Yahudilere Muamele By: saniyenur Date: 22 Temmuz 2012, 13:20:40
Yahudilere Muamele
Rasûlullah, Medine Yahudileri ile iliþkilerini dostça sürdürmek için büyük çaba sarfetmiþtir. Bunun bir sebebi, onlarýn kitab ehli olmalarý ve yeryüzünde Allah'ýn hükmünü üstün kýlma mücadelesinde Peygamber'i desteklemelerinin umulmasýydý. Diðer bir sebep ise, müslümanlann komþularý olmasý dolayýsýyla, bölgede huzur ve güvenin devam edebilmesinde de bu iyi komþuluðun sürdürülmesine duyulan ihtiyaçtý. Bu gaye ile Rasûlullah Yahudilerle bir anlaþma yaptý. Bu anlaþmaya göre hem müslümanlar hem de Yahudiler, Medine'yi düþmana karþý birlikte savunacaklar ve þehrin güvenliðini tehlikeye sokabilecek þekilde düþmanla yardýmlaþmayacaklardý. Her iki halk da Medine devletinin eþit vatandaþlarý olup, eþit haklar ve imtiyazlardan yararlanacaklardý.
Fakat Yahudiler anlaþmaya uymadýlar. Çeþitli yollarla düþmana yardým etmekle kalmadýlar, þehir içinde ve dýþýnda Hz. Muhammed ile ashabýna karþý entrikalarýný da sürdürdüler. Ne zaman düþman Medine'ye saldýrsa, Yahudiler onlara her türlü yardýmý gösterir, geride düþman kuvvetleriyle iþbirliði yaparak müslümanlarý arkadan vurmaya çalýþýrlardý. Sürekli tekrarlanan düþmanca hareketleri ve entrikalarýna raðmen Rasûlullah müslümanlarla barýþ içerisinde yaþayabilmeleri Ýçin Yahudilere her türlü fýrsatý tanýdý. Ne var ki onlar, Rasûlullah'a ve onun misyonuna olan düþmanlýk ve kinlerini hiçbir zaman terketmediler. Herhangi bir Yahudi kabilesinin açýk bir biçimde anlaþmayý ihlâl ederek düþmanla iþbirliði yapabileceði ve müslümanlara karþý fiilen savaþabileceði gibi benzer durumlarda gereken tedbirler hemen alýnýrdý. Tabiî bunlar Ýslâm devletinin bütünlük ve güvenliðinin korunmasýna yönelikti. Bedir savaþýnda Benî Kaynuka hainlik etmiþ ve bu olaydan piþmanlýk da duymamýþtý. Bundan dolayý Medine'den sürgün edildiler. Uhud savaþý sýrasmda Benî Nadîr düþmanla aktif bir biçimde iþbirliði yapmaktaydý. Onlara anlaþmanýn getirdiði yükümlülükler hatýrlatýldýðýnda Rasûlullah'i öldürme teþebbüsünde bulundular. Bunun üzerine onlar da Medine'den uzaklaþtýrýldýlar.
Gerçekte, Rasûlullah onlara karþý son derecede âlicenap ve merhametliydi. Oysa günün geçerli uygulamalarýna ve Yahudi þeriatýna göre bu suç, yetiþkin erkeklerin öldürülmesini, kadýnlarýn da câriye yapýlmasýný gerektiriyordu. Rasûlullah onlara þefkatle davranmýþ ve hayatlarýný baðýþlamýþtý. Medine'nin son Yahudi kabilesi Benî Kureyza Ahzab (Hendek) savaþýnda düþmanla ittifak kurmuþtu. Onlar, yaptýklarýnýn cezasýný Rasûlullah'in deðil de, eski dostlarý Sa'd b. Mu'âz'ýn kararlaþtýrmasýný istediler. Mu'âz da onlarýn
âkibetlerini Tevrat'a göre belirledi: Erkeklerin öldürülmesini, kadýn ve çocuklarýn köle yapýlmasýný, mallarýnýn da müslümanlar arasýnda paylaþtýrýlmasýný hükme baðladý. (Buhari ve Müslim).
Hayber Yahudileri özellikle Benî Nadîr'in kendi topraklarýna yerleþmesinden sonra, düþmanla birlik olup entrikalar çevirmekteydi. Maðlubiyetlerinden sonra, Rasûlullah'dan Hayber'de kalmalarýna, topraklarýný iþlemelerine izin vermesini rica ettiler. Karþýlýðýnda da ürünlerin yarýsýný vermeyi teklif ettiler. Rasûlullah onlara merhamet edip, tekliflerini kabul etti ve topraklarýnda kalmalarýna izin verdi.
Bu olaylar açýkça Rasûlullah'in Medine ve diðer bölgelerdeki Yahudilere özel bir ayrýcalýk verdiðini gösterir. Çünkü onlar kitab ehliydiler ve müslümanlar nezdinde önemli bir itibarlarý vardý. "Onlar barýþçý insanlar olarak kaldýklarý sürece herhangi bir çatýþma olmamýþtýr. Bütün dinî, hukukî ve ekonomik olaylarda özerklikten faydalanmýþlar ve baþarýlý olup zenginleþmiþlerdir." (Muhammed Hami-dullah, Muhammad Rasulullah, Karaçi, 1979, sh. 95).
Hz. Peygamber'in düþmanlarýný da kapsamak üzere bütün insanlara karþý merhametinin yoðunluðu yukarýda gösterildiði gibi O'nun yüce davranýþlarýndan anlaþýlabilir. Bu durum Kurân'ýn esirlerle ilgili olarak ortaya koyduðu prensiplerde de görülmektedir. Bütün bunlar, maðlup edilen savaþçý erkeklerin Öldürülmelerinin veya kadýn ve çocuklarýyla birlikte köle yapýlmalarýnýn genel bir uygulama haline geldiði bir zamanda olmuþtur.
Bu þartlar altýnda Ýslâm, esirlere muamele konusunda en insanî hukuka sahiptir. Bu hukuk, düþman tarafýndan tutsak edilmiþlerin kurtarýlabilmesi için lüzumlu tedbirlerin alýnmasýný, müslümanlarýn (ve Ýslâm devletinin) vazifesi kýlmýþtýr. Bu noktada zekâttan elde edilen gelirin bir bölümünün, kölelerin hürriyetlerine kavuþturulmasý iþine ayrýlmasý Kur'ânî bir emirdir: "Zekâtlar, Allah'tan bir farz olarak yoksullara, düþkünlere, onu toplayan memurlara, kalpleri müslümanlýða ýsýndýnlacaklara verilir; kölelerin, borçlularýn, Allah yolunda olanlarýn ve yolda kalanlarýn uðrunda sarfedi-lir. Allah bilendir, hakîmdir." (9: 60). Yine Kur'ân müslümanlara þunlarý öðütler: ".. .Asýl iyilik, o (kimsenin iyiliði)dir ki, Allah'a, ahi-ret gününe, meleklere, Kitab'a ve peygamberlere inandý; O'nun rýzâsý için yakýnlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmýþlara, düþkünlere ve boyunduruk altýnda bulunan (köle ve esir)lere mal verdi; namazý kýldý, zekâtý verdi. Andlaþma yaptýklarý zaman andlaþmalanný yerine getirenler; sýkýntý, hastalýk ve savaþ zamanlarýnda sabredenler; iþte doðru olanlar onlardýr, (Allah'ýn azabýndan) korunanlar da onlardýr." (2: 177). (Daha fazla bilgi için bkz.: Sîret Ansiklopedisi, c. I, "Savaþ siyaseti, kanunlarý, esirler ve af' kýsýmlarý, sh. 420, 429, 625).
Kölelerin azad edilmesi iki þekilde mümkün olur. Birinci þekilde, köle sahibiyle bir anlaþma yapar. Bu anlaþmaya göre, gereken parayý sahibine ödediði takdirde hürriyetine kavuþabilecektir. Ýþte bu durumdaki köleye gereken para yardým olarak verilir. Ýkinci þekilde, Ýslâm devleti kendi baþýna kölenin ücretini Öder ve onu azad eder. Birinci þekil genel bir kabul görmesine raðmen, ikincisinde görüþ ayrýlýklarý vardýr. Hz. Ali, Sa'id b. Cübeyr, Leys, Sevrî, Ýbrahim Nehâî, Þa'bî, Muhammed b. Sirîn, Hanefiler ve Þafiîler bunu gayri meþru sayarken, Ýbni Abbas, Hasan Basri, Mâlik, Ahmed ve Ebû Sevr devletin böyle bir fondan yapacaðý harcamayý meþru kabul ederler.
Ýnsanlarýn köle azad etmesini teþvik eden bir çok hadis vardýr. Ebû Hureyre Rasûlullah'in þu sözünü nakleder: "Her kim müslü-man bir köleyi âzad ederse Allah, onun her uzvuna karþýlýk, âzad edenin bir uzvunu cehennem ateþinden korur." (Buhari). Ebû Zer, Rasûlullah'a "hangi ibadet en faziletlidir?" diye sorduðunu: "Allah'a iman ve Allah yolunda cihad." buyurduðunu, bu defa kendisinin "hangi esir veya köleyi âzadlamak en faziletlidir?" diye sorduðunu belirtir. Ve bunun üzerine Rasûlullah'in de: "Pahasý yüksek ve sahibi yanýnda raðbeti çok olan." buyurduðunu nakleder. (Buhari). Ebû Musa da Rasûlullah'in; "Esirleri serbest býrakýnýz." buyurduðunu rivayet etmiþtir. (Buhari). Müslüman esirlerin düþman esaretinden kurtarýlabilmesi için diyetlerinin devlet hazinesinden ödenmesi (9: 60) veya Ýslâm devletinin esir aldýðý düþmanlarla deðiþtirilmesi hükümleri Rasûlullah'in bu hadisinden çýkarýlmýþtýr.
Para vererek köle âzad etmenin Rasûlullah tarafýndan yapýlmýþ bir örneði yoktur. Ancak bir defasýnda güzel bir düþman kadýnýný, Kureyþlilerce esir edilmiþ bazý müslümanlarla deðiþtirmiþti. Kadýn Benî Fezare seferinde ele geçirilmiþti ve bu kabiledendi. Arabistan'ýn en güzel kadýný olarak tanýnýrdý. (Taberi).
Müslümanlarýn elegeçirdikleri esirler konusunda Kur'ân'da açýk emirler vardýr. Muhammed sûresinde yer alan âyette þöyle belirtilir: "(Savaþta) inkâr edenlerle karþýlaþtýðýnýz zaman hemen boyunlarýný vurun. Nihayet onlarý iyice vurup sindirince baðý sýkýca baðlayýn (onlarý esir alýn). Ondan sonra artýk ya lütfedip býrakýr ya da fidye alýrsýnýz..." (47: 4). Enfâl sûresinde de þunlarý okuruz: "Yeryüzünde aðýr bas(ýp küfrün belini iyice kýr)ýncaya kadar hiçbir peygambere esirler sahibi olmak yakýþmaz..." (8: 67).
Aþaðýdaki temel hususlar müslüman fâkihlerce sözkonusu âyetlerden çýkarýlmýþtýr:
1- Savaþýn esas gayesi düþmanýn askerî kudretini yoketmektir. Böylece onun savaþma gücü azalacak ve teslim olacaktýr. Sonuçta savaþ sona erdirilebilecektir. Ýslâm ordusu hiçbir þart altýnda bu gayeyi gözden kaçýrmamalý,- dikkatini düþman askerlerini ele geçirme üzerinde yoðunlaþtýrmalýdýr. Düþmanýn bütün savaþma gücü yokedilip, savaþ meydanýnda savaþan bir tek insan bile kalmadýktan sonra, sýra esirlerin gözetilmesine gelmelidir.
2- Müslümanlara, esirlerine ya merhamet göstermeleri ya da onlarý serbest býrakmalarý söylenir. Ýlk kýsýmdaki merhametin birinci anlamý, onlara esaretleri boyunca þefkatle ve nezaketle muamele edilmesidir. Ýkinci manasý, öldürülmeleri veya ömürleri boyunca esir olmalarý yerine müslümanlara köle olarak daðýtýlmalarýdýr. Üçüncü durumda zýmmî olarak kabul edilirler ve cizye ödemeleri gerekir. Son olarak, "merhamet" kelimesi herhangi bir ödeme yapýlmaksýzýn esirlerin serbest býrakýlmasý manasýna da gelir. Kölelerin belirli bir karþýlýða göre serbest býrakýlmasýnda üç yol izlenebilir: Birincisi, belirli miktarda para ödenerek, ikincisinde, esirlerin bazý hizmetleri yerine getirmeleri þartýyla, son þekilde ise düþmanýn esir aldýðý müslümanlarla deðiþtirilerek.
Rasûlullah ve ashabý bu muhtelif yollardan her birini zaman ve mekâna göre farklý olaylarda uygulamýþlardýr.
3- Yukarýda sözü edilen "merhametli mua-mele"nin ilk Ýcabý, esirlerin tutsaklýklarý süresince yiyecek ve giyeceðinden, hasta veya yaralý iseler saðlýk durumlarýndan devletin mesul olmasýdýr. Ýslâm fýkhý esaret altýndakilerin aç-açýk býrakýlmalarýna, korkutulup dövülmelerine müsaade etmez. Aksine, müslümanlarm onlara þefkat ve merhametle muamele etmeleri öðütlenir. Bedir savaþýnda elegeçirilen esirlerin sahabe arasýnda paylaþtýrýldýðý ve onlara iyi davranýlmasýnm Öðütlendiði hususunda Hz. Peygamber'in sünnetinden çeþitli örnekler zikredilir. Esirlerden biri olan Ebû Aziz daha sonralarý þunlarý söylemiþti: "Ben, Ensar'dan bir ailenin nezaretindeydim. Sabah ve akþam olmak üzere her iki öðünde de bana ekmek verdiler. Oysa onlar sadece hurma ile idare ediyorlardý." Ateþli bir hatip olan ve ayný zamanda Hz. Peygamber'in aleyhinde de konuþmalar yapmýþ olan Süheyl b. Amr bir diðer, esirdi. Ashabdan bazýlarý onun diþlerinin kýrýlmasýný teklif ettiðinde Rasûlullah þu cevabý vermiþti: "Eðer onun diþlerini kýrarsam, peygamberi olmama raðmen Allah da benim diþlerimi kýrar." (Ýbni Hiþam). Yemâme kabilesinin reisi Sümâme b. Üsâl esir edilmiþti. Esareti süresince O'na, Rasûlullah'in emriyle güzel yiyecek ve süt verildi. (Ýbni Hiþam). Bu uygulamalar Rasûlullah'in ashabýnca da sürdürüldü. O devirde müslümanlarm savaþ esirlerine kötü davrandýklarýna dair herhangi bir örnek yoktur.
4- Merhametle muamele etmenin, ikinci mânasýna gelince: Ýslâm, esirleri sürekli esaret altýnda tutarak, onlarý zorla çalýþtýrma yolunu uygulamaz. Eðer, esirlerin deðiþimi veya hem esirlerin kendisi hem de ülkeleriyle fidye karþýlýðý onlarýn serbest býrakýlmalarý konusunda herhangi bir çözüm bulunamaz ise, bu durumda esirler, þahýslara köleler olarak daðýtýlýrlar. Tabiî ki, sahiplerine onlara þefkatle davranmalarý öðütlenir. Bu usûl, Rasûlullah ve ashabý devrinde kabul görmüþtü. Bununla birlikte bir nokta hatýrda tutulmalýdýr: Bir kimse esaretinden önce Ýslâm'ý kabul etse, ancak þu ya da bu þekilde esir edilecek olsa, bu kiþinin serbest býrakýlmasý gerekir. Fakat bir kiþi, esir edildikten veya bir baþkasýna verildikten sonra müslü-man olursa hürriyetini kazanamaz. îmrân b. Hüseyn, Benî Ukeyl'den bir kimseninn tutsak edildikten sonra müslümanlýðýný ilân ettiðini, bunun üzerine Rasûlullah'in þöyle buyurduðunu nakleder: "Sen bu sözünü esir edilmeden önce söylemiþ olsaydýn, elbette kurtulmuþtun." (Ahmed, Müslim ve Tirmizi). Ayný hususta, Hz. Ömer de þöyle demiþtir: "Bir kiþi müslü-manlar tarafýndan esir edildikten sonra Ýslâm'a girerse öldürülmekten kurtulur; ama savaþ ganimeti muamelesi görmekten kurtulamaz." Bu yüzden Ýslâm hukukçularý arasýnda, esaretinden sonra müslüman olan bir kimsenin kölelikten kurtulamayacaðý hususunda tam bir görüþ birliði vardýr. (Ýmam Muhammed, Kita-bü' s-Siyerü' l-Kebir).
5- Esirlere ihsanýn üçüncü þekli, esirlerin Ýslâm devletinde hür olarak yaþayan ve korunan bir tebâ olmalarý hasebiyle devlete senelik cizye ödemeleridir. Bunlar müslümanlar gibidirler, ancak zýmmî sta-tüsündedirler. Bir kiþiyi esir etmek nasýl meþru ise, onlara cizye ödettirmek ve zýmmî kabul etmek de öylesine meþrudur denilmiþtir. Bir beldede, onlarýn cizye ve toprak vergisiyle (haraç) mükellef tutulmalarý, sonra da hür olduklarýnýn ilân edilmesi müslüman yöneticilerin (Ýslâm devletinin) yetkisindedir. (Kitabü? s-Siye-rü'l-Kebir). Bu tarz uygulamalar, genel olarak, esirlerin yeni fethedilen bir bölgenin esir edilen halký hakkýnda yapýlmýþtýr. Rasûlullah Hayber halkýna bu örneðe uygun bir uygulamada bulunmuþtur. Daha sonra Hz. Ömer Irak ve diðer ülkeleri fethettiði zaman büyük ölçüde bu örneðe uymuþ ve ona göre hareket etmiþtir. Irak fethedilince, bölge halkýndan bazýlarý Hz. Ömer'e gelerek þöyle derler: "Ey mü'-minlerin emîri! Biz bundan önce Ýran yönetimi altýnda idik, bize çok eziyet ettiler, çok kötü muamelede bulundular, çeþit çeþit ezâ ve cefâ çektirdiler. Sonra Allah sizi gönderdi, biz de sizin geliþinizden memnun olduk. Size karþý ne savunma yaptýk, ne de yapýlan savaþa katýldýk. Fakat, duyduk ki, bizleri köle yapacakmiþsý-mz. Doðru mu?" Bunun üzerine Ömer þu cevabý verdi: "Ýslâmý kabul etmek veya cizye verme yollarýndan birini seçiniz ve hürriyetinizi muhafaza ediniz." Onlar da cizye vermeyi seçerek serbest býrakýldýlar ve müslümanlarla ayný medenî haklardan faydalandýlar. Ebu Ubeyd, Hz. Ömer'in Ebû Musa el-Eþ'arî'ye þunlarý yazdýðýný nakleder: "Savaþta ele geçirilen kimselerden çiftçi ve köylü olanlarým serbest býrakýnýz.!' (Ebû Ubeyd, Kitâbû' l-Emvâl)..
6- Esirlere ihsanýn dördüncü þekli, onlarýn tamamýný herhangi bir fidye veya karþýlýk beklemeksizin serbest býrakmaktýr. Bu, Ýslâm devletinin esirin genel durumu karþýsýnda kullandýðý özel bir yetkidir. Bu özel yetki ile, onu hayat boyu memnun býrakarak düþmanlýktan dostluða, kâfirlikten müslümanlýða dönmesi ümidi ile esir serbest býrakýlmaktadýr. Þurasý çok açýktýr ki, düþman tarafa mensup bir kiþinin müslümanlarla savaþmak için tekrar geri gelmesini göze almak bir risktir. Fakat herhangi bir þekilde faydalý olabileceði düþünülürse, böyle yapmakta bir sakýnca yoktur. (Kitâbû s-Siyerü'l-Kebir). Yukarýda belirtildiði þekilde, Hz. Peygamber tarafýndan yapýlmýþ birçok Örnek vardýr. Benî Kureyza kabilesinden esir edilen Zübeyr b. Bata ve Amr b. Sa'd'ý Hz. Peygamber serbest býrakmýþtý. Zübeyr'in hayatýný baðýþlamasýnýn sebebi, cahiliye günlerinde yapýlan Buas Savaþý sýrasýnda onun Ensâr'dan Sabit b. Kays'ý himaye ederek korumasý idi» Hz. Peygamber, Sabit'e yaptýðý iyiliðe karþýlýk olarak Zübeyr'i serbest býraktý. Amr b. Sa'd ise, kabilesi Hz. Peygamber ile yaptýðý anlaþmayý bozarken, herhangi bir ihanette bulunulmamasý için elinden gelen çabayý sarfetmesi hasebiyle serbest býrakýldý. (Kitâbû'l-Emvâl).
7- Rasûlullah zamanýnda esirlerin para karþýlýðýnda salýverilmeleri konusunda bir tek örnek vardýr: Bedir savaþýndan sonra her bir esir, 1.000 ile 4.000 dirhem arasýnda bedel ödemek þartýyla serbest býrakýlmýþtý. (Tabakatvç Kitâbû'l-Emvâl).
8- Esirlerin bir takým hizmetler karþýlýðýnda serbest býrakýlmasýnýn Örneðini yine Bedir olayýnda görüyoruz. Kureyþ esirlerinden mâlî gücü olmadýðý için fidye veremeyenlerin serbest býrakýlmalarý için Hz. Peygamber her bir esirin Ensar çocuk larýndan on tanesine okuma yazma öðre' meþini þart koþmuþtu. (Müsned-i Ahme ve Kitâbû' l-Emvâl).
9- Savaþ esirleri deðiþiminin bir kaç örneðini Hz. Peygamber zamanýnda görebiliriz. Daha önce zikredildiði gibi çok güzel bir Kureyþli kadýn esir, birçok müslüman esir karþýlýðýnda deðiþtirilmiþti. (Müslim, Ebû Dâvud, Tahavi, Kitâbû'l-Emvâl ve Tabakat). Ýmrân b. HÜseyn'den nakledildiðine göre, bir defasýnda Sakif kabilesi iki müslümaný yakalamýþtý. Daha sonra, onlarýn dostu olan Benî Ukeyl kabilesinden bir kiþi müslümanlar tarafýndan esir alýndý. Hz. Peygamber bu adamý Taife göndererek karþýlýðýnda esir edilen iki müslümanýn serbest býrakýlmasýný saðladý. (Müslim, Tirmizi ve Ahmed)
10- Kur'ân'daki "...(Savaþ sona erince) Ondan sonra artýk ya lütfedip býrakýr ya da fidye alýrsýnýz..." (47: 4) âyetinin tefsirinden 'savaþ esirleri öldürülmemelidir' hükmü çýkarýlmýþtýr. Abdullah b. Ömer, Hasan Basri, Atâ ve Hammâd b. Ebî Süleyman âyetin metnini genel görüþ olarak almýþlardýr. Onlar, 'bir kiþi ancak savaþ sýrasýnda öldürülebilir' hükmünde ýsrar etmiþlerdir. Savaþ sona erdiðinde, esirler de hapsedildiklerinde, onlarý öldürme hakký ortadan kalkar. Ýbni Cerir ve Ebu Bekir el-Cessas'dan rivayet edildiðine göre, Haccac b. Yusuf savaþ esirlerinden birini Abdullah b. Ömer'e göndererek onu öldürmesini emretmiþti. O da bu âyeti (47:4) okuyarak, "Esir edilmiþ birinin öldürülmesine, bu âyete göre izin yoktur." diye esiri öldürmeyi reddetmiþti. Yine Abdullah b. Âmir'in, Abdullah b. Ömer'e bir savaþ esirini öldürme emri verdiði, ancak onun ayný sebebe dayanarak bu emre itaat etmediði zikredilir. (Siyerü'l-Kebir).
11- Bu âyette, esirleri öldürme açýk bir þekilde yasaklanmamýþtýr. Bundan yola çýkarak Hz. Peygamber, Allah'ýn emrinin özünü þu þekilde anlamýþ ve uygulamýþtýr: Ýslâm devlet baþkaný, bazý savaþ esirlerinin öldürülmesini gerekli buluyorsa ve bunun için özel durumlar ve mecburiyetler hissediyorsa öldürebilir. Fakat bu genel bir kural deðil, yalnýzca bir istisnadýr. Buna mecbur kalýndýðýnda baþvurulabilir. Rasulullah, Bedir'deki 70 esirden Ukbe b. Ebî Muayt ve Nadr b. el-Haris'in, Uhud esirlerinden ise yalnýz þair Ebû Azze'nin öldürülmesini emretmiþti. Hayber savaþý esirlerinden sadece Kinane b. Ebî'l-Hukayk, anlaþmayý bozduðu için Öldürülmüþtü. Mekke'nin fethinde ise yalnýzca birkaç kiþinin Öldürülmesi emredilmiþti ki, zaten onlar da çok aðýr suçlar iþlemiþlerdi.
Bu birkaç istisnanýn dýþýnda, Rasulullah 'in genel tavrý, savaþ esirlerinin öldürülmemesi doðrultusundaydý.
Bütün bunlar, islâm'ýn savaþ esirleri konusunda çok þümullü bir hukuk meydana getirdiði gösterir. Bu kurallar bütün muhtelif hâdiselerde, muhtelif zaman ve mekânlarda deðiþen problemlere tatminkâr çözümler üretebilen bir faaliyet alanýdýr. {Tafheem al-Qur'an, c. V, sh. 12-18).
Bununla beraber, savaþ esirlerinin problemleriyle Ýlgilenen Ýslâm hukukunun insanî, mâkûl; kin ve intikamdan uzak olduðunu belirtebiliriz. Ýslâm, problemlerin, hem kazanana hem de maðluba zarar vermeden, bölgede kalýcý barýþý saðlamaya hazýrlýk olacak þekilde, gerçekçi ve insanî bir tavýrla çözümlenmesini önerir. Ayný zamanda her iki tarafa, insanlarýn itibar, þeref ve canlarýna hürmet etmelerini hatýrlatýr. Bu hukuk, uluslararasý savaþ halinde, düþman ülkenin vatandaþý tarafýndan iþlenen suçlarýn, kiþisel suçlar olarak telâkki edilemeyeceðini, bu þartlar altýnda, yargýlamasýnýn ve cezasýnýn þahsî olamayacaðýný belirtir. Ancak çok istisnai durumlarda, devlet, adalete uygun bulur, kiþi de suçlarýný kendi baþýna, kendi gücüyle iþlemiþ olursa, bu kimse iþlediði suçlardan yargýlanýr ve gereken cezaya çarptýrýlýr.
Sonuç olarak, bu konuda genel prensip, savaþ esirlerinin öldürülmemesidir. Ancak, "bu hüküm, esirlerin savaþ haklarý dýþýnda, iþledikleri suçlardan yargýlanýp, cezalandýrýlmalarýna engel deðildir. Rasûlullah'in yüksek yetkisini kullanarak, Bedir'de elegeçirilmiþ iki esirin öldürülmesini emretmesi bu konuya örnek bir uygulamadýr." (Ýbni Hiþam). Bir esirin savaþ sýrasýnda savaþýn gereði olarak yaptýklarýndan sorumlu tutulamayacaðý, Ýslâm hukukçularý tarafýndan açýkça kabul edilmiþtir. Ayný þekilde savaþçýlarýn, müslümanlann canlarýna ve mallarýna verdikleri zararlardan mesul olmayacaklarý konusunda da tam bir görüþ birliði vardýr. Onlar, Ýslâm'a girseler veya zýmmî olarak Ýslâm devletinin vatandaþlarý olsalar dahi bu durum deðiþmez. Dinleri (veya devletleri) onlara bu doðrultuda emir verdiði için vicdanen böyle yapmak zorundaydýlar ve bu sebeple müslümanlara karþý muarýz bir güç oluþturmuþlardýr. Bu noktada, onlar müslü-manlarla ayný mantýða sahiptirler. Mallarýn ganimet olarak elegeçirilmesinde de ayný durum geçerlidir. (Dubusiy, Asrar, varak 148a).
Esirlerin Haklarý: Yukarýda açýklandýðý gibi, esirler her þart altýnda gözetilmesi gereken belirli haklara sahiptirler. "Onlar, sýcaktan, soðuktan ve benzeri durumlardan korunurlar. Rasûlullah'in uygulamasýnda olduðu gibi, giyecekleri yoksa giyecek saðlanýr." (Buhari). Herhangi bir problemleri varsa, rahatsýz iseler, bunlar mümkün olduðunca giderilir. Bu ayný zamanda, bizzat Rasûlullah 'in hareket tarzýdýr. (Ýbnü'1-Esir). Esir, vatanýndaki malý için vasiyet yazma hakkýna sahiptir. (Serahsî). Açýktýr ki, bu vasiyet uygun kanallarla düþman yöneticilerine bildirilecektir.
Esirler arasýnda, anne çocuðundan, diðer yakýn akrabalar da birbirlerinden ayýnlmazlar. (Serahsî). Esirlerin Ýtibar ve mevkileri þahsî durumlarýna göre tesbit edilir. (Makrizî). Rasûlullah'a isnad edilen bir hadiste þöyle denilir: "Maðlûp ettiðiniz bir milletin itibarýna, þerefine hürmet edin." (Câhýz ve Ýbni Asâkir). Ýslâm tarihinin ilk yýllarýnda, esirlerin zorla çalýþtýrýldýðýný gösteren herhangi bir delil yoktur. Eðer, kaçmaya çalýþýp baþara-mazlarsa, düzen ve disiplini bozarlarsa cezalandýrýlabilirler. Kaçma teþebbüslerinde baþarýlý olduktan sonra, tekrar yakalanýrlarsa, önceki kaçma suçlarý cezalandýrýlmalarý için bir sebep oluþturmaz. Sadece, esirin kaçmamak için verdiði sözü tutmamasý belki cezayý gerektirebilir.
Esirlerin köleleþtirilmesine gelince: Hz. Peygamberin savaþ esirlerine böyle yaptýðýna dair çok az Örnek vardýr. Ancak, þimdiye kadar açýklandýðý gibi Rasûlullah'in genel uygulamasý onlarýn hepsini serbest býrakmaktý. En bilinen olay, Benî Kureyza Yahudilerin-den kadýn ve çocuklarýn köleleþtirilmesidir. Fakat bu karar, Yahudilerin kendi seçtikleri bir hakem tarafýndan verilmiþ ve bu kararda Hz. Peygamber'in herhangi bir etkisi olmamýþtý. Kaldý ki bu hüküm Yahudi þeriatýyla tam bir uyum ilerisindedir. Zira, (Eski Ahid) Tevrat'ta þöyle denilir: "Bir þehre karþý ceng etmek için ona yaklaþtýðýn zaman, onu barýþýklýða çaðýracaksýn. Ve vaki olacak ki, eðer sana sulh cevabý verirse, ve kapýlarýný sana açarsa, o vakit vaki olacak ki, içinde bulunan bütün kavim sana angaryacý olacaklar, ve sana kulluk edecekler. Ve seninle musalaha etmeyip ceng etmek isterse, o zaman onu muhasara edeceksin. Ve Allah'ýn Rab onu senin eline verdiði zaman, onun her erkeðini kýlýçtan geçireceksin; ancak kadýnlarý, ve çocuklarý, ve hayvanlarý, ve þehirde olan her þeyi, bütün malýný kendin için çapul edeceksin; ve Allah'ýn Rabbin sana verdiði düþmanlarýnýn malýný yiyeceksin. Bu milletlerin þehirlerinden olmayýp senden çok uzakta bulunan bütün þehirlere böyle yapacaksýn." (Tesniye, 20:10-15).
Hz. Peygamber'in siyaseti, "Araplar köle-leþtirilemez" hükmüyle zirvesine ulaþtý. (Mebsut ve Þerhü's-Siyer'ül-Kebir). Halife Ömer, savaþan ülkenin köylü, esnaf ye meslek sahibi vatandaþlarýnýn köle yapýlmamasý için emirler vermiþtir. (Kenziý l-Ummal.)
Kur'ân, kölelerin serbest býrakýlmasýný çeþitli þekillerde teþvik eder: "...Allah rýzasý için... boyunduruk altýnda bulunan (köle ve esir)lere mal verdi... iþte doðru olanlar onlardýr..." (2:177). Tevbe sûresi zekâtýn bir bölümünün, kölelerin âzad edilmesinde kullanýlmasý için ýsrar eder (9: 60). Paranýn böylesi gayeler uðrunda harcanmasýnýn zorluðuna raðmen, Be-led sûresinde yer alan âyetle, bu amelin üstünlüðü belirtilir: "(O) Sarp yokuþun ne olduðunu sen nereden bileceksin? Bir boynu (kölelik zincirinden) çözmek(tir)." (90:12-13). Kur'ân'ýn bazý âyetlerinde, köle âzad etmenin birçok günah ve hata Ýçin kefaret olduðu ifade edilir. (4: 92; 5: 89-93). Aþaðýdaki âyet, Halife Ömer tarafýndan þu þekilde yorumlanmýþtýr: Müslüman bir köle çalýþýp, sahibine deðerini ödemek isterse, bu teklifin köle sahibi tarafýndan reddedilmesine izin verilmez. Ayette þöyle denilmektedir: "...Ellerinizin altýnda bulunan (köle ve câriye)lerden, mükâtebe (akdi) yapmak (çalýþýp belli bir para ödemek karþýlýðýnda hürriyetlerini kazanmak isteyenler) isteyenlerle -eðer kendilerinde bir iyilik görürseniz- mükâtebe yapýn (bedel vermelerini kabul edin)..." (24: 33).
Bu örnekler, Rasûlullah'in düþkün ve âciz durumdaki insanlarýn durum ve statülerini geliþtirmek için nasýl ciddî gayretler sarfettiðini gösterir. Bu tedbirlerin, köleliðin genel bir uygulama olduðu, zayýf ve yoksul insanlarýn tam olarak haklarýna sahip çýkamadýðý 1400 yýl önce, toplumdaki zayýf insanlarýn toplumsal mevkiilerini geliþtirmek için alýndýðý unutulmamalýdýr. O zaman alýnmýþ bu tedbirlerin yapýsýný ve büyüklüðünü, modern zamanlarda birçok medenî ülkede olanlarla karþýlaþtýrdýðýmýz zaman, bu inkýlâpçý deðiþiklikleri yapan Hz. Muhammed'in üstün þahsiyeti hakkýnda bir fikre sahip olabiliriz. Modern zamanlarda, ýrk ayrýmýnýn ve renk konusundaki peþin fikirlerin deðiþik biçimlerinin, nerede ise dünyanýn bütün medenî ülkelerinde önemsenip, uygulandýðým görebiliriz. Farklý renklerdeki birçok insana, uygulamalarda ikinci sýnýf vatandaþ muamelesi yapýlmaktadýr. Avrupa'nýn hemen hemen bütün ülkelerinde beyazlar, daha düþük vasýf ve eðitimlerine raðmen tercih edilirlerken, diðer renklerdeki insanlar, öðrenimlerine, uzmanlýklarýna ve akademik kariyerlerine uygun iþ bulamamaktadýrlar. Buna raðmen, onlar, Ýslâm'ý ve Peygamber'ini nasýl eleþtirebilirler? ... O Peygamber ki, toplumun sosyal, ekonomik ve siyasî sahalarýnda inkýlâpçý deðiþiklikler yapmýþ, zayýfa ve yoksula uygun ve gerekli haklarýný vermiþ, onlan bütün sosyal ve medenî haklardan faydalanmada elit tabakayla eþit kýlmýþtýr. Çalýþana itibarý, yoksula saygýyý erkek ve.kadýn kölelere toplumsal statülerini veren, onlan Ýslâm devletinin eþit vatandaþlarý yapýp, hepsine ayný þekilde muamele eden Hz. Muhammed'den baþkasý deðildir. Buna kadýnlar da dahildir. O, kadýnlarýn toplumdaki mevkilerini yükseltmiþ, onlara erkeklerle eþit haklar vermiþtir (2: 228). Hz. Peygamber, kadýnlarýn yaratýlýþlarýna uygun görevlerini faal bir þekilde yapabilmelerinde lâzým olabilecek bilgi ve hünerleri elde edebilmeleri için onlara bütün kapýlan açmýþtýr. Hayat yolunda, kadýnlara erkeklerle eþit haklar verilerek, onlara, babalannýn, erkek kardeþlerinin, kocalarýnýn ve oðullarýnýn mirasýndan bir pay almalan saðlanmýþtýr. Kadýnlar din, eðitim, ekonomi ve sosyal hayatýn her sahasýnda ayný haklardan faydalanýrlar. (Daha fazla bilgi için bkz.: Sîret Ansiklopedisi, c. II, 1. bölüm).