Prof. Dr. Samir Salha By: hafiza aise Date: 11 Temmuz 2012, 16:46:19
Prof. Dr. Samir Salha: Ortadoðu’da çözüm halk iradesiyle ortaya çýkacak…
Ýbrahim BARAN • 72. Sayý / SÖYLEÞÝ
Ortadoðu coðrafyasý tarihin en eski çaðlarýndan bu yana hep kaos ve kargaþaya sahne oldu. Farklý medeniyetlerin uzun mücadeleler sonucu elde ettiði bu topraklar deyim yerindeyse hiçbirine yar olmadý. Geçtiðimiz yüzyýlda Osmanlý Devleti’nin yýkýlmasýnýn ardýndan sahipsiz kalan Ortadoðu’yu, bugün, kendilerine vaat edilmiþ topraklar olarak gören Ýsrail, hegemonyasý altýna almaya çalýþýyor. Ýsrail-Filistin mücadelesi daha doðrusu bölgede varolan Ýsrail iþgali sürerken, bir baþka ülke Lübnan’da yaþanan siyasi kriz ve yakýn bir coðrafyada, Tunus’ta yaþanan isyan hareketi uluslararasý kamuoyunun dikkatlerini yeniden bölge üzerine çekti. Bölgede gerilim devam ediyor. Gelecek günler Ortadoðu’nun kaderinin yeniden çizileceði günler olacak belki de. Ortadoðu’yu, Tunus isyanýný ve Lübnan krizini geliþmeleri yakinen takip eden bir akademisyenle, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öðretim Üyesi Prof. Dr. Samir Salha ile deðerlendirdik…
Ortadoðu her zaman olduðu gibi yine karýþýk. Ürdün’de ciddi bir kriz yaþanýyor, sonra hiç bitmeyen bir Ýsrail-Filistin savaþý var. Tunus’ta bir iç isyan söz konusu ve bu isyanýn komþu ülkelere de sýçrayabileceði konuþuluyor. Ortadoðu’da neler oluyor?
Her þeyden önce Ortadoðu önemli bir bölge. Avantajlarý çok olduðu gibi dezavantajlarý da çok. Yer altý ve yer üstü zenginlikleri, dinsel, etnik ve sosyal anlamda kozmopolit bir yapýya sahip olmasý Ortadoðu’ya deðer kazandýrýyor. Ancak maalesef bu avantajlar hayra kullanýlacaðý yerde zarara kullanýlýyor. Bölgede mevcut olan çok dinli, çok mezhepli farklý etnik yapýlar bölge insaný için dezavantaj oluyor. Çünkü dýþ aktörler bu artýlarý kendi çýkarlarýna uygun bir þekilde deðerlendiriyorlar. Mesela coðrafi olarak Avrupa’nýn da artýlarý ve eksileri mevcuttu. Bilim, buluþ ve keþifler Avrupalýlar için önemli meseleler. Ama ayný Avrupa iki büyük savaþa ev sahipliði de yaptý. Avrupa II. Dünya Savaþý’ndan sonra içerisinde bulunduðu olumsuz durumu kendi lehine çevirdi. Avrupa Birliði’ni kurdu. 3 ülkeyle baþlayan bu teþkilat þu an 27 ülke ile yoluna devam ediyor ve giderek güçleniyor. Ortadoðu’da ise eksiler ön plana çýkýyor, artýlar baþkalarý tarafýndan kullanýlýyor. Ortadoðu insanýnýn bu karmaþadan bir an önce kurtulmasý gerekiyor.
O zaman sorunu Ortadoðu toplumlarýnda mý aramak gerekiyor?
Ortadoðu meselesini tek bir temelde incelemek yerine çok katmanlý bir mesele olarak analiz etmek lazým. Ancak bölge toplumunun sorunlarýn oluþmasýndaki rolünü öncelemek gerekiyor. Çünkü Ortadoðu toplumlarý bu coðrafyada bulunan artýlarýn sosyal, ekonomik ve stratejik anlamda ne kadar önemli olduðunu göremiyor. Bazýlarý da görüyor ama dýþ güçlerle mücadele edemediði için bu farklýlýklarý ve avantajlarý kendi lehine çeviremiyor. Burada dikkat çekilmesi gereken baþka bir husus da güven bunalýmý meselesi. Ortadoðu’da bir güven problemi var. Bu problem birey nezdinde, grup nezdinde, toplum ve devlet nezdinde yaþanýyor. Dünyanýn büyük devletleri ise bu güven bunalýmýný kendi lehlerine kullanabiliyor. Her þeyden önce bu güven meselesinin çözülmesi lazým. Ortadoðu halký vatandaþ olarak kendi kimliðini yaþamýyor. Ortadoðu’da var olan kaos da bölge halkýnýn geleceðe umutla, güvenle bakmasýný engelliyor maalesef. Bu sorunun ortaya çýkmasýndaki en temel nedense bireyin Ortadoðu’nun katý yönetimlerine teslim olmasý. Siyasi otorite halkýn yerine karar veriyor ve bu kararlar doðrultusunda halký yönlendiriyor. Bu nedenle Ortadoðu halký hýzlý bir þekilde aktif olmak zorunda. Kimliði ve geleceði nasýl þekillenecek? Bu doðrultuda düþünmek ve giriþimlerde bulunmak zorunda. Ortadoðu nezdinde kolektif bir irade þart. Maalesef bu kolektif irade Ortadoðu’da mevcut deðil.
ÝSYAN HAREKETÝ TUNUS’TA DEÐÝL MISIR’DA OLMALIYDI
Tunus’ta yaþanan isyan hareketini söyledikleriniz çerçevesinde deðerlendirebilir miyiz?
Birçok nedenden dolayý Tunus’ta yaþanan bu geliþme sürpriz oldu. Bu hareketi ben mesela Mýsýr’da bekliyordum.
Bunu Mýsýr’ýn toplumsal yapýsýna bakarak mý söylüyorsunuz?
Tabii. Sosyo-Ekonomik þartlar ve konjonktür, yönetsel bazý problemler ve bu problemlerin toplumsal yansýmalarý Mýsýr’da böyle bir sosyal patlamanýn gerçekleþeceðinin sinyallerini veriyordu. Þayet bu sosyal patlamanýn nerelerde olabileceðine iliþkin bir liste yapýlýrsa, Tunus bu listenin sonuna konabilecek bir ülke. Ama patlama Tunus’ta oldu. Bunun nedeni de Tunus’ta bulunan orta sýnýfýn diðer bölge ülkelerindekine nazaran yoðun olmasý. Bir ülkede orta sýnýf ne kadar güçlenirse, yayýlýrsa denge o oranda artar. Tunus’ta orta sýnýfýn yoðun olarak bulunmasýna raðmen böyle bir patlama yaþandý. Bunun nedeni de maalesef 300 bin diplomalý gencin iþsiz olmasý. Tunus’un nüfusunun 5-6 milyon olduðunu düþünürsek bu az bir rakam deðil.
Tunus’ta yaþanan kriz yalnýzca ülkenin sosyal, ekonomik ve siyasal þartlarýyla ilgili, ona mahsus bir problem mi, yoksa krize neden olan etkenler tüm bölge ülkelerinde de görülüyor diyebilir miyiz?
Tunus’la ilgili bir deðerlendirme yaparken dikkat etmemiz gereken bazý hususlar var. Nitekim ifade ettim, bu sosyal patlama Tunus’ta deðil, baþka bir ülkede gerçekleþmeliydi. Ama sosyal patlama Tunus’ta oldu. Bunun bazý özellikleri de var, olaylarýn yaþandýðý haftanýn hemen ertesinde Arap yönetimleri iç politikalarýný ve halkla olan münasebetlerini yeniden gözden geçirmeye, sosyal ve ekonomik yeni bir takým kararlar almaya baþladý. Alýnan yeni kararlarýn ardýndan nasýl geliþmeler olacak, bunu bilemiyoruz. Önümüzdeki günlerde göreceðiz. Ama bence devletler gözden geçirme politikalarýný ortaya koyarken amaç halký yatýþtýrmak, susturmak ve Tunus örneðinden uzaklaþtýrmak ise, sadece ve sadece bu amaçla yapýlýyorsa yanlýþ bir politika izleniyor. Eðer Arap devletleri Tunus’ta yaþanan problemlerden ders almýþlarsa bireyin önünü demokrasi ve özgürlükler bakýmýndan açmalarý gerekiyor. Yapýlan reformlar bir göz boyamasý olmamalý. Aksi takdirde yapýlan reformlar hem ters tepecek hem de o ülkenin içerisindeki deðiþim taleplerinin hýzlanmasýna neden olacak. Ýþsizlikten bunalan bir sürü genç, yönetime yakýn kesimlerin usulsüzlük, rüþvet, yolsuzlukla zengin olduklarýný fark edince isyan etti. Son çýkan haberler de Devlet Baþkaný’nýn eþinin Merkez Bankasý’ndan 1,5 ton altýn alarak kaçtýðý yönündeydi. Eðer bu haberler doðruysa ortada büyük bir skandal var demektir. Þöyle ilginç bir durum da söz konusu: Yeni gelen yönetimler de Anayasa’yý demokratikleþtirerek halkýn lehine kullanacaklarý yerde, yeni oluþturacaklarý Anayasa’yý kendi çýkarlarýna uygun bir þekilde inþa ediyorlar. Ýþte Zeynel Abidin Bin Ali bunun en güzel örneði. Ne yaptý? Sürekli Anayasa’yý deðiþtirdi ve iktidarda kaldý. En son gitmeden “Ben 2014 yýlýna kadar iktidardayým. O tarihe kadar idare edin, sonrasýnda zaten Anayasa’yý deðiþtirmeyeceðim” dedi. Ne kadar basit bir mantýkla meseleleri tartýþýyoruz deðil mi? Üstelik bölge devletlerinin çoðunda da parlamento var, yani buralarda bir monarþiden söz edemeyiz. Ayrýca yönetimlerinde “ben gidersem daðýlýr” gibi bir düþünce var. Bazý yönetimler de -mesela Mýsýr- büyük güçlerin güdümünde yürütüyor iktidarýný.
Mýsýr zaten bölgede ABD’nin bir temsilcisi gibi çalýþýyor…
Zaten mesele de burada. Tunus da bunun en net örneklerinden bir tanesi. Zeynel Abidin Bin Ali gitmeden bir gün önce Beyaz Saray bir açýklama yaptý ve dedi ki; “Bin Ali bir açýklama yaptý, reform sözü verdi. Ona bir þans daha tanýyalým.” Ona sahip çýkan ilk ülke ABD oldu. Halk “hayýr” dedi. Birkaç saat sonra iktidardan düþürüldü ve uzaklaþtýrýldý. Tunus tecrübesi þunu da ortaya çýkardý: Batý, ABD ya da baþka bir büyük güç bölgeye iliþkin kötü bir politika geliþtirirse baþarýsýz olacak. Dolayýsýyla bu sorun sadece Tunus’un sorunu deðil, tüm bölge ülkelerinin sorunu. Yaþananlardan sadece Tunus deðil bütün bölge ülkeleri ders almak zorunda.
LÜBNAN KRÝZÝNÝ BÝR ANLAMDA FRANSA ÇIKARDI
Lübnan’da da siyasi bir kriz yaþanýyor. Hizbullah’a baðlý 8 bakan istifa etti ve hükümet düþtü. Bu istifalar Refik Hariri suikastýnýn sorumlusu olarak Hizbullah’ýn iþaret edilmesine baðlanýyor. Siz bu konuda ne düþünüyorsunuz?
Lübnan hassas bir konu. Malumunuz küçük bir ülke. 4-5 milyon nüfusu var ama içerisinde çok fazla etnik ve dinsel grubu barýndýrýyor. Aslýna bakarsanýz 17 farklý azýnlýk grubu Lübnanlýlar için bir þans. Ama maalesef Lübnanlýlar bu artýyý doðru bir þekilde kullanamadýlar. Aksine bunu olumsuz bir durum gibi gördüler. Bunda da dýþ aktörlerin rolü çok önemli. Lübnan meselesinde Fransa çoðu kez devreye girdi. Çünkü I. Dünya Savaþý’ndan sonra Fransa manda rejimi baðlamýnda Lübnan’a girdi ve 1946 yýlýna kadar orayý yönetti. Fransa Lübnanlýlara çok farklý bir sistem önerdi. Daha doðrusu empoze etti. Dine ve mezhebe dayalý bir yapýlanma, bir rejim ve oluþum. Dine dayalý bir otorite çok riskli bir þey bence. Lübnan Devlet Baþkaný Hýristiyan’dýr ama her Hýristiyan olmaz Maruni olmak zorundadýr. Baþbakaný Müslüman’dýr, ancak her Müslüman olmaz Sünni olmalýdýr. Meclis Baþkanýysa Müslüman’dýr fakat Þii’dir. Bu paylaþým yalnýzca dine dayalý deðil, ayný zamanda mezhebe dayalý da yapýlýyor. Ýþte bu sistemin arkasýnda Fransa var. Fransa Lübnan’daki yapýlanmayý kontrol etmek istediði için böyle bir yapý empoze etti. Lübnanlýlar bu sistemi devirmek için iki kez mücadele ettiler ancak baþaramadýlar. Son kriz de Fransa’nýn onlara önerdiði daha doðrusu dikte ettiði bu sistemle ilgili. Yaþananlar uzaktan bakýldýðýnda bir hükümet krizi gibi görünüyor ama kriz, mevcut sistemin týkanmasý nedeniyle yaþanan baþlý baþýna siyasi bir sorun. Lübnanlýlar probleme çözüm ararlarken dinî ya da mezhepsel bir çözüm arýyorlar. Hâlbuki çözüm tüm Ortadoðu ve civar ülkeler için söylediðim gibi daha katýlýmcý, daha demokratik, daha objektif ve mezhepler üstü bir Anayasa hazýrlamaktan geçiyor. Böyle bir Anayasa olmadýðý takdirde mevcut problemler devam edecek. Hariri suikastýnýn ardýndan 2007 yýlýnda BM Güvenlik Konseyi tarafýndan bir mahkeme kuruldu. Fakat Lübnan’da bir grup bu mahkemenin objektif bir karar veremeyeceðini iddia etti ve yeni bir sorun ortaya çýktý. Krizin çözülmesi için mahkemenin meþruiyeti tartýþmalarýnýn son bulmasý gerekiyor.
Diyelim ki uluslararasý mahkeme Hizbullah aleyhine bir karar verdi. O zaman ne olacak?
Bir kere þunu görmek lazým, bu mahkeme savcýlýðýn iddianamesini alacak ve inceleyecek. Þayet mesnetsiz, delilsiz olarak Hizbullah’ý suçlarsa bu durum Lübnanlýlar arasýnda büyük bir patlamaya ve yeni bir krize, hatta bir iç savaþa neden olabilir. Çünkü Hizbullah’ýn mahkemeye yönelik bir iddiasý var. Bu iddiaya göre mahkeme ilk kurulduðu yýllarda Hariri suikastýnda Suriye’nin parmaðýnýn olduðunu ima eder açýklamalar yapýyordu. Sonra birden bire hedefini Hizbullah’a yöneltti. Bunun nedeni de -Hizbullah’a göre- mahkemeye sunulan delillerin Mossad tarafýndan temin edilmesi. Eðer bu iddialar doðruysa bunlarýn da konuþulmasý ve tartýþýlmasý gerekiyor. Bence bu mahkeme kurulduðuna göre vazifesini yapmalý. Ancak her türlü iddia da göz ardý edilmemeli. Konu ile ilgili arabuluculuk yapan ülkeler de mahkemenin kararlarýnýn ne kadar objektif olduðunu tartýþmalýlar.
Hizbullah’ýn bölge halký ve uluslararasý kamuoyu nezdindeki meþruiyeti hakkýnda neler söyleyeceksiniz?
Baþbakanýmýz Hamas’ýn meþru bir grup olduðunu defalarca kez ifade etti. Çünkü Hamas seçimle iktidara gelmiþ bir örgüt. O halde Hamas ne kadar meþruysa Hizbullah da o kadar meþru. Çünkü o da demokratik bir sürecin sonucu olarak sivil bir iradenin seçimiyle iktidara ortak olmuþ. Bugün Lübnan’da Ýsrail gibi bir ülkeyi durdurabilecek önemli güçlerden biri ayný zamanda. Bu nedenle zaten Lübnan’da belirli bir tabana ve oy kitlesine sahip. Batý ise Hizbullah’ý illegal bir örgüt olarak görüyor. Maalesef onlara karþý bir takým politika üretiyorlar. Türkiye daha dengeli, daha objektif bir politika geliþtiriyor. Nitekim krizin çözülmesine yönelik attýðý adýmlarýn temelinde de bu objektifliðin var olduðunu gözlemleyebiliyoruz.
ORTADOÐU’NUN GELECEÐÝ ÝÇÝN UMUTLUYUM
Gelecek günler Ortadoðu’ya neler getirecek? Bölgede varolan kaosun sona erdiði, barýþ ve güvenliðin hâkim olduðu bir Ortadoðu için umutlu musunuz?
Açýkçasý Ortadoðu ile ilgili umutlarýmý hiç bir zaman yitirmedim. Ortadoðu’da müthiþ bir dinamizm var. Kaosun sona erdirilip, toplumsal þartlarýn barýþ yönünde ivme kazanacaðý günler yakýn bence. Üstelik yaþanan tüm olumsuzluklara, savaþ ve þiddet ortamýna raðmen. Çünkü bu yönde bir iyi niyetin olduðunu sezinliyorum. Bir kere Ortadoðu halký bölgenin az önce deðindiðim öneminin farkýna varmaya baþladý. Sonra demokratikleþme, özgürlükler ve insan haklarý bakýmýndan son dönemde büyük bir geliþmenin yaþandýðýna þahitlik ediyoruz…
Ama büyük güçler, özellikle ABD demokratikleþmenin hýzlanmasýný saðlamak söylemiyle Irak’a girdi ve binlerce insaný katletti…
Burada bahsettiðimiz geliþme Ortadoðu halklarýnýn zihninde þekillenen, baþka büyük bir gücün dayatmasý neticesiyle deðil, bizatihi bölgesel þartlarýn ortaya çýkardýðý bir sonuç olarak Ortadoðu halklarýnda þekillenen bir geliþme. Yoksa iþaret ettiðiniz gibi bölgede olasý muhtemel bir kaos büyük güçlerin iþine yarýyor zaten. Ortadoðu artýk “izm”lerin tahakkümünden kurtulmaya baþladý. Halk artýk “izm”lerin bölge meselelerine çözüm getirmeyeceðinin farkýna vardý ve buna alternatif olarak ýlýmlýlýk, diyalog gibi unsurlarýn çözüme daha fazla katký saðladýðýný müþahede etti. Ortadoðu’da yönetenler ile yönetilenler arasýnda da ciddi bazý problemler var. Sivil toplum kuruluþlarý bu boþluðu gayet iyi bir þekilde doldurabilecek iþlere imza atýyorlar.
Ama STK’larda da ciddi problemler var. Mesela Arap Birliði, ÝKÖ gibi kuruluþlarýn herhangi bir baðlayýcýlýðý yok…
Evet, mesela Arap Birliði konusunda sorunlar var. Arap birliði Teþkilatý 1945’te kuruldu ve þu anda 22 ülkeden ibaret. Arap âlemini temsil ediyor. Ve Arap âlemi –bunu üzülerek söylüyorum- maalesef Ortadoðu’da büyük bir güç deðil. Üstelik az önce bahsettiðim o kadar avantajýna raðmen. Maalesef Arap Birliði uluslararasý arenada varlýðýný hissettiremiyor.
Neden?
Çünkü Arap Birliði 1945’ten bu yana kendini yenileyemedi. 1945’ten beri dünyada çok þey deðiþti. Ama maalesef Arap Birliði hâlâ eski zihniyet ve eski kurallarla iþlemeye devam ediyor. Bakýn AB kýsa bir sürede hangi noktalara geldi. O halde Araplar hýzlý bir þekilde Birlik içerisinde demokratikleþmeyi, tabanýn katkýsýný uygulamaya geçirmek zorunda. Arap Birliði’ni AB ile karþýlaþtýrdýðýmýz zaman mesela AB’de bir yargýlama organý ve bir AB parlamentosu var. Bu iki organ Arap Birliði içerisinde maalesef mevcut deðil. Ve Arap Birliði siyasetin denetimi altýnda, yani tabanýn katkýsý yok denecek kadar az. O halde birlik kendi içerisinde yapýsal anlamda hýzlý bir reform yapmak zorunda. Ayný þeyleri ÝKÖ’nün yapýsý ve teþkilatý ile ilgili konuþtuðumuzda da söyleyebiliriz. ÝKÖ 1960 yýlýnda kurulmuþ bir teþkilat. Alt yapýsý, imkânlarý düþünüldüðünde muazzam bir güç olduðunu görebiliriz. Nüfus yönünden, ekonomik yönden birçok artýlarý var. Ama maalesef bu artýlar bir türlü kullanýlamýyor. Tüm bu eksikliklerin giderilmesi için ÝKÖ ile ilgili de ciddi bir gözden geçirme yapmak gerekiyor. Tüm bunlara raðmen STK’lar Ortadoðu’da yavaþ yavaþ etkinliklerini hissettirmeye baþladý. Ýlerleyen süreçte daha aktif olacaklarýný düþünüyorum.
Türkiye’nin Ortadoðu ile ilgili ciddi bir atýlým içerisinde olduðunu gözlemliyoruz. Özellikle son dönemde uygulanan politikalarýn neticesi olarak Türkiye adeta bölge ülkelerinin hamisi haline geldi. Bu çabalar problemlerin giderilmesi adýna bir sonuç doðuracak mý?
Türkiye Ortadoðu’da önemli bir aktör. Özellikle son yýllarda Türkiye Ortadoðu’da aðýrlýðýný koymaya baþladý. Mevcut iktidar, “Benim avantajlarým var ve bunlarý kullanmak istiyorum” dedi. Ve bence uluslararasý arenaya çýkmak, bölgede varolan sorunlarýn çözümüne katký saðlamak Türkiye’nin en doðal hakký. Üstelik Türkiye þu an bunu yapabilecek güçte. Ama þunu da unutmayalým; bu yükseliþ birçok gücü de rahatsýz ediyor. Türkiye’yi hâlâ “hasta adam” olarak görmek istiyorlar. Mesela bir eksen kaymasýndan söz edilmiþti. Aslýnda eksen kaymasý falan yok. Türkiye bence olmasý gerektiði yerde duruyor. Uzun yýllar birlikte yaþadýðý toplumlarla tekrar bir diyalog kurma çabasý gösteriyor. Bu da en doðal hakký.
Türkiye’nin mevcut þartlarda AB’ye girmeyi zorlamak yerine, Doðu’ya yönelmesi ve Arap dünyasý ile bir birlik kurmaya çalýþmasý ortaya daha saðlýklý bir netice çýkarmaz mý?
Ortadoðu, Arap dünyasý ve tüm Ýslam âlemi bizim için önemli. Ancak biz Doðu’yu bir alternatif olarak görmek istemiyoruz. Bunun en temel sebebi de Batý’nýn Doðu’ya karþý çok seçenekli olmasý ve getirisinin daha fazla olmasý düþüncesi. Türkiye burada bir denge politikasý yürütüyor. Ne zaman Batý “kusura bakmayýn, Türkiye’nin AB ile olan münasebetinden bir netice alamýyoruz” derse artýk Türkiye farklý seçenekleri düþünmeye baþlayacak. Ancak Türkiye hâlâ AB’den vazgeçtiðini söylemiyor ve AB’yi kendisi için önemli bir seçenek olarak görüyor. Eðer Batý tüm bunlara raðmen Türkiye’nin bu tutumunu bir zafiyet olarak deðerlendirirse o zaman problem yaþanabilir.
Kimdir:
Prof. Dr. Samir Salha Mardin- Midyat doðumlu. Ýlk, orta ve lise öðrenimini Beyrut’ta tamamladý. Yine Beyrut’ta Gazetecilik okudu. Doktorasýný Sorbonne Üniversitesi'nde yaptý. 1989-1999 yýllarý arasýnda Dicle Üniversitesi'nde ders verdi. 1999’dan bu yana Kocaeli Üniversitesi'nde çalýþýyor. Halen Kamu Hukuku ve Uluslararasý Hukuk bölüm baþkanlýðý görevlerini yürütüyor. Yayýmlanmýþ eserleri arasýnda Arap Ligi Yargý ve Siyasi Özellikleri (1995), Türkiye, Suriye ve Lübnan Ýliþkiler Asi Nehri'nin Sorunu (1996). Ermeni Diasporasý konusunda bir profesörlük takdim tezi hazýrlayan ve Londra merkezli gazete Asharq Al-Awsat’ta haftalýk köþe yazýlarý kaleme alan Prof. Salha’nýn, ayný zamanda Zaman ve Yeni Þafak gazetelerinde de Ortadoðu’ya iliþkin makaleleri yayýmlanýyor.