Siret Ansiklopedisi
Pages: 1
Riba Ve Tefecilik By: saniyenur Date: 17 Haziran 2012, 20:00:47
2- Riba Ve Tefecilik

Faiz ve tefeciliðin tanýmýyla vaktimizi israf etmek gereksizdir. Çünkü her ikisi de birbiri­nin anlamýný kapsayacak þekilde kullanýlýr ve sermayenin üstünden veya üzerinden ödenen (veya alýnan) fazlalýk veya ilave için kullaný­lýr. Ýslam, faiz veya tefecilik arasýnda hiçbir ayýnm yapmaksýzýn, çok geniþ manasý olan ve faiz ve tefeciliðin her ikisini de kapsayan ribayý yasaklar. Böylece bugünkü banka faizi riba tanýmý içine girer.

Oxford sözlüðünün (The Oxford Dictionary) verdiði tefeciliðin manasým tahlil etmek Ýlginç olur. Sözlük tefeciliði þu kelimelerle açýklar: "Özellikle hukukun müsaade ettiðinden daha fazla faize, aþýrý faiz oranlannda parayý borca verme iþi." Bu tarife göre, herhangi bir fazla­lýk oran, özellikle yönetim tarafýndan dondu­rulan orandan yukansi tefeci bir faiz oranýdýr. Bu konuda, Ýslaman önerdiði yol çok açýk ve aydýnlatýcýdýr ve faizde borç verenlerin her çeþit manevralarýna nihai bir son verir. (Hukuki oran olarak) Ýslam faiz oranlarým sýfýrla don­durmuþtur. Sýfýrdan yukarý herhangi bir oran -müslüman bir toplumda- tefeci (aþýrý) faiz oranýdýr, (islam and Theory of Interest, sh. 19).

a- Herkesin Kerih Gördüðü Tefecilik: Sý­radan bir insan bile, Kur'an-ý Kerim'in sözkonusu ettiði riba yasaðýnýn faizi kapsadýðýný ra­hatlýkla anlar. Ýslamýn yasaklayýp haram kýldý­ðý banka faizi dahil en basitinden en karmaþý­ðýna bütün faiz iþlemleridir.

Faizin en kötü örneði olan tefeciliðe gelince; çaðlar boyunca bütün dinler ve meþhur filo-zoflarca hemfikir olarak kýnanmýþtýr. Hatta fa­izi tasvip eden yahudiler bile tefeciliði yasak­lamýþlardýr. Hristiyan din adamlarý tefeciliði ahlakdýþý ilan ettiler. Kilisenin tefeciliðe koy­duðu yasak ortaçaðýn sonlarýna kadar devam etti. Bundan dolayý 13. yüzyýlýn son zamanla­rýnda St. Thomas Aguinas'm söyleyebildiði þudur: "Borca verilen parayla tefecilik yap­mak baþlýbaþýna haksýzlýktýr, çünkü bu olma­yan bir þeyi satmaktýr."

Floransah Antoninius tefeciliði þu kelimelerle kerih görür; "Para, yalnýz baþýna bizzat kâr getiremez, ancak tüccarlarýn kullanmasý doð­rultusunda kârlý olabilir." Skolastik yazarlar genelde bu muhakeme yolundan giderek tefe­ciliði kýnamýþlardýr. Aristo, tefeciliði kýnayan­larýn baþýnda gelir. Onun ifadeleriyle: "Para kazanmanýn Ýki yolundan biri, hemen söyleye­ceðim gibi, ev idaresinin bir bölümüdür, diðe­ri perakende ticarettir, Ýlki çok Önemli ve hür­mete þayandýr, sonraki haklý olarak tenkit edi­lebilen bir deðiþim çeþididir. Tenkit edilmesi; deðiþimin tabii olmamasý, birinden diðerine aktarýlýrken kiþilerin kazanç teminlerinde bir tarz olmasýndandýr. En çok tiksinilen para ka­zanma çeþidi; büyük bir sebepten dolayý para­nýn tabii kullanýmý olmadan, para üzerinden bir kazanç saðlayan tefeciliktir. Parayla kaste­dilen deðiþimde kullanýmýdýr, yoksa faizle art­týrmak deðil. Paranýn doðurmasý anlamýna ge­len bu tefeci terimi para üremesinde kullanýlýr, nasýl ki çocuklar ana babalarýna benzerse... Bundan dolayý bütün bu gibi para kazanma yollarýndan en fazla gayri tabii olaný bu sonuncusudur." (Aristotle, Politics, sh. 23 ve 111).

Faizi genellikle haklý gösteren çoðu iktisatçý­lar tefeciliðe þiddetle karþýdýrlar. (E. RoIL, A History of Economics Theory, sh. 98-108).

b- Birbirlerine Dönüþebilen Faiz ve Tefeci­lik: Faiz kavramýnýn tarihî geliþimi hakkýnda bir çalýþma; eski çaðlarda dahi tefecilikte ol­duðu gibi çoðu hukukçularýn, filozoflarýn ve ekonomistlerin de faizi, miktarýn aþaðýsýnda veya yukarýsýnda tahsil edilmek üzere borç verilen bir sermaye olarak kabul ettiklerini ve bu iki terimin sýk sýk birinin diðerine dönüþe­bildiðim göstermiþtir. O insanlarýn yazdýkla­rýna bir göz atmak, bu Ýki terimin birbirlerine dönüþebileceðini ve kolayca birinin diðerinin yerini alabileceðini gösterecektir.

Mesela, meþhur hukukçu Cozelez Tellez þöy­le yazýyor: "Para parayý doðurmadýðýna göre, borca verilen miktarýn dýþýnda bir þey almak tabiata aykýrýdýr, ve Aristo'nun da söylediði gibi para gerçekten üreyemeyeceðinden alýna­nýn, paradan çok endüstriden olduðunu söyle­mek daha uygun olacak, ödünç verilmiþ mal­lar borçlunun mal varlýðýna dahil olur. Bun­dan dolayý ödünç verenin faiz (yani tefe) al­masý için mallan kullanmasý, baþka birisinin mallan kullanmasýdýr ve bundan borç veren hakký olmadýðýndan bir kâr saðlayamaz. Diðer bir insana baðlý olacak bir þey kazanan serma­yedar kendini baþkasýnýn zararýna zenginleþti­rir."

Vaconius Vacuna tefeciliði ele aldýðý mülahazalarýnda daha fazla açýk sözlüdür: "Bu yüz­den paranýn bir bölümü veya herhangi bir þey dahi olsa o paranýn meyvalarým toplayan ken­disine ait olmayan bir þeyi almýþ olur ve sade­ce bu yüzden onu çalmýþ gibi olur." Thomas Aquinas þunlarý ileri sürer: "Tüketimde kendi nesnelliðini içeren kullanýma haiz bazý belirli mallar vardýr. Bu sebepten, bunlarýn kullanýmý kendi nesnelliðinden ayrýlamaz ve kullaným transferi, nesnenin haliyle transferini zorunlu kýlar. Dolayýsýyla bu tarz bir nesne ödünç ve­rildiðinde ona ait haklar da daima tabii olarak transfer edilir. Bir adam ürünü ve kullanýmýný ayn ayn satarsa þimdi bu açýkça haksýzlýk olur. Böyle yapýldýðýnda o ayný malý iki defa satmýþ veya fazladan olmayan bir þeyi satmýþ olacaktýr. Tamamen ayný biçimde, bu çeþit þeyleri bir adamýn faize yatýrmasý da haksýz­lýktýr. Buradan bir mala iki fýat istiyoruz. Fai­ze yatýran, ayný malý deðiþtirmek için ve ma­lýn kullanýmý için fýat istiyor. Ýþte biz buna fa­iz, veya tefe diyoruz. Paranýn kullanýmý tüke­tim ve onun harcanmasýndan oluþmasý dolayý­sýyla (tüketim ve üretim amaçlarý için olsa da) her Ýki alanda da paranýn kullanýmýna fiat is­temek baþlýbaþýna uygunsuzluk olur."

Thomas Aquinas devamla þunlarý ileri sürer: "Faiz herkese þamil bir zilyedlik, yani zaman için istenen nazari ve gizli fiat olarak addedil-meli. Tefecilerin iddialarýna göre zaman, tefe­cilerin gelir fazlasýndan almasýna -ki bu faiz­dir- eþit olarak tanýmlanýr. Böylece tefeciler borç veren ve bütün insanlara olduðu kadar borç alana da ait olan zamaný satýyorlar., (Bo-ehu Bawerk, The Positive Theory of Interest, sh. 13-14).

Bütün bu yazarlar faiz ve tefeciliði yargýla­makla gerçekten ayný manayý taþýyabilecekle­rini ortaya koymuþ olmaktadýrlar. Bunlar büs­bütün halledilebilen kelimelerdir ve biri diðe­rine kolayca dönüþebilir, onlara göre borç ve­rilen asýl sermayenin altýnda veya üstünde alý­nan her miktar tefe veya faiz olarak isimlendi­rilir ve haksýzlýktýr.

c- Düþük Faiz Oraný: Yukarýdaki tartýþma­lardan açýkça anlaþýlmaktadýr ki, insanlýk tari­hi boyunca bütün ülkelerin dînî liderleri, filo­zoflarý ve iktisatçýlarýnca aþýrý faiz oranlarý yargýlanagelmektedir. Hukukçular, filozoflar ve iktisatçýlar arasýnda yüksek faiz oranlarýnýn haksýz olduðu konusunda tam bir mutabakat olduðu gözleniyor. Eðer biz iddialarýnýn hatý­rýna, son gruptaki yazarlarýn belirttiði "banka ve sermayedarlarýn verdiði sýradan düþük oranlarýn faizi ihtiva ederken, aþýn oranlarýn tefeciliðe havi olmasý" görüþünü kabul eder­sek, tefecilik ve faiz oranlarýnýn ne olduðu so­rusu karþýmýza çýkmaktadýr. Tefecilik oraný ile sýradan veya normal bir faiz oranýný nasýl ayý­rýrsýnýz? Özel bir faiz oranýnýn tefecilik ve bir diðerinin normal bir oran olduðunu söylemek çok zor. Bunun yanýsýra,   bir otorite tarafýndan bir zamanda normal oran kabul edilen bir þey diðer bir zamanda ayný otorite veya ayný zamanda baþka bir otorite tarafýndan tefecilik oraný olarak kabul edilebilir.

Bununla beraber iki kelimenin birbirleri ara­sýndaki fark faiz farký deðil, zaman (veya yer) içinde kolaylýkla deðiþebilecek derece farký­dýr. Bugün tefe olarak addedilen yarýn gerekli bir faiz oraný olarak kabul edilebiliyor; bunun benzeri bugün gerekli bir faiz oram farzedile-nin, yarýn tefeci oraný kabul edilmesidir. VIII. Henri'nin hükümdarlýðý döneminde, % 10'un üzerinde herþey tefe, % 10 altýndaki normal faiz oraný olarak kabul edilirdi. 1624'de % 10 tefeci oraný % 8 normal bir oran iken, 1651'le beraber % 8 aþýrý oran ve % 6 da normal bir oran olmuþtu. Kraliçe Anna zamanýnda % 5 normal bir faiz oraný kabul edilmesine karþýn % 5'in üstü ise aþýn bir oran olarak farzedil-miþtir. (Enver Ýkbal, a.g.e., sh. 4) Ýslam, bun­dan dolayý, faiz ve tefecilik arasýnda hiç bir ayrým yapmaz ve her Ýkisini de riba adý altýn­da yasaklar.

d- Makul Faiz Oraný: Çeþitli faiz teorileri­nin anlamsýzlýðýna karþýn, batý sermaye siste­minde bu kurum tamamen yapýlanmýþ ve bü­tün problemler makul olmasý gereken faiz oraný noktasý etrafýnda düþünülerek çözümle­niyor. Hiç kimse asýl probleme dokunmuyor; acaba faiz kendi baþýna bir hak ve adaletli bir kurum mudur? Ýktisatçý ve diðer yazarlarýn yalnýzca belirttikleri nokta, belli bir faiz oraný­nýn makul ve bu yüzden kabul edilebilirliði mi, yoksa makul olmayýp kabul edilemezliði midir? (Mevdudi, Interest, c.I ve II).

Bizim zamanla gözardý ettiðimiz gerekliliði ve âdillÝði kendi içinde kanýtlanmamýþ ve ka-mtlanamayacak olan faiz kurumunun nasýl olup ta adaletli ve makul bir orana sahip ola­bileceðidir. Asýl meseleyi bir tarafa býraka­rak, dikkatlerimizi makul herhangi bir faiz oranýnýn olup olamayacaðý problemine hasre­delim. Makul ve tabii olarak tanýmlanan bu faiz oraný nedir? Ve birini makul, diðerini ma­kul olmayan diye yargýlamamýzýn ölçüsü ne­dir? Bütün bunlara raðmen bazý rasyonel esas­lara göre gerçek faiz oraný yeryüzünde tespi,ý edilebilir mi?

Birinci soruyu ele aldýðýmýzda, dünyada "ma­kul bir faiz oranfna benzer hiçbir þey buluna­mamýþtýr. Deðiþik faiz oranlarý farklý zaman­larda makul adlandýrýlmýþken, daha sonra ayný oran ayný zamanda, baþka bir yerde gayn-ma-kul ilan edilebiliyor. Eski Hindu devrinde % 15'den % 60'a varan bir oran gayet makul ve adaletli farzedilip risk fazla olduðunda da faiz oraný arttýrýldý. 18. ve 19. yüzyýl süresince (makul kabul edilen) normal oran % 48'di. II. Dünya Savaþý sýrasýnda ingiliz yönetimi o za­manlar için gayet makul olan % 2 faizle savaþ borçlanmasý yapmýþtýr. Ayný eðilim dünyanýn diðer ülkelerinde de tecrübe edilmiþtir. % 10 oranlýk bir faiz Ýngiltere'de 16. yüzyýlýn orta­larýnda makul kabul edilmiþken yakýn zaman­lara kadar bu, her yerde faiz deðil soyguncu­luk olarak nitelendirilmiþtir. Bu oranlarýn her­hangi biri tabii ve makûl müdür? Ýzahý çok zor.

Gerçekten faiz oranýnýn tabii ve makûl olaný var mýdýr? Borca verilmiþ sermayeden borç olana tahakkuk eden karþýlýðýn, gerçek deðeri­ne karar vermek mümkün olduðu an birazcýk düþünme ile ancak makul bir faiz oraný belir-lenebileceði görülür. Mesela, bir yýlýk zaman içinde 10 pound 25 poundluk bir kar getirecek þekilde belirlense, kredi verenin makul payý 5 paund, 2.5 pound veya 1.25 pound olarak ka-rarlaþtýrýlabilir. Ancak gün gibi aþikârdýr kî borca verilmiþ sermayenin getireceði ne tesbit edilmiþtir ne de tesbiti mümkündür. Ödünç alan bir þey kazanmýþ olsa da, olmasa da fai­zin piyasa oranýný belirlerken hiç gözönüne alýnmaz: Uygulamada, sebep ve hakkaniyetin her ikisiyle de iliþkisi olmayan tamamen deði­þik alanlarda faizin piyasa oraný tesbit edilir.

Son soru, dünyada bazý rasyonel esaslara göre faizin gerçek oranýnýn belirlenmesidir. Para piyasasýnda faiz oranýnýn belirleniþim ihtiva eden iki görüþ vardýr. Bir görüþe göre, faiz oraný paranýn arz ve talebiyle belirlenir. Eðer para talebi az ve para arzý fazla ise faiz oran­larý düþer. Faiz oranlarýnýn düþüþü makul ise Çoðu kimse yatýrýma kredi açmak için mey­dana çýkar. Daha sonra tedricen para talebi­nin artýþýyla faiz oraný yükselir. Her iki taraf da gelecekteki kazançlarýný hesap ederler. Borç alan borçlandýðý paranýn muhtemel kazancým tahmin eder. Ve borç verene ödemek üzere hazýrladýðý en yüksek faiz oranýný karar­laþtýrýr, fakat hiç bir durumda bu, sermayenin gelir oranýndan daha yüksek olamaz. Halbuki borç veren borçlunun muhtemel kârlarýný tah­min eder ve borca verilmiþ sermaye üzerinden ödeyeceði niyetiyle faiz oranýný en düþük se­viyede belirler.

Böylelikle her iki taraf, borç veren de, alan da sonraki gelecek olan muhtemel gelir üzerinde düþünüyorlar; borç alan daima dikkatli ve kaybetme ihtimalinin þuurunda iken, borç ve­ren daima yatýrým kârlarým abartýyor. Ýki grup arasýnda iþbirliði olmasýna raðmen devamlý bir çatýþma vardýr. Borçlular kâr ümidiyle da­ha çok fonu yatýrýmda kullanmak istedikleri zaman, kredi verenler sermayelerinin fiyatýný yüksek oranda yatýrýma elveriþsiz oluncaya kadar arttýrmaya baþlýyorlar. Sonuçta bütün yatýrýmlar geriler ve ekonomi tamamen çök­müþ bir duruma düþer. Depresyon yayýldýðýn­da, para verenler kendi akýbetlerini tahmin ederler ve yatýrýmlarý teþvik için faiz oranýný düþürürler. Bu, nihayetinde ekonomiyi yeter­siz de olsa az bir canlanma konumuna getirir. Sonu olmayan saðlýksýz bir dolaþým meydana gelir. Böylece faizin alýnýp verilmesiyle olu­þan sistem, önemli bir dereceye kadar, kapita­list dünyanýn çaðdaþ ekonomik has taliki annýn sorumlusudur.

Ýkinci gurup, sermayenin likiditeliði yönünü benimser. Sermayedar kendi þahsî kullanýmý için fazla likit fonla tutmak isterse tersine faiz oranýný arttýrýr. Kendi özel iþi ve þahsî, sosyal, siyasî ve iktisadî faktörlerden etkilenmiþ spe­külatif saikler gibi çok çeþitli faktörler az ve­ya çok sermayedarýn likit fonlarý elinde tutma isteðini etkiler. Eðer likit fonlar için istekleri­ni artýnrlarsa faiz oram yükselir ve yatýrýma sermaye alýmýný engeller, diðer taraftan, likit para isteði azaldýðýnda, faizler düþer ve yatý­rým nisbetini yukarýya çeker. Sermayedarýn elinde bulunan fonlara bakýldýðýnda likit fon­larýn % 95'i spekülatif amaçlarla kullanýlmýþ­týr. Bu gruptaki kiþiler, toplumun mâlî prob­lemlerini inceden inceye tetkik ederler; daha sonra kendi þahsî kazançlarýnýn belirdiði nok­tada paralarýný (kredilerini) para piyasasýndan çeker veya orada býrakýr. Topjumu, geliþmek veya açlýk, deprem, savaþ veya benzeri belalar biçimindeki genel tehlikeleri karþýlamak ihti­yacý içinde bulunduðu an fonlarý çekmek su­retiyle faiz oranýný arttýrýr ve bununla toplum pahasýna kâr eder.

Ýslam'da sosyal rekabete ve baþkalarýnýn sýr­týndan geçinmeye müsamaha edilmez. Bun­dan dolayý toplumda bu gibi unsurlarý barýndý­ran müesseseler yasaklanmýþtýr.




radyobeyan