Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Feodalizmin Sonu By: saniyenur Date: 20 Temmuz 2012, 18:58:42
FEODALÝZMÝN SONU

Rasûlullah, ayný þekilde feodal beyle­rin/aðalarýn, köylülere hiç bir ücret ödemeksi­zin yaptýrdýklarý hizmetlerin, bayaðý iþlerin ve diðer feodal mecburiyetlerin her çeþidini orta­dan kaldýrmýþtýr. Feodalizmde bir tek kiþinin boyunduruðu altýnda yaþayan insanlar tama­men serbest kalmýþlar, feodal beylerin sulta ve Ýmtiyazlarýna son verilmiþtir. Bunun yeri­ne, Ýslâm, din kardeþleri arasýnda tam bir iþ­birliði temeline dayanan çok yakýn iliþkiler kurdurmuþ ve geliþtirmiþtir. Ýslâmî kardeþlik­te herkes, üstünlük veya aþaðýlýk hissi duy­maksýzýn birbirlerinin iþlerini yaparlar. Ger­çekte, Ýslâm, toprak sahibi ile köylüler arasýn­daki iliþkilerin esas yapýþým tamamýyla deðiþ­tirmiþtir. Bu iliþkiyi köle-efendi iliþkisi ol­maktan çýkarýp, anlaþma þekline dönüþtür­müþtür. Bununla beraber, köylüleri feodal dü­zenin zulmünden kurtarmada Ýslâm'ýn oynadý­ðý rolü doðru bir þekilde deðerlendirebilme­miz açýsýndan feodalizmi ve feodalizmin te­mel niteliklerini açýklamak faydalý olacaktýr. "Feodalizm", sürekli kölelik düzeninden fark­lý bir üretim tarzýna sahiptir. Bu düzende top­rak sahibi veya temsilcisi üründen belirli bir pay alýrken, kiracý köylüleri kendi iþlerinde kullanma imtiyazý, olmazsa para veya eþyala­rýný alma gibi özel haklarý da vardýr. Bu açýk­lamaya göre feodal toplumun iki sýnýftan meydana geldiðim söyleyebiliriz: (1) Feodal topraklarýn sahipleri, (2) Köylüler. Bu sýnýf çiftçiler, tarým iþçileri ve sayýsý diðerlerinden daha hýzlý azalan kölelerden oluþmaktaydý? Esas üretici, çiftçilerdi. Bununla birlikte top­rak sahibi olma, ailelerinin geçimini saðlaya­cak kadar üründen pay alma ve ziraat yaptýk­larý yerlerde çiftlik evleri inþa etme haklarýna sahiptiler. Bunlara karþýlýk, onlar da toprak sahiplerinin tarlalarýnda, kendi hayvan ve va­sýtalarýyla haftalýk imece (ücretsiz) çalýþmasý yapmak, hasat ve biçme zamanýnda ilave hiz­metler görmek ve bayramlarda verebildikleri kadar hediye vermek zorundaydýlar. Ayrýca zahirelerini öðütme, üzümlerini sýkma iþleri­ni, toprak sahibinin deðirmen ve makinelerin­de yaptýrmalarý gerekirdi. (Raþid el-Baravi, Communism).

Derebeyi, topraklarýnda yaþayan köylüler üzerinde tam bir idarî ve hukukî güce sahipti.

Feodalizmde gerçek üretici, bugünkü anladý­ðýmýz þekliyle hür deðildi; ne tam olarak top­raða sahip olur, ne de satabilirdi; miras býra­kamaz ve hibe de edemezdi. Efendisinin top­raklarýnda kendi maddî kayýplarý pahasýna zorla çalýþtýrýlýrlardý. Dahasý, efendisine bo­yun eðmenin iþareti olarak sýnýrsýz Ölçülerde vergiler ödemek zorundaydý. Toprakla birlik­te efendileri de deðiþirdi, birinden ötekine... Zira, hür iradesiyle, iþ aramak için topraðýný deðiþtirme veya baþka bir efendinin hizmeti­ne girme hakkýna dahi sahip deðildi. Bu þekil­de, Ortaçaðdaki köylüler, eski zamanlarýn kö­leleri ile modern zamanlarýn hür köylüleri arasýnda bir bað oluþturur.

Köylüye vereceði topraðýn geniþliðini belirle­yen efendi idi. O, ayný þekilde kiracý köylüle­rin yerine getirmelerini istediði hizmetleri ka­rarlaþtýrýrdý. Toprak sahibi böylesi önemli ka­rarlar verirken, diðer toprak sahiplerinin hak­larýný veya köylülerin ihtiyaçlarýný gözönünde bulundurmazdý. Böyle bir mecburiyeti yoktu.

Onüçüncü yüzyýlda kanun dýþý olarak meyda­na gelen büyük göç hareketleri sonunda, an­garyadan ücret karþýlýðý iþ gören tarým iþçile­rini ortaya çýkararak sona erdi. "Çiftçilerin fi­rarý" adýyla bilinen bu hareket, toprak sahip­lerinin kaçan köylüleri geri istemelerine se­bep oldu. Toprak sahipleri, derebeyliklerini ihlâl eden bütün iþçileri esir etme yetkisiyle donatýldý ve bu hususta anlaþma saðlandý. Fa­kat bu firar hareketi bütün beldelerde genel bir davranýþ hâline geldi. Bu yüzden derebey­leri topraklarýnda ziraat iþlerini yürütebilmek için kiralýk iþgücüne muhtaç kaldýlar ve bu baðýmlýlýklarý giderek arttý. Sonuçta, derebey­lerinin aralarýnda yaptýklarý anlaþma önemini kaybederek, yavaþ yavaþ uygulanamaz hâle geldi. Bu durum, aralarýndaki iþbirliðinin gi­derek azalmasý anlamýna geliyordu. Bu olayýn bir diðer kaçýnýlmaz sonucu þu idi: Artýk, hiç­bir ödeme yapýlmaksýzýn, zorla çalýþtýrýlan köylüler yoktu. Yerlerine, ücretleri peþin ola­rak ödenen iþçiler gelmiþti.

Köylülerin bir çoðu soylularýn ve derebeyleri­nin emirlerine karþý çýktýlar, kademeli olarak baþarýlý da oldular. Zira, onlarýn istekleri, git­tikçe fazlalaþmýþ, altýndan kalkýlamaz yükler haline gelmiþti. Þartlar köylülerin lehine ge­liþti ve onlar hürriyetlerini satýn aldýlar. Bu durum, 14. yüzyýlda tarým iþçilerinin hürriyet­leri bu þekilde herkes tarafýndan kabul edilin­ceye kadar devam etti. Bununla birlikte, za­man içinde meydana gelen önemli deðiþiklik, feodal düzenin dayandýðý temelin çökmeye baþlamasiydý ki, gelecek yüzyýllar onun tama­men yokoluþunun þahitleri oldu. (Communism, sh. 22-23).

Bunlar feodalizmin dayandýðý temel unsurlar­dýr. Feodal toplumun bu özelliklerini zihni­mizde tutarak, þimdi þunlarý sorabiliriz: Ýslâm tarihinde böylesi bir feodalizme þahit olun­muþ mudur? Olunduysa, ne zaman ve nerede?

Bazý araþtýrmacýlara veya Ýslâm'ýn etrafýnda þüpheler kondurmak için fýrsat kollayanlarý mazur gösteren görünüþteki benzerliðin aslý þudur: Tarihin bazý devirlerinde Ýslâm toplu­mu, zaman içinde oluþmuþ iki sýnýftan mey­dana gelmiþti. Bunlar toprak sahipleri ile on­larýn topraklarýnda çalýþan köylülerdi. Ancak bu sadece bir dýþ görünüþten ibarettir. Hiç bir akýl, Ýslâm'ýn, feodalizmle karýþtýrýlmasýný haklý çýkaramaz. Ýslâm ile feodalizm arasýn­daki karþýlaþtýrmayý kolaylaþtýrmak için, feo­dalizmin temel özelliklerini aþaðýdaki gibi özetleyebiliriz:

1- Sürekli tâbiiyet (kölelik).

2- Köylünün efendisine karþý yapmakla mü­kellef olduðu mecburiyetler:

a- Haftada bir tam gün, derebeyinin top­raklarýnda mecburî ve ücretsiz çalýþma;

b- Hasat zamanlarýnda, yapýlmasý gereken ücretsiz ve mecburî hizmetler;

c- Bayramlarda ve muhtelif vesilelerle, köylünün yoksulluðuna veya derebeyi­nin zenginliðine bakýlmaksýzýn derebe-yine hediye takdimi;

d- Hububatýn derebeyinin deðirmenlerin­de öðütülmesi. (Ýslâmda þarap gibi al­kollü içkiler yasak olduðundan, üzüm­lerin derebeyinin makinelerinde sýktý-nlmasý mecburiyetim geçiyoruz).

3- Köylülerin kiralayacaklarý topraðýn geniþli­ði, yapmalarý gereken hizmetler ve ödeye­cekleri vergiler konusunda tek belirleyici unsur derebeyinin kapris ve arzularýdýr.

4- Derebeyinin elinde bulunan idare ve kanun gücü, sabit, belirli bir hukuka uygun ola­rak deðil de, toprak sahibinin arzu ve is­teklerine göre uygulanýrdý.

5- Köylülerin peþin para karþýlýðý hürriyetleri­ni satýn alma mecburiyeti sonunda feoda­lizmi tüketti ve yozlaþma sürecini baþlattý.

Bütün bu unsurlar gözden geçirilerek, bütün Ýslâm tarihinden benzer özellikler aranmalý­dýr. Ne var ki bu çaba, kesinlikle sonuçsuz kalacaktýr. Çünkü, Ýslâm tarihinde buna ben­zer olaylar vâki olmamýþtýr. (M. Qutb, islam, The Misunderstood Religion).

Ýslâm'da, kabul edilmiþ olan kölelik þeklinin dýþýnda kölelik yoktur. îslâm, kiracý köylüle­rin topraða baðýmlý kýlýnmasýyla ortaya çýkan köleliðe izin vermez. Bilindiði gibi, köleler, sadece savaþlarda esir edilenlerdir. Ýlk Ýslâm toplumunda kölelerin sayýsýnýn, hür vatandaþ­lardan çok daha az olmasý, bu gerçeði göste­rir. Onlar efendilerinin topraklarýnda, ya sa­hipleri karþýlýksýz olarak âzad edinceye veya kendileri harekete geçip, hürriyet belgelerini (mükâtebe) isteyinceye kadar çalýþýrlardý. Ancak, Avrupa feodalizm tarihinde böylesi örnekler yoktur. Ýlk önceleri köylüler ve tarým iþçileri hürriyetlerini talep etmeleri konusun-

da teþvik edilmemiþ, tersine boyun eðmeleri amaçlanmýþtý. Bu nedenle Avrupa'da köylüler topraða baðlý, toprakla birlikte efendisi de de­ðiþen köleler (serf) olarak görülmüþtü. Bu þe­kilde köylüler ne çalýþtýklarý topraklardan ay­rýlabilirler, ne de derebeylerinin üzerlerine yüklediði mecburiyetlerden kurtulabilirlerdi.

Ýslâm bu çeþit kölelik ve köylülüðe tamamen yabancýdýr. Prensip olarak, bütün kâinatýn Yaratýcýsý Allah'a karþý, insanýn yaptýðý kullu­ðun haricindeki bütün kulluklara karþýdýr Ýslâm. Kimi yaratýklarýn boyun eðmesi kul-köle olmasý kesinlikle kabulü mümkün olma­yan bir davranýþtýr. Ýslâm'ýn herhangi bir dahli olmaksýzýn, belirli dýþ faktörlerin sonucunda ortaya çýkan, insanýn insana kulluðu gibi anormal olaylar, daima geçici vak'alar olmuþ­tur. Öyle ki, Ýslâm kullanabildiði bütün kay­naklarýyla, bunlarý ortadan kaldýrmaya çalýþ­mýþ, köleleri hürriyetlerini kazanma hususun­da teþvik etmiþ, bunun yaraþýra devlete de imkân dahilinde lüzumlu bütün yardýmlarý yapma sorumluluðunu vermiþtir.

Ýktisadî sahada da Ýslâm, bir insanýn kendisi gibi bir baþka insana kul köle olmasýný kabul etmez. Yukarýda zikrettiðimiz köleli düzen bir istisnadýr, o çaðda, Ýslâm'ýn önünde baþka bir tercih yoktu. Köleler manen âzad edilene, Ýslâm'ýn bilfiil yardýmlarýyla, kaybettikleri hürriyetlerini tekrar kazanýp toplumun hür fertleri olarak sorumluluklarýný yüklenecekle­ri zaman gelinceye kadar, Ýslâm bu duruma tahammül etti.

Ýslâm, iktisadî yapýsýný, fertler arasýnda tam bir iþbirliði ve karþýlýklý hizmetlerin deðiþi­miyle baðlantýlý hür faaliyetlere dayandýrýr. Böylesi bir düzende Ýslâmî yönetim, hayat mücadelesinde kimi sebeplerle geride kalmýþ ve nezih bir hayatýn bütün imkânlarýndan mahrum býrakýlmýþ insanlarýn koruyucusu ve kollayýcýsý olarak görev yapar. Sonuçta, arka­sýnda devletin destekleyici bütün kaynaklan olduðu halde, hiçbir insan kendisini toprak aðalarýna kul köle yapmaz. Ýslâm, kiþiyi aþa­ðýlamaksýzýn veya hürriyetini, kendine saygýsýný ve þerefini kaybettirmeksizin insanýn bü­tün temel ihtiyaçlarým karþýlar.

Neticede, Ýslâm hem manevî hem de maddî olarak feodalizme karþýdýr. O, insanlarý, köle­lik zincirlerine yakalanmadan, feodalizmden hürriyete ulaþtýrmýþtýr.

Þimdiye kadar incelediðimiz kadarýyla köylü­lerin derebeyine karþý mecburiyetlerine ben­zer hiçbir olay Ýslâm tarihinde vuku bulma­mýþtýr. Ýslâm, insan þahsiyetini ayaklar altýna alan böylesi hâllerden tamamen uzaktýr. Bir köylünün suçlu bulunduðu herhangi bir olay­da, Ýslâm, toprak sahibine o suçluyu topraðýn­dan kovma ve bir baþka yere uzaklaþtýrma iz­nini verir. Ancak bu, zulmün teþvik edilmesi deðil, aksine köleliðin yokedilmesine yönelik bir adýmdýr. Ýslâm toprak sahibi ile kiracý köylüler arasýnda serbest bir iliþkinin kurul­masýný hedefler.

Ýslâm'ýn köylü ile toprak sahibi arasýnda hu­kuken tanýdýðý tek iliþki ya mukavele yoluyla yapýlýr ya da kiralama usulüyle doðar. Ýlk du­rumda, köylünün toprak sahibine, ürünüyle orantýlý olarak belirli bir miktar toprak kirasý ödemesi gerekir. Bundan sonra o, ekip-biç-mesinde, harcamalarýnda, ferdî tüketimi için topraðýn bütün ürününü toplamada serbest ka­lýr. Eðer kiracý olursa, her yýlýn sonunda top­raðýn ürününü toprak sahibiyle paylaþacaktýr. Bu takdirde, bütün harcamalar toprak sahibi tarafýndan karþýlanýrken, köylü yalnýzca çalý­þýr, emek gücünü saðlar.

Her iki durumda da, zorla çalýþtýrma, diktatör­ce imtiyazlar veya köylünün hiçbir karþýlýk olmaksýzýn efendisine yapmakla yükümlü ol­duðu mecburî iþler yoktur. Taraflarýn her biri, hürriyetlerinde, haklarýnda, görevlerinde ve karþýlýklý ahþ-veriþ iliþkilerinde tam bir eþit­likten faydalanýr. Öncelikle, köylü kiralamak istediði topraðý veya kiracýsý olarak çalýþmayý tercih ettiði toprak sahibini seçmekte tama­mýyla serbesttir. Ýkinci olarak o, toprak sahi­biyle eþit konumdadýr ve toprak sahibine Öde­necek miktar konusunda karar verme veya kirayý birlikte kararlaþtýrma serbestliðinden fay­dalanýr. Eðer yapýlan pazarlýðý kârlý bulmaz­sa, mukaveleyi imzalamamakta serbesttir. Bundan dolayý toprak sahibi bu kimseyi azar­layamaz ve buna hakký yoktur. Kiracý olarak köylü, toprak sahibi gibi bir çok kanunî hak­tan faydalanýr. Onlar, kân aralarýnda eþit ola­rak paylaþýrlar.

Bunlarýn yamsýra, Avrupa feodalizminin di­ðer özellikleriyle karþýlaþtýrýldýðýnda, Ýslâm'da hâkim uygulamanýn tamamen farklý olduðunu görürüz. Bayramlarda (tyd) ve diðer mübarek günlerde kiracýlarýna hediyeler veren, cömert­çe ihsanlarda bulunanlar yoksul köylüler de­ðil, zengin toprak sahipleriydi. Bu olay özel­likle Ramazan ayýnda gerçekleþirdi ki, bu ayýn Ýslâm'da büyük bir önemi ve kudsiyeti vardýr. Bu ay boyunca dostlar ve akrabalar birbirlerini ziyaret ederler, ziyafetler tertiple­nir, toplumdaki yoksul ve ihtiyaç sahibi kiþi­lere tasaddukta bulunulurdu. Baþka bir deyiþ­le, zengin, hâli vakti yerinde insanlar zengin­liklerini baþkalarý Ýçin harcamayý alýþkanlýk haline getirmiþlerdi; yoksa 'medenî' Avru­pa'da âdet olduðu gibi fakir insanlardan bir hayli masraflý hediyeler almayý deðil.

Buradan açýkça görüldüðü gibi, feodalizmde köylülerin omuzlarýna yüklenen, sonra da zorla çalýþtýrmaya dönüþen görevleri, Ýslâmî hayat düzeninde ortaya çýkmamýþtýr. Ýslâm, toprak sahibi ile köylü arasýnda karþýlýklý say­gýya ve mükemmel bir eþitliðe dayanan daha hür bir iliþki kurdurmuþtur. Avrupa'da feodal beyler kiracý köylüleri haksýz olarak zorla ça­lýþtýrdýklarý ve rezil usûllerle kendilerine köle yaptýklarý halde, karþýlýk olarak, baþkalarýna kân koruma ve haklarýný teminat altýna alma adý altýnda onlara bir çok mecburiyetler de yüklerlerdi. Oysa, ayný görevleri, Ýslâm toplu­munda zengin Ýnsanlar kendi istekleriyle üzerlerine alýyorlar ve kiracý köylülerinden herhangi bir talepte bulunmuyorlardý. Kendi çalýþanlarýna bu hizmetleri yaparlarken yal­nýzca Allah rýzasýný umuyorlardý.

Ýþte bu husus, üstün bir itikada dayanan hayat düzenini böyle bir imandan mahrum bulunan düzenden ayýrýr. Bir tarafta, Ýnsanlar diðerle­rine karþý toplumsal hizmetleri ibadetin diðer bir boyutu olarak yerine getirip, bu þekilde Allah'a daha da yaklaþýrlarken, diðer tarafta yapýlanlar birer ticarî teþebbüsden baþka þey­ler deðildir. Bütün taraflar aslan payýný elde etmek için var güçleriyle çalýþmaktadýr. Hat­ta, daha fazlasýný elde etmeye gücü yetmeye­ceði hâlde, baþkalarýna bir þey býrakmamaca-sýna kazanma çabasýndadýr. Sonuçta, gerçek­ten hak edenlerden çok, gücü elinde bulundu­ran taraf mücadeleyi kazanýr ve bütün kârý, bütün faydayý ele geçirir.

Feodalizmin üçüncü özelliði þudur: Derebeyi-nin kiracý köylüye vereceði topraðýn geniþli­ðini belirleme ve yapýlmasýný beklediði vazi­feleri emretme hakký, yalnýzca Avrupa feoda­lizmine ve köleliðine has bir anlayýþtýr. Dere­beyi tahakkümünün ve köylünün köleliðinin kabul edilmediði Ýslâm tarihinde böyle bir an­layýþ ortaya çýkmamýþtýr. Ýslâm'da topraðýn kiralanarak elde edilmesi hususunda bir köy­lünün tercihlerini sýnýrlandýran tek faktör hür iradesi ve mâlî gücüdür. Kiraya veren, üzerin­de anlaþmaya vardýklarý kiradan baþka, köylü­den hiçbir þey talep edemez. Ayný þekilde, ki­racýlýk durumunda, tarým yapýlacak topraðýn geniþliðini, kiracýnýn fizikî gücü veya sahip olabileceði yardýmcýlarýn sayýsý (ki, genellikle çocuklarýdýr) belirler. Kiracýnýn üzerine yük­lenen vazifeler, sahip olduðu topraðýn ýslâhýnýn ve bakýmýnýn gerektirebileceði iþler­den daha fazla deðildir. Böyle bir durumda, toprak, ürününü verinceye kadar köylü ile toprak sahibinin ortak malý sayýlýr. Köylünün kiraladýðý kýsmýn hâricinde kalan, toprak sahi­binin topraklarýna gelince... Kiracýnýn bu top­raklarla hiçbir ilgisinin bulunmadýðý, yapýla­cak çalýþma veya hizmetin þekli ve tabiatý ne olursa olsun, o topraklar üzerinde çalýþma mecburiyetinin olmadýðý görüþü kabul edilir.

Bununla birlikte, Ýslâm ile feodalizm arasýn­daki en çarpýcý farklýlýk, feodalizmde derebe-yinin elinde bulundurduðu idare ve kanun gücü imtiyazýdýr. Feodal bey, kendi topraklarýn­da bütün sosyal ve siyasî hayatý, tek basma düzenler ve kontrol eder. Ýslâm böylesi bîr ayrýcalýða bütünüyle karþýdýr ve insanî iliþki­ler dünyasýnda bu durumun korunmasýndan çok ortadan kaldýrýlmasýný hedefler.

Yukarýda zikredilen toprak sahibi -köylü iliþ­kisine baktýðýmýzda, Avrupa uluslarýnýn, gerçek anlamda bir toprak hukukuna sahip olma­dýklarý görülür. Daha sonralan, bütün Avrupa hukuk düzeninin esasýný teþkil eden Roma hukuku dahi, feodal beylere kendileriyle ilgili topraklarda mutlak hâkimler olma hakkýný vermiþti. Böylelikle onlar kendi bölgeleri için kanunlar çýkarýrlar, o kanunlarla beylik halkýna hükmederler, böylece kendi düþün­düklerini uygularlardý.

Sonuçta onlar bir anda kanun yapma, hüküm verme ve hükmü infaz yetkilerini ellerinde bulunduruyorlardý. Onlardan her biri devlet içinde devlet durumunda idi. Devlet ihtiyaç zamanlarýnda mâlî ve askerî yükümlülüklerini yerine getirdikleri sürece, bu feodal monarþi­lerin iç iþlerine karýþmazdý.

Bu tür olaylarýn hiçbiri Ýslâm'da görülmemiþ­tir. O, kendi merkezî yönetimine ve sýnýrlarý içerisinde yaþayan herkes üzerinde uygulan­maya çalýþýlan bir toprak hukukuna sahipti. Bu toprak hukukunun ülkenin her yanýnda uygulanabilmesi için hâkimler/kadýlar tayin edilirdi. Herkes kanun önünde eþitti. Hiç kim­senin bir baþkasý üzerinde üstünlüðü yoktu. Kiþi, yalmzca hatalý davrandýðý veya kötülük yaptýðý zaman hesap vermeye çaðrýlýrdý.

Daha sonralarý, Ýslâmî öðretilerin tersine ola­rak yönetimin veraset yoluyla geldiði yozlaþ­ma devirlerinde dahi, bu esaslar varlýðým sür­dürdü. Meselâ yönetim, tesir sahasý içerisinde yaþayan bütün tebâ ve fertler üzerinde denetleyici otorite görevini sürdürdü. Bu genel hü­kümler her yerde ve herkes için geçerliydi. Ýslâm'ýn doðusunda ve batýsýnda insanlar bir tek yol ile o genel hükümlere göre muhakeme edilirlerdi. Dolayýsýyla bu, fakihlerin içtihadý görüþleri çerçevesinde cereyan ederdi. Bu ise yeryüzündeki bütün kanunlara hâkim olan bir durumdur. Böylelikle, hiçbir zaman emek sa­hiplerine tatbik edilen kanunlar, derebeyin ar­zusu veya tasarrufu deðildi.

Köylüleri derebeylerinin zulmünden olduðu kadar, hýrs ve þehvetlerinden, hevâ ve heves­lerinden de koruyan hukukun bu kuralýydý. Ýnsanlar derebeylerinin hevâ ve heveslerinden çok, Ýlâhî hükmün icaplarýna göre yönetilirlerdi. Bu hüküm yalnýzca feodal beyle kiracý köylüyü hür insanlar yapýp, eþit kýlmakla kal­mamýþ, fakat bütün insanlara ayný þekilde, eþit olarak davranmýþtýr.

Þüphesiz, müslümanlarýn tarihinde de bazý ta­lihsiz olaylar olmuþtur. Kimi hâkimlerin, top­rak sahibini veya sultam memnun etmek için kendi vicdanlarýna ve hukukun ruhuna muha­lif hükümler verdiklerini görebiliriz. Ancak bunlarý genel kaide olarak almak doðru ol­maz. Tarihî olaylara ve Avrupalý ilim. adamla­rýnýn dahi þahitlik ettikleri gerçeklere göre, bu olaylar yalmzca istisnadýr. Bu birkaç baþýboþ ve sapkýnca adaletsizlik olaylarýna karþýlýk, Ýslâm tarihi, hâkimlerin toprak sahipleri, vali­ler, vezirler, hatta bütün sulta ve selâhiyetlere sahip halifenin aleyhine ve kuvvet ve kudreti bulunmayan fakir kimselerin lehine verdikleri hükümlerle doludur. Buna raðmen ne hâkim azledilmiþtir ne de yönetici, ondan intikam al­maya kalkmýþtýr.

Ayný þekilde, Avrupa'da görülenin benzeri bir "çiftçilerin firarý hareketi"ne Ýslâm tarihinde rastlanýlmamýþtýr. Zira, köylüler bir çiftlikten diðer bir çiftliðe serbestçe gidebildikleri gibi, geniþ Ýslâm devletinin sýnýrlarý içinde kalan bir ülkeden baþka bir ülkeye gidebilme hakla­rýndan faydalanabiliyorlardý. Mýsýrlý çiftçile­rin durumunda olduðu gibi, muayyen bir yer­de kalma arzusu ya da baðlýlýðýn haricinde hiçbir þey köylülerin bir yerden diðer bir yere seyahat etmelerini engelleyemezdi. Yoksa, Avrupalý köylülere yapýldýðý gibi, kölelik ve çeþitli yükümlülükler yükleme þeklinde yolla­rýna engeller konularak hareketleri engellenmemiþtir.

Avrupa feodalizminin son döneminde köylü­ler hürriyetlerini satýn almýþlardý. Bu olayýn da, müslümanlarýn tarihinde bir benzeri yok­tur. Bunun sebebi çok basittir, zira, toplumun diðer katmanlarýndaki insanlar ne kadar hür-seler, köylüler de o kadar hürdüler. Zaten sa­hip olduklarý hürriyetlerini, tekrar satýn alma­larýnýn bir mânasý olamazdý.

Bundan baþka, tarih boyunca, Ýslâm dünya­sýnda çok sayýda küçük devletin varolduðunu söyleyebiliriz. Bu devletler, mal sahiplerinin geçimlerini saðlamýþ, onlara, kara ve deniz ti­caretinin her türlüsünü devam ettirmelerinde yardým etmiþ ve çeþitli endüstriyel meslekleri desteklemiþtir. Ancak bu saydýklarýmýz, Av­rupa'da, feodalizm dalgasýyla tamamen orta­dan kaldýrýlmýþtýr. O zaman, Avrupayý manevî ve zihnî cehaletin karanlýðý kaplamýþ­tý. Iþýk, yine, Ýslâm tarafýndan gösterilmiþtir. Avrupa, ilk olarak Haçlý seferlerinde Ýslâm dünyasýyla iliþki kurdu. Daha sonra iki rakip, Ýspanya'da karþý karþýya geldi. Bu karþýlaþma­lar, Avrupa'da rönesans yolunun açýlmasýna yardým etti. Böylece, Avrupa zihnî ve manevî durgunluðun karanlýðýndan yavaþ yavaþ sýy­rýldý.

Sonuç olarak, müslüman topraklarda Ýslâm hâkim olduðu sürece feodalizm, Ýslâm dünya­sýnda kesinlikle varolmamýþtýr. Çünkü, onun maddî ve manevî düzeniyle birlikte temel inanç, prensip ve kanunlarýnýn tamamý feoda­lizme karþýdýr. Sadece karþý olmakla kalma­mýþ, onun geliþmesine yardým edebilecek se­bepleri de ortadan kaldýrmýþtýr. Emevî ve Abbasî dönemlerinde þahit olunan feodalizme benzer durumlar dar bir sahayý kapsamaktaydý. Buna karþýlýk, müslümanlarýn sosyal haya­týnýn genel bir özelliði olacak kadar, kesinlik­le yaygýnlaþmamýþtý.

Ancak, yakýn tarihte, Osmanlý Ýmparatorluðu'nun sonuna doðru, müslümanlarýn gönülle­rinde Ýslâm inancýnýn kaynaðý kuruduðunda, siyasî iktidar Ýslâm'ýn adýndan baþka bir þey bilmeyen kimselerin eline geçtiði zaman Ýslâm âleminde aðalýk sistemi/feodalizm gö­rülmüþtür. Ateist, maddeci ve inkarcý Avrupa medeniyeti, zafer kazanmak için Ýslâm âleminin bütün köþelerine hücum ettiði sýrada manzara daha da karanlýklaþtý. Askerî iþgaller yürürlüðe girdi, bütün manevî deðerler tahrip edildi, dayanýþma ruhu sona erdirilip yerine kapitalisttik, sömürünün en iðrenç þekilleriyle yoksullar için ömür boyu sefalet getirildi. Av­rupa'dan ithal edilmiþ bu feodal düzen, kay­naðý olan Avrupa feodalizminin bütün özel­likleriyle birlikte, kimi müslüman ülkelerde bugün de varlýðýný sürdürmektedir. Þu husus çok açýktýr ki, günümüz müslüman dünyasýn­da feodalizmin hâlâ varolmasýndan dolayý, Ýslâm mes'ûl tutulamaz. Sorumlular, yalnýzca Ýslâm topraklarýndaki yönetici güçlerdir. Gü­nümüzde, kimi müslüman yöneticiler halkla­rýný, Ýslâmî hükümlerden çok, muhtelif Avru­pa ülkelerinden ithal ettikleri anayasa ve ka­nunlara göre yönetmektedirler. Onlar, henüz yeryüzünde görülmemiþ bir inanç ve kararlý­lýkla batýlý efendilerini izlemeyi sürdürüyor­lar.

Modern dünyada bütün þiddetiyle devam eden ideolojik mücadelenin odaðýný oluþturan bazý gerçekler, yukarýdaki tartýþmada açýk bir þekilde görülmektedir. Bunlarý þöyle sýralaya­biliriz:

1- Arkasýnda insan iradesinin desteði olmadý­ðý halde, feodalizmin geliþmesini sanki karþý konulamazmýþ gibi hazýrlayan, mül­kiyet faktörü deðildir. Bu geliþme daha çok, sahip olma þeklinden, toprak sahibi olanlarla olmayanlar arasýndaki iliþkinin yapýsýndan etkilenmiþtir. Bu sebeple Ýslâm âleminde mülkiyet kavramý olmuþ, ancak feodalizm varolamamýþtýr. Çünkü, Ýslâm'ýn ideolojisi ve onun hayattaki çeþitli uygula­malarý, fertler arasýnda, feodalizmin geliþ­mesine müsamaha göstermeyen bir takým iliþkiler tesis etmiþtir.

2- Avrupanýn, feodalizm dönemini yaþamaya mahkûm olmasýnýn sebebi, tabiî ve iktisadî deðiþmelerden ziyade; insanlarýn þuurlarýný ve vicdanî ilgilerini düzenleyen bir inanç ve sisteme sahip olmamasýndandýr. Ýnsan­larýn sosyal ve iktisadî iliþkilerini düzenle­yip, rehberlik edecek böyle bir akide veya ideoloji sunulsaydý, Ýslâm dünyasýnda ol­duðu gibi, Avrupa'da da feodalizm kesin­likle ortaya çýkamaz veya geliþemezdi.

3- Diyalektik materyalist felsefenin, insanlýk tarihinin genel yapýsý olarak tarif edilen iktisadî geliþmenin farklý dönemleri -ilkel komünist toplum, köleli düzen, feodalizm, kapitalizm ve son komünist toplum- þek­lindeki iddialarý baþka yerlerde gerçekten varolmamýþtýr. Bu safhalarý Avrupa dýþýn­daki insanlar yaþamamýþlardýr. Bütün tarihi boyunca, Ýslâm dünyasý feodalizm safhasý­ný geçirmemiþtir; kesinlikle ne komünizm safhasýna gelmiþtir, ne de gelecekte böyle bir döneme ulaþacaktýr. (Muhammed Qutb, islam, The Misunderstood Religion, sh. 53-64).




radyobeyan