Ýslam Alimleri
Pages: 1
Farabi By: reyyan Date: 27 Haziran 2012, 03:08:55
FARABÝ


  Ýslam felsefesini metot, terminoloji ve problemler açýsýndan  temellendiren ünlü Türk filozofu.


             Ebu Nasr Muhammed b. Muhammed b. Tarhan b. Uzluð el-Farabi et-Türki.  Türkistan'ýn Farab þehri (bugünkü Kazakistan sýnýrlarý içinde eski bir þehir olan Otrar) yakýnlanndaki Vesiç'te yaklaþýk 258 (871 -72) yýlýnda doðduðu sanýlmaktadýr.

            Bir yanlýþ anlama sonucu Ýbnü'n-Nedim filozofun Horasan bölgesindeki Faryab'da doðduðunu kaydeder. Latin Ortaçaðý'nda Alfarabius ve Abunaser diye anýlýr. Babasýnýn Vesiç Kalesi kumandaný olduðu dýþýnda ailesi hakkýnda bilgi yoktur. Samaniler Devleti'nin hâkimiyetinde önemli bir eðitim ve kültür merkezi konumunda bulunan Farab'da eðitim programýnýn dini, eðitim dilinin ise Arapça olduðu, Farsça'nýn da kýsmen edebiyat dili olarak okutulduðu bilinmekte ve bu ortamda Farabi'nin iyi bir tahsil gördüðü anlaþýlmaktadýr. Ancak anayurdundaki bu eðitimin ayrýntýlarý ve hocalarýnýn kimler olduðu hakkýnda bilgi mevcut deðildir. Farabi'nin buradaki tahsilini tamamladýktan sonra bir süre kadýlýk yaptýðý, fakat ilim ve kültürün tadýna varýnca mesleðini terk ederek kendisini ilme verdiði yolundaki rivayetin doðruluk derecesini tesbit etmek mümkün deðilse de bu yöndeki amacýný gerçekleþtirmek üzere bilinmeyen bir tarihte memleketinden ayrýldýðý ve hayatý boyunca devam edecek olan bir seyahate baþladýðý bütün kaynaklar tarafýndan belirtilmektedir. Klasik kaynaklarda açýk bilgiler bulunmamakla beraber Farabi'nin bu akademik seyahat esnasýnda önce Buhara, Semerkant, Merv ve Belh gibi kendi bölgesinin veya Ýran'ýn önemli ilim ve kültür merkezlerini ziyaret ettiði daha sonra Baðdat'a vardýðý tahmin edilmektedir. Baðdat'a gittiðinde kýrk yaþýný geçmiþ bulunuyordu. Zira bütün kaynaklar onun bu þehirde, dönemin en büyük dil âlimlerinden olan ve 929 yýlýnda vefat etmiþ bulunan Ýbnü's-Serrac'dan Arapça okuduðunu, kendisinin de ona mantýk okuttuðunu bildirdiðine göre bu tarihten çok önce Baðdat'a gelmiþ olmasý gerekir. Ayrýca dönemin en büyük dil bilginiyle buluþmasý ve karþýlýklý olarak birbirlerinden istifade etmiþ olmalarý Farabi'nin daha önce çok iyi yetiþmiþ olduðunu, mantýk okutacak kadar Arapça bildiðini, ancak bu dilin incelikleriyle ilgili bazý meselelerde Ýbnü's-Serrac'a baþvurduðunu göstermektedir. Dolayýsýyla onun babasýyla birlikte küçük yaþta Baðdat'a gittiði ve Arapçayý burada öðrendiði yolundaki rivayetlerin tutarlý bir gerekçesi yoktur.

            Farabi Baðdat'ta, Nestüri bir hýristiyan olan mütercim ve þarih Ebu Biþr Matta b. Yunus'tan mantýk okudu. Kaynaklar o sýrada bu âlimin daha yaþlý, Farabi'nin ise ondan daha zeki olduðunu ve en karmaþýk problemleri kolay bir üslupla ifade etme yöntemini bu hocadan öðrendiðini belirtirler. Fakat öyle anlaþýlýyor ki Farabi'nin mantýk ve felsefe alanýnda kendisinden büyük ölçüde istifade ettiði kiþi Harranlý Yuhanna b. Haylan olmuþtur. Ancak Kadý Said ve ondan nakilde bulunan Ýbnü'l-Kýfti ile Ýbn Ebu Usaybia, Farabi'nin Ýbn Haylan'dan Baðdat'ta okuduðunu belirtirken nispeten geç dönem tarihçilerinden olan Ýbn Hallikan onun Harran'a gittiðini ve orada Ýbn Haylan'dan mantýk tahsil ettiðini söyler. Ýbn Ebu Usaybia ise konuyla ilgili olarak Farabi'nin kaybolduðu sanýlan bir eserinden alýntý yapar. Buna göre filozof, felsefenin doðuþunu ve Aristo'dan sonra felsefe öðretiminin Atina'dan Ýskenderiye'ye ve oradan da Antakya'ya nasýl geçtiðini, baþlýca temsilcilerinin kimler olduðunu anlatýr ve kendisinin Ýbn Haylan'dan Kitabu'l-Burhan'ý (II. Analitikler) sonuna kadar okuduðunu halbuki o zamana kadar Ýskenderiye okulu geleneðinde, Hýristiyanlýða zarar verir endiþesiyle "el-Eþkalü'l-Vücüdiyye"den sonrasýný okutmanýn yasaklanmýþ olduðunu belirtir. Öte yandan Farabi'nin Dýmaþk'ta tahsil gördükten sonra Baðdat'a gittiðini söyleyen çaðdaþ bazý felsefe tarihçilerinin bu görüþünü destekleyen hiçbir kaynak bulunmadýðýna da iþaret etmek gerekir.

            Yirmi yýl kadar Baðdat'ta oturan ve eserlerinin çoðunu burada kaleme alan filozof, bu þehirde meydana gelen karýþýklýklar sebebiyle 330'da (941) veya bir yýl sonra Dýmaþk'a gitti. Ýbnü'l-Ýbri onun önce Halep'e geçtiðini, üzerindeki sufi kýyafetiyle Hamdani Emin Seyfüddevle'nin sarayýnda aðýrlandýðýný, ardýndan onunla birlikte Dýmaþk'a gittiðini söyler. Farabi'nin buradaki hayatýndan söz eden kaynaklarýn, özellikle Seyfüddevle ile olan yakýn iliþkisine dikkat çekerek bu konuda aslý olmayan birtakým menkýbelere yer verdikleri görülür. Farabi'nin, Dýmaþk'a gittiði tarihte bu þehir Ýhþidiler Devleti'nin elinde bulunuyordu ve ancak 334'te (945) Seyfüddevle tarafýndan alýnmýþtý; bu tarihten bir yýl önce de emir Halep'te iktidarý ele geçirmiþti. Dolayýsýyla ister Dýmaþk'ta ister Halep'te olsun, filozofun Seyfüddevle ile olan iliþkisi ancak bu tarihlerden sonra gerçekleþmiþ ve en çok üç yýl sürmüþ olmalýdýr. Ýlerlemiþ yaþýna raðmen Farabi 337'de (948) Mýsýr'a kýsa bir seyahat yaptýktan sonra Dýmaþk'a döndü ve Receb 339'da (Aralýk 950) seksen yaþlarýnda orada öldü. Cenazesine önde gelen on beþ devlet büyüðüyle birlikte Emir Seyfüddevle katýldý ve naþý Babüssaðir denilen semtin dýþýnda topraða verildi. Her ne kadar Beyhaki, o dönemin ünlü þairi Mütenebbi'nin dramatik ölümüyle ilgili olayý Farabi'ye isnat ederek onun Dýmaþk ile Askalan arasýnda yolunu kesen eþkýya tarafýndan öldürüldüðünü iddia ediyorsa da bu rivayet tamamen bir yakýþtýrmadan ibarettir.

            Eldeki veriler ýþýðýnda filozofun hayatýný bütün yönleriyle aydýnlatmak mümkün deðildir. Tarihte ünlü kiþilerin adý ve þahsiyeti etrafýnda örülen menkýbeler aðý Farabi için de söz konusudur. Bu menkýbelere daha ziyade, filozofun ölümünden 300 yýl kadar sonra kaleme alýnan kültür tarihi niteliðindeki kaynaklarda rastlanmaktadýr. Mesela anlatýldýðýna göre Farabi ilk defa Seyfüddevle'nin sarayýna hayatý boyunca giyindiði Türk kýyafetiyle girer. Emir kendisine oturmasýný söyleyince filozof, "Benim yerime mi, senin yerine mi?" diye sorar. Emirin ondan kendisine layýk olan yere oturmasýný istemesi üzerine filozof orada bulunan topluluðu yararak geçip Seyfüddevle'nin yanýna oturur; bununla da yetinmeyerek onu sýkýþtýrýp oturduðu yerden kaydýrýr. Bunun üzerine emir önde gelen devlet büyüklerine, sadece kendi aralarýnda kullandýklarý bir dille Farabi'ye bazý þeyler soracaðýný belirtir ve cevap veremezse edebe aykýrý davranan bu ihtiyarý dýþarý atmalarýný emreder. Konuþulanlarý anlayan Farabi ayný dille Emire sabretmesini, iþin sonunun önemli olduðunu söyler. Seyfüddevle hayretle. "Sen bu dili biliyor musun?" deyince filozof, "Ben yetmiþten fazla dil bilirim" karþýlýðýný verir. Ardýndan o mecliste bulunan âlimler çeþitli konularda onunla tartýþmaya girerler; Farabi hepsine baskýn çýkýnca susup onu dinlemeye, sonra da defterlerini çýkarýp not almaya baþlarlar. Meclis daðýldýktan sonra filozofla baþ baþa kalan Seyfüddevle'nin isteði üzerine musiki topluluðu bazý parçalar çalar; fakat Farabi hiçbirini beðenmez ve yaptýklarý hatalarý söyler; yanýnda taþýdýðý tablayý açarak ona düzen verdikten sonra neþeli bir parça çalar ve orada bulunan herkesi güldürüp eðlendirir. Ardýndan çalgý aletini bir baþka þekilde düzenleyerek hüzünlü bir parça çalar ve herkesi aðlatýr. Nihayet yeni bir düzen verdiði aletle aðýr bir parça çalýnca nöbetçilere varýncaya kadar herkes uykuya dalar; bu sýrada Farabi de çýkýp gider. Ayný kaynak kanun denen sazý ilk defa Farabi'nin icat ettiðini söyler. Ünlü bir musikiþinas olmakla birlikte Farabi'nin burada anlatýlan efsanevi olayla bir ilgisinin olmamasý gerekir. Aslýnda ayný olay, filozofun yaþadýðý dönemde kaleme alýnan (334- 945 civarý) Ýhvan-ý Safa Risaleleri'nde de geçmektedir. Ancak orada olayýn kahramanýndan söz edilmezken burada rol Farabi'ye verilmiþtir.

            Menkýbede yer alan filozofun yetmiþ dil bildiði hususuna gelince, þüphesiz bu telakki onun çok dil bildiði anlamýnda mecazi bir ifadedir ve abartýlmýþ da olsa bir gerçeði vurgulamaktadýr. Zira filozofun Kitabu'l-Huruf, el-Elfazu'l-müsta'mele fi'l-mantýk ve el-Musika'l-kebir adlý eserlerinde bazen Arapça bir kelime veya terimin Grekçe, Süryanice, Farsça ve Soðdca'daki karþýlýklarýný verdiðine bakýlýrsa onun ana dilinden baþka beþ altý dili az veya çok bildiðini kabul etmek gerekir. Öte yandan Farabi'nin Grekçe "sofist" kelimesinin etimolojisini yanlýþ vermesinden onun bu dili bilmediði sonucu çýkarýlamaz. Zira Arapçaya aktarýlan Helenistik kültür ürünlerinde bu tür hatalara rastlanmasý olaðan sayýlmaktadýr; dolayýsýyla bu durum önceki bir yanlýþ yorumdan kaynaklanmýþ olabilir.

            Farabi'nin Dýmaþk'taki hayatýyla ilgili olarak orada bostan bekçiliði yaptýðý ve geceleri bekçi fenerinin ýþýðýndan faydalanarak kitap okuduðu yolundaki rivayetin de gerçekle bir ilgisi yoktur. Çünkü henüz hayatta iken üne kavuþmuþ bulunan ve son sekiz yýlýný bu bölgede geçiren bir filozof her kesimden halk nezdinde büyük bir itibar kazanmýþ olmalýdýr.

            Þahsiyeti.

            Farab kýsa boylu, köse sakallý, zayýf nahif bir bünyeye sahip olup yaþadýðý sürece giydiði Orta Asya Türk kýyafetini hiç deðiþtirmemiþtir. Maddi servete deðer vermeyen, þöhret ve gösteriþten nefret eden, ruh ve ahlak temizliðini her þeyin üstünde tutan bir zahid idi. Ýlim ve sanat adamlarýna büyük deðer vermesiyle tanýnan Seyfüddevle filozofa ikram ve ihsanda bulunmak istemiþse de Farabi günlük ihtiyacýný karþýlayacak 4 dirhem gümüþ paradan baþkasýný kabul etmemiþtir. Genellikle münzevi bir hayat yaþamayý seven Farabi hiç evlenmemiþ ve mal mülk edinmemiþtir. Fýrsat buldukça su kýyýlarýnda ve baðlýk bahçelik yerlerde gezinir, öðrencileriyle buralarda buluþurdu. Tahsilü's-saade adlý eserinde kâmil bir filozofun niteliklerinden, "Öðrenim sýrasýnda karþýlaþtýðý güçlüklere katlanmalý, üstün bir zekâ ve kavrayýþa sahip bulunmalý, doðruluðu ve doðrularý, adaleti ve adil olanlarý seven, onurlu bir þahsiyet olmalý, altýn, gümüþ ve benzeri þeylere deðer vermemeli, yeme içme konusunda aç gözlü ve nefsani arzularýna düþkün olmamalý, doðruya ulaþmak için azim ve iradesi güçlü bulunmalýdýr"  þeklinde söz ederken adeta kendisini anlatmaktadýr.

            Ýslam dünyasýnda ilk defa Kindi'nin baþlattýðý felsefi harekete ve onun þekillendirdiði Meþþai akýma, kendi inanç ve kültürünün temelini oluþturan uluhiyyet, nübüvvet ve mead akidesinin yaný sýra Eflatun ve Yeni Eflatunculuk'tan aldýðý bazý unsurlarý da katarak eklektik bir sistem kuran Farabi, kazandýðý haklý þöhretten dolayý Aristo'dan sonra "Muallim-i Sani" unvanýyla anýlmýþtýr. "Sen mi daha bilgilisin, Aristo mu?" diye soranlara. "Eðer Aristo'ya yetiþseydim onun en seçkin talebelerinden olurdum" diyerek kendinden beklenen ölçülü davranýþý göstermiþtir. "Sürekli damlayan su taþý deler" özdeyiþinden hareketle baþarýnýn sýrrýný belli bir konu üzerinde yoðunlaþmada gören filozof, belki de bu sebeple Aristo'ya ait Kitabü'n-Nefs'in (De Anima) kenarýna kesretten kinaye olarak, "Ben bu kitabý yüz defa okudum" diye yazmýþ, yine Aristo'nun esSemâu't-tabii' (Fizika) adlý eseri için. "Ben bunu kýrk defa okudum, yine de okumak ihtiyacýný hissediyorum" demiþtir.

            Burada, Farabi'nin Ýmamiyye veya Ýsmailiyye Þiasý'na mensup bir Þii olduðu yolundaki iddialarý destekleyici herhangi bir kaynak bulunmadýðýna, ayrýca vasiyet, ismet, takýyye ve Hz. Peygamber'in soyundan gelenlere karþý aþýrý saygý gibi Þia'da temel sayýlan ilkelerin filozofun eserlerinde yer almadýðýna ve bunlara en ufak bir imada bulunulmadýðýna iþaret etmek gerekir. Esasen Farabi, kendi dönemindeki mezhep ve fýrkalarýn hiçbirinin lehinde veya aleyhinde bir tavýr sergilemiþ deðildir. Dolayýsýyla onun "medine-i fazýla" adýný verdiði ideal devletiyle Þia'nýn devlet anlayýþý arasýnda bir benzerlik kurmaya çalýþmak zorlamadan öte bir anlam taþýmamaktadýr.

 

            Ýlimler Tasnifi ve Mantýk. Ýlimler Tasnifi.

            Bu tasnif, bir filozofun ilim ve metot anlayýþýnýn yaný sýra onun dünya görüþünü de yansýtmasý bakýmýndan önemlidir. Kindi'den sonra Farabi de bu amaçla kaleme aldýðý Ýhsa'ü'l- ulüm'da kendi dönemindeki ilimlerin tasnifini yapmýþ, her ilim tanýmýný, teorik ve pratik açýdan deðerini belirterek eðitim ve öðretimdeki önemine iþaret etmiþtir. Farabi, Tahsilü's-saade, et-Tenbih ala sebili's-saade ve et-Tevtý'e adlý eserlerinde de daha muhtasar bazý tasnifler vermektedir. Filozof önce ilimleri beþ ana baþlýk altýnda sýnýflandýrýr, sonra da aþaðýda görüldüðü þekilde her ilim kapsamýndaki diðer ilimleri sýralar:

1. Dil: Sarf, nahiv.

2. Mantýk: Organon'un kapsamýnda yer alan sekiz kitap.

3. Matematik: Aritmetik, geometri, optik, astronomi, müzik, mekanik.

4. Fizik ve Metafizik (burada fizikten maksat Aristo'nun tabiat ilimler alanýndaki sekiz kitabýdýr.)

5. Medeni Ýlimler: Ahlak, siyaset, fýkýh, kelam.

            Aristo'nun ilimleri teorik, pratik ve poetik þeklindeki üçlü tasnifiyle Kindi'nin beþeri ve dini ilimler tarzýndaki ikili tasnifi incelendiði takdirde Farabi'nin daha kapsamlý ve kendine has bir tasnif yaptýðý görülür. Özellikle medeni ilimler kapsamýnda saydýðý fýkýhla kelamý teorik ve pratik olmak üzere iki kýsma ayýrarak Ebu Hanife'nin bu yöndeki yaklaþýmýný devam ettirmiþtir. Farabi'nin tasnifinde yer alan fizikten maksat sadece Aristo'nun Fizika'sý olmayýp onun tabiat ilimleri alanýnda kaleme aldýðý bütün eserleridir. Ancak bunlarýn sayýsý sekizden fazla olduðu halde Farabi'nin üç ayrý eserde yapmýþ olduðu tasnifte bulunan kitaplarýn ismi ve sýra düzeni deðiþmekte, fakat sekiz sayýsý hiç deðiþmemektedir. Bu sayýyý sabit tutabilmek için bazen iki eseri bir baþlýk altýnda gösterilmiþtir. Öyle anlaþýlýyor ki bundan amaç, Organon baþlýðý altýnda toplanan ve sekiz kitaptan oluþan mantýk külliyatý gibi tabiat ilimleri kapsamýna giren eserleri de ayný sayý altýnda toplamak suretiyle eðitim ve öðretimde kolaylýk saðlamaktýr. Ayrýca Farabi ilim ve sanatlarý taþýdýklarý deðer açýsýndan da bir tasnife tabi tutmuþtur. Buna göre bir ilmin deðeri konusunun þerefli oluþundan, kullandýðý delillerin kesin sonuç vermesinden veya pratikte büyük yarar saðlamasýndan kaynaklanýr. Astronomi birinciye, geometri ikinciye, dini ilimler de üçüncüye örnek gösterilebilir. Ancak bunlardan birinci ile üçüncüyü metafizik altýnda toplamak mümkündür.

 

            Mantýk.

            Farabi en büyük baþarýsýný mantýk alanýnda göstermiþtir. Filozof, kendisinden önceki þarih ve yorumcularýn eserlerinden de faydalanarak Aristo'nun Organon adlý mantýk külliyatý kapsamýna giren her kitap üzerinde çalýþmýþ; bunlarýn þerh, tefsir veya muhtasarlarýný hazýrlamak suretiyle bu külliyatýn incelenmedik ve açýklýða kavuþturulmadýk hiçbir noktasýný býrakmamýþtýr. Özellikle de Kindi ve diðer mantýkçýlarýn görmezlikten gelerek çözümsüz býraktýklarý kýyas ve ispat teorisiyle ilgili problemleri üstün bir liyakatle çözüme kavuþturmuþtur. Ayrýca kendisi de mantýðýn her bölümü için müstakil kitaplar kaleme alarak sonraki nesillere zengin bir literatür býrakmýþtýr. Bu baþarýsýndan dolayý haklý olarak Muallim-i Sani unvanýyla anýlan Farabi yaptýðý bir taksimle mantýðý "tasavvurat" (kavramlar) ve "tasdikat" (hükümler, önermeler) olmak üzere ikiye ayýrýr ki öyle bir yaklaþým Aristo'da görülmez. Farabi'den sonra Ýslam dünyasýnda yazýlan bütün mantýk kitaplarý bu plana baðlý kalmýþtýr. Her ne kadar Tj. de Boer bu ayrýmýn Farabi'den sonraki filozoflar tarafýndan yapýldýðýný iddia ediyorsa da bu iddia isabetli deðildir. Farabi, herhangi bir þey hakkýnda bilgi edinirken zihnin iki aþamalý bir iþlem yaptýðýný kabul eder; önce düþüncenin yapý taþlarý durumundaki kavramlara, sonra da bu kavramlarý kullanarak hükümlere yani önermelere ulaþýr. Filozofun mantýðý bu þekilde bir ayrýma tabi tutarak incelemesi son derece yerinde bir harekettir. Buna göre birinci bölümde terimler ve tarifi meydana getiren temel unsurlar, ikinci bölümde de önermeler, kýyas ve çeþitli ispat þekilleri söz konusu edilmektedir.
            Farabi Organon kadrosundaki sekiz kitabý mahiyetleri açýsýndan üçe ayýrmýþtýr.

a) Kategoriler, Önermeler ve 1. Analitiklerden oluþan üç kitap Burhan'a (II. Analitikler) bir giriþ ve malzeme hazýrlama durumundadýr.

b) Burhan kesin ve zorunlu bilginin ilke ve kurallarýný verdiði için mantýðýn esasýdýr ve baþlýca ilim sayýlmaktadýr.

c) Burhandan'dan sonra gelen Topika, Sofistika, Retorika ve Poelika ise kýyasýn uygulama alanlarýdýr.

      Farabi'den itibaren "beþ sanat" diye anýlan konulara dair bu eserlerin muhtevasýný epistemolojik açýdan þöyle deðerlendirmektedir: Burhan'ýn öncüllerini oluþturan önermeler kesinlik ifade ettiði için bu tür bir kýyasýn sonucu da kesin ve doðru bilgidir. Topika diyalektik kýyas þekillerini (cedel) konu aldýðýndan ifade ettiði bilgilerde doðruluk payý fazladýr. Sofistika hayal ve kuruntuya dayanan kýyaslardan oluþtuðu için burada hata payý büyüktür. Eðer bu tür kýyaslara bilerek baþvurulursa sonuçta elde edilen bilgi safsata ve demagojiden baþka bir þey deðildir. Retorika'da (hitabet) halk arasýnda genel kabul gören önermelerden (müsellemat, meþhurat) oluþan kýyaslara baþvurulur. Bu tür kýyaslarda doðru ve yanlýþ payý eþit durumdadýr. Þiir sanatý demek olan Poetika'da ise sanatkâr hayal ve duyguyu ön plana çýkardýðý için þiirle ifade edilen bilgi edebiyat ve eðitim açýsýndan deðerli olmakla birlikte mantýk bakýmýndan geçerli deðildir. Farabi'ye göre insan neyin doðru, neyin yanlýþ olduðuna ancak bu bilgi türlerini Öðrendikten sonra karar verebilir. Çünkü bu beþ sanat bütün söylem türlerini içermektedir. Felsefi ve ilmi bilgi kesin sonuç veren burhani kýyaslara, kelam diyalektik kýyaslara dayanýrken politikacýlar hitabette çokça kullanýlan temsili kýyas (analojý) þekillerine baþvururlar. Filozof, doðru ve tutarlý düþüncenin ilke ve kurallarýný veren mantýðý felsefenin bir parçasý veya bir baþka þey için sadece bir alet olarak görmeyi uygun bulmaz. Onun düþüncesine göre mantýk baðýmsýz bir disiplin sayýlmalýdýr.

            Farabi dille mantýk arasýnda yakýn benzerlik ve sýký iliþki bulunduðu hususu üzerinde önemle durur. Ona göre dil bilgisi hatasýz konuþmanýn, mantýk da doðru düþünmenin kurallarýný vermektir. Dil bir dýþ konuþma ise mantýk da iç konuþmadýr. Bir baþka söyleyiþle dilin lafýzlarla olan iliþkisi ne ise mantýðýn kavramlarla olan iliþkisi de odur. Þu var ki gramer bir milletin diliyle ilgili kurallarý içerirken mantýk bütün insanlýðýn düþüncesine ait kanunlarý ifade etmektedir. Gramer bilmeyen hatasýz konuþamaz, mantýk bilmeyen de her zaman doðru düþünemez.

            Farabi'nin mantýða sarsýlmaz bir güvenle baðlandýðý açýkça belli olmaktadýr. Öyle ki sýradan bir mantýk probleminden hareket ederek metafiziðin en karmaþýk meselelerini gündeme getirir ve mantýk açýsýndan bunlarý çözümlemeye çalýþýr. Mesela mümkün ve mütekabil önermelerin yorumunu yaparken bu baðlamda Allah'ýn bilgisinin nasýl anlaþýlmasý gerektiðini tartýþýr. Öte yandan Batý'da Kant'la birlikte önem kazanan önermelerin analitik ve sentetik olmak üzere iki kategoride deðerlendirilmesi gerektiði düþüncesi, Farabi tarafýndan yüzyýllar önce ortaya konmuþtur.
            Farabi, Aristo'nun Orgonon da söz konusu ettiði tam tümevarým yanýnda, bazý parçalardan örnekleme yapmak suretiyle bütün hakkýnda bir yargýda bulunmak þeklindeki eksik tümevarým üzerinde de durmuþ, bunun bilimde ve gündelik hayatta en çok baþvurulan bir yöntem olduðuna dikkat çekmiþtir. Her ne kadar bu yönteme ilk defa Bacon'ýn dikkat çektiði, Stuart Mill'in de onu geliþtirdiði söylenirse de, Farabi, bunun bilimde, dinde, hukuk ve ahlak alanýnda yaygýn bir þekilde kullanýldýðýný söylemektedir. Nitekim ona göre çoðunlukla iyi davranýþ sergileyen herkes adildir. Öyleyse davranýþlarýnýn hepsi dikkate alýnmadan adil bir kimsenin birçok þey hakkýndaki þahitliði geçerli sayýlmalýdýr. Uslu ve vakur olan kimsenin davranýþlarýnýn hepsi dikkate alýnmaksýzýn sadece bu iki nitelik onun karakterinin nasýl olduðunu göstermeye yeter.
         Klasik mantýk alanýnda yeni bir þey söylemenin güçlüðünü kabul etmekle birlikte Farabi'nin mantýða olan katkýsý bu disiplini saðlam bir terminolojiye kavuþturmanýn yaný sýra yaptýðý geniþ yorumlamalar, ayrýca yaþadýðý toplumun düþünce, inanç ve kültür deðerlerinden verdiði zengin örneklerle onu geliþtirmiþ ve bir metodoloji olarak bilim alanýnda kullanýlmasýný kolaylaþtýrmýþtýr.


            Felsefesi.

            Farabi'nin sistemi varlýðýn ilkesini manevi saymakla birlikte geometri ve mantýðý temel alan, fizikten (tabiat ilimleri) geçerek metafiziðe yükselen bir sistemdir. Eflatun, Aristo ve Yeni Eflatunculuktan gelen ve sistemin bütünü içinde yer yer görülen eklektisizm rastgele bir derleme tarzýnda olmayýp kendi mantýðý içinde son derece tutarlýdýr. Bu felsefede bütün kainat sürekli hareket eden bir dönme dolap þeklinde tasavvur edilecek olursa iniþli çýkýþlý bu sistem içinde en ulvisinden en süflisine kadar maddi-manevi, organik-inorganik her varlýk türünün yeri ve iþlevi belirlendiði için ayný zamanda determinist ve gayeci bir felsefedir. Bu bakýmdan Farabi'ye göre felsefe varlýk olarak varlýðýn bilgisidir yani bütün kâinatý önümüze seren ve her þeyi kuþatan külli bir ilimdir. Þu halde varlýðýn ilk prensibini ve en son gayesini araþtýran, onun iþleyiþini sebep-sonuç iliþkisi içinde yorumlayan filozofun bilgisi de külli olacaktýr. Bundan dolayý Farabi, "Filozofun yapmasý gereken þey kendi gücü ölçüsünde Allah'a benzemektir" derken, bundan, ruhi ve ahlaki arýnmanýn yaný sýra filozofun fikren de aydýnlanarak Tanrý gibi varlýðýn evrensel bilgisine sahip olmasýný kastediyordu; buna karþýlýk ruhunu ve ahlakýný arýndýrma kaygýsý taþýmayan ve sadece teorik bilgilerle yetinen kimseye "sahte filozof' diyordu. Zira felsefe yapan kimsenin en son amacý önce kendi ahlakýný, sonra ailesinin ve ülkesindekilerin ahlaki durumlarýný düzeltip iyileþtirmek olmalýdýr.

      Kindi matematik bilmeden felsefede baþarýlý olunamayacaðýný söylerken, Farabi felsefeye geometri ve mantýk bilgisiyle girileceðini, fakat fizik bilmeden de bu alanda bir varlýk göstermenin mümkün olamayacaðýný belirtir. Çünkü fizik bizim en kolay anlayabileceðimiz ve bize en yakýn bir alandýr. Bu konuda Farabi felsefe öðrencilerine de bazý öðütlerde bulunur: Gerçeðe ulaþabilmek için her þeyden önce haz ve þehvet duygusunu yenerek ahlakýný düzeltmeli, saðlam bir iradeye sahip olabilmek için zihni melekelerini geliþtirip güçlendirmeli, hýrs derecesinde bir istekle sürekli çalýþmalý, baþlýca meþguliyet alaný ilim olmalýdýr.
 

            Farabi, kozmik düzende yer alan her varlýðý ve meydana gelen her olayý sebep- sonuç iliþkisi içinde yorumlamakta, onun iniþli çýkýþlý sisteminde bir önceki varlýðý bir sonrakinin maddesi, onu da bunun sureti saymaktadýr. Ancak iniþ mükemmelden daha az mükemmele doðru kolay bir þekilde gerçekleþtiði halde çýkýþ mükemmel olmayandan mükemmele geçiþ tarzýnda olduðu için zor gerçekleþmekte ve zaman almaktadýr.

1. Ontoloji.

            Farabi'ye göre insan aklýnýn ulaþabildiði en genel kavram varlýktýr. Bu yüzden varlýðýn tanýmý yapýlamaz, çünkü taným cins ve fasýldan oluþur. Varlýðý kuþatacak daha külli bir kavram bulunmadýðýna göre onun tanýmýný yapmak mümkün deðildir. Bu basit ve yalýn kavramý tanýmlamak için gösterilecek her çaba sadece akla yapýlan bir uyarý durumunda kalacak ve bilinenin tekrarýndan öte herhangi bir anlam taþýmayacaktýr. Þu halde varlýk vardýr ve apaçýktýr; bu konuda birtakým spekülasyonlara kalkýþmak bilgimize yeni bir þey katmayacaktýr.           

            Farabi varlýklarý sýnýflandýrýrken en üstte bulunan, en salt ve en mükemmel olan "ilk sebepten" (Tanrý) baþlayarak basitlik ve mükemmelliðin en alt düzeyinde yer alan ilk maddeye (heyula) kadar iner. Buna göre varlýk mertebelerinin ilki, insan aklýnýn ulaþabildiði en kutsal varlýk olan Tanrýdýr. Ýkincisi, filozofun "ikinciler" (es-sevani) ve maddeden ayrýk akýllar (el-ukûlül müfarýka) adýný verdiði, sayýlarý gökkürelerinin sayýsýna tekabül eden dokuz akýldan oluþan varlýk alanýdýr. Farabi'nin ruhaniler ve melekler mertebesinde gördüðü bu akýllar varlýklarýný Tanrýdan alýrken kendileri hem üçüncü varlýk mertebesini oluþturan faal aklýn hem de gökkürelerinin varlýk sebebidirler. Ona göre dini terminolojide Cebrail veya Rûhu'l-kudüs adý verilen faal akýl, Tanrý ile ay altý âlemi arasýnda aracý durumundadýr. Dördüncü mertebede yine manevi ve basit bir varlýk olan nefis bulunur. Nefis gök cisimlerinde dairevi hareketi; insan, hayvan ve bitkilerde ise biyolojik, Fizyolojik, fizyonomik ve psikolojik her türlü aktiviteyi ifade etmektedir. Beþinci ve altýncý varlýk mertebesini oluþturan suret (form) bir madde basit birer varlýk olmakla birlikte yetkinlikten uzaktýrlar. Bunlar birbiri için gereklidir; biri olmazsa diðeri bulunamaz. Bununla beraber suret aktif ve þekil verici, madde ise pasif ve verilen þekli kabul edici durumdadýr. Bu iki basit ilkenin birleþmesiyle ay altý âleminde öncelikle dört unsur toprak su hava ve ateþ oluþur. Maddi varlýklar alanýnýn yapý taþlarý durumundaki bu dört unsurdan her birinde soðukluk-sýcaklýk, kuruluk-yaþlýktan ibaret dört zýt nitelik vardýr ki bunlardan ikisinin bulunmasý sonucunda karýþým meydana gelir. Bu da ilk somut maddenin yani cismin meydana gelmesi demektir. Þu halde ilk aþamada inorganik varlýklar, sonra organik varlýklar oluþur. Esasen Farabi'nin cisimler âlemi derken kastettiði gök cisimleri, dört unsur, madenler, bitki, hayvan ve insanlarý içeren bütün maddi kâinattýr. Ancak gök cisimlerinin ana maddesi dört unsur deðil havadan da hafif olan esîrdir. Böylece filozofa göre âlemi çepeçevre kuþattýðý farzedilen en dýþtaki felekten (el felekül-aksa) en aþaðýda yer alan dört unsura kadar bütün kâinatta boþluða yer yoktur. Bu görüþüyle Farabi Aristo'dan beri devam eden Meþþai geleneði takip ederek atomizmi reddeder.

            Külli-Cüz'i.

            Farabi varlýk baðlamýnda külliler problemini tartýþýrken cevherleri ilk ve ikinci cevherler diye ikiye ayýrýr. Ýlk cevherler maddi varlýk alanýný oluþturan fertler ve tikel (cüzi) nesnelerdir. Bunlar insaný çepeçevre kuþattýðý ve duyularla algýlanabilir olduðu için ilktir ve bir bakýma cevher adýný almaya en layýk olan da bu tür varlýklardýr. Ýnsan aklýnýn soyutlama iþlevi sonucu ilk cevherlerden kalkarak elde ettiði küllt kavramlar ise ikinci cevherlerdir. Aklýn birleþtirme ve çokluðu birlik haline getirerek kavrama özelliðinin bir sonucu olarak ortaya çýkan kavramlar bilginin yapý taþlarý mahiyetindedir. Mesela bir önermedeki hüküm, konu ve yüklem diye adlandýrdýðýmýz iki terimin bir mukayese sonucu birleþtirilmesinden ibarettir. Bu bize ikinci cevherlerin yani kavramlarýn ne kadar önemli olduðunu gösterir. Þu halde Farabi'ye göre kavram birleþik, külli ve bir olana delalet eden þeydir. Bir baþka söyleyiþle fertlere nisbetle cins ve tür ne ise cüzilere göre külli de odur. Buna göre ikinci cevherler maddi olmadýðý için deðiþikliðe de uðramazlar, süreklidirler. Bunlar cevher adýný almaya ferdi ve cüzi olan birinci cevherlerden daha layýktýrlar.

            Vacib-Mümkin.

            Farabi'nin varlýkla ilgili yaptýðý tasniflerden bir diðeri de Vacib-mümkin ayrýmýdýr. Mutlak olarak varlýk kavramý dikkate alýndýðýnda bu konuda üç ifadede bulunulabilir. Söz konusu varlýðýn ya zorunlu (Vacib) ya mümkin (zorunsuz) veya imkânsýz (muhal) olduðu söylenebilir.

a) Zorunlu varlýk, özü itibariyle zorunlu ve baþkasýna nisbetle zorunlu olmak üzere iki kýsma ayrýlýr. Özü itibariyle zorunlu olan, var olmasý ve varlýðýný devam ettirmesi için hiçbir sebebe muhtaç olmayandýr. Bir an için onun var olmadýðý farz edilecek olursa bu durum mantýki imkânsýzlýða yol açar; yani onun hakkýnda yokluk düþünülemez. Bizatihi var olan ve yokluðu düþünülemeyen bu varlýk Allah týr. Baþkasýna nisbetle zorunlu varlýk ise özü bakýmýndan mümkin olduðu halde baþkasýna nisbetle zorunlu sayýlan varlýktýr. Mesela güneþ özü bakýmýndan mümkin bir varlýktýr, çünkü yaratýlmýþtýr; fakat yaratýldýktan sonra onun ýsý ve ýþýk kaynaðý oluþu bir zorunluluktur.

b) Mümkin varlýk sebepli, yani varlýðýný bir baþka þeyden alan varlýktýr. Mümkin olaný bir an için yok saydýðýmýzda bu durum bizi mantýk bakýmýndan bir çýkmaza sürüklemez. Mümkin olan bir sebebe baðlý olarak varlýk kazanmýþtýr, hem var hem de yok olabilir. Onun var olmamasý genel varlýk düzeninde bir eksiklik sayýlmaz. Buna göre Allahtan baþka bütün varlýklar mümkin varlýklar kategorisine girmektedir.

c) Ýmkânsýz olana gelince, o hiçbir zaman varlýk alanýna çýkamayacaðý ve yokluk anlamýna geldiði için ondan söz etmenin gereksizliði ortadadýr.

            Her ne þekilde olursa olsun mümkin varlýklar sebepli varlýklardýr. Ancak bunlarda sebeplilik zinciri sonsuza kadar sürüp gidemez. Þu halde bu tür varlýklarýn eninde sonunda zorunlu bir ilk varlýkta son bulmalarý gerekir ki bu ilk varlýk Tanrýdýr. Zorunlu varlýðýn hiçbir sebebi yoktur ve varlýðýný baþkasýndan almýþ olamaz.
            Burada ister istemez Tanrý-varlýk iliþkisi gündeme gelmekte ve mümkin varlýklar alanýný oluþturan kainatýn meydana geliþinde bu iliþkinin nasýl gerçekleþtiði sorulmaktadýr. Filozof bunun cevabýný da vermektedir.


2. SudÛr Teorisi.

            Bütün semavi kitaplarda, mümkin varlýklar tanýmýna giren kainatýn Allahýn hür iradesi ve mutlak kudretinin sonucu olarak sonradan yaratýldýðý þeklinde çok açýk bir inanç ve telakki bulunmasýna raðmen Ýslam felsefesi tarihinde ilk defa Farabi dini geleneðin dýþýna çýkarak Tanrý-varlýk iliþkisini sudür veya kozmik akýllar teorisi denilen bir sistemle yorumlamýþtýr. Her þeyden önce burada akla gelen soru þudur: Farabi ve sudûru savunan sonraki filozoflar neden böylesine karmaþýk bir doktrini benimsemek durumunda kalmýþlardýr? Filozoflarýn konuyla ilgili mantýki gerekçelerini þu þekilde sýralamak mümkündür:

a) Allah mutlak anlamda birdir. Kâinat ise çokluk ve çeþitliliði sergilemektedir. Eðer bu âlemin doðrudan yaratma ile meydana geldiði kabul edilecek olursa o zaman Allah'ýn zatýnda da çokluk bulunduðu hatýra gelir ve bu durum O'nun mutlak birliði ilkesine ters düþer. Sudûrcu filozoflar bu çýkmazdan kurtulmak için, "Birden ancak bir çýkar" hipotezine baþvurarak görüþlerini temellendirmek istemiþlerdir,

b) Varlýðýn sonradan yaratýldýðý kabul edilecek olursa zaman kavramýndan kaynaklanan bazý problemlerin ortaya çýktýðý görülür. Mesel yaratma bir fiildir ve bir süreçte gerçekleþir. Hâlbuki madde ve hareket (deðiþim) yokken zamanýn varlýðýndan söz edilmesi anlamsýzdýr. Ayrýca, "Âlem sonradansa Allah ondan önce ne yapýyordu?" diye bir soru akla gelebilir. Eðer bir þey yapmýyor idiyse atýl ve pasif bir Tanrý kavramý ortaya çýkar, Problemle ilgili bir baþka husus, âlem sonradansa mantýki olarak Allah'ýn âlemi yaratmadan önceki iradesiyle yarattýðý andaki iradesi arasýnda bir fark bulunmasý gerekir, irade sýfatýndaki bu deðiþiklik O'nun zatýnda da bir deðiþmenin olabileceðini akla getirir. Bunun uluhiyyet kavramýyla baðdaþmasý mümkün deðildir, Konuyla ilgili olarak, "Neden Allah belli bir anda varlýðý yaratma iradesinde bulunmuþtur, acaba daha önce veya daha sonra yaratmasýna engel olabilecek ya da iradesini o anda kullanmasýný gerekli kýlacak baþka bir kudret ve irade mi vardý?" þeklinde bazý sorular da ileri sürülebilir.

c) Farabi'nin yoktan yaratma akidesine karþý sudûru temellendirmesinde etken olan önemli hususlardan biri de þer kavramýna makul bir yorum getirerek varlýktaki kötülüðün Allah ile bir ilgisinin bulunmadýðýný göstermektir,

            Sudûr teorisiyle Farabi ezeli olanla sonradan olan, deðiþmeyenle deðiþikliðe uðrayan, bir ve mutlak olanla çok ve mümkin olan varlýklar arasýndaki iliþkiyi belirlemek, böylece bütün kainatý hiyerarþik bir sistem içinde yorumlamak istemiþtir, Buna göre ilk varlýk olan Allah her türlü iyilik, güzellik ve yetkinliðin kaynaðýdýr, 0 hiçbir þeye muhtaç olmadýðý için herhangi bir amaç da gütmez, Zira yüce ve aþkýn olan varlýk süfli ve bayaðý olan mümkin varlýklarý amaç edinmez, Þu halde en üstün derecede cömertlik ve yetkinlikle nitelenen Allah'ýn irade ve ihtiyarý olmadan kainat tabii bir zorunlulukla O'ndan çýkarak (sudûr) meydana gelmiþtir. Yalnýz buradaki zorunluluk mantýk bakýmýndan olmayýp bizzat Allah'ýn zorunlu varlýk olmasýndan kaynaklanan bir özelliktir. Yani O'nun zorunlu ve yetkin sýfatlarýyla niteleniþi ve inayetinin bol oluþu, iradesine gerek kalmadan varlýðýn kendisinden çýkmasýna sebep olmuþtur, Daha doðrusu mutlak olan Allah ayný zamanda salt akýldýr, kendi zatýný bilir, dolayýsýyla kendisi tarafýndan bilinir. Demek oluyor ki 0 hem akýl hem akleden (âkýl) hem de akledilendir (makul). Bu kavramlarýn üçü de Allah hakkýnda ayný þeyi yani mutlak bilinci ifade etmektedir. Ýþte Allah'ýn kendi zatýný bilmesi varlýðýn O'ndan çýkmasýna sebep olmuþ, bilgi ve düþünce eyleme illet teþkil etmiþtir. Farabi"ye göre bu baðlamda bilme ile yaratma ayný anlamdadýr,

             Þüphesiz bu anlayýþ âlemin ezeli olduðu düþüncesini de beraberinde getirir. Çünkü Allah'ýn bilgisi zatý gibi ezeli olduðuna ve 0 ezelden beri kendisini bildiði ne göre bu bilmenin sonucunda meydana gelen varlýðýn da ezeli olmasý mantýki bir zorunluluktur. Dolayýsýyla sudûr teorisinin semavi dinlerde, "Âlem, Allah'ýn hür iradesiyle sonradan yaratýlmýþtýr" þeklinde ifade edilen "halk"(Yaratma) ilkesiyle baðdaþmasý mümkün deðildir. Sudûr ile yaratma kavramlarýný baðdaþtýrmaya çalýþmak insaný içinden çýkýlmaz çeliþkilere götürür. "Birden ancak bir çýkar" ilkesi gereðince zorunlu varlýk olan Allah'ýn kendi zatýný düþünmesi ve bilmesi sonucunda ondan manevi bir güç olan ilk akýl çýkmýþtýr, Bu akýl Allah'a nisbetle zorunlu, kendi özü itibariyle mümkin bir varlýktýr ve bu sebeple çokluk karakteri taþýmaktadýr. Ýlk akýl da zorunlu varlýk olan Allah gibi düþünür, Fakat bu akýl hem kendisinden sudûr ettiði Allah'ý, hem de kendisinin mümkin varlýk olduðunu düþünmek zorundadýr, Düþüncedeki bu farklýlýk sebebiyle de çoðalma baþlamaktadýr. Þöyle ki, ilk aklýn Allah'ý düþünmesinden ikinci akýl, kendisinin mümkin varlýk olduðunu düþünmesinden de birinci göðün (felek) nefsi ve maddesi meydana gelmiþtir. Ýkinci akýl da ilk akla göre zorunlu, özü itibariyle mümkin varlýktýr. Bu aklýn Allah'ý düþünmesiyle üçüncü akýl, kendisinin mümkin varlýk olduðunu düþünmesi sonucunda ise ikinci felek, yani sabit yýldýzlar küresinin nefsi ve maddesi meydana gelmiþtir. Böylece her akýl kendinden sonra bir baþka aklý ve nefsiyle birlikte bir gökküresini meydana getirir. Bu durum güneþ sistemindeki gezegenlerin sayýsýnca devam ederek ay küresinin aklý olan faal akýlda son bulur. Onuncu akýl olan faal akýl ay altý âlemindeki her türlü fiziki, kimyevi, biyolojik oluþ ve bozuluþun ilkesi sayýlmaktadýr.

            Farabi, Allah ile maddi kâinat arasýnda aracý bir güç olarak gördüðü faal aklýn dini terminolojideki Cebrail'e tekabül ettiðini iddia ediyorsa da dinde Allah'tan aldýðý vahyi teblið etmesi dýþýnda Cebrail'e dünyayý idare etme gibi bir görev verilmiþ deðildir. Filozofun bu konuda Yeni Eflatuncu ve Sabiî doktrinlerden etkilendiði düþünülmektedir.

            Feyz ve sudûrun zorunlu olduðu tezinin ilahi iradeyi sýnýrlayýcý bir mahiyet taþýdýðý, sudûr da bir fiil olduðuna göre týpký yaratma gibi zaman içinde gerçekleþmiþ olmasý gerektiði, sudûrun gerekçesi olarak gösterilen, "Birden ancak bir çýkar" hipotezinin mantýk ve tecrübeyle çeliþtiði, Allah'tan maddi varlýklar çýkamayacaðý fikrinden hareketle bu madde dünyasýnýn faal akýldan doðduðunu ileri sürmenin bir çeliþki doðurduðu, zira faal aklýn da manevi olduðu, semavi akýllar hem Allah'ý hem de kendilerini bilirken Allah'ýn sadece kendi zatýný bildiðini savunmanýn Allah'ýn yetkinliði ilkesiyle baðdaþmadýðý gibi gerekçelerle sudûr teorisine önemli eleþtiriler yöneltilmiþtir.

 Fizik. Farabi'nin fizik felsefesini anlayabilmek için önce onun âlem tasavvurunu bilmek gerekir. Ona göre âlem basit cisimlerden oluþmuþ bir küredir ve âlemin dýþýnda hiçbir þey yoktur, yani onun ötesinde herhangi bir boþluk veya doluluktan söz edilmez, þu halde onun mekâný yoktur, Bu telakkiye göre âlem ay üstü ve ay altý olmak üzere iki ayrý varlýk alanýna ayrýlmakta ve ay üstü âlemi oluþturan gökkürelerinin esir denen, havadan daha hafif bir maddeden meydana geldiði kabul edilmektedir. Ana maddelerinin tek ve basit oluþu sebebiyle zýtlarý bulunmayan bu küreler bir merkez etrafýnda kesintisiz olarak dairevi þekilde hareket etmek durumundadýr, Bir baþka ifadeyle gökkürelerinin hareketi mekanik deðil dinamiktir, Fakat milyarlarca yýldan beri bir düzen içinde kesintisiz dönen bu küreler dinamizmini nereden almaktadýr? Farabi'ye göre bunlar sýnýrlý birer maddi varlýk olduklarý için güçlerinin de sýnýrlý olmasý gerekir. Zira sýnýrlý bir niceliðin sýnýrsýz güç kaynaðý olmasý kabul edilemez. Ýlk ve Ortaçað'larda maddenin çekim gücü bilinmediði için gökkürelerine bu dinamizmi saðlayanýn akýl olduðu kabul ediliyordu. Bu anlayýþa göre her kürenin maddeden soyutlanmýþ kendine özgü bir aklý vardýr ve o akla ulaþmak (onun gibi soyut bir cevher olmak) için iþtiyakla kesintisiz dönmektedir. Her kürenin arzu ve iþtiyaký farklý olduðundan dönüþ hýzlarý da farklýdýr. Fakat sonunda hepsi bir tek varlýðý sevme ve arzulamada birleþirler ki o da ilk sevgili olan Tanrý'dýr. Gökkürelerinin bir düzene göre iç içe hareket ederken birbirine temas etmesiyle (birbirini etkilemesiyle) ve faal aklýn da katkýsýyla ay altý âleminde dört unsur meydana gelmiþtir. Bu olayda gökkürelerinin farklý hareketi dört unsurun suretlerinin farklý oluþuna, gökkürelerinin durumlarýndaki deðiþiklikler de dört unsurun karýþýmýna ve bunun sonucu meydana gelen cisimlerdeki oluþ ve bozuluþa (kevn ve fesad) sebep olmaktadýr. Burada þu husus belirtilmelidir ki ay üstü âleminin ay altý âlemini bu derece etkilediðini kabul eden Farabi astrolojiye inanmamakta ve konuyla ilgili olarak kaleme aldýðý en-Nüket fi'ma yesýhhu ve ma la yesýhhu min ahkami'n-nücum adlý eserinde astrolojiye baðlý her türlü kehaneti reddetmektedir.

            Küre þeklinde basit birer varlýk olan dört unsurdan her biri sýcaklýk, soðukluk, yaþlýk ve kuruluk gibi dört zýt nitelikten ikisine sahiptir. Bunlardan ilk ikisi aktif, son ikisi pasiftir. Karýþým olayýnda iki zýt nitelik bulunur ve bunlardan hangisi ötekine üstün gelirse meydana çýkan cisimde onun özelliði aðýr basar. Bu anlayýþa göre karýþým sonucunda sýrasýyla taþlar, madenler, bitkiler ve hayvanlar ortaya çýkmakta, yüce yaratýcýnýn karýþýmdan istediði en ideal kývam oluþunca da insan meydana gelmektedir.

            Farabi'ye göre fizik, basit olsun birleþik olsun tabii cisimlerin ilkelerini, özelliklerini ve onlardaki deðiþimi saðlayan prensipleri araþtýran bir ilimdir. Burada þunu da belirtmek gerekir ki genellikle ilk ve Ortaçað fiziði varlýðýn menþei, özellikle de hareket teorisi üzerinde yoðunlaþmýþtýr. Farabi de bu anlayýþa baðlý kalarak fizik dünyadaki organik ve inorganik varlýk türlerinde görülen her türlü oluþum ve deðiþimi hareket kavramý baðlamýnda açýklamaktadýr. Hareketi, "güç halinden fiil alanýna çýkýþ" diye tarif eden filozof, gök cisimlerinin dairevi þekilde hareket etmelerine karþýlýk ay altý âlemindeki varlýklarýn bir mekâna baðlý olarak düz yani çizgi boyu hareket ettiklerini belirtir. Hareketin yönünü ise maddenin aðýr veya hafif oluþu belirler. Buna göre aðýr cisimler çevreden merkeze, hafif cisimler ise merkezden çevreye doðru hareket ederler. Ayrýca hareketi yer deðiþtirme, dönüþüm, artma-eksilme, oluþ ve bozuluþ þeklindeki geleneksel ayrýmý içinde inceleyen Farabi, bunlardan yer deðiþtirmenin doðrudan cevherle ilgili olmasý sebebiyle hareket kavramýný daha iyi ifade ettiðini, diðerlerinin ise arazlara iliþkin olduðunu, yani cisimlerdeki biyolojik ve kimyasal deðiþimleri belirlediðini söyler. Bundan baþka filozof diðer bir açýdan hareketi iradesiz ve iradeli olmak üzere iki kýsma ayýrmaktadýr. Bitkilerin hareketi iradesiz, hayvanlarýn ve gökkürelerinin hareketi ise iradelidir.

            Filozofun, klasik fizikte hareket kavramýyla baðlantýlý olarak incelenen zaman ve mekân konularýna yaklaþýmýnda herhangi bir yenilik göze çarpmaz. Ona göre zamanýn varlýðý hareketle birlikte kavranýr; hareket varsa zaman da vardýr. Þu halde zaman, dýþ dünyada bir gerçekliði mevcut olmayýp sadece deðiþime baðlý bir þuur olayýdýr. Kesintisiz bir nicelik olan zamanýn en küçük birimine "an" denmektedir: bir bakýma bu çizgi ile nokta arasýndaki iliþki gibidir, yani an geçmiþle gelecek arasýnda hayali bir sýnýrdýr. Mekân da zaman gibi metafizik bir kavramdýr ve "þudur" diye iþaretle gösterilecek somut bir þey deðildir. Dolayýsýyla günlük dildeki bir nesnenin bulunduðu "yer" ile felsefedeki "mekân" birbirinden farklýdýr. Felsefede mekân, kuþatan cismin iç yüzeyiyle kuþatýlan cismin dýþ yüzeyi arasýnda var olduðu kabul edilen hayali bir þeydir.

4. Psikoloji. Modern psikolojinin kurulduðu XIX. yüzyýla gelinceye kadar metafiziðin temel disiplinlerinden biri sayýlan psikoloji fizyolojiyle bir arada mütalaa ediliyordu. Hatta Farabi'nin yüz defa okuduðunu söylediði Aristo'nun De Anima adlý eseri psikolojiden çok bir fizyoloji kitabý niteliðini taþýmaktadýr. Bunun yaný sýra Farabi'nin, Eflatun ve Yeni Eflatunculuk'tan gelen ve ruh telakkilerini içeren literatüre de sahip olduðu bilinmektedir. Ýþaret edilmesi gereken bir nokta da onun tarafýndan kullanýlan nefis teriminin biyolojik, fizyolojik ve psikolojik bütün aktiviteleri ifade ettiði için ruh teriminden daha kapsamlý olduðu hususudur.

Aristo gibi Farabi de bir yandan nefsi "güç halindeki tabii organik cismin ilk yetkinliði" diye tarif ederken öte yandan nefsin bedenin bir sureti olduðunu söyler. Burada nefse güç, yetkinlik (kemal) ve suret olmak üzere üç nitelik izafe edildiði görülmektedir. Bu husus þöyle bir örnekle açýklanabilir:

Bir buðday tanesi organik bir cisim olduðu için güç halinde (potansiyel olarak) canlý sayýlmaktadýr. Bu tane uygun bir ortama býrakýldýðý zaman çimlenmek üzere kabuðunu çatlatýr. Bu olayda tanenin sahip olduðu güç fiil haline gelerek kabuðu çatlatmýþ ve tane önceki durumuna nisbetle geliþerek bir yetkinlik kazanmýþtýr ki buna ilk yetkinlik denmektedir. Daha sonra bu aktivite devam ederek tohum kendi suretinde baþka taneler meydana getirir, bu duruma da son yetkinlik denilir. Buna göre her canlý türüne sahip olduðu görünümü veren onun nefsidir.

Muhtemelen yukarýdaki Aristocu tarif kendisini tatmin etmediði için Farabi Eflatun gibi nefis-beden ikileminden hareketle nefsin bedenden baðýmsýz basit bir cevher olduðu sonucuna ulaþýr. Þu halde nefis fizyolojinin veya sinir hücrelerinin bir fonksiyonu deðil manevi bir cevherdir. Ne var ki filozof bu iki yaklaþým arasýndaki çeliþkinin farkýndadýr; zira nefis suret ise manevi cevher, manevi cevher ise suret olamaz. Bu açmazdan kurtulmak için Farabi mahiyeti itibariyle nefsin cevher, cisimle olan sýký iliþkisi sebebiyle de suret olduðunu söyler. Tabiatýyla bu anlayýþ nefsin bedenle birlikte yaratýldýðý fikrini de beraberinde getirmektedir. Fakat ölümle birlikte suret daðýlacaðýna göre bu durum insan nefsinin ölümlü olduðu fikrine yol açar ki bu husus aþaðýda tartýþýlacaktýr.

Farabi nefsin basit bir cevher oluþunu, onun maddeden baðýmsýz olan kavramlarý algýlayýþýndan, bu iþi herhangi bir organa gerek duymadan yapýsýndan ve nihayet zýtlarý bir hamlede birlikte kavrayýþýndan yola çýkarak kanýtlamakta, maddi olan bir þeyin bu aktiviteyi göstermesinin mümkün olmadýðýný söylemektedir.

Bundan sonra filozof Eflatuncu bir anlayýþla nefsi nebati, hayvani ve insani olmak üzere üç kýsma ayýrarak inceler. Bunlardan ilki bütün canlýlarda ortak olarak bulunan beslenme, büyüme ve üreme güçlerine sahiptir. Hayvan nefiste bunlara hareket ve algý güçleri katýlýr. Bu kategorideki varlýklarýn hareketinin baþlýca iki kaynaðý vardýr: Hoþa gideni elde etme doðrultusunda hayvaný tahrik eden istek gücü ile sevilmeyen, zararlý ve korkulu þeylerden uzaklaþmayý saðlayan öfke gücü. Algý gücü de iki kaynaktan beslenmektedir. Bunlar beþ duyu ile hayal (mütehayyile), vehim, düþünme ve hatýrlama þeklindeki psikolojik güçlerden oluþmaktadýr. Bu konuda Farabi'nin ortak duyu ile hayal güçleri arasýnda kesin bir ayýrým yapmadýðý dikkati çekmektedir. Ayrýca filozof vehim gücünü hayvanlardaki içgüdü karþýlýðýnda kullanýrken bu insanlarda düþünme gücü (müfekkire) olarak tezahür etmektedir. Nefsin en geliþmiþ kýsmý olan insani nefse ise 'düþünen nefis" (en-nefsü'n-natýka) adý verilmektedir ki bu da akýldan ibarettir.

5. Bilgi Teorisi. Farabt bilginin kaynaðýnýn duyular olduðunu savunarak Eflatun'un 'doðuþtan bilgi" teorisini reddeder. Ona göre yeni doðmuþ bir çocuðun zihni bomboþtur; fakat düþünme melekelerine ve algý aracý durumundaki duyu organlarýna sahiptir. Bu organlar vasýtasýyla çocuk bilinçsiz olarak dýþ dünyadan sürekli izlenimler alýr. Zaman içinde bölük pörçük ve geliþigüzel oluþan bu bilgi birikimi þuurun teþekkülü ile ifadesini bulunca bazýlarý çocuðun bunlarý doðuþtan getirdiðini zannederler. Hâlbuki akýl duyu deneylerinden baþka bir þey deðildir. Bu deneyler ne kadar çok olursa insan zihni o kadar mükemmel akla sahip sayýlýr. Þu var ki duyular nesneleri bulunduklarý þekliyle algýladýðý için duyu bilgileri tikeldir; akýl ise bunlarýn analiz ve sentezini gerçekleþtirip tümelin bilgisine ulaþýr ve mukayeseler yaparak yeni bilgiler üretir. Akli bilginin temelini duyu bilgileri oluþturduðu için filozof sonradan Kant'ýn da tekrarlayacaðý þu cümleyi ýsrarla vurgular: "Duyu verileri dýþýnda aklýn kendisine özgü bir iþi yoktur".

Bilginin kaynaðý konusunda buraya kadar tam bir sensualist gibi davranan Farabi, duyulardan gelen izlenimlerin akýl tarafýndan nasýl bir iþleme tabi tutulduðunu, bir baþka deyiþle aklýn nasýl soyutlama yaptýðýný açýklarken Aristo'dan beri Meþþâi gelenekte devam eden psikolojik akýllar teorisine baþvurur. Bu da Aristo'nun güç ve fili ayrýmýndan kaynaklanan bir teoridir. Bu doktrine göre güç halindeki bir þey kendiliðinden fiil alanýna çýkamaz. Þu halde güç halindeki insan aklý kendiliðinden bilgi üretemez; onun kendi dýþýndaki bir etken tarafýndan fiil alanýna çýkarýlmasý gerekir. Bu etken sürekli fiil halinde bulunmalýdýr, aksi halde etken olamaz. Böyle bir gerekçeden yola çýkan Aristo, güç halindeki insan aklýna dýþarýdan tesir eden ve daima aktif durumda bulunan bir faal aklýn varlýðýndan söz etmiþtir. Böylece katý bir rasyonalist olarak bilinen Aristo, bilginin irrasyonel bir kaynaktan geldiðini savunmakla bu konuda eleþtirdiði hocasý Eflatun'a hayli yaklaþmýþ gözükmekte ve faal aklýn varlýðýný kabul etmekle de Ýþrakiliðe kapý açmýþ bulunmaktadýr.

Ýslam filozoflarý arasýnda akýl kavramýný çeþitli eserlerinde bütün boyutlarýyla inceleyen düþünür Farabi olmuþtur. Özellikle Meanil akl adlý risalesinde bu terimin halk dilinde, kelam terminolojisinde. Aristo'nun II. Analitiklerinde, Nikomakhos Ahlaký'nýn altýncý kitabýnda, De Anima ve Metafizika'da hangi anlamlara geldiðini tartýþmaktadýr. Ona göre akýl öncelikle ameli ve nazari olmak üzere ikiye ayrýlýr. Ameli akýl, insana özgü her türlü dengeli davranýþý ortaya koymada etken olan akýldýr. Nazari akýl ise nefis cevherinin geliþip olgunlaþarak akýl cevherine dönüþmesinden ibarettir. Özne-nesne iliþkisinde duyulardan gelen izlenimler nazari akýl tarafýndan üç aþamalý bir deðerlendirmeye tabi tutulur ve her aþamadaki bilgi akýl olarak adlandýrýlýr.

a) Güç halindeki akýl (el-aklü'l-heyülani, el-akl bi'l-kuvve). Bir bakýma nefis veya nefsin bir cüzü ya da gücüdür. Varlýða ait renk ve þekilleri soyutlayarak kavram haline getirme gücüne sahip olan bu akýl, üzerine damga basýlmamýþ pürüzsüz mum gibidir; faal aklýn etkisi olmadan kendiliðinden faaliyete geçip soyutlama yaparak bilgi üretemez. Filozof bu durumu güneþle göz arasýndaki iliþkiyle izah eder: nasýl ki güneþ ýþýðýný gönderip çevreyi aydýnlatmadýkça göz varlýða ait renk ve þekilleri algýlayamazsa faal akýl da feyzini göndermedikçe insanýn sahip olduðu bu pasif akýl hiçbir þey bilemez.

b) Fiil halindeki akýl. Güç halindeki aklýn aktif duruma geçmesidir. Bu aþamada akýl soyutlama yaparak maddeden tam baðýmsýz bilgilere ulaþýr. Bu sayede insan kendini bildiði gibi külli ve aksiyomatik bilgilere de sahip olur. Bu mertebedeki akýlla bilgi özdeþleþmiþtir; týpký mum üzerine basýlan damgadaki yazý ve motiflerin muma geçmesi, mumun da artýk bir damgaya dönüþmesi gibi. c) Müstefad akýl. Duyu algýlarýyla hiçbir iliþkisi bulunmayan bu akýl insanýn ulaþabileceði en yüksek düzeydir; sezgi ve ilhama açýk olduðu için faal akýlla iliþki kurma imkânýna sahip bulunmaktadýr. Ýnsan teorik düzeyde düþünme ve akýl yürütme imkânýna bu akýl sayesinde ulaþýr. Farabi, sisteminin bütününe hakim olan hiyerarþinin burada da söz konusu olduðuna dikkat çeker ve bir önceki aklýn sonraki için madde, onun da suret durumunda bulunduðunu belirtir.

6. Eflatun'la Aristo'yu Uzlaþtýrma Çabasý. Helenistik ve patristik dönemlerde birçok filozof, felsefenin birliði tezini savunma amacýyla Eflatun'la öðrencisi Aristo'nun felsefi doktrinlerini uzlaþtýrma doðrultusunda çeþitli eserler kaleme almýþlardýr. Ýslam filozoflarý içinde yalnýz Farabi, bu iki filozofun sistemleri arasýnda temele iliþkin bir fark bulunmadýðýný, farklýlýðýn basit ve yüzeysel olduðunu ispat için el-Cem' beyne re'yeyi'l-hakimeyn adlý bir eser yazmýþtýr. Þüphesiz Farabi açýsýndan bu uzlaþtýrma teþebbüsünün arkasýnda yatan gerçek sebep filozofun "tek hakikat" ilkesine sýký sýkýya baðlý oluþudur. Ona göre hakikat tektir, teaddüt etmez. Bu iki filozof da hakikati dile getirdiklerine göre, muhtelif zaman ve zeminde deðiþik terimlerle ortaya koyduklarý fikirler ilk bakýþta farklýymýþ gibi gözükse de bunlarý yorumlamak suretiyle bir ortak paydada uzlaþtýrmak ve böylece felsefenin birliðini ortaya koymak mümkündür. Öte yandan hakikatin birliðini savunan bir filozofun dinle felsefeyi de uzlaþtýrmak durumunda olduðu kendiliðinden gündeme gelmektedir ki esasen onun sisteminin bütününde bu husus açýkça görülmektedir. Sonuç olarak Farabi Eflatun'la Aristo'nun görüþlerini uzlaþtýrma çabasýnda baþarýlý olamamýþsa da bu husus, onun engin bir düþünce dünyasýna sahip olduðunu göstermesi ve baþka eserlerinde rastlanmayan bazý görüþlerine ulaþmaya imkân saðlamasý açýsýndan önemlidir.

7. Ahlak. Farabi'nin ahlak felsefesinin temelini eðitim ve iyi davranýþlar, son hedefini ise mutluluk oluþturmaktadýr. Ýnsan mutlu olmak için yaratýlmýþtýr ve sýnýrlý da olsa bu mutluluðu tek baþýna gerçekleþtirme güç ve imkanýna sahiptir. Þüphesiz her insanýn iradeli davranýþlarýnýn belli bir amacý vardýr, bu husus araþtýrýldýðýnda görülür ki insan daima iyi ve mükemmel olaný kendisine amaç edinmekte ve o doðrultuda hareket etmektedir. Fakat bazý amaçlar daha mükemmeli elde etmek için araç sayýlýrken bazýlarý doðrudan amaçtýr ve hiçbir þeye araç olamaz. Mesela ilaç kullanma amaç deðil saðlýða kavuþmak için bir araçtýr, ilim ise doðrudan amaç olacaðý gibi makam, mevki, þöhret ve servete araç yapýlabilmektedir. Mutluluk öyle bir deðerdir ki hiçbir þeye araç olmayýp doðrudan doðruya amaçtýr. Çünkü insan mutluluðu elde ettikten sonra her türlü tatmini onda bulup baþka hiçbir þeye ihtiyaç duymaz. Ancak bazý insanlar mutluluðu servette, bazýlarý maddi hazarda, bazýlarý politik güçte, bazýlarý da bilgide arar, Farabi'ye göre ise gerçek ve en yüksek mutluluk bilgiyle aydýnlanmaktýr. Bu da insan aklýnýn olgunlaþýp faal akýlla irtibat kurmasý (ittisal) ve evrensel bilgiyle aydýnlanmasý olayýdýr. Böyle bir mutluluða sýradan insanlar deðil ancak peygamberler ve filozoflar ulaþabilir. Þu halde bu mutluluðun gündelik dildeki mutlulukla yani bedeni hazlarla, refah veya geçici tatminlerle bir ilgisi yoktur. Gerçek mutluluk, insan aklýnýn maddenin hâkimiyetinden bütünüyle sýyrýlýp manevi bir varlýk olan faal aklýn feyziyle aydýnlanmasý ve ondan pay almasýdýr.

Farabi'ye göre her insan iyiliðe ve kötülüðe eþit ölçüde yatkýn olarak doðar. Þüphesiz bu durum, ahlak konusunda eðitimin ve alýþkanlýklarýn son derece önemli olduðunu göstermektedir. Her þeyden önce ahlak pratik bir ilim olduðu için yaparak ve yaþayarak öðrenilir. Nasýl ki herhangi bir sanatý öðrenip o konuda gerekli beceriyi kazanmak için çok alýþtýrma yapmaya ve tekrara ihtiyaç varsa ahlaklý olabilmek için de iyi ve güzel davranýþlarý benimseyip onlarý huy ve ikinci bir karakter haline getirmeye ihtiyaç vardýr. Ahlak alýþkanlýklar sonucu kazanýldýðýna göre deðiþebilmektedir. Þu halde insanýn mutluluktan pay alabilmesi için kendisini mutluluða götürecek erdemli davranýþlarý kazanma ve kazandýktan sonra onlarý koruma konusunda sürekli ve ciddi çaba göstermesi gerekir. Erdemli davranýþýn ne olduðu hususuna gelince, bu konuda Farabi Aristo gibi düþünmekte ve ifrat-tefrit denen iki aþýrý uçtan uzak, eksiði ve fazlasý olmayan dengeli bir davranýþa önem vermektedir. Mesela yiðitlik korkaklýkla saldýrganlýk, cömertlik cimrilikle savurganlýk arasýnda dengeli, dolayýsýyla erdemli birer davranýþtýr. Ne var ki ahlaki faziletler söz konusu olduðunda orta yolu bulmak nisbeten kolay olsa da bilgi ve adalet gibi erdemlerde bu husus yeterince belirgin deðildir.

Farabi bütün insanlýðýn sahip olduðu faziletleri nazari, fikri, ahlaki ve ameli olmak üzere dört kategoride deðerlendirir. Nazari faziletler, a priori ve aksiyomatik bilgi türlerinden baþlayarak bütün teorik ilim dallarýný ve varlýðýn en son ve en yüksek ilkesi olan Allah ile manevi varlýklar hakkýndaki bilgileri ifade eder. Ancak halkýn teorik alandaki bilgileri yüzeysel olup genel kabullere dayanýrken seçkinlerin bilgisi mantýki kanýtlara dayanmaktadýr. Fikri faziletler, düþünme gücünün fert ve millet için en yararlý olaný araþtýrma çabasýdýr. Özellikle bu erdemin ahlakçýlarla kanun koyucularda bulunmasý gerekir. Bununla birlikte sanatta ve pratik hayatta faydalý ve güzel olaný araþtýrýp ortaya koyma faaliyeti hep fikri faziletlerin ürünüdür. Ahlaki faziletler insanýn iradeli davranýþlarýnda her türlü aþýrýlýktan uzak olarak iyiyi, doðruyu ve güzeli amaç edinmesidir. Bu konuda eðitim ve öðretimin önemi büyüktür. Ameli faziletler, insanýn çeþitli sanat ve mesleklere karþý eðilimlerini geliþtirerek o alanda iyi yetiþmesi anlamýna gelmektedir. Farabi bu alandaki erdemlerin geliþmesi için teþvik, rekabet ve yerine göre zorlamanýn gerekli olduðunu söyler.

Farabi'nin ahlak felsefesinde nihai amaç mutluluk olmakla birlikte tamamen metafizik ve mistik bir kuruntudan ibaret olan bu mutluluk anlayýþýnýn insanýn beklentileri ve hayatýn gerçekleriyle hiçbir iliþkisi bulunmamaktadýr. Çünkü mutlu olmak için düþünce hayatýnýn ve ahlaki faziletlerin tek baþýna yeterli olmayacaðý tartýþma götürmez bir gerçektir. Dünyevi hiçbir þeye sahip olmayan birini mutlu saymak mümkün müdür? Nitekim Aristo, bir tek kýrlangýcýn veya sadece güneþli bir günün baharýn geldiðini göstermeye yetmeyeceðini söyleyerek mutluluk olayýnda dost, servet, saðlýk, siyasi nüfuz, soyluluk ve mükemmel bir fiziki yapýya sahip olma gibi dýþ faktörlerin de önemli payý bulunduðunu belirtir. Fakat Farabi bu gerçekleri hiç hesaba katmaz. Þüphesiz bu durum, onun mistik tavrýndan ve ay altý âleminde organik ve inorganik varlýklarda ortaya çýkan her türlü aktiviteyi mahiyeti dahi bilinmeyen faal akla baðlama düþüncesinden kaynaklanmaktadýr.

Öte yandan Farabi'nin mutluluk anlayýþýnýn Ýslam'daki mutluluk telakkisiyle de baðdaþýr bir yanýnýn bulunmadýðýna iþaret etmek gerekir. Zira Ýslama göre bir mümin için en yüce mutluluk Allah'ýn rýzasýný kazanmaktýr. Bunun sonucunda mümin cennete ve Allah'ýn cemalini müþahedeye nail olacaktýr. Bu da ancak ilahi emir ve yasaklarý titizlikle uygulamak, ahlaki faziletleri hayatýn vazgeçilmez ilkesi saymak ve takva ölçüsünde samimi bir dini hayat sürmekle gerçekleþir. Bu þekilde davranan kimsenin sosyal ve kültürel statüsü ne olursa olsun din onu hem dünyada hem de ahirette mutlu saymaktadýr.

8. Siyaset. Erdemli bir hayatýn ancak ideal bir toplumda gerçekleþeceði düþüncesi tarih boyunca filozof ve þairler için tatlý bir hayal olmuþtur. Eflatun'un Devlet diyalogunda tasarýmýný verdiði realiteden uzak ütopik devlet düzenine benzer bir düþünceye ilk defa Farabi'nin el -Medinetü'l- fazýla'sýnda ve kýsmen diðer eserlerinde rastlanmaktadýr.

Farabi öncelikle devletin menþei meselesini tartýþýr, insan topluluklarý bir arada yaþama ve devlet denen en üst düzeyde teþkilatlanma fikrini nereden almýþlardýr? Bu soruya þu cevaplar verilebilir:

a) Genel varlýk planýndaki düzeni gören insan topluluklarý kendi aralarýnda da böyle bir sistem kurmayý düþünmüþ olabilirler (ontolojik teori).

b) Kendi vücudunda kalp, beyin ve çeþitli fonksiyonlara sahip iç ve dýþ organlarýn koordineli bir þekilde çalýþmasýný, kalbin beyne, onun da diðer organlara kumanda etmesini örnek alan insanoðlu devleti gerçekleþtirmiþ olabilir (biyo-organik teori).

c) Ýnsan doðuþtan medeni bir varlýktýr. Tek baþýna üstesinden gelemeyeceði ihtiyaçlarýný karþýlayabilmek için iþ bölümünün ve dayanýþmanýn en yüksek düzeyde gerçekleþeceði büyük çapta bir örgütlenmeyi düþünerek devleti kurmuþtur (fýtrat teorisi),

d) Ýnsan topluluklarýnýn bir arada yaþamasýný saðlayacak iki önemli güç vardýr: Sevgi ve adalet. Mutlu olma gayesiyle yaratýlan insan mutluluktan tam olarak nasibini alabilmek için adaleti gerçekleþtirecek güçlü bir kuruluþa ihtiyaç duymuþ ve bu amaçla devleti meydana getirmiþtir (adalet teorisi).

Daha sonra Farabi'nin insan topluluklarýný sýnýflandýrdýðý görülür ve bunu yaparken ihtiyaç, dayanýþma ve ahlaki yetkinliði gerçekleþtirebilme imkanýný bir kriter olarak daima göz önünde bulundurur. Buna göre insan topluluklarý tam geliþmiþ ve az geliþmiþ olmak üzere ikiye ayrýlabilir. Tam geliþmiþ olan topluluklar küçük (þehir), orta (devlet) ve büyük (birleþik devletler) diye üç gruba ayrýlýr. Az geliþmiþ topluluklar da aile, sokak, mahalle ve köy olmak üzere dörde ayrýlýr.

Filozofun medeni topluluklarý bu þekilde sýnýflandýrmasýnda dikkati çeken husus eski Yunan'da böyle bir sýnýflandýrmanýn bulunmayýþýdýr. Çünkü onlarda aile ve sitenin ötesinde devlet veya birleþik devletler fikri yoktur. Hâlbuki Farabi'nin devlet felsefesinde nihai amaç bütün insanlýðý içine alacak, ahlaki erdemleri ilke edinmiþ, iþ bölümü ve sosyal dayanýþmanýn en mükemmel þekilde gerçekleþtiði, sevgi ve saygýnýn yaygýn olduðu, hukuki ve sosyal adaletin tam olarak uygulandýðý birleþik devletlerdir.

Farabi medeni topluluklarýn tasnifinden sonra devlet (medine) þekilleri üzerinde durarak bu konuda faziletli olan ve olmayan devlet diye baþlýca iki topluluktan söz eder. Faziletli devletin sadece bir þekli bulunurken faziletsiz devletler sapýk, fasýk, deðiþebilen ve cahil olmak üzere dörde ayrýlýr. Bunlardan cahil devletin de altý ayrý þekli bulunmaktadýr. Bütün bu devlet þekillerinin sýnýflandýrýlmasýnda devlet reisinin zihni ve ahlaki yapýsýnýn, idarecilerin adalet, hukuk, ahlak ve insanlýk anlayýþlarýnýn belirleyici rolü vardýr.

Filozof, erdemli devleti biyoorganik açýdan saðlýklý bir bedene benzetir. Önemine göre bedende her organýn bir görevi vardýr ve bunlarýn verimli çalýþmalarý kalbe baðlýdýr. Týpký bunun gibi devletin kurum ve kuruluþlarýnýn da verimli ve koordineli çalýþmalarý devlet baþkanýnýn kabiliyet ve tutumuyla ilgilidir. Ancak kalp ve diðer organlar görevlerini tabii olarak yaparken devletteki kurum ve kuruluþlar hiyerarþik sistem içinde kendi kabiliyet, irade ve sorumluluklarýnýn bilinci içinde görevlerini yapmak durumundadýrlar. Burada baþ koordinatör olarak devlet baþkanýnýn önemi ortaya çýkmaktadýr. Farabi faziletli devletin ideal baþkanýnda þu nitelikleri arar: Mükemmel bir fiziki yapý, saðlýklý anlama ve deðerlendirme yeteneði, güçlü hafýza, kývrak zekâ, ifade ve üslup güzelliði, bilim sevgisi ve tutkusu, yeme, içme, oyun, eðlence ve cinsel iliþki gibi geçici kaba hazlara düþkün olmama, doðruluk ve dürüstlük sevgisi, kiþilik sahibi ve insanlýk onuruna düþkün olma, adalet sevgisi, kararlýlýk ve uygulama cesareti, gönül zenginliði ve tok gözlülük. Bu on iki temel niteliðe sahip bulunan bir kimse hem erdemli devletin hem milletin hem de bütün yeryüzünün reisi ve imamýdýr.

Farabi, bütün bu özelliklerin bir insanda bulunmasýnýn güç bir þey olduðunun farkýndadýr. Bu durumda yapýlacak þey, aþaðýdaki altý özelliði taþýyan yeni baþkanýn bir önceki baþkanýn koyduðu kanunlarý uygulamasý olacaktýr. Bu özellikler þunlardýr: Bilge olmak, öncekilerin koyduðu kanun ve töreleri bilmek, öncekilerin görüþ beyan etmediði bir konuda kanun koyabilecek kadar hukuk formasyonuna, yeni bir meseleyi çözebilecek üstün zekâya, kanunlarý halka kabul ettirebilmek için üstün ikna kabiliyetine ve savaþ sýrasýnda aldýðý kararlarý yürütecek irade ve kudrete sahip bulunmak.

Bu üstün niteliklerin hepsi bir kiþide bulunmayabilir. 0 takdirde devleti iki kiþi yönetecektir. Bunlardan biri kesinlikle bilge olacak, öteki ise diðer özelliklere sahip bulunacaktýr. Bu niteliklerden her biri ayrý kiþilerde bulunduðu takdirde devlet altý erdemli baþkan tarafýndan yönetilecek demektir. Eðer devleti yöneten kadroda altý nitelikten beþi bulunup bilgelik bulunmayacak olursa o erdemli devlet baþkansýz sayýlýr ve her an tehlikeyle yüz yüzedir. Eðer bir bilge kiþi bulunamayacak olursa giderek devlet yýkýlýr.

Farabi'nin faziletli bir toplum meydana getirmek üzere tasarýmýný verdiði erdemli devletin Eflatun'un ütopik devletinin izlerini taþýdýðýnda þüphe yoktur. Filozoflarýn kral ve krallarýn filozof olmasýný öneren Eflatun'dan farklý olarak Farabi, kiþinin dünya ve ahiret mutluluðunu ve toplumun dirlik ve düzenliðini saðlayacak bir nizam vaad eden Kur'an-ý Kerim'in ortaya koyduðu hayat tarzýný da dikkate alarak "ilk reis" ve "imam" diye nitelediði ideal devlet baþkanýnýn þahsýnda yani Ýslam halifelerinde Hz. Peygamber ile filozofun üstün özelliklerini birleþtirmek istemiþtir.

9. Din Felsefesi. Ýslam dünyasýnda henüz felsefe hareketleri baþlamadan önce Mu'tezile kelamcýlarý din felsefesi alanýna giren meseleleri bütün boyutlarýyla tartýþýp temellendirmeye çalýþmýþlardý. Daha sonra bu meseleler, kelamdan felsefeye geçiþi saðlayan Yakub b. Ýshak el-Kindi tarafýndan farklý bir yöntemle ele alýnarak yorumlanmýþ, Farabi ile de en olgun düzeye kavuþturulmuþtur. Filozofun, din felsefesinin en temel meseleleri olan uluhiyyet, nüb

Farabi 2 By: reyyan Date: 27 Haziran 2012, 03:10:17
9. Din Felsefesi. Ýslam dünyasýnda henüz felsefe hareketleri baþlamadan önce Mu'tezile kelamcýlarý din felsefesi alanýna giren meseleleri bütün boyutlarýyla tartýþýp temellendirmeye çalýþmýþlardý. Daha sonra bu meseleler, kelamdan felsefeye geçiþi saðlayan Yakub b. Ýshak el-Kindi tarafýndan farklý bir yöntemle ele alýnarak yorumlanmýþ, Farabi ile de en olgun düzeye kavuþturulmuþtur. Filozofun, din felsefesinin en temel meseleleri olan uluhiyyet, nübüvvet ve mead konularýna dair düþünceleri þöyledir:

a) Uluhiyyet. Ýnsan aklýnýn ulaþabildiði en genel kavram varlýk, en kutsal kavram ise Tanrý'dýr. Farabi'ye göre mantýk bakýmýndan varlýk denen þey hakkýnda "zorunludur, mümkindir" þeklinde ancak iki ifade kullanýlýr. Zorunlu varlýk (vacibü'l-vücud) özü itibariyle zorunlu olandýr. Onun varlýðý bir an için yok farz edildiðinde bu durum mantýki imkânsýzlýða yol açar ve bu takdirde varlýðýn oluþumu, genel varlýk planýndaki düzen ve her þeye raðmen irade dýþýnda meydana gelen birçok olay izah edilemez olur. Filozofa göre Tanrý hakkýnda yokluktan söz edilemez; varlýðýnýn hiçbir sebebi bulunmamaktadýr ve var olan her þeyin ilk sebebi Odur; hiçbir þey O'nun varlýðýna delil olamaz, aksine 0 her þeyin delilidir. Þu halde O'nun varlýðý tam ve mükemmeldir.

Allah'ýn varlýðýný ispat konusunda ilk defa Farabi'nin ortaya koyduðu bu ontolojik delil zorunlu ve mükemmel kavramlarýndan yola çýkýlarak hazýrlandýðý için bu konudaki kozmolojik delillerden daha çok doyurucu sayýlmaktadýr. Daha sonra bu delil Ýbn Sina ve St, Anselm tarafýndan geliþtirilmiþ, Descartes, Spinoza ve Leibniz gibi filozoflarca da farklý þekillerde ifade edilmiþtir.

Mümkin varlýða gelince o özü itibariyle zorunlu olmayandýr. Varlýðý yok sayýldýðýnda herhangi bir mantýki imkânsýzlýk ortaya çýkmaz; onun yokluðu genel varlýk düzeni içinde fark bile edilmez. Baþka bir ifade ile mümkin kategorisine giren varlýklarýn bir sebebi bulunmakta ve bunlar varlýklarýný baþkasýndan almaktadýrlar. Mümkin varlýklarýn sebeplilik zincirinde sonsuza dek sürüp gitmeleri imkânsýz olduðundan en sonunda zorunlu bir ilk varlýkta nihayet bulmalarý gerekir. Ýþte bu ilk varlýk Tanrý'dýr. Farabi'nin mümkin varlýk kavramýndan yola çýkarak Tanrý'nýn varlýðýný ispata yönelik bu yöntemi de "imkân delili" adýyla anýlmaktadýr. Bunlardan baþka onun Aristo'dan beri bilinen hareket delili, kelamcýlarýn çokça baþvurduðu hudüs delili ile gaye ve nizam delili gibi kozmolojik delillere de baþvurduðu bilinmektedir.

Farabi, Allah'ýn varlýðýný ontolojik ve kozmolojik delillerle ispata çalýþtýktan sonra sýfatlarýn yorumuna geçer. Þüphesiz bu mesele Allah-âlem iliþkisini de ihtiva ettiði için son derece karmaþýktýr. Gerçekte filozoflarýn bu konuda genel eðilimi, Allah'ýn birliði ilkesini zedeler endiþesiyle zat-sýfat arasýnda herhangi bir ayrým yapmama veya O'nu selbi sýfatlarla niteleme yönündedir. Bununla birlikte zatý itibariyle hiçbir þeye benzemeyen 0 aþkýn varlýðýn sadece zihni bir kavram deðil mutlak ve biricik hakikat olduðunu ifade edebilmek için sýfatlarýndan da söz etmenin gerekliliði ortadadýr. Bundan dolayý Farabi Allah'a sýfat isnat etmede bir sakýnca görmez. Ancak bu konuda Kur'an-ý Kerim'den ziyade felsefede kullanýlan terimleri tercih eder. Mesela Allah'ý ilk (evvel), bir (vâhid), ilk var olan (el-mevcüdû'l-evvel), ilk prensip (el-mebdeü'l -evvel), ilk sebep (es -sebebül-evyel), biricik varlýk (el -vücudûl -vahid), zorunlu varlýk (vacibül-vücûd) ve sýrf iyi (hayrun mahz) þeklinde nitelediði gibi âlim, hâkim, mürid, hak, hay, akýl, akýl ve makul sýfatlarýyla da niteler. Allah'ýn kâmil bir varlýk olduðunu ifade etmek üzere ona isnat edilen sübuti ve zati sýfatlar ne kadar çok ve çeþitli olursa olsun bir tek hakikate delalet etmektedir; bu sýfatlar O'nun zatýnda herhangi birçokluðun bulunduðunu deðil O'nun aþkýn ve kâmil bir varlýk olduðunu göstermektedir. Mesela Allah mutlak anlamda þuur sahibi olduðu için akýl, kendisini bildiði için akýl ve kendisi tarafýndan bilindiði için de makuldür; yani bu üç terim ayný zatý ifade etmektedir. Allah kendi kendine yeterli bir varlýk olduðundan O'na yetkinlik ve üstünlük ifade eden hangi sýfat izafe edilirse edilsin bu durum O'nun kemaline hiçbir þey katmýþ olmaz, sadece bizim O'nu daha iyi anlamamýza yardýmcý olur.

Filozofun Allah'a ilim, irade ve kudret sýfatlarýný da isnat ettiði görülmektedir. Ancak Allah'ýn bilgisi külli ve zaman üstü olduðundan bu konuda geçmiþ, þimdi ve gelecek gibi mümkin varlýklar alanýnda geçerli olan zamana ait birim ve kavramlar söz konusu deðildir. Zira Allah'ýn kendi zatýný bilmesi, her þeyi bilmesi ve varlýðýn meydana gelmesi için yeter sebep sayýlmaktadýr. Bu da ilim, irade ve kudret sýfatlarý arasýnda bir fark bulunmadýðý anlamýna gelir. O'nun bilgisi, insan bilgisi gibi özne-nesne iliþkisi sonucu herhangi bir aracýya veya organa baðlý olarak bölük pörçük bir þekilde oluþmuþ deðildir. Farabi'nin felsefesinde yer alan bu görüþ, daha sonra baþta Gazzali olmak üzere kelamcýlar tarafýndan sert bir þekilde eleþtirilmiþtir. Allah zatýný bilir ve bunun sonucu olarak evreni ve evrendeki her þeyi de bilir. Allah ezelden beri zatýný bildiðine ve bu bilgisi ezeli olduðuna göre bilgisinin gereði olarak varlýk kazanan âlem de ezelidir; yani âlemin var olmadýðý hiçbir zamandan söz edilemez. Ancak âlem zaman bakýmýndan ezeli ise de zat ve mertebe bakýmýndan Allah'tan sonra gelir. Bununla birlikte Farabi sudûr þeklinde de olsa âlemin yoktan yaratýlmýþ olduðunu ve sonunda yine yok olacaðýný kabul eder. Özellikle Eflatun'la Aristo'nun görüþlerini uzlaþtýrmaya çalýþýrken þöyle der: "Âlemin zaman bakýmýndan bir baþlangýcýnýn bulunmasý imkânsýzdýr. Fakat bu konuda þöyle söylemek doðru olur: Yüce yaratýcý zaman olmaksýzýn bir anda feleði yaratmýþ, onun hareketi sonucunda zaman meydana gelmiþtir"

Münezzeh ve müteal bir Tanrý fikrine ulaþmak için filozofun sýfat diye zikrettiði kavramlar Allah'ýn zatýnýn birer yansýmasý þeklinde düþünülmüþ olup gerçekte hepsi de zata indirgenmektedir. Þunu belirtmek gerekir ki gerek Allah-âlem gerekse Allah-insan iliþkisi konusunda Kur'an-ý Kerim'in ortaya koyduðu "yaratan, yöneten, dalýndan düþen yapraðýn düþüþünü ve kalpten geçen duygularý dahi bilen, kullarýna þah damarýndan daha yakýn olan" Allah telakkisiyle Farabi'nin Tanrý anlayýþý arasýnda temelde olmasa bile sýfatlarýn yorumundan kaynaklanan bir fark vardýr.

b) Nübüvvet, Bütün semavi dinler vahye dayanýr. Peygamber Allah tarafýndan üstün yeteneklerle donatýlmýþ, O'nun emir ve iradesini insanlara ulaþtýrmakla görevlendirilmiþ üstün bir þahsiyet olarak kabul edilir. Sistemini "tek hakikat" ilkesi üzerine kuran ve bir müslüman filozof olan Farabi nübüvveti, akýlla nakli veya felsefe ile dini bir ortak paydada toplamaya en elveriþli vasýta olarak görür; bunun için de vahyin mahiyetini, ulvi âlemle süfli âlem arasýndaki iliþkiyi saðlayan peygamberin vahyi nasýl aldýðýný kendine has bir yöntemle açýklamaya çalýþýr. Filozofun birçok problemi çözmede sihirli bir formül gibi baþvurduðu faal akla bu konuda da rol verdiði görülmektedir. Fakat vahiy gerçeðini rüya olayý ile irtibatlandýrarak akýlla duyu arasýnda aracý durumunda bulunan muhayyile gücünün etkinliðine baðladýðý için önce bu iliþkinin nasýl kurulduðunu görmek gerekir. Ona göre muhayyile gücü bir yandan sürekli bir þekilde duyulardan gelen izlenimleri alarak düþünme gücüne iletmekte, öte yandan da istek gücünün etkisi altýnda bulunmaktadýr. Muhayyile gücü ancak uykuda iken bu güçlerin etkisinden kurtulup serbest kalýr. Ne var ki muhayyile gücü daha önce aldýðý izlenimleri koruyup sakladýðý için serbest kalabildiði uyku halinde onlarýn üzerinde birtakým iþlemlerde bulunur; mesela onlarýn analiz ve sentezini yaptýðý gibi taklitlerini de (sembol) oluþturabilir. Bedenin mizacýna göre fonksiyoner olan muhayyile duyu, düþünce ve duygulara ait izlenimleri ya olduklarý gibi veya bir benzeriyle taklit ederek canlandýrýr. Ýþte rüyada yaþanan çeþitli olaylar, görülen güzel ve çirkin manzaralar uyku sýrasýnda serbest kalan muhayyile gücünün etkinliklerinin bir sonucudur.

Faal aklýn etkisiyle güç halinden fiil alanýna çýkan insan aklý müstefad akýlda son yetkinliðe ulaþarak metafizik bilgiye (vahiy, ilham) açýk hale gelmektedir. Bu mertebedeki akýl nazari ve ameli olmak üzere çift yönlü bir fonksiyona sahiptir. Faal aklýn etkisi müstefad akýldan sonra muhayyile gücüne ulaþýnca, bu güç nazari ve ameli alanlara ait olmak üzere aldýðý etkileri kendi þekilleriyle muhafaza ettiði gibi baþka þekillerde de canlandýrýr. Bunlar maddi varlýk alanýna aitse gerçekleþen rüyalar (rü'yayý sadýka), manevi varlýklarla ilgili ise gaipten haber verme (nübüvvet) tarzýnda ortaya çýkar. Bu durum pek nadir olarak bazý kimselerde uyanýkken de gerçekleþir.

Bu temellendirmelerden sonra artýk filozof, peygamberlerin metafizik varlýklar ve ahiret ahvaliyle ilgili verdikleri bilgilerin, kabir hayatý, cennet ve cehennem hakkýnda yaptýklarý tasvirlerin mahiyetini rahatlýkla izah edecektir. Þöyle ki: Bir insanýn muhayyile gücü son derece geliþmiþ olursa ve aldýðý her türlü izlenim bu gücü pek etkilemiyorsa o zaman týpký uykudaki gibi uyanýkken de serbest kalabilir ve faal akýldan gelen etkileri duyu gücünde canlandýrabilir. Bunlar ortak duyuda da temsili olarak canlanýnca görme gücünü etkiler ve buradan dýþa yansýyarak saydam bir ortam olan havada görünmeye baþlar. Sonra göz bu görüntüleri algýlayarak tekrar ortak duyu ve muhayyile gücü vasýtasýyla deðerlendirir. Böylece faal aklýn sunduðu bilgiler o insan tarafýndan bizzat görülmüþ olur. Bir insanýn, böylesine mükemmel bir þekilde geliþmiþ olan muhayyile gücü sayesinde ulaþabileceði en son mertebe nübüvvet mertebesidir. Bu mertebedeki insan faal akýldan (Cebrail) gelen feyzi (vahiy) düþünmeye ve akýl yürütmeye gerek kalmadan bir anda uyanýkken de alýr. Böylece ulvi âlemlere ait varlýklarý gerçekten görür, hal ve istikbale dair bilgiler verir. Dünyada bir örneðinin bulunmasý imkânsýz olan bu son derece güzel ve mükemmel varlýklarý görerek Allah'ýn kudret ve azameti karþýsýnda hayranlýk duyar. Bundan daha aþaðý mertebede bulunan veliler bazý keþif ve ilhamlara mazhar olsalar da ruhani varlýklarý göremezler. Sýradan halka gelince, onlarýn muhayyile gücü zayýf olduðundan uykuda da uyanýkken de faal akýlla asla iliþki kuramazlar.

Farabi nübüvvet kavramýný bu þekilde yorumlamakla din ile felsefenin ayný kaynaktan yani faal akýldan geldiðini, dolayýsýyla aralarýnda mahiyet farký deðil sadece derece farkýnýn bulunduðunu göstermek istemiþtir. Ona göre ayný hakikati farklý terim ve yöntemlerle deðiþik kesimlere aktaran din ile felsefe arasýnda sanýldýðý gibi bir uçurum yoktur, bunlarý bir ortak paydada toplamak mümkündür. Öte yandan bazýlarýnýn iddia ettiði gibi bu teziyle Farabi, akýl ve düþünce gücü sayesinde faal akýlla iliþkiye geçen filozofu bu iliþkiyi muhayyile gücüyle gerçekleþtiren peygamberden daha üstün tutmuþ deðildir. Yukarýda belirtildiði üzere faal aklýn etkisi önce peygamberin müstefad aklýna, oradan da son derece geliþmiþ olan muhayyile gücüne ulaþmaktadýr. Þu halde böylesine mükemmel iki algý gücüne sahip bulunan peygamber sadece akýl gücüyle yetinen filozoftan üstün olacaktýr. Buna göre her peygamber filozoftur, fakat her filozof peygamber deðildir.

Din ile felsefeyi uzlaþtýrmanýn ötesinde Farabi'nin nübüvvet meselesini bu derece temellendirmek isteyiþinin önemli bir sebebi de Asr-ý sadet'ten sonra hýzla yayýlan fetihlerin neticesinde Ýslam dünyasýnda peygamberlik karþýtý hareketlerin ortaya çýkmýþ olmasýdýr. Kaynaðýný çeþitli inanç ve düþüncelerden alan bu tür hareketlere Ýslam toplumundan da katýlanlar olmuþ ve yaygýn kanaate göre Ýbnu'r-Ravendi ile Ebu Bekir er-Razi gibi düþünürler peygamberlik kurumunu eleþtirerek Ýslam toplumunda inanç bunalýmýna yol açmak istemiþlerdir. Baþta Mutezili ve Sünni kelamcýlarla filozof Kindi olmak üzere birçok alim bunlara karþý müstakil eserler kaleme almýþlardýr. Farabi de yaþadýðý dönemin güncel meselelerinden biri olan nübüvvet konusunda üzerine düþen görevi yerine getirmek amacýyla peygamberliði akli ve ilmi açýdan yorumlayarak vahyin ve mucizenin aklen de mümkün olduðunu ispat etmek istemiþtir. Þunu da belirtmek gerekir ki hiçbir zaman bu teoriden nübüvvetin kesbi olduðu sonucu çýkarýlamaz. Çünkü faal akýl kanalýyla gelen ilahi vahyi ancak üstün yaratýlýþtaki peygamberler alabilir.

Nübüvvet konusunda ortaya koyduðu bu orijinal teziyle Farabi, peygamberlik düþüncesine yabancý olan ve rüya vasýtasýyla da olsa metafizik alem hakkýnda bilgi edinmenin imkansýzlýðýný savunan Aristo'dan büsbütün ayrýlmýþtýr. Ayrýca onun bu tezi Ýbn Sina, Ýbn Rüþd, Ýbn Meymün, Albertus Magnus ve Spinoza tarafýndan benimsenmiþtir.

c) Mead. Ýnsanýn yapýsýnda var olan ebediyet duygusu, onu ruhun ölümsüzlüðü fikrine ve ölümden sonra ikinci bir hayatýn varlýðý üzerinde düþünmeye sevk etmiþtir. Hayatýn ölümle noktalanacaðý gerçeði karþýsýnda insanýn duyduðu kaygý ve korkuyu gidermek için birçok iyimser görüþ ortaya konmuþsa da bunlardan hiçbiri ferdi ruhun ölümsüzlüðü ve ölümden sonra ikinci bir hayatýn varlýðý fikri kadar doyurucu olmamýþtýr. Farabi de meselenin çözümünü ruhun ölümsüzlüðü fikrine baðlamaktadýr. Filozof nefsin bedenden baðýmsýz manevi bir cevher olduðunu, ölümden etkilenecek bir yapýya sahip bulunmadýðýný, bundan dolayý bedenden sonra da varlýðýný devam ettireceðini söyler. Ayrýca nefsin var olabilmesi için bedenin þart olduðunu, fakat nefsin bir defa varlýk alanýna çýktýktan sonra varlýðýný devam ettirmesi için bedene ihtiyacý bulunmadýðýný belirtir. Bu arada Farabi, Eflatun'un savunduðu ruh göçü (metampsikoz) fikrini reddederek her bedenin bir ruhu bulunduðunu, ruhun bedenden bedene göç eden bir seyyah olmadýðýný kesin bir dille ifade eder.

Farabi'ye göre nefis manevi bir cevher olduðuna ve akýl da onun en geliþmiþ fonksiyonu sayýldýðýna göre ister güç ister fiil isterse müstefad seviyesinde bulunsun akla sahip bulunan her nefsin ölümsüz olmasý gerekir; yani ölümsüzlük aklýn bilgiyle aydýnlanmasýna baðlý olmayýp tamamen iradesi dýþýnda insana verilen bir olgudur. Ancak Farabi ölümsüzlüðün akli melekelerini çalýþtýrýp geliþtirenlerin hakký olduðunu da savunarak bir çeliþkiye düþmektedir. Bu ikinci açýdan filozof nefisleri üç kategoride deðerlendirir.

1. Doðuþtan sahip olduklarý akýl gücünü çalýþtýrýp (fiil alanýna çýkarýp) bilgiyle aydýnlanmayan cahillerin nefsi bedenle birlikte ebediyen yok olacaktýr.
2. Güç halindeki akýllarýný çalýþtýrýp fiil alanýna yükselttikleri (bilgi ürettikleri) halde davranýþlarýný olgunlaþtýrmak için herhangi bir çaba göstermeyen fasýklarýn nefsi ölümsüzdür, fakat ebedi olarak iþkence görecektir.

3. Müstefad akýl düzeyine yükselen ve ahlaki erdemlerle de bezenmiþ bulunanlarýn, yani nazari ve ameli hikmete sahip olanlarýn nefisleri ise ebediyen mutlu olacaktýr.
Farabi'nin ruhun ölümsüzlüðüyle ilgili görüþleri arasýndaki bu çeliþkiye Ýbn Tufeyl dikkat çekmekte ve bu konuda daha büyük sakýncalar içeren bir baþka iddiada bulunmaktadýr. Ona göre Farabi, Aristo'nun Ethico Nicomachea'sý üzerine yazdýðý ve günümüze ulaþmayan þerhinde mutluluðun sadece bu dünyada gerçekleþen bir olgu olduðunu, bunun dýþýnda anlatýlan her þeyin hurafeden ibaret bulunduðunu söylemiþtir. Fakat Ýbn Tufeyl'in aktardýðý bu bilgiyi eldeki veriler karþýsýnda kabul etmek mümkün deðildir. Çünkü Farabi temel eserlerinde ruhun ölümsüzlüðünü ve ahiret hayatýnýn varlýðýný her vesile ile savunmaktadýr. Öyle anlaþýlýyor ki Ýbn Tufeyl, Farabi'nin cahil ve sapýk þehir halkýnýn ahiretteki ceza ve mükafatýyla ilgili görüþlerini aktarýrken, 'Bütün bunlar, bazý kimselerin diðerlerini aldatmak için kullandýðý hile ve sahtekarlýktan baþka bir þey deðildir þeklindeki ifadesini, onun kendi düþüncesi sanmýþtýr. Ayrýca Farabi'ye yönelttiði eleþtirinin devamýnda onun nübüvvet nazariyesini de yanlýþ yorumladýðý görülen Ýbn Tufeyl'in verdiði bilgileri ihtiyatla karþýlama zarureti ortaya çýkmaktadýr.

Farabi, "Beden öldükten sonra ruh için ya mutluluk veya azap vardýr. Her ruh layýk olduðu þekilde farklý bir mutluluða erecek veya azap görecektir; bu da adaletin gereði ve zorunlu bir olgudur." diyerek ahiret hayatýnýn ruhani olduðunu savunur. Dini naslara ters düþen bu görüþ maddenin her türlü eksikliði temsil ettiði, onun bulunduðu yerde mutluluðun tam olamayacaðý fikrine dayanmaktadýr. Stoa ve Ýskenderiye felsefelerinin uzantýsý olduðu bilinen bu düþünceyi daha sonra Ýbn Sina er-Risaletü'l-adhaviyye adlý eserinde felsefi açýdan temellendirmeye çalýþacaktýr. Gazzali ise ahirette cesetlerin dirileceðini açýk bir þekilde bildiren Kuran ayetlerine ters düþen bu görüþlerinden dolayý iki filozofu da tekfir etmiþtir. Daha sonra gelen Ebu'l-Hasan el-Amiri ve Ýbn Rüþd gibi filozoflar ahiretteki bedenin daha mükemmel bir yapýda olacaðýný, sonsuz ve sýnýrsýz bir mutluluðu veya iþkenceyi tadabilecek özellikte bulunacaðýný söyleyerek kelamcýlarla bir ortak noktada birleþmeye çalýþmýþlardýr.

Etkileri. Genellikle Ýslam felsefesi tarihinde Meþþai okulun Ýbn Rüþd dönemine kadar olan yaklaþýk 250 yýllýk geçmiþi ana hatlarýyla Farabi felsefesinin izlerini taþýr. Onun kurmuþ olduðu felsefi doktrin gerek öðrencileri ve eserleri, gerekse onu eleþtiren düþünürler kanalýyla kýsa zamanda Maveraünnehir'den Endülüs'e kadar bütün Ýslam coðrafyasýna yayýldý. Farabi'nin en seçkin talebesi olan Yahya b. Adî, hocasýnýn ölümünden sonra Baðdat mantýk okulunun baþkaný sayýlýyordu. Onun öðrencilerinden Ebu Süleyman es-Sicistani,, Ebu Bekir el-Ademi, Ýsa b. Ali. Ýbn Zur'a, Ebu Hayyan et-Tevhidi, Ýbnu's-Semh, Ýbnü'l-Hammar ve diðerleri tarafýndan bu doktrin devam ettirildi. Þunu da belirtmek gerekir ki Farabi'nin ortaya koyduðu mantýk külliyatýndan sonra hýristiyan Süryaniler artýk bu alanda yazýlmýþ Süryanice kaynaklara baþvurma ihtiyacýný duymamýþlardýr. Onun yapmýþ olduðu ilimler tasnifi, bu sahada eser yazan Ýslam müellifleri üzerinde olduðu kadar Ortaçað Latin yazarlarý üzerinde de büyük ölçüde etkili olmuþtur.

Kaynaðýný Plotin'den alan ve Farabi felsefesinde sisteme kavuþan sudûr teorisi, buna baðlý olarak ittisal, saadet ve nübüvvet nazariyeleri ihvan-ý Safa ile Ýbn Sina baþta olmak üzere Ýslam ve Latin Ortaçað filozoflarý üzerinde doðrudan veya dolaylý olarak etkili olmuþtur. Robert Hammond The Philosophy of Alfarabi and Its Influence on Medieval Thought adlý eserinde skolâstik felsefenin en ünlülerinden olan St. Thomas ile Farabi felsefesinin karþýlaþtýrmasýný yapmýþ ve St. Thomas felsefesinin adeta Farabi sisteminin bir tekrarý mahiyetinde olduðunu göstermiþtir.

Farabi'nin din felsefesinin en orijinal yanýný oluþturan nübüvvet nazariyesi Ýbn Sina tarafýndan benimsenip geliþtirilmiþ, yahudi filozofu Ýbn Meymûn ile Yeniçað filozoflarýndan Spinoza da vahiy ve ilhamýn muhayyile gücünün bir fonksiyonu olarak gerçekleþtiðini savunmuþlardýr. Öte yandan Muhyiddin Ýbnü'l-Arabi'nin vahdet-i vücud felsefesinde varlýk mertebeleri nazariyesinin Farabi'ye ait sudûr teorisinden mülhem olduðu genellikle kabul edilmektedir.

Eserleri. Farabi'den geriye büyük küçük 100'den fazla eser kalmýþtýr. Zamanla çeþitli araþtýrmalara konu olan bu eserlerin bir kýsmý Latince, Ýbranice. Türkçe, Farsça, Ýngilizce, Fransýzca, Ýtalyanca, Ýspanyolca ve Rusçaya tercüme edilmiþse de klasik kaynaklardan modern araþtýrmalara kadar gerek bu eserlerin sayýsý gerekse isimleri üzerindeki tereddütler henüz giderilebilmiþ deðildir. Mesela filozofun çaðdaþý olan Ýbnü'n-Nedim'in el-Fihristindeki eser sayýsý yedi, Kadý Said'in Tabaka'tü'l-ümem'inde dört, Ýbnü'l-Kýfti'nin Ýhbarü'l-ulema adlý eserinde yetmiþ dört, Ýbn Ebu Usaybia'nýn Uyunü'l-enba' adlý eserinde 113'tür. Özellikle bunlardan önemli bir kýsmýnýn günümüze kadar ulaþmadýðý dikkate alýnýrsa bu konuda güvenilir bir eser listesi hazýrlamanýn güçlüðü ortaya çýkar. Farabi'nin günümüze kadar gelen önemli eserleri þunlardýr:

1. el-Medinetü'l-fazý1a. Farabi'nin Baðdat'ta telifine baþlayýp Dýmaþk'ta 941 -942 yýllarýnda tamamladýðý ve ölümünden iki yýl önce Mýsýr'da iken tekrar gözden geçirerek konu baþlýklarýný düzenlediði bu eser, onun felsefi doktrinini ana hatlarýyla ortaya koyan en olgun eseri sayýlmaktadýr. Nafiz Danýþman (Ýstanbul 1956) ve Ahmet Arslan (Ankara 1990) tarafýndan Türkçeye çevrilmiþtir.

2. es-Siyasetü'l-medeniyye. Bazý kaynaklarda yanlýþ olarak es-Siyasetü'l- medeniyye þeklinde geçen eser Mebadi'ül-mevcüdat adýyla da anýlmaktadýr. Muhteva ve üsluptaki olgunluða bakarak filozofun bu eseri hayatýnýn sonlarýna doðru kaleme aldýðý söylenebilir. Ancak eserde bölüm ve konu baþlýklarý tesbit edilmediðinden iç plan itibariyle el-Medinetü'l-fazýla kadar sistematik deðildir. Bu iki kitap muhteva bakýmýndan birbirini tamamlar mahiyettedir.. Eseri es - Siyasetul- Medeniyye veya Mebadi'ul-Mevcüdat baþlýðý altýnda Mehmet Aydýn, Abdülkadir Þener ve M. Rami Ayas Türkçe'ye çevirmiþlerdir (Ýstanbul 1980)

3. Kitabü'l-Mille. Ýki bölüme ayrýlan eserin birinci bölümünde genel olarak dinin, dini liderin ve fýkýh ilminin felsefe ile olan yakýn iliþkisi üzerinde durulur. Bu kýsým el-Medinetü'l-fazýla ve es- Siyasetü'l -medeniyye 'deki bilgilerin adeta bir tekrarý gibidir. Ýkinci bölüm ise Ýhsa'ül-ulüm'daki "medeni ilimler" baþlýðýný taþýyan beþinci faslýn büyük ölçüde tekrarý mahiyetindedir.

4. Ýhsa'ü'l-u1um. Filozofun ilimlerin tasnifine dair bu eserinin beþinci faslý "fi'l-Ýlmi'l-medeni ve ilmi'l-fýkh ve ilmi'l-kelam" baþlýðý altýnda çeþitli kütüphane kataloglarýnda müstakil bir kitap olarak yer almaktadýr. Ahmet Ateþ tarafýndan Ýlimlerin Sayýmý adýyla Türkçe'ye çevrilmiþtir (Ýstanbul 1955).

5. Tahsilü's-sa'ade. Bazý kaynaklarda Neylü's- saadat þeklinde de anýlan eserde filozofun içtimai, siyasi ve ahlaki problemleri bir arada iþlediði görülür. Ýçinde ilimler tasnifine de yer verilmekle birlikte kitap genel muhtevasý itibariyle ahlaka dair bir eser sayýlmaktadýr. Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan tarafýndan Türkçeye çevrilen eseri (Farabi Ýstanbul 1940, s. 154- 189) ayrýca Hüseyin Atay Mutluluðu Kazanma baþlýðýyla tercüme ederek Farabi'nin Üç Eseri içinde yayýmlamýþtýr (Ankara 1974, s. 3-62)

6. et-Tenbih ala sebili's-saade. Mutluluk ahlakýný konu alan bu eser muhtevasý itibariyle bir öncekinin devamý mahiyetindedir. et-Tenbih'ala esbabi's-sa'ade olarak da anýlan kitap. Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan Türkçe'ye çevirmiþlerdir (Farabi Ýstanbul 1940, s. 127- 154).

7. Fusulü'l-medeni'. Farabi nin baþta siyaset ve ahlak olmak üzere çeþitli meselelere dair görüþlerinin kýsa fasýllar halinde ifadesinden ibaret olan bu eseri.. Hanifi Özcan Fususu'l- medeni - Siyaset Felsefesine Dair Görüþler baþlýðýyla Türkçe'ye çevirmiþtir (Ýzmir 1987).

8. el- Cem beyne re'yeyi'l- hakimeyn: Eflatun ile Aristo'nun görüþlerini uzlaþtýrmak amacýyla kaleme alýnan eserde ihtilaf konusu olan on üç mesele tesbit edilmiþ, bunlarýn farklý açýlardan yorumlanmasýyla iki filozofun ortak bir noktada birleþecekleri ispat edilmeye çalýþýlmýþtýr... Eser Mahmut Kaya tarafýndan "Eflatun ile Aristotelesin Görüþlerinin Uzlaþtýrýlmasý" baþlýðýyla Türkçe'ye tercüme edilmiþtir

9. el-Ýbane 'an garazi Aristotalis fi'Kitabi Ma ba'de't-tabi"a. Farabi, dört sayfa tutan bu risaleyi Aristo'nun Metafizika adlý eserini tanýtmak amacýyla kaleme almýþtýr. Filozof, kendi döneminde birçok kimsenin Aristo'nun bu eserini kelama dair sanarak okuduðunu, fakat muhtevasýný çok farklý bulunca þaþýrdýðýný, hâlbuki on birinci makale (gerçekte on ikinci olacak) dýþýnda teolojiyle ilgili bir bahsin bulunmadýðýný belirtir. Farabi'nin tesbiti gerçekten doðrudur; zira Ýbn Sina dahi Metafizika'yý kýrk defa okuduðu halde bir türlü kavrayamadýðýný, ancak Farabi'nin bu risalesini gördükten sonra anlayabildiðini söyler.

10. Me'âni'l-'akl. Kaynaklarda isminin baþýna "kitab", "risale" ve "makale" kelimeleri getirilerek zikredilen bu eserde Farabi akýl teriminin altý ayrý anlamý bulunduðunu söyler. Bunlardan Aristo'nun II. Analitikleri ile De Anima'sýnda söz konusu ettiði akýl kavramý üzerinde durarak bu gücün nasýl soyutlama yaptýðýný, bilginin aþama aþama nasýl meydana geldiðini anlatýr. Eser Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan tarafýndan Türkçe'ye çevrilmiþtir (Farabi Ýstanbul 1940, s. 190- 206)

11. Risale fi ma yenbaði en yükaddem kable te'allümi'l-felsefe. Felsefe öðrencilerine bir kýlavuz olmak üzere yazýlan bu risalede Farabi Ýlkçað'daki yedi felsefe ekolünü tanýttýktan sonra Aristo'nun eserlerinin tasnifini yapmakta ve bu filozofun doktrinini anlayabilmek için uygulanmasý gereken yöntem üzerinde durmaktadýr. Mahmut Kaya "Felsefe Öðreniminden Önce Bilinmesi Gereken Konular" baþlýðýyla Türkçe'ye tercüme etmiþtir. (Felsefe Arþivi, sy. 26 Ýstanbul 1987, s. 185- 192).

12. 'Uyunü'lmesa'il. Ahlak ve siyaset dýþýnda Farabi felsefesinin özeti sayýlabilecek olan bu eseri .Mahmut Kaya "Felsefenin Temel Meseleleri" adýyla Türkçe'ye çevirmiþlerdir.

13. Fususü'l- hikem. Genel muhtevasý itibariyle daha çok iþraki bir filozofun kaleminden çýktýðý izlenimini verdiði için mevsukiyeti tartýþmalý olan risale Farabi'nin eserleri arasýnda üzerine en çok þerh yazýlanýdýr.

14. el-Mesa'ilü'l-felsefiyye ve'l-ecvibetü 'anha. Cevab (Cevabat) li-mesa'il sü'ile 'anha ve Mesa'ilü müteferrika adlarýyla da anýlan eser, felsefe ve mantýk alanýnda sorulan kýrk üç soruya verilen cevaplardan oluþmaktadýr... Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan Türkçeye (Farabi Ýstanbul 1940, s 42 57) çevirmiþlerdir.

15. en-Nüket fima yesýhhu ve ma la yesýhhu min ahkami'n-nücum. el-Cihetü'lleti yesýhhu 'aleyha'l- kavlü bi-ahkami'n-nücüm, Tezakir fima yesýhhu ve ma la yesýhhu min ahkami'n-nücüm ve Faziletü'l- ulüm ve's-sýna'at adlarýyla da anýlmaktadýr. Astronomi (astroloji) hakkýnda bir kýsmý doðru, bir kýsmý yanlýþ olmak üzere bazý bilgiler veren eser ayný zamanda müellifin felsefesine ait temel görüþleri de ihtiva etmektedir. Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan "Faziletü'l-'ulüm" baþlýðýyla Türkçeye tercüme etmiþlerdir (Farabi Ýstanbul 1940, s. 58 73).

16. et-Talikat. Bazý kaynaklarda Te'alik fi'l-hikme adýyla da anýlan eser, çeþitli felsefe problemleriyle ilgili 101 kýsa notun bir araya getirilmesiyle oluþmuþ bir risaledir. Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan tarafýndan Türkçe'ye çevrilmiþtir (Farabi Ýstanbul 1940, s. 73-99).

17. ed-De'ava'l-kalbiyye. ed-Deava'l-felsefiyye ve Tecridü'd-de'ava'l-kalbiyye adlarýyla da anýlan eser, konu ve muhteva itibariyle Uyunu'l-mesail gibi Farabi felsefesinin temel problemlerine ait bir özet niteliðini taþýmaktadýr. Eseri Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan Türkçeye çevirmiþlerdir (Farabi, Ýstanbul 1940, s. 115- 127).

18. Risaletü Zinûni'l-Kebir. er-Risaletü'z-Zinûniyye olarak da bilinir. Farabi'nin, Aristo'nun talebesi Büyük Zenon ile Þeyh-i Yunani'ye (Plotinus [?]) ait bazý risaleleri hýristiyanlarýn þerh ettiklerini, fakat hakkýný veremediklerini söyleyerek kendisinin bu risalede daha çok din felsefesini ilgilendiren meseleleri altý madde halinde özetlediði kaydedilir. Fakat genel muhtevasý itibariyle bunun Farabi'ye ait bir eser olduðunu söylemek zordur. Eser Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan tarafýndan Türkçeye çevrilmiþtir (Farabi, Ýstanbul 1940, s. 108-114).
19. Ýsbatü'l-müfarakat. Ay üstü âleminde maddeden baðýmsýz þekilde bulunduðu ve gezegenlerin dinamik olarak hareketini saðladýðý kabul edilen akýllarýn ispatýný konu alan bir risaledir. Hilmi Ziya Ülken ve Kývamüddin Burslan'ýn Türkçeye tercüme ettiði risalenin (Farabi, Ýstanbul 1940, s. 99-108) Hüseyin Aydýn tarafýndan yeni bir çevirisi yapýlmýþtýr (Uludað Üniversitesi Ýlahiyat Fakültesi Dergisi, 1/1 Bursa 1986, s. 9-12).

20. Felsefetü Aristotalis. Aristo'nun ahlak ve siyaset dýþýndaki eserlerinin bir kritiði mahiyetinde olup Muhsin Mehdi tarafýndan tenkitli neþri yapýlmýþ (Beyrut 1961) ve Hüseyin Atay tarafýndan Türkçeye çevrilerek Farabi'nin Üç Eseri içinde yayýmlanmýþtýr (Ankara 1974, s. 87- 167).

21. Felsefetü Eflatun. Eflatun felsefesini tanýtmak amacýyla kaleme alýnan eseri önce Franz Rosenthal ve Richard Rudolf Walzer neþretmiþ, daha sonra da Abdurrahman Bedevi Eflatun fi'l-Ýslam (Tahran 1974) içinde yayýmlamýþtýr. Eser Hüseyin Atay tarafýndan Türkçeye çevrilmiþtir (Farabi'nin Üç Eseri, Ankara 1974, s. 65-84). 22. Telhisu Nevamisi Eflatun. Eflatun'un Nomoi (Kanunlar) adlý eserinin hulasasý olup. Fahrettin Olguner tarafýndan Eflatun'un Kanunlarýnýn Özeti adýyla Türkçeye çevrilmiþtir (Ankara 1985).

23. Kitabü'l-Huruf. Aristo'nun on dört bölümden oluþan Metafizika'sýnýn bölümleri Grek alfabesinden bir harf ile birbirinden ayrýldýðý için eser tercümeler döneminde Ma ba'de't-tabi'a yanýnda Kitabu'l-Huruf olarak da literatüre geçmiþtir. Farabi bu eseri þerh etmek amacýyla iþe baþlamýþ, fakat o dönemde güncel bir problem olan mantýkla dil ve gramer arasýndaki iliþki konusuna aðýrlýk verdiðinden kitap bir bakýma filozofun dil felsefesi alanýndaki görüþlerini içeren baðýmsýz bir hüviyet kazanmýþtýr. Buna raðmen filozof geleneði sürdürerek eserine Kitabü'l-Huruf adýný vermiþtir.

24. Risale fi'l-halâ'. Atomculuða karþý maddi kâinatta boþluðun bulunmadýðýný ispat etmek üzere kaleme alýnan ve bilim tarihi açýsýndan büyük önem taþýyan eseri Necati Lugal ve Aydýn Sayýlý Türkçe çevirisiyle birlikte yayýmlamýþlardýr (Ankara 1951).

25. Vücubu sýnaati'l-kimya. Aydýn Sayýlý tarafýndan "Farabi'nin Simya Sanatýnýn Lüzumu Hakkýndaki Risalesi" baþlýðýyla Türkçe'ye çevrilerek metniyle birlikte neþredilmiþtir

26. el-Elfazu'l-müsta'mele fil-mantýk. Klasik kaynaklarda adý geçmeyen kitap, bir bakýma Farabi'nin mantýk alanýnda kaleme almýþ olduðu eserlerin bir hulasasý mahiyetindedir. Eserde daha çok dil- mantýk ve dil-düþünce arasýndaki iliþki üzerinde durulmakta, sýra itibariyle Kitabü'l-Makulat'tan önce gelmektedir.

27. et-Tevtý'e. Mantýkla ilgili meselelere kýsa bakýþlar þeklinde telif edilmiþ olan eseri .Mübahat Türker Türkçe tercümesiyle birlikte (DTCFD, XVI/ 3-4 -1958, s. 187-194) neþretmiþlerdir.

28. el-Fusulü'l- hamse. Mantýða yeni baþlayanlar için özet bilgiler içeren ve Fusulün yuhtacü ileyha fi sýna'ati'l-mantýk adýyla da anýlan risale Mübahat Türker (DTCFD, XVI/3-4 1958, s. 203-213)

29. Ýsagüci (el-Medhal). Her ne kadar Aristo'nun Kategoriler adlý eserine giriþ mahiyetinde Porphirios'un (Furfüriyüs) yazdýðý, beþ külliyi konu alan eseriyle ayný adý taþýyorsa da tertip ve muhteva itibariyle ondan oldukça farklýdýr.

(T.D.V. Ýslam Ans. 12/145-161)


radyobeyan