Mezopotamya Dini By: saniyenur Date: 02 Aðustos 2012, 16:37:49
ARABÝSTAN'DA DÝNLER
Mezopotamya Dini Mahiyeti: Üç bin yýl süren tarihi boyunca Mezopotamya'nýn dinî hayatýnýn karakteristik özü beþ temel ilkede belirlenebilir. îlki, ontolojik olarak ayrý varlýklarýn iki türünün birleþerek meydana getirdikleri hakikatin idrakidir. Biri, ilâhî, mutlak ve ebedî, mantýkla anlaþýlamaz, yaratýcý ve bütün bunlarýn üstünde, emredici; diðeri ise, maddî, insanî, yaratýlmýþ, deðiþken ve geçici, ilâhî emirlere tâbidir. Ýkincisi, birincinin isteðinin diðerince yerine getirilmesi lâzým geldiði gerçeðidir. Bu Ýstek keþif ya da vahiy yoluyla bilinebilir. Üçüncüsü, insanlar boþ yere veya kendi arzulan için deðil, yaratýcýlarýna hizmet maksadýyla yaratýlýrlar ve hizmetlerinin kapsamý itaat etmek ve ilâhî emirleri yerine getirmektir. Dördüncüsü, gerçekten bu itaati yerine getirebildikleri ve itaat etmeleri gereken þeyler yapabilecekleri þeyler olduðu için insanlar sorumludurlar. Sonuçta, eðer itaat ederlerse refah ve saadetle mükâfatlandýrýlacaklar, eðer itaat etmezlerse azâb ve mahrumiyetle cezalandýrýlacaktýr. Beþincisi, ilâhî plan insanlýðýn organik bir bütün olarak hareket ettiði bir dünyayla ilgilenir. Yani gerçeði ortaya çýkaran birim, þahýs deðil toplumdur. Yaratýcý açýsýndan kâinat, düzeninin bir nesnesidir. Toplumun basamaklarý, kâinatýn basamaklarýdýr. Toplumda üyelik ve iþbirliði, insanlýðýn ve ahlâkýn son sinindir.
Birinci ilke ontolojik dualizm olarak tarif edilebilir. Bu, iki uç varlýðýn birleþmesine karþý Mezopotamya'yý korumuþ ve birleþerek tek olmalarýna asla izin vermemiþtir. Bununla birlikte; Mezopotamyalýlar, Tanrý'nýn tamamen mevcut "bir baþkasý" ya da üstünlüðü inancýný korurken, tabiatýn bir gücü veya fe-nomeniyle Tann'nýn fonksiyonunu çiftleþtirerek, iki varlýðý birleþtirmenin yollarýný buldular. Yaratýcý ve yaratýlanýn üstünlüðü dualiz-mi, Mezopotamya'yý gerçeðin esas görüþünün tam zýddý, yani monophysitism olduðu eski Mýsýr'dan ayýrdetmiþtir (J.A. Wilson, Before Philosophy: The Intellecîuaî Adventure of Ancient Man, sh. 75).) Orada, Firavun, etten ve kemikten tanrý idi; güneþ, ýþýðý ve ýsýsýyla, tann Atum'du. Otlarýn sivri yapraklan, yeþili ve tazeliðiyle suyun akýþýný izleyerek yeryüzünde yetiþen tanrý Osiris'di. Öncelik, içinde tanrýnýn imajý bulunan, ilâhî emri tasarlayan ve ontolojik olarak eþitlenen tabiata aitti. Bu prensip naturalizmi sýradan anlamýnýn üstüne çýkarttý ve onu teolojiye kattý.
Diðer taraftan, Mezopotamyalýlar Enlil'e fýrtýna tanrýsý, Ýnanna'ya da sazlarýn ya da ayýn tanrýçasý olarak inandýlar; fakat tanrýyý maddîleþtirmediler. Fýrtýna , sazlar ve ay onlarla iliþkilendirilen tanrýlar deðillerdi. Tanrýlar tabii karþýlýklarýnýn gözden kaybolmasýyla birlikte yok olmadýlar. Yani tabiatýn güçleri, tanrýlarýnýn varlýðýnýn bir iþaretleriydi, onlarýn güçlerinin âletleriydi. Ontolojik dualizm Tat Twam Asi ilkesinin Mýsýrlý karþýlýðý kadar genel ve mutlak olduðu Hindistan diniyle de eþit derecede karþýttýr. Her ikisi de gerçeði tek olarak ele alýrlar. Bununla birlikte, Hindistan'da öncelik, Mýsýr'la ahlâkî olarak taban tabana zýt düþecek þekilde, tabii olan tarafýnda deðil ilâhî olanýn tarafýnda bulunur. Mýsýr ahlâkî hayatýnda en çok aranýlan vasýf tabii olmaktý, "tabii olan" þeyleri yapmaktý, bir kiþinin kendisini tabiatla ayný seviyeye getirmesiydi. Ahlâkî hayatýn Hindistan'daki ideali ise kendini tabiattan koparmak, hayattan kaçmak ve kendisini Brahma'yla kaynaþtýrmaktý. Her ikisinin de tersine Mezopotamya Allah'ýn ilâhî olduðu ve yaratýða yaratýk olarak davranildýðý dualizm doktrinini korudu. Ýlâhî olaný yaratýklarla birleþtirmek için gösterilen birçok sapma ve baskýlara raðmen Mezopotamya onlarýn birbirlerinden ayrýlýðýný tutarlý bir biçimde korumuþtur.
Mezopotamya görüþünde, ilk prensip olarak belirlenen Yaratýcý ve yaratýk arasýndaki ontolojik ayýrým iki varlýðýn birbirinden tamamen izole edilmesi anlamýna gelmedi. Ýlâhî güç, kendi yarattýðý yaratýlmýþ dünya ile yakýndan ilgilidir. Yaratýcý'nm isteði, yaratýlýþýn olmasý gereken þeklidir. Emirleri ise yaratýlmýþlarýn yapmasý gereken þeydir. Bu istek, yerleþtirilmiþ tabiattan, bir takým alâmetlerin okunmasý veya kehânette bulunma, ya da doðrudan doðruya, ilâhî varlýk tarafýndan yasa þeklinde indirilenin okunmasý yoluyla hissedilirdi. Ýsteðinin bilinmesi ve itaat edilmesi için bu beyaný, açýklama Ýþini Tanrý yürüttü. Tanrý'nýn isteðinin yerine getirilmesi tabii olarak lüzumludur ve yaradýlýþý bir kaos olmaktan kurtarýp kozmos haline getiren hiç þüphesiz bu kaçýnýlmaz durumdur. Ýnsan açýsýndan ilâhî emir eðer onun ahlâkî mahiyeti yerine getirilecekse gönüllü bir þekilde yapýlmalýdýr. Ýþte bu insanlarýn yaratýlýþ sebebidir, yani "tanrýlara hizmet etmek". (T. Jacobsen, Before Philosophy, sh. 200). Tanrý, "onlarý [tanrýlarý] kurtarmak için dünyayý yarattý", yani dünyayý yeniden kurmaktan, onu verimli hâle getirmekten kurtarmak için. Mezopotamyalýlar bu iþin insana devredildiðini düþündüler. (A. Heidel, BabyionÝan Genesis, sh. 55). Sonuçta insanlar her zaman Tanrý'ya þükretmek zorundaydýlar (a.g.e.), "onlarýn [tanrýlarýn] devamlýlýðým saðlamakla ... ve mabetlerinin bakýmýyla uðraþmakla . . . onun [Tanrý'nýn] cennette yaptýðýnýn benzerini dünyada yapmakla mükelleftiler (a.g.e.)." O halde Tanrý'ya hizmet ilham yoluyla aldýklarý buyruklarýný yerine getirmeyi ve bunlarý gönüllü olarak yapmayý ifade ediyordu.
Bu yerine getirme, yaratýlýþýn bu ilâhî drama-sýnda insanlara önemli bir rol yükler. Bu iþlem kâinat düzeninin korunmasý için lüzumludur, aksi hâlde bu düzen çöker. Þayet edâ ediyorlarsa bu ilâhî emrin geçmesi gereken kozmik köprüsünü insanlar oluþtururlar. Onlar, ilâhî emirleri hür iradeleriyle ve gönüllü olarak yerine getirecek tek yaratýktýrlar ve böylece sorumluluklarýný yerine getirirler.
Onlarýnki daha büyük bir mukadderattýr.
Mezopotamya dininin esasýný meydana getiren dördüncü prensip, insan kapasitesinin ilâhî emri kavrayýp anlayabileceðini, icaplarýný, kapsadýðý hedef ve amaçlarýný gerçekleþtirmesi için yeterli olduðunu iddia eder. Arzu edilir, mecburî ve kaide tekidi eden bu hedef ve amaçlan anlayabilecek ehliyette olmalarýndan, insanýn sorumlu olduðu sonucu çýkar. Sorumluluk yani mükellefiyet, insanlarýn itaatleri ve hizmetleri için refah ve saadetle mükâfatlandmlmasýný, itaatsizlikleri ve kural tanimamazlýklarý için de azâb ve mahrumiyetle cezalandýrýlmalarým gerektirir. Tanrýlar itaatkârlara hoþnutlukla bakarlar, fakat diðerleri gözlerinden düþer.
Asur harabeleri arasýnda bulunan ve M.Ö. 800 yýllarýna ait kil tablet üzerine yazýlmýþ bir Sümer yaratýlýþ tasvirinde þair, Tanrý adýna þöyle demektedir:
"Ýnsanlýðý yaratalým. Her devirde tanrýlara hizmet etsinler. Sýnýr hendeklerini korumak, ellerine çapa ve sepet tutuþturmak . . . dünyanýn dört bölgesini sulamak, bol bitkiler yetiþtirmek . . . tahýl ambarlarýný doldurmak . . . topraðýn bereketini arttýrmak . . . tanrýlarýn bayramlarýný kutlamak . . . öküz, koyun, sýðýr, balýk, kümes hayvanlarý yetiþtirmek . . . [Böylece Tanrý] onlar için büyük bir kader takdir etti." (a.g.e., sh. 70-71).
Beþinci ve son ilke sosyal düzenle ilgilidir ve bütün Mezopotamya dünya görüþünü özetler. Sosyal düzen, o yolla dünya görüþünün yönetildiði mutlak bir kategoridir. Tabiatýn, saldýrýda olduðu zamanda bile (yýllýk Nil taþkýný ve hergün yakan güneþ ýþýðý) belirli bir intizam ve muhakkak bir yapýcýlýk sunduðu Mýsýr'ýn tersine Mezopotamya'da her zaman kendince düzensiz ve tuhaf bir -yaðmur ve kum firtmalanyla- þekil alýr. Ýnsanlar daima bir araya gelmeli, iþbirliði ve dayanýþma içinde, nehrin yukarýsýnda ve aþaðýsýnda sularýn akýþýný ve daðýlýmýný saðlamak için kurulan kanallarda, sularýn yataklarýný ve sulama kapaklarýný ziraati mümkün hale getirmek amacýyla düzenlemek için herkese özel görevler vermeliydiler. Bir fýrtýnanýn etkilerini gidermek için seferber omalýydýlar. Aksi halde, ziraat yapýlamayacak ve herhangi bir yoðunlukta hayat imkânsýz hâle gelecekti. Ýnsanýn kendisine kazandýrdýðý disiplin onu bir vatandaþ, sosyal düzenin bir üyesi yapan þeydi. Toplum bazýlarýnýn kurallar koyduðu ve müþterek hedefe ulaþabilmek için bazýlarýnýn da gönüllü olarak itaat ettikleri bir hayat tarzýydý. Mezopotamyalý, sosyal düzeni, yaratýlýþ kadar eski ve hem kendisinin hem de mabudunun ona baðlý olduðunu gördüðünden refah ve hayatýn kendisi için zaruri olduðunu kabul ediyordu. Organize olmuþ toplumu -devlet-insan medeniyetinin o zaman elde edilmiþ tüm geliþmelerinden sorumlu görüyordu. Yazýnýn keþfi, yiyeceklerin saklandýðý ve daðýtýldýðý Ziggurat mabetleri, büyük þehirlerin yapýlmasý, takvimin icadý, kutlamalar düzenlenmesi ve büyük þehir nüfuslarýný besleyebilen geniþ ölçekli ziraatin baþarýsý... Mezopotam-yalýlar, düzenli bir devleti olmayan insanlarýn "çobansýz koyunlar" gibi olduklarým düþünüyorlardý (Jacobsen, sh. 218). Ýdeal bir sosyal düzen görünümü çöl insanlarýný harekete geçirdi ve onlarý "dünyanýn dört köþesine" göçe yöneltti. Oralarda geçici anlaþmalarla adalet ve refahý yerleþtirdiler ve insanlarýn mutlu bir hayata sahip olmalarýný saðladýlar.
Tanrýlar: Mezopotamyalýlar çok sayýda tanrýya sahiptiler. Onlarýn içinde en üst mevkide olaný göklerin tanrýsý, hâkimiyeti manevî ve ayný zamanda en üstün olan, kutsal olsun olmasýn hiçbir varlýðýn kendisine karþý gelemediði Anu'ydu, Ýnanca göre Anu, tatlý ve tuzlu sularýn tanrýlarý olan Apsu ve Tihamat'ýn çocuklarý olan Anþar ve Kiþar'ýn çocuðuydu. Ýlâhî soyu yüksek olduðu için hiyerarþideki yeri de yüksekti. Anu, temsil ettiði gökyüzü gibi itaati altýndakilere zarif varlýðýyla hükmeden, büyük bir korku ve merak kaynaðýydý. Evin reisinin ya da ülkenin yöneticisinin de sahip olduðu bütün otoriteler onun, otoritesinden çýkardý. Ona teslim olmak en genel anlamda kanunlar, gelenekler ve zekâyý da içine alan "olmasý gerekene" boyun eðmek anlamýna geliyordu. Anu'yu anlamak ve kabul etmek, kendisini yöneten gerçeðe bireyin uyumunu ifade eden insanlýk için bir ön þart olarak anlaþýlýyordu. Anu'yu sadece insanlar deðil herþey selamlýyordu. Gökyüzündeki kuþlar, yeryüzündeki sürüngenler ve denizdeki balýklar, daðlar, nehirler, aðaçlar ve tanrýlarýn kendileri dahil herþey daima Anu'yu tanýrlardý. O'na, insanlar gönüllü olarak, tabiat ise mecburen itaat ederdi.
"Buyurduðun herþey gerçekleþir. Hükümdar ve Tanrý'nýn söylediði, senin kabul ettiðin kendi sözündür. Ey Anu! Büyük emir önce gelir, [ona] kim hayýr diyebilir ki!? Ey tanrýlarýn atasý, emrini, göðün ve yerin ilk yaradýlýþým hangi tanrý reddedebilir ki?"(Jacobsen, a.g.e., sh. 153).
Anu'nun otoritesi geniþ ve yüce olduðu hâlde, kâinat hâlâ onu yönetecek kuvvetli bir yöneticiye ihtiyaç duyuyordu. Ne yazýk ki, insanlarýn hepsi manevî otoritenin sesini dinlemiyor ve bazýlarý açýkça karþý koyuyorlardý. Ýnsan, Anu'ya rýzasýyla baþeðerse büyük olabilirdi, itaatsizüðiyle ise içgüdüsel olarak itaat eden hayvanlar ve aðaçlardan da daha aþaðýya düþebilirdi. Buna ek olarak, dünya sakin bir eðlence yeri deðil Anu'nun isteðinin anlaþýlmasý gereken bir alandý. Böylece, suçlular ve serkeþler üzerinde sýký tedbirler almasý gereken ve göklerin kanununa uymaya zorlayacak güçlü bir faaliyete duyulan lüzum hiçbir zaman durmamýþtýr. Mezopotamyalýlar bu vekilin herkesi itaate zorlayan, gerekli gücü saðlayan fýrtýnalarýn tanrýsý Enlil olduðuna inandýlar. Enlil, köken olarak bir Sümer tanrý-sýydý. Kimliði ve ismi ise Akadlýlar ve Amur-rular tarafýndan verilmiþti. Asurlular bir Sümer-Babîl tanrýsý tasarladýlar ve onun fonksiyonlarýný ve özelliklerini kendi tanrýlarý Asur'a isnat ettiler.
Anu'nun gökyüzüyle aynîleþtirilmesi, insanýn yukardaki gök kubbeye, hemen elinin altýndaki sonsuzluk alanýna ve fizik ötesi sezgiye duyduðu derin meraký gösterir. Enlil'in fýrtýnalarla özdeþleþtirilmesi de Mezopotamya'nýn âni fýrtýnalarýnýn yýkýcý gücünden ileri geliyordu. Zâlim düþmanýn yaðmasý gibi tabii yýkýmlar da Enlil'in adaletsizlik, zulüm ve sosyal düzensizliklere karþý serbest kalan kamçýsý olarak anlaþýldý. Anu'nun otoritesi sosyal düzenden sorumluyken, Enlil de devletin zorlayýcý gücünden sorumluydu. Birincisi olmaksýzýn sosyal düzen, kurallar ya da ahlâkî otorite ortadan kalkýyor; ikincinin olmadýðý durumda ise tarihte yer almak hayalî bir düþünce hâline geliyordu. Birlikte birbirlerini tamamlýyor, tarih sahnesinde yer edinmek üzere biraraya gelmiþ bir toplum için lüzumlu olan güç ve organizasyonun oluþmasýný saðlýyorlardý.
Üçüncü ve dördüncü en önemli tanrýlar Ki ve Ea (ayný zamanda Enki)'ydi ki, yeryüzüyle ÖzdeþleþtirÝlmiþti ve onun uysal verimliliði tarafýndan temsil ediliyordu. O, bütün yeni doðanlarýn anasý, her yaþayan þeyi meydana getirendi. Nimah olarak "tanrýlarýn kraliçeliðine" yüceltilmiþtir ve ... göðü ve yeri kontrol eden kadýndýr. Ea, ya da Enki, tatlý suyla, yani dünyayý ileriye doðru geliþtirecek ve üretimi arttýracak yaratýcý bir güçle özdeþleþtirilmiþti. Su, zorlu olduðu ve daima yolundaki engeller ne olursa olsun amacýna ulaþtýðý için Ea zekâ, hikmet ve bilginin temeli sayýldý. Bu yüzden Ea zenaatkârlarýn, mühendislerin, çiftçilerin, bilgelerin tanrýsý oldu. Gerçekten de Mezopotamya'daki dünya, daha doðrusu bütün yaratýklar, hayatýn, hareketin ve tarihin maddî alt tabakasýdýr. Verimli olmaya ve müsbet güçler tarafýndan ne üretilmek istenirse onu üretmeye elveriþlidir. Modeller ve kurallar onun kendi yapýsýnýn içindedirler. Etkili mucitler tarafýndan ortaya çýkarýlmaya ve üretilmeye hazýrdýrlar. Ýþte bu da bütün insanlýðýn hedefidir; yani tabiatýn kanunlarýný anlamak ve insan ihtiyaçlarýný karþýlamak için tabiatý iþlemek. Çünkü tabiat, ancak onu hakikate dönüþtürecek olan müessir güçle hayat bulur.
Mezopotamya panteonunun diðer üyeleri de ya köklerini açýklamak için (ay ve yýldýzlarý meydana getiren Enlil ve Ninlil, insanlarýn tanrýsý Kingu, bitkilerin tanrýsý Ninsar, kumaþ ve dokumanýn tanrýsý Uttu, sakatlýðýn tanrýsý Ninmah) ya da tabii ve sosyal olaylarý açýklamak için (tatlý ve tuzlu sularýn tanrýlarý Apsu ve Tihamat, oðullarý bulutlarýn ve sisin tanrýsý Mummu, çobanlarýn ve çiftçilerin tanrýlarý Dumuzi ve Enkimdu) insanoðlunun ihtiyaçlarýna doðrudan karþýlýk verdiler. Fakat yine de en önemlisi tanrýlarýn "Ýlk kez" bir araya geliþi ve Marduk'un, sosyal düzeni ve devleti açýklamak üzere onlarýn krallýðýna getirilmesi idi.
Kozmik Düzen: Hakikatin idrak edilmesini saðlayan kriter veya temel realite sosyal düzendir. Bu, canlýlarýn istek ve arzularýnýn hayatý ve mutluluðu herkese þâmil kýlmak için biraraya getirildiði bir istekler düzenidir. Sosyal düzenin ortaya çýkmasýndan Önce hayat imkânsýzdý. Aynen hakikat, bilgi ve medeniyet gibi. Ýnsanlar ve tanrýlar þahsî arzularým bir kenara býrakýp hayat ve medeniyeti meydana getirmek için faaliyetlerini organize edecek bir otoriteyi kabul etmeye karar verdikleri zaman, hepsi bir anda oldu. Ýnsan tarihindeki bu büyük an, efsane oluþturan zihinde kozmik düzenin doðuþ âný olarak kaldý. Bundan önce dünyada olduðu gibi göklerde de kaos hüküm sürmekteydi. Ýnsan bilgisinin hedefi olduðu halde Tanrý'nýn kendisi bile esrarlýydý, fakat belirsiz deðildi. Ancak, kozmik düzen dünyadaki eþiyle beraber bir kez kurulunca mabudun kutsal niteliði açýk ve kesin olarak belirdi.
Tanrýlarla çocuklarý arasýnda küçük bir tartýþma çýktý ve tanrýlarýn babasý Apsu öldürüldü. Karýsý Tihamat da bunun ardýndan intikam almaya çalýþýnca bütün panteon bir karýþýklýk içine düþtü. Tihamat çok güçlüydü ve hiç kimse onu kontrol altýna alamadý. Bütün âlem tehdit altýndaydý ve kaos hükümranlýðým sürdürdü. Tanrýlarýn büyükbabasý, âlemin bütün tanrý üyelerini bir toplantýya çaðýrdý ve orada Ea'nýn en küçük oðlu Marduk'un Tihamat'la düelloya gönderilmesi kararlaþtýrýldý. Fakat buna karþý Marduk herþeyin üzerinde tam bir otoriteye sahip olmak istedi. Tanrýlar isteðini kabul edince Marduk görevi üstlendi. Tihamat'la karþýlaþýp onu öldürdü ve düzeni yeniden kurmayý baþardý. Kaos sona erdi. Tanrýlar kendi yerlerini aldýlar ve Marduk kâinatýn hakimi ve mutlak hüküm koyucusu oldu. Düzenin devamý ve ilâhî barýþýn her yerde kurulmasý amacýyla çalýþmasý için insaný yarattý. Marduk herþeyin üstünde hüküm sürerken insanlar hizmet, tarým, endüstri, kültür ve medeniyet için varolmaya devam ettiler. Ýnsanlar bu hizmeti tanrýlara Marduk'un dikkatli ve sürekli merhametli gözetimi altýnda verdiler.
Hikâyenin dramatik yönü, sebep-sonuç iliþkisi içinde baðlantýlý ve kabaca antropomorfize edilmiþ olanlar hariç, metafizik olaylarý anlayamayan, efsane düzen kafalar tarafýndan oluþturulmuþtu. Kendi açýmýzdan bu mitolojik ve dramatik unsurlarý atabiliriz ve atmalýyýz. Tanrý'nýn, insanýn ve tarihin Mezopotamya görüþü ve bunlar arasýndaki iliþkiler, eski çaðlar Mezopotamya'sýndan sabýrla seçilmeli ve ayýklanmalýdýr.
Kaostan kozmosa geçiþ dünyada birçok önemli deðiþikliklere yol açtý. Bunlarýn arasýnda ilk ve en önemli olaný Marduk'un tanrýlardan bir tanrý olmaktan çýkýp bir ve yalnýz bir Tanrý olmasý mânâsýna gelen tek kral olmasý idi. Sümerler, herbiri kendi baþtannsýna sahip olan þehir devletleri kurdular. Eðer bir grubun kendi tanrýlarý varsa, baþka bir grubun da kendi tanrýlarýna sahip çýkmalarý kaçýnýlmazdý. Bu yüzden politeizm (çok tanrýcýlýk) yaygýnlaþtý. Çöl göçebelerinin sahneye girmeleri tarihte ilk kez "dünyanýn dört köþesi"ni biraraya getiren bir kralýn idaresinde, tek devletin kurulmasýný mümkün kýldý. Bu dünya devleti, ayný zamanda kozmik devletin bir eþi ve ilk kaideyi kuran bir örneðiydi. Böylece, kozmik birliðin politeizmi monoteizme, yani tanrýnýn birliðine yol açtý. Ancak bir ve tek tanrý gerçekten Tanrý olabilirdi ve diðerleri "Önceki yerlerine iadeyle" azledilmeli ve itibar edilmemeliydiler. Sargon'un Sümer ve Akad kralý olarak hâkimiyeti, tüm tanrýlarýn Tann'sý olarak Marduk'un üstünlüðüne bir son verdi.
Mazduk'un tek ve ayýrdedici konumu o göreve tayin edilmeden Önce de mevcuttu. O, "akýllýlarýn en akýllýsý", her þeyde diðer bütün tanrýlarý geride býrakan "Tek Tanrý" idi (Heidel, ag.e., sh.21-22). Fakat bütün güç tamamen ona verilinceye kadar diðer tanrýlarý yok olmaktan kurtaramazdý. Bundan böyle tanrýlar Marduk'un yönetiminin en otoriter, en yüksek, "yüceltmek ve alçaltmak" için tek yargý olduðunu ve "yalnýz onun olan kâinatýn tümü üzerinde krallýðýný" tasdik etmek zorundaydýlar (Heidel, a.g.e., sh. 66). Nizam ve güvenlik bunu takip etti. Marduk "deðiþik tanrýlara deðiþik görevler" tayin etti, yýlý belirledi ve bölümlerini tesbit etti. "Ayýn parlamasýný" ve aylan, ve günlerin belirlenmesini saðladý, insaný yarattý ve hizmetine aldý (Heidel, a.g.e., sh. 44-46). Daha önce Enlil'in Agade'yi kurmasý gibi, kendisine bir mabet ve dünya devletine bir baþkent olarak Babil'i kurdu. Marduk, artýk tanrýlar da dahil olmak üzere herþeyin üzerindeydi. "Bütün kaderleri belirler [di]", "kendisinden korkmayý öðrettiði" ve "kendi yaptýðýnýn benzerini" dünyada yapan "bütün insanlarýn çobani[ydý] Tanrýlar gibi, sonuçta onlar O'nu "Tanrýlarý" olarak bilecekler, "adýnýn anýlmasýndan . . . titreyecekler", yalnýzca O'nun ýþýðýyla ýþýyacaklar, O'nu "kendilerini hayata getiren", "tohumun ve hububatýn yaratýcýsý", "yeþil otun büyümesini saðlayan", "tarlalarý sulayan", "yaradýlýþý, yokoluþu ve merhameti. . . emreden" varlýk olarak bilecekler ve hepsinin üstünde O'nu "kendisinden baþka hiçbir tanrýnýn belirlenmiþ saati bilmediði", "Ýnsanlarýn [bilinen] dört grubunu [Akad, Elam, Subartu ve Amur-ru] yaratan" tanrý olarak göreceklerdi.(Heidel, a.g.e., sh. 50-59).
Çöl göçmenlerinin etkisi altýnda Mezopotamya düþüncesi -gerçekte göçmen düþüncesiyle ayný olan fakat kendisini yeni bir tarým, endüstri ve sosyal muhteviyat içinde bulmakla farklýlaþan Mezopotamya düþüncesi- monoteist bir anlayýþa ve birleþmiþ bir insanlýk fikrine doðru ilerleme gösterdi. Hiçbir Mezopo-tamyalý Marduk'u kesinlikle tek ve diðer tüm tanrýlardan farklý kabul etmeden yaratýlýþ þiiri Enuma Elish'i dinleyemez ve onu aktaramazdý. Tanrýlar hayatlarýný, durumlarýný, geçimlerini ve kaderlerini yalnýzca ona borçluydular. Hâkim olan ve yöneten kendileri deðil yalnýzca Marduk'tu. Elbette onlar da yeryüzündeki feodal efendilerin kozmik karþýlýðýydýlar. Nasýl onlar tanrý deðil, fakat tanrýnýn arkadaþlarý iseler bunlar da kral deðil, yalnýzca asilzadelerdi. Sadece Marduk, bir ve yalnýz bir Tanrý olarak, tanrýlar gibi insanlar tarafýndan da ibadete ve övülmeye layýktý. Ýþte bu kesinlikle bir monoteizmdi. Fakat yine de þirk ile, yani diðer yaratýklarýn Tanrý'yla bir tutulmasýyla karýþtýrýlmýþ, karartýlmýþ ve bozulmuþtur. Bu Mezopotamya þirki, kaderin belirleyicisi olan Tanrý'nýn tekliðiyle önemli ölçüde geriletildi. Bu, birazdan aþaðýda inceleme fýrsatý bulacaðýmýz Ýslâm öncesi Arabistan'ýn yarýtanrýlarý Ýçin geçerli olamamýþtýr. Mezopotamya düþüncesi ayný þekilde Tann'yý insan aklýndan üstün olarak görme anlayýþýna ulaþmýþsa da, onu eski antropomorfizm i yle kilÝtlemiþtir. Enuma Elish, Marduk'u karþýt empirik terimlerle tarif etmektedir: "Tanrýlarýn iki katý", "uzuvlarý tarif etmenin ötesinde", "insan anlayýþýnýn dýþýnda", "herþeyi görmek ve duymak için . . . dört gözü ve dört kulaðý olan", "dudaklarý kýpýrdadýðýnda ateþ püsküren".
Açýkça görülmektedir ki, insan aklýndan üstünlüðün bir hayli soyut anlayýþýnýn yokluðunda Mezopotamya düþüncesi, Tann'yý tarif için insan hayatýndan alýnmýþ, fakat bunlarýn tecrübî karakterlerini reddetmek için tasvir edilmiþ terimlerini ödünç almýþtýr. Bunlarýn tabiattaki ya da yaratýlýþtaki nesnelere "benzemeyiþi", günümüzde kullanýlan bir tâbirle ifade edilebilir: "Tamamiyle farklý".
Arabistan Yarýmadasýnda Mezopotamya Dini: Kuruþ ve yönetimindeki Pers Ýmparatorluðu geniþlerken Mezopotamya bu imparatorluðun bir parçasý oldu ve onlarýn dininden etkilendi. Zerdüþtlük, ölümden sonraki hayat anlayýþý ve meleklerin varlýðýyla ilgili bazý Ýnançlarýyla etkilerde bulundu. Önce Museviliðe, sonra da Hýristiyanlýða tesir edecek fikirleri ihtiva eden mesihîliðini ise Mezopotamya'ya soktu. Ýran, Mezopotamya tarafýndan Ýkibin yýlý aþkýn bir süredir zaten etki altýndaydý. Çok Önceleri çivi yazýsýný kendisine adapte etmiþti. Yüzyýllar boyu süren savaþlar, iþgaller ve el deðiþtiren topraklarla bu ÝkÝ devletin iliþkileri Ýran'ýn kültürünü etkilemiþ ve Mezopotamya'yla olan kültürel farklýlýklarýný azaltmýþtý. Daha sonra Ýran, Pehlevî veya Avestan diye anýlan yazýsýný kendisine adapte etti. Ârâmîce ve Pehlevîce bu çaðlarda birbirlerinden pek çok þey aldýlar. Mezopotamya Kurus'un imparatorluðunun bir parçasý hâline geldiðinde, insan hayatýnýn diðer bütün alanlarý muhtemel etkileþimleri engellediðinden Ýran tesiri daha çok dinî çerçevede kaldý.
Mezopotamya dinindeki yeni Ýran etkisi, eski Mezopotamyamn birleþtirici dinî formlarýný hâlen uygulamakta olan Arabistan Yarýmadasý'ný inandýramadý. Ölümden sonraki hayata bakýþ ve mesihîlik Araplara hiç hoþ gelmedi ve reddedildiler. Onlar için birincisi hurafe, ikincisi de yetersizlik anlamý taþýyordu. Arabistan'da birleþtiricilÝk bir kural olarak kaldý. Bununla birlikte Hz. Ýbrahim'in görüntüsü de bir þekilde korundu. Ur'lu bir Amurî olan Hz. Ýbrahim, ikinci hanýmý Hacer ve büyük oðlu Ýsmail'i Arabistan'ýn batýsýna yerleþtirdi ve onlarý Ur'da uðruna zülüm gördüðü ve oradan ayrýlmasýna sebep olan inanca baðladý. Bu, Tanrý'nýn bir olduðu görüþü ve insanlýða ahlâkî ve âlemþümul bir yaklaþýmdý. Çok belirgin olmamakla birlikte, Hz. Ýbrahim'in hanif inancýnýn Arabistan'ýn tam ortasýnda kendisini muhafaza ettiði ve tarafýný tutup kendisini yeniden ilân edecek peygamberlerin ortaya çýkmasýný beklediði kesindir.