucizeyi ise göstermez. Çünkü asýl mesele Rasûl vasýtasýyla insana hidayet et­mektir ve Allah hiç kimseyi Rasûl'ün risaletine zorla inandýrmak istemez. Onun istediði insanlarýn hidayeti düþünerek, hikmetle mü-þahade ederek bulmalarýdýr, mucizeler göre­rek deðil. Diðer bir ifadeyle, onlar Allah ile iliþkilerini kestikleri ve kendilerini ondan müstaðni gördüklerinden hakikate karþý kalp­leri mühürlenmiþtir; onlarý hiçbir mucizevî belge ikna edemez. Allah ise insanlara iyi ile kötü arasýnda kendi iradeleri ile seçim yapma hürriyeti baðýþladýðý için kimseyi iman etme­ye zorlamaz. Þimdi kabul veya reddetmek ki­þinin kendi görüþüne kalmýþtýr. Ancak, Allah, kendisine yönelen (ve elçisi vasýtasýyla gön­derdiði Hakikati kabul eden) ve Allah ile olan ahdini yerine getiren (13: 20) kimseleri Hidâyetine eriþtirir; ve Allah ile olan ahidlerini bozmuþ olan (2: 26-27) ve Allah'ýn elçisini ve Kitab'im reddeden kötü kimseleri hidâye­tinden uzak tutar (The Meaning of the Qur'an).

Allah, Hakký bâtýldan açýk bir þekilde ayýr­mýþtýr ve insana kendi yolunu seçme hürriyeti vermiþtir. Ýki yoldan birini (yanlýþ veya doð­ru) kendi hür iradesi ile seçecektir. Hüküm gününde ceza veya mükâfata yalnýzca kendi kararý nedeniyle hak kazanacaktýr. Bu sebeple insanlarý istemedikleri halde Hakikati kabule zorlamak Allah'ýn sünnetine aykýrý bir tuturr olurdu.

Eðer insanlarý imana zorlamak Allah'ýn arzu su olsaydý, O insaný melek tabiatýnda yaratýrd ve aþaðýdaki âyette deðinildiði gibi o vaki âyetlere (belgelere) gerek kalmazdý: "Rabbiý isteseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlak inanýrdý, O hâlde sen mi insanlarý mü'min olmalan için zorlayacaksýn?" (10: 99). Bu âyet insanoðluna, Allah'ýn Elçisi vasýtasýyla ulaþ­týrdýðý Hakikate inanma ya da inanmama hürriyeti baðýþlandýðýna iþaret etmektedir. Onlarý Allah'ýn Doðru Yoluna (Sýrat-ý Müs­takim) getirmek için kullanýlacak herhangi bir olaðandýþý metod veya zorlama insanlýðýn yaratýlýþ gayesindeki bütün Hikmeti geçersiz kýlacaktýr. Ve bu âyetin ikinci kýsmý, Hz. Pey­gamber'e seslense de, bu tebliði kabul et­meleri için zorlamanýn Hz. Peygamber'in vazifesi olmadýðý inkarcýlara îma edilmekte­dir. Þayet Allah'ýn arzusu bu olsaydý, onu Kendisi gerçekleþtirirdi; ve bu durumda in­sanlara peygamber göndermeye ihtiyaç da duyulmazdý. (The Meaning of the Quran, c. V, sh. 59-60). Ve yine Hud süresinde þu âyetler mevcuttur: "Rabb'in dileseydi, insan­larý bir tek ümmet yapardý. Fakat, Rabb'inin merhamet ettikleri bir yana, halâ ihtilâf edip durmaktadýrlar, zaten (Allah) onlarý bunun için yaratmýþtýr..." (11: 118-119).

Bu âyette de ayný husus vurgulanmýþtýr: Allah insanoðlunu bitki ve hayvanlarda olduðu gibi doðuþtan itibaren sabit bir hayat seyrine baðlý býrakmamýþýn-. Eðer bu þekilde sýnýrlamýþ ol­saydý, insanlarý imana çaðýrmak için elçiler ve kitaplar göndermesine gerek kalmazdý. Bu durumda herkes mü'min ve müslüman doðar; hiçbir inkâr ve isyan olmazdý. Fakat Allah, kullanna seçim ve hareket hürriyeti vererek onlann herhangi bir hayat tarzýný kendi arzu­larýyla seçmelerini murad etmiþtir. O bundan dolayý hem Cennet hem de Cehennem yolunu açýk býrakmaktadýr. Ve her toplum ve ferde bu iki yoldan birini tam bir hürriyetle seçme ve izleme fýrsatý tanýmakta; kendi gayret ve çabalanyla yaptýklan seçimin neticesinde her iki sondan biriyle karþýlaþmalarýný saðlamak­tadýr. Allah'ýn koyduðu bu çerçeve, mesele­nin irade hürriyeti/iman-küfür tercihi üzerine temellendiðini açýkça göstermektedir. Ýþte bu yüzden, Allah, kötü yolu izlemeye niyetlenen ve bunun için plan yapýp, çalýþan bir toplumu Sýrat-ý Müstakime gelmeleri için zorlamaz. Allah'ýn sünneti böyle bir toplumun plan ve çabalarýna müdahale etmemektir. Bir toplum zâlim, fâsýk ve mücrim insanlar oluþturmaya karar vermiþ ve düzenlemelerini bu karara göre gerçekleþtiriyorsa; Allah, onlara her þeyi rayýna oturtacak doðuþtan sâlih kiþiler gön­dermez. Her toplum arzusuna göre iyi veya kötü insanlar yetiþtirmekte serbesttir. Ve bir toplum, topluca sapýk yolu izlemeye karar vermiþ ve fazilet seviyesini yükseltecek dü­rüst insanlann yetiþmesi ve geliþmesi için çok dar imkân tanýyorsa, Allah o toplumu hak yo­lu takip edeceksin diye zorlamaz. Kaçýnýlmaz akýbetleri ile baþbaþa kalmalan þartýyla, seçti­ði yolu takip etmede serbest býrakýr. Buna karþýlýk, Allah, uðrunda yeterli sayýda hakikat davetçisi yetiþen ve kollektif sisteminde bun-lann ýslah ve tezkiye gayretlerine imkân taný­yan toplumlardan rahmetini esirgemez (The Meaning of the Qur'an, c. V, sh. 114-115).

Özet: Ýnsanoðlunun Rabbi tarafýndan belli bir gaye için ve belli bir plan dahilinde yaratýldý­ðý çeþitli vesilelerle belirtilmiþtir. Ýnsanoðlu dünyada belli bir dönem için yaþayacaktýr, ve bu esnada herkes ve her toplum zorlama ve baský olmaksýzýn istediði yolu seçme ve ona göre hareket etme hürriyetine sahip olacaktýr. Allah'ýn Elçisi ve Kitab'ý iyilik, fazilet ve adalet yolunu izlemeyi arzu eden kimselere hidayet rehberi olarak hizmet etmek üzere vardýrlar. Ve bunu görmezden gelenler de kendi yollarýný seçmekte hürdürler. Onlarý iyilik yoluna getirmek ve inanmaya zorlamak için tabiatüstü veya olaðanüstü mucizeler ve­ya hususi belgeler göstermek Allah'ýn sünne­tine aykýrýdýr. Herhangi bir hareket tarzýný iz­lemeleri kendi tercihleri olacaktýr ve ona göre ceza veya mükâfat ile karþýlaþacaklardýr. Al­lah'ýn bu sünneti deðiþik yollarla ve çok ikna edici ve akýlcý bir biçimde izah edilmiþtir ki, böylece düþünen ve anlayanlarýn zihninde hiç þüphe kalmasýn. Onlarý tatmin etmek ve Doð­ru Yola getirmek için her türlü delil ve mantýkî açýklamalar getirilmiþtir. Ýnsanlarý Rasûlullah'in tebliðinin doðruluðuna ikna etmek için verilebilecek hiçbir delil ve mantýkî izah eksik býrakýlmamýþtýr, ancak sa­ðýr kulaklar bunlarý iþitmemiþtir. Daha sonra insanlara fazilet ve hakikat yoluna inanmak ve bunu takip etmek istiyorlarsa, Hz. Muhammed'in peygamberliði vasýtasýyla te­min edilen büyük mucizeyi ve açýk belgeyi (âyeti) müþahade etmeleri ve onun hakkýnda düþünmeleri söylenmektedir. Okur-yazar ol­mamasýna raðmen, çok yüce ve mükemmel bîr kitap olan Kur'ân'ý getirmiþtir. Eðer onlar gerçekten Hakikati arýyorlarsa yalnýzca bu gerçek onlarý Hz. Muhammed'in peygam­berliðine inandýracak büyük bir mucize deðil midir? Bundan sonra baþka bir mucizeye ve­ya âyete/alâmete ihtiyaç var mýdýr? Diðer mu­cizeler geçici olacaktýr, sadece onlarý görenler üzerinde tesir halk edecektir; ama bu Kur'ân mucizesi daima önlerindedir ve onu okuyabi­lirler ve müstesna ve eþsiz öðretilerini tatbik edebilirler (Sirat Sanvar-i 'Alam, sh. 400).

Ýnkarcýlarýn Hz. Muhammed'den bir alâmet (meselâ, bir mucize) istemeleri ile il­gili olarak ele alman bütün tartýþma, her talep ve itirazýn akýlcý temellerde deðerlendirildiði­ni ve sonra karþýlýðýný veremeyecekleri ikna edici bir cevap verildiðini göstermektedir. So­nunda kendi çýkardýklarý tartýþmalarda kendi­leri yenik düþmekteydiler. Çünkü kendileri­nin yanlýþ olduðunu biliyorlar ve doðru olma­yan itirazlarýný kasýtlý olarak öne sürüyorlardý. Bu onlarýn talep ve itirazlarýný her hâle göre deðiþtirmek gibi bir davranýþ göstermelerin­den de anlaþýlmaktadýr. Bu Hz. Muhammed'i iddiasýndan vazgeçirme ve onunla uzlaþ­ma vazifesinden dönerken Kureyþ'in önde gelen reislerinden Utbe b. Rebia'nm söylediði ifadelerle de teyid edilmektedir. Hz. Muham­med 'in sözlerinin (iddia ettikleri gibi) ne þiir ve ne de kâhin ve sihirbaz sözü olmadýðý­ný ifade ederek çevresindekilere þöyle demiþ­tir: "Tavsiyemi dinleyin ve benim yaptýðýmý yapýn; bu adamý tamamen yalnýz býrakýn, Al­lah'a yemin ederim ki, duyduðum sözler her bir yana yayýlacaktýr." (Ýbni Ýshak).



radyobeyan