Ayýn Konusu
Pages: 1
Ah Bir Zengin Olsam! By: reyyan Date: 30 Temmuz 2012, 02:10:07
Ah Bir Zengin Olsam!


   

Ahmet Nafiz Yaþar | Haziran 2012 | AYIN KONUSU   


Beþer tarafýmýzýn bitmez tükenmez ihtiyaçlarý, sonu gelmeyen istekleri, sýnýrsýz hayalleri var. Bütün bunlarý karþýlamak için imkanlarýmýz yeterli deðilse,
    “Ah bir zengin olsam!” diye iç geçiririz. Yoksulluktan canýmýzýn yandýðý demlerde ellerimizi açýp ALLAH’tan mal mülk, para pul talep ederiz.

    Gerçi böyle durumlarda kalbimiz bize “hayýrlýsýný istemek” gerektiðini söyler. Doðrusu da budur; fakat bir müddet sonra hayrýn zenginlikte olduðu sabit bir fikir haline gelebilir. “Hayýr bildiðimizde þer, þer bildiðimizde hayýr olabileceði” ikazýný unutur, edep çizgisini zorlar, inatla ve ýsrarla zenginlik isteriz.

Bugünün hakim anlayýþý baþarýyý, itibarý zenginlikle ölçüyor. Daha çok kazanmayý, daha fazlasýna sahip olmayý tek amaç olarak dayatýyor. Ne sahip olunacak dünyalýklarýn bir ölçüsü var ne de insanýn sahip olma hýrsýnýn. Müslümanlar olarak bu anlayýþ bizi de etkiliyor. Rahatlýk ve lüks arayýþý, gelecek endiþesi, çoluk çocuðun istikbali gibi sebeplerle zengin olmayý büyük, önemli bir hedef olarak görebiliyor, ýsrarla zenginlik talep edebiliyoruz.

Oysa hayýr þer ölçüsünü göz ardý ederek ýsrarla zenginlik talebinde bulunmakta ilahî takdire itiraz var, servetle gelecek konforun cazibesine kapýlýp yoldan çýkma tehlikesi var. Yani Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma ihtimali var.

Bunlar var diye müslümanlar dünya malýný istemesin, zengin olmasýn mý peki? Elbette hayýr, ama dünyalýk bir þeyi usulü dairesinde istemekle, o þeyin peþinde dizginlenemez bir hýrs ile koþmak ayný þey deðil.

Unuttuðumuz bir doðru


Bu giriþten anlaþýlacaðý üzere, dünyalýk servet edinerek zenginleþmenin maksat haline getirilmesinin doðru olmadýðýný anlatmak niyetindeyiz. Böyle bir doðrunun günümüzde itibar görmediðini, hatta biraz tuhaf karþýlandýðýný biliyoruz. “Biz müslümanlar kanaatkâr olduðumuz, bir lokma bir hýrka dediðimiz için geri kaldýk!” görüþü bugün de revaçta. Maddiyatla zenginleþmeyi, lüks içinde yaþamayý hayatýn gayesi zanneden, dinî duyarlýlýðý zayýflamýþ çok geniþ bir kitleye ise bu doðruyu anlatmak neredeyse imkansýz. Modernizm, “zenginlik” ve “fakirlik” algýmýzý bulandýrmýþ. Dindar camialar dahi bu iki kavramý beþerî ideolojilerin etkisinde tartýþýyor. Ayný kavram bulanýklýðý sebebiyle Ýslâmî kaynaklardaki “fakr mý yoksa gýnâ (zenginlik) mý daha efdal” bahsi yersiz bir tartýþmaya malzeme yapýlmakta. Fakirliðe de zenginliðe de yüklenen çok farklý anlamlar, bu anlamlara baðlý çok farklý deðerlendirmeler var. Hayli zor, karmaþýk, incelik isteyen bir meseleyle karþý karþýyayýz yani.

Asýl konumuz zenginlik, fakirlik ya da bunlarýn hangisinin üstün olduðu deðil. Zenginlik talebinin arkasýndaki dünya sevgisine, hýrs ve açgözlülüðe, gaflete; bu taleple daha iyi bir geleceðe ertelediðimiz sorumluluklarýmýzdan nasýl kaçmaya çalýþtýðýmýza dikkat çekmek istiyoruz. Ama doðru anlaþýlmak için önce üzerinde konuþacaðýmýz zemini düzeltmemiz, zenginlik, fakirlik, zühd gibi kavramlarý, bunlarla ilgili deðerlendirmeleri berraklaþtýrmamýz gerekiyor.

Zenginlik ne, zengin kim?


Zenginliði kýsaca “ihtiyaçtan fazla mal veya servete sahip olma hali” diye tanýmlayabiliriz. Fakat modern anlayýþýn “beþerî ihtiyaçlar sýnýrsýzdýr” kabulüne sorgusuz sualsiz katýlýyorsanýz eðer, bu tarif, zenginliði hep peþinden koþulmasý gereken ama asla ulaþýlamayacak bir ütopya haline getiriyor. Ýþte dinimiz, asgari ölçüleri belli bir zenginlikten deðil, böyle bir ütopya peþinde ömrümüzü zayi eylemekten sakýndýrýyor bizi. Açgözlülükle, çoðaltma hýrsýyla malûl olmadan çalýþmayý, rýzkýmýzý aramayý, kendi emeðimizle helalinden kazanmayý emrediyor. Ýhtiyaçlarýmýza bir sýnýr koyuyor ve ihtiyaç fazlasýný infak etmemizi istiyor bizden.

Fýkýhta malî mükellefiyetler baðlamýnda konu edilen zenginliðin alt sýnýrý, “kifayet miktarýna sahip olmak”týr. Buna göre kiþi, kendisinin ve bakmakla yükümlü olduðu kimselerin ihtiyaçlarýna yetecek kadar mal veya servete sahipse zengin sayýlýr; böylelerine zekât verilmez. Peki ihtiyaç nedir? Þartlar bazen bir kýsým ihtiyaçlarý zaruret haline getirse de genel olarak ihtiyaç “zaruret”, yani “hayatî önem taþýyan bir zorunluluk” deðildir. Ýhtiyaçlar, hayatýmýzý kolaylaþtýran, eksikliði halinde sýkýntýya düþmemize veya zorlanmamýza sebep olan birtakým imkanlardýr. Ýtibarî bir yaklaþýmla sýnýrlarý zorlamamak için ihtiyacý, “zekât düþmeyen mal ve imkanlar” olarak aklýmýzda tutup kendimize soralým: Zenginlik adýna aslî ihtiyaçlarýn ötesini talep ediyorsak, gerçekte neyi istiyoruz acaba?

Hýrsýn tükenmez vadileri


Tamahkârlýðýn da aslî ihtiyaçlarýn ötesinin de sýnýrý yok. Bu nedenledir ki Hz. Peygamber s.a.v., bizleri ikaz sadedinde, “Âdemoðlunun iki vadi dolusu malý olsa, üçüncü bir vadi daha ister.” buyuruyor. Ýslâm zenginliðe bir üst sýnýr koymasa da insanýn “karnýný toprak doldurmadan”, dünyanýn sayýsýz vadilerinin sýnýrsýzlýk veya ölçüsüzlüðünde kaybolmamasý için, Bakara suresinin 219. ayetinde buyurulduðu üzere, “ihtiyaç fazlasýnýn infak edilmesi”ni istiyor. Bazý alimlerimiz, toplumda zaruret içinde yaþayanlar varsa, “ihtiyaç fazlasýný infak”ýn tavsiye olmaktan çýkýp farziyet kazanacaðýna, ihtiyaç fazlasýnýn infak yerine lüks ve konfora sarfýnýn haram olacaðýna hükmetmiþlerdir.

Þu halde bizim irfanýmýzda “ben kazandým, dilediðim gibi harcarým; servetimi sürekli çoðaltýr, mal üstüne mal yýðarým” dedirten bir zenginliðe ruhsat yok. Ýhtiyaç fazlasýna sahip olmanýn tasaddukla, hayýr hasenat iþlerine destekle, istihdam imkaný saðlayan yatýrýmlarla infak etmek gibi nefsin hiç de hoþuna gitmeyen aðýr bir sorumluluðu var. Onun için zenginliði isterken öncelikle böyle aðýr bir yükün altýndan kalkýp kalkamayacaðýmýzýn hesabýný iyi yapmak, bu hesabý yaparken de Efendimiz s.a.v.’in uyarýlarýna kulak vermek gerekiyor.

Rasulullah s.a.v.’in uyarýsý


ALLAH Rasulü s.a.v. bir gün Medine’de ashabýyla otururlarken uzaktan kendilerine doðru gelmekte olan Mus’ab b. Umeyr r.a.’i gördüler. Mus’ab’ýn üzerinde deri parçalarýyla yamanmýþ eski bir hýrka vardý. O’nun bu hali Efendimiz’e dokundu, gözleri yaþardý. Çok zengin bir ailenin evladý olan Mus’ab’ýn Mekke’de güzel kýyafetlerle dolaþtýðý, bolluk ve rahat içinde yaþadýðý günleri hatýrlamýþtý. Medinelilerin öðretmeni, Uhud’un þanlý sancaktarý bu büyük sahabi, müslüman olduðu için ailesi tarafýndan reddedilmiþ, imaný uðruna fakr u zaruret içinde yaþamayý seçmiþti.

Rasul-i Ekrem s.a.v., ashabýna döndü:

– Gün gelip sizden biri sabah bir elbise, akþam baþka bir elbise giyse, önüne yemek tabaklarýnýn biri getirilip diðeri kaldýrýlsa, evlerinizi de (halýlar ve kilimler ile) Kâbe gibi örtseniz, o zamanda nasýl olursunuz, diye sordu. Orada bulunan sahabe efendilerimiz:

– O gün bugünümüzden çok daha iyi oluruz. Çünkü hayatýmýzdaki külfet gitmiþ olacaðýndan ibadete daha fazla zaman ayýrabileceðiz, dediler.

Alemlerin Efendisi:

– Hayýr, buyurdu; aksine siz bugün o günden daha iyisiniz.

Tirmizî’de nakledilen bu haber, zenginlikle gelen refah ve konforun insaný dünyaya daha fazla baðlayýp kulluk vazifelerinde gevþemeye yol açacaðý konusunda hepimizi uyarýyor.

Gerçek zenginlik


Böyle uyarýlarý dillendirdiðinizde, Ýslâm’ýn yayýlmasýna servetleriyle hizmet eden zengin sahabilerin varlýðýný hatýrlatanlar çýkýyor. “Zenginliðin azdýrýcý etkilerine karþý tedbiri elden býrakmayalým ama Hz. Ebubekir r.a. gibi, Abdurrahman b. Avf r.a. gibi varlýk sahibi bir müslüman olmaktan da kaçýnmayalým.” diyorlar. Böyle düþünmek güzel elbette. Bu niyetle gayret etmekte hiçbir sakýnca yok. Fakat kendimizi de aldatmamak lazým. Zenginlik talebimizin arkasýndaki nefsaniyeti meþrulaþtýrmak için varlýklý sahabilerin örnekliðine sýðýnýyor olabiliriz.

Aslýnda bunu anlamanýn kolay bir yolu var. Mademki zengin sahabiler infak kahramanlýðýyla, verebilmeleriyle örnek gösteriliyor, onlar gibi olma niyetimizdeki samimiyeti, “olunca veririm” tavrýyla deðil, halihazýrda “olandan vermek”le ispatlayabiliriz. Çünkü ne kadar fakir olursak olalým mutlaka verebileceðimiz, tasadduk edebileceðimiz, baþkalarýna sunabileceðimiz bir imkanýmýz vardýr. Cebinde beþ parasý, sonraki öðüne yiyeceði olmayan biri bile bundan uzak deðil. Ýnsanlara eziyet veren bir þeyi yoldan kaldýrabilir mesela. Mümin kardeþlerimize karþý güler yüz gösterebilir, tatlý dille onlarýn halini hatýrýný hoþ eyleyebiliriz.

Bugün bu kadarýný olsun esirgiyorsak, yarýn çoðaltýnca vereceðimizi söylemek kendimizi kandýrmaktýr o halde. Kaldý ki vermek bir imkan meselesi deðil, bir gönül meselesidir. Onun için Efendimiz s.a.v., “Zenginlik mal çokluðundan ibaret deðildir. (Hakiki) zenginlik gönül zenginliðidir.” buyurmuþtur.

Aslýnda hepimiz zenginiz


Rasulullah s.a.v.’in bu hadis-i þerifi zenginlik tasavvurumuza dair, bugünkü anlayýþýn dýþýnda yeni ve doðru bir kapý aralamasý bakýmýndan çok önemli. Nitekim bu dünyada bir rahatlýk, refah ve huzur imkaný gibi anlaþýlan, bu nedenle de þiddetle arzulanan zenginliðin, gönlü dar nice mal mülk sahibini hýrs ve tamahla, biriktirme kriziyle nasýl huzursuz ettiði ortada. Öyle ya, ayakkabý dar olunca gezdiðiniz yerlerin güzel olmasý, düz olmasý, geniþ olmasý, baþtan baþa sizin olmasý ne iþe yarar?

Zenginlik, ihtiyaçlarýmýzý karþýlayan faydalý þeylere sahip olmaksa, saðlýk, akýl, irade, ilim… paha biçilemeyen birer zenginlik insanoðlu için. Buna raðmen zenginliði sadece bu dünyayý hesaba katarak tarif etmemeli. Ebedi yurdu, ahireti esas almalý; orada mahrum kalanlardan olmamak için güzel ahlâký, salih ameli, hayýr hasenatý, Ýslâm’ý, imaný, takvayý servet bilmeli. Gerçek zenginliðin “ebter” olan, tükenmeye ve yokluða mahkûm olan tekasürle deðil; hiç bitmeyen ve ilahî bir ikram olan kevserle kazanýlacaðýný unutmamalý.

Ahiretimizi kurtaracak manevi zenginlik ile dünyadaki maddi zenginlik arasýnda bir tercih yapmasý gerektiðinde, Kehf suresinin 46. ayetindeki þu ilahî ikazý hatýrlamalý insan:

“Mal ve oðullar dünya hayatýnýn süsüdür. Baki kalacak olan salih ameller ise Rabbinin katýnda sevapça da daha hayýrlýdýr, (güzel bir beklentiyle) talep edilmesi yönünden de daha hayýrlýdýr”.

Karun’a imrenmek

Müslümanýn talep etmesi gereken zenginlik, imanla ve salih amelle “Ganiyy-i Mutlak olan ALLAH Tealâ’ya yakýnlýk”týr þüphesiz. Ama dünyayý büsbütün terk etmek anlamýna da gelmiyor bu. Ýslâm; ALLAH’ý, ahireti, hesap gününü, dünyanýn faniliðini unutmadan helalinden servet edinmeye, kulluk vazifelerimizi aksatmamak þartýyla maddi anlamda da zengin olmak için çalýþmaya karþý çýkmýyor. Zaten zenginlik, insanýn talep ve çabasýnýn “garanti” bir sonucu da deðil. “Kazanýlan”dan ziyade “verilen, bahþedilen” bir imkan. Kur’an-ý Kerim’de, “(Cenab-ý Hak) rýzký dilediðine geniþletir, dilediði için de daraltýr.” (Sebe, 36) buyuruluyor. Peki biz ne anlatmaya çalýþýyoruz öyleyse?

Anlatmaya çalýþtýðýmýz, Karun’a yahut Karunlara imrenmekten, Karunlaþmaktan sakýnmak gerektiðidir. Çünkü Kur’an-ý Kerim’de, Karun’un servet ve ihtiþamýndan etkilenip “Keþke Karun’a verilenin benzeri bizim de olsaydý” diyenler, “dünya hayatýný arzulayanlar” ifadesiyle nitelenmiþ; böyleleri ilim sahiplerinin aðzýndan kýnanmýþtýr.

Kasas suresinin 76 ilâ 82. ayetleri arasýnda tanýtýlan Karun, bizim irfanýmýzda sakýnýlmasý gereken bir zenginliðin, daha doðrusu bir zenginlik anlayýþýnýn simge þahsiyetidir. Karunlaþmaktan, Karun’a imrenmekten niçin sakýnýlmalýdýr, Karun zenginliði hangi yanlýþ davranýþlara yol açmaktadýr, þimdi de ona bakalým.

Dünyalýðý deðil salih amelleri çoðaltmalý

Hz. Musa s.a. zamanýnda yaþayan Karun’un zenginliði, insaný gurura, kibire, gösteriþe, taþkýnlýða düþüren; konforun nefse hoþ gelen rahatlýðýyla ölümü ve ahireti unutturan bir zenginliktir. Karun, hazinelerinin anahtarlarýný bile ancak kalabalýk bir hizmetkâr topluluðunun taþýyabildiði bu büyük zenginliðin mâliki olduðunu zannetmiþ, bunca serveti sadece kendi çabasýyla, aklýyla, kendi bilgi ve becerisiyle kazandýðýna inanmýþ, bu nedenle kendisi kadar varlýklý olmayanlarý akýlsýz, beceriksiz, iþ bilmez kimseler gibi görüp onlarý aþaðýlamýþtýr. Cenab-ý Hakk’ýn emaneti olan servet ve malý kendi mülkü sanýnca, hem emanetin asýl sahibini hem de o emanetin nasýl kullanýlacaðýna dair ilahî talimatý göz ardý ederek kavminin talebine raðmen infaktan kaçýnmýþtýr. Kibir ve gururu sebebiyle Musa a.s.’ýn tebliðini engellemekten, nifak çýkarmaktan vazgeçmeyince de ALLAH tarafýndan ibret-i alem için bütün serveti ile yerin dibine geçirilerek helâk edilmiþtir sonunda.

Kur’an’da nakledilen Karun kýssasýnda, onun zenginlik ve ihtiþamýna imrenenlere, zenginlik yerine “iman ve salih ameli talep etmeleri” hususunda “ilim sahibi” müminlerin yaptýklarý uyarý bizim için de geçerlidir. Bir kere daha vurgulayalým:

Sakýndýrýldýðýmýz þey esas itibariyle zenginlik deðil Karunlaþmaktýr. Fakat iþte Karunlaþmaya da maddi zenginlik sebep olmaktadýr. Onun için ýsrarla, tutkuyla zenginliði istemek yerine hayýrlýsýný istemeli, dünyalýðý deðil salih amelleri çoðaltmanýn çaresine bakmalýdýr.

Zenginlik zillete mani deðildir

Bu örnekler genelleþtirilmemeli, müslüman, Karun gibi deðil ama mesela sahabeden Abdurrahman b. Avf r.a. gibi zengin olmayý isteyebilir. Bunun ne sakýncasý var, diye sormak mümkün. Bunun sakýncasý, belki farkýnda deðiliz, “Abdurrahman b. Avf gibi olmaya çalýþmak” yerine “Abdurrahman b. Avf gibi zengin olmaya çalýþmak”ta… Çünkü bu büyük sahabiyi deðerli kýlan, onu “aþere-i mübeþþere” yani cennetle müjdelenenler zümresine dahil eden zenginliði deðil, imaný ve takvasýdýr. Öyleyse o iman ve takvaya talip olmalý müslüman.

Eðer biz zenginliði kâfirler karþýsýnda güçlü ve muktedir olmak, Ýslâm’ýn izzetini korumak için istiyoruz deniyorsa, bunun da þartý yine zenginlik deðil, iman ve salih ameldir. ALLAH Tealâ Nur suresinin 55. ayetinde, “iman edip salih amel iþleyenleri yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kýlacaðýný, korkularýndan kurtarýp emniyete ulaþtýracaðýný” vaat etmektedir. ALLAH vaadinde sadýktýr. Ýman ve salih amel çalýþmayý, helalinden kazanmayý, infak etmeyi, dayanýþmayý, dürüstlüðü, adaletle muameleyi, mümini kardeþ bilmeyi, güzel ahlâký gerektirdiðinden, böyle davranan toplumlarýn güçsüz ve zelil düþmesi zaten sünnetullaha aykýrýdýr. Bugün gelecek korkusuyla, açgözlülükle, eðilip bükülmelerle yaþadýðýmýz zillet, maddi olmaktan ziyade manevi bir yoksunluðun eseridir.

Talepte güzel davranmak


Hadis-i þeriflerde, zenginlik için olduðu kadar bir zaruret veya ihtiyaç halinden dolayý da Cenab-ý Hak’tan rýzýk istenirken yahut meþru bir dünyalýk talebinde bulunurken “güzel davranýlmasý” tavsiye buyurulmuþtur. Hadis alimleri “dünyalýk talebinde güzel davranma”yý mutedil olmak, hýrs ve tamahla istememek, edebi ve ölçüleri muhafaza etmek, takdire itiraz anlamýna gelebilecek bir ýsrardan kaçýnmak þeklinde anlamýþlardýr. Aksi bir tutum, yani dünyayý ve dünyalýðý tek amaç haline getirerek maddi zenginlik tutkusuyla helali haramý, ölçüyü edebi gözetmemek, kiþiyi bu dünyada da ahirette de hüsrana uðratacaktýr.

Bu hususta Rasulullah s.a.v.’in þu hadis-i þerifi hepimizin kulaðýna küpe olmalýdýr. Þöyle buyurmaktadýr Efendimiz:

“Kimin emeli (sadece) dünya olursa, ALLAH onun iþini aleyhine darmadaðýn eder, fakirliði iki gözünün arasýnda kýlar, dünyadan eline geçen (miktar da) kaderine yazýlandan fazla olmaz. Kimin de kastý ahiret olursa, ALLAH onun (daðýnýk) iþini lehinde toplar, zenginliði kalbine koyar, dünya nimetleri o kiþiye koþarak (kendiliðinden) gelir.”
Hem dünyada hem ahirette bize faydasý olmayan bir hýrsla ömrümüzü zayi etmemek için zenginliði tutku haline getiren duygu ve düþüncelerden kurtulmak gerekiyor öyleyse.

Üstünlük servette mi takvada mý?

Tekâsür yani çoðaltma hýrsýna galiba biraz da bu duygu veya düþünceleri sorgulamadýðýmýz için kapýlýyoruz. Fakirlik korkusunun, gelecek endiþesinin þeytandan olduðunu, bu korkudan biriktirerek deðil infak ederek kurtulabileceðimizi unutmuþuz sanki. Gelecek endiþesi taþýmamayý, tûl-i emelden (uzun vadeli planlamalardan) kaçýnmayý tembellik ve sorumsuzluk zannediyor; bunlarýn her iþte ölümü hesaba katma bilinci kazandýrmak ve içinde bulunulan aný en iyi þekilde deðerlendirmek, dolayýsýyla sahici bir gayrete sevk etmek için tembihlendiðini bilmiyoruz.

Zenginlik bir itibar veya üstünlük sebebi de deðildir. Üstünlük takva iledir. Böyledir ama insanlarýn çoðu bunu bizim gibi anlamýyor, zenginliðe, servete, þöhrete itibar ediyor deyip yakýnmaya da hakkýmýz yok. Çünkü böyle yanlýþ bir tutumu ne þikayet etmekle ne de itibar kazanmak için zengin olmaya çalýþmakla düzeltemeyiz. Çözüm, fakire de zengin ve nüfuz sahibi kimselere de ayný saygýyý gösterip takva sahibi salih müminleri el üstünde tutarak topluma örnek olmakta.

Maddi zenginlik tutkusunu ateþleyen diðer etkenlerin, mesela güç, iktidar ve hakimiyet arzusunun müslümandan beklenen tevazu ile baðdaþmadýðýný, yahut bu hýrs ve tutkunun yanlýþ tarafa bakmaktan, yani dünyalýkta bizden yukarda olanlara bakmaktan kaynaklandýðýný herhalde söylemeye gerek yok. Ama zenginlik tutkusuna “geçim sýkýntýsý”ný gerekçe gösterenlere, tükettiklerimizden ne kadarý zaruridir, ne kadarý ihtiyaçtýr, þöyle bir sorgulamalarýný salýk verelim.

Tükenmeyen hazine: kanaat

Buraya kadar anlattýklarýmýz zenginliðe veya zenginlere reddiye deðil. Zenginliði sadece maddi servet ve konfor olarak anlamanýn, günümüzde meziyet gibi görülmesine raðmen böyle bir zenginliðe heves etmenin, bunu dünya hayatýnýn yegane gayesi haline getirmenin yanlýþlýðýna dikkat çekmek istedik. Kaldý ki zenginlik tutkusu dediðimiz þey, belki zenginlerden çok tahammülsüz fakirlerin kalbini ve gözünü karartýyor.

“Gözümüzü zenginlik hýrsý bürümesin” ikazýndan, dünyayý ihmal etmek, nasibimizi aramamak, çalýþmamak, mal mülk sahibi olmaktan özellikle kaçýnmak gibi anlamlar çýkarýlmamasý gerektiðini bir kere daha hatýrlatalým. Dünya malý karþýsýnda nasýl bir tavýr alalým, neyi isteyelim öyleyse?

Büyükler dünyalýk karþýsýnda kanaatkâr olmayý öðütlemiþlerdir. Kanaat, zenginlik veya fakirliðin alternatifi üçüncü bir hal deðildir. Her iki durumda da lazým olan, her iki hali de tehlike olmaktan çýkaran ahlâkî bir tutumdur.

Ve yine büyükler ALLAH Tealâ’dan hayýrlýsýný istemeyi, hayýr istemeyi öðütlemiþlerdir. Hayýrlýsý ilimdir, ahlâktýr, imandýr. Kiþi kâmil bir mümin olduktan sonra zengin olmuþ, fakir olmuþ, önemli deðildir artýk. Öyleyse ALLAH’tan “gönül zenginliði” isteyelim. Gönül zenginliði imanladýr. Bu dünyada kim kalbini Ganiyy-i Mutlak olan Cenab-ý Hakk’a tahsis etmiþ bir müminden daha zengin, daha izzetli, daha mesut olabilir ki?

Zenginlik mi Üstün Fakirlik mi?

Pek çok Ýslâm alimi kitaplarýnda bir “fakr ve gýnâ” (fakirlik ve zenginlik) bahsi açarak bu iki halden hangisinin daha üstün olduðunu sorgulamýþ, hatta bu konuda müstakil kitaplar yazanlar olmuþtur.

Fakat bu husustaki görüþler bugün ya servet düþmanlýðýný yahut israf ölçüsündeki lüks ve konforu meþrulaþtýrmak amacýyla istismar edilmekte, baðlamýndan koparýldýðý için, ulemanýn muradý hilafýna yanlýþ anlamalara, kafa karýþýklýðýna sebep olmaktadýr.

Oysa zenginlik ve fakirlik birer “imtihan hali”dir. Bu ikisi bizatihi ne bütünüyle hayýrdýr, ne de þerdir. Nitekim insanýn ALLAH katýndaki statüsünü o kiþinin zenginliði veya fakirliði belirlemez. Üstünlük takva iledir. Zengin de takva sahibi bir mümin olabilir, fakir de… Yani bu iki halden biriyle imtihan edilen kulun tutumu önemlidir. Onun içindir ki zenginlik ve fakirlik karþýlaþtýrmalarýndaki “üstünlük” yahut “efdaliyet”i, “zengin mi daha üstün, fakir mi” gibi deðil, “takvaya ulaþmada bunlardan hangisi kula daha fazla avantaj saðlar” þeklinde anlamak gerekir.

Böyle bakýnca, insanlarýn zenginlik veya fakirlik karþýsýndaki farklý tutumlarýný esas aldýklarý için, bu konuda doðal olarak farklý görüþler serdeden ulemanýn bir ihtilaf içinde olmadýðý, görüþlerini desteklemek üzere baþvurduklarý ayet ve hadislerin çeliþmediði de anlaþýlacaktýr. Zaten dikkat edildiðinde görülecektir ki naslarda övülen veya yerilen zenginlik yahut fakirlik ayný hal deðildir.

Tasavvuf ehli, zenginlikteki tehlikelerin çokluðu gerekçesiyle “fakr”ý tercih etmiþ; yani kulun takvaya ulaþmasýnda fakr halinin daha münasip olduðunu söylemiþlerdir. Ancak onlarýn kastettiði fakr da bugünkü “fakirlik” anlayýþýndan çok farklýdýr.

Tasavvufta “Fakr ve Gýnâ”

Tasavvufta fakirlik ve zenginlik (gýnâ), ekonomik bir seviyeyi ifade etmek için kullanýlmaz. Bunlar kalbin bir halidir. Kemal noktasýnda birleþir, ayný halin adý olurlar. Bazý tarikatlerde “derviþ, sofi, mürid” anlamýna kullanýlan “fakir”, malý mülkü olmayan deðil, mala mülke meyli olmayandýr. Meyli olmadýðý için genellikle malý mülkü yoktur. Zaten ihtiyaç sahibi deðildir; dünyalýk talebinde bulunmaz. Gözü gönlü toktur, zaruret halinde dahi insanlardan bir þey istemez, eline geçeni baþkalarýna daðýtýr. Dünya nimeti adýna kendisine bir þey gelse de þükreder, gelmese de…

Tasavvufta “istiðna makamý” denilen fakrýn bu en üst mertebesi ayný zamanda zenginliðin de zirvesidir. Çünkü “kendisini ALLAH’tan baþka hiçbir varlýða muhtaç görmemek, hiçbir dünyalýk için ihtiyaç hissetmemek” anlamýna gelen istiðna kelimesi, zenginlik anlamýndaki “ðýnâ”dan türemiþtir.

Kalbine almadýktan sonra bir adamýn dünya kadar malýnýn olmasý, onun fakrýna engel deðildir. Yahut, yokluðundan dolayý kalbinde en küçük bir keder duymadýktan sonra bir adamýn malýnýn mülkünün olmamasý da onun “gönül zenginliði”ne engel deðildir.

Dünya yerine ahireti tercih etmek anlamýndaki “zühd” kavramýný da böyle anlamak gerekir. Zühd de fakr gibi dünyayý büsbütün terk etmek, baþkalarýna el açar hale gelmek, basit þeyler giyip periþan görünmek deðildir. Zühd, her iþte ahiret sevabýný öncelemek, dünyalýk bir þey kazanýldýðýnda bundan sevinç duymamak, bir þey kaybedildiðinde de bundan dolayý mahzun olmamaktýr. Kalbe alýnmayan bir zenginlik fakra engel olmadýðý gibi zühde de engel deðildir.

Ýhtiyaç ve Lüks

Fransýzcadan dilimize geçen “lüks” kelimesi ile ihtiyaç olmadýðý halde gösteriþ için yapýlan harcama kalemleri kastediliyor. Kelime tam olarak bunu karþýlýyor mu karþýlamýyor mu ayrý bir mesele. Biz lüksten, “infak edilmesi gerekirken nefsin hevasý uðruna israf edilen”i anladýðýmýzý söyleyip, lüks ile ihtiyacý nasýl ayýracaðýmýza bakalým. Çünkü israf ve sefahate itiraz ettiðinizde muhatabýnýz çoðu zaman bunun ihtiyaç olduðunu ileri sürebiliyor. Elbette þartlara göre birisi için lüks sayýlan bir baþkasý için ihtiyaç kabul edilebilir. Yine de israfa düþmemek için bir ölçü belirlemeye çalýþalým.

Bir þey meþru iþlerin görülmesinde kolaylaþtýrmak, zaman kazandýrmak gibi bir katký saðlýyorsa ihtiyaçtýr. Bu durumda o þeyin markasý, fiyatý, görüntüsü deðil, iþe yarar olmasý önemlidir.

Ancak meþru bir iþe yarama bakýmýndan daha ucuzuna / basitine nispetle hiçbir katkýsý olmayan, kullanmaktan ziyade gösteriþ için, herkesten farklý veya üstün görünmek için, yüksek bir sýnýfa mensubiyet çabasý için temin edilen her þey lükstür. Bir þeyin iþe yarayýp yaramadýðýný anlamaya çalýþýrken, o iþin “meþru” olup olmadýðý öncelikle sorgulanmalýdýr.


radyobeyan