Ayýn Konusu
Pages: 1
Kutlu Aynadan Kendimize Bakarken By: reyyan Date: 06 Haziran 2012, 20:03:54
Kutlu Aynadan Kendimize Bakarken



Ahmet Nafiz Yaþar |
Mart 2012 | AYIN KONUSU   


    Evde, iþte, yalnýzken, kalabalýða karýþtýðýmýzda bizi yönlendiren, duruþumuzu belirleyen nedir? Neye göre yaþýyor, hal ve gidiþimizi hangi ilkelere göre þekillendiriyor, kimi örnek alýyoruz?

    Dünyanýn iki ucunun bir araya geldiði bu zamanda, bu akýmlar, modalar, modeller izdihamýnda bu sorulara cevap ararken, çoðunlukla varýlacak sonuç þudur: Tarzý olmayan, anlýk hissiyata göre þekilden þekile giren bir hayat!

    Oysa müslümanýn bir duruþu vardýr. Allah’ýn Kutlu Elçisi’nin örnekleyip gösterdiði bir hayat tarzýnýn temsilcisidir. Öyleyse O’nun mübarek ahlâkýný öðrenip anlamaya, “Siyer-i Nebi”yi okumaya þimdi her zamankinden çok ihtiyaç var.

Ýki cihan güneþi Rasul-i Ekrem s.a.v., kendisine vahyedilen ilahî ölçüleri insanlara bildirip o ölçülerin nasýl yaþanacaðýný hayatýyla göstermiþ kutlu bir rehber, mükemmel bir insandýr. Dünya ve ahiret mutluluðuna götürecek dosdoðru yolun nasýl yürüneceðini, dünya üzerinden istikameti kaybetmeden nasýl geçilip gidileceðini, Allah Tealâ’ya nasýl hakkýyla kulluk edileceðini en mükemmel haliyle bizzat yaþayarak bize O göstermiþtir.

Çünkü Cenab-ý Hak O’nu en yüksek ahlâk üzere yaratmýþ, en güzel surette terbiye etmiþ ve alemlere rahmet olarak göndermiþtir. Bu sebeple Kur’an-ý Kerim’de, yarýn mahþer günü Allah Tealâ’nýn huzuruna yüz akýyla varmak isteyenler için o rahmet peygamberinin “üsve-i hasene”, yani “en güzel örnek” olduðu beyan buyurulur.

Hiç þüphesiz Hz. Peygamber s.a.v., Allah’ýn habibi ve rasulü olarak, insanlarýn en mükemmeli ve en þereflisi olarak, eriþilmez bir mevkidedir. Fakat sýradan biri olmadýðý halde, bir babanýn yürümeyi öðrettiði yavrusunun küçük adýmlarýna adýmlarýný uydurmasý gibi, biz örnek alalým diye sýradan biri gibi yaþamayý seçen bir peygamberdir.

Hayatýn her alanýnda


Ýzini sürmeye, benzemeye çalýþtýðýmýz örnek, bir peygamberdir elbette. Ama ayný zamanda içinde yaþadýðý cahiliyye toplumundan üzerine zerre kadar leke bulaþtýrmadan fýtratýný muhafaza edebilen “emin” bir “genç”tir. Hak hukuk tanýmayan bir piyasanýn vahþi kurallarýna raðmen dürüstlükten taviz vermeyen bir “tüccar”dýr. Nazik ve vefalý bir “eþ”, þefkatli bir “baba”, secdede sýrtýna çýkan torunlarýnýn keyfini kaçýrmamak için secdeyi uzatan sevgi dolu bir “dede”dir. Cebrail a.s.’ýn karþýsýnda “öðrenci”, ashabýnýn karþýsýnda “öðretmen”dir. Cesur bir “komutan”, adil bir “devlet reisi”dir. En önemlisi de O, “Allah’ýn en sevgili kulu”dur.

Öyleyse, kim olursak olalým, ahirette felah bulmak isteyenlerden isek eðer, O’nda hepimiz için mutlaka en güzel ve en doðru örneklikler vardýr.

Efendimiz’in adeta bir güzellikler ve faziletler hazinesi olan örnekliklerini hayatlarýna taþýmak isteyen müminler, Tabiîn döneminden itibaren Rasul-i Ekrem s.a.v.’i daha yakýndan tanýma iþtiyakýyla “Siyer” geleneðini baþlatmýþlardýr. Siyer veya Siyer-i Nebî, Hz. Peygamber’in hayatýný bütün yönleriyle ve en ince ayrýntýsýna kadar tespit ederek öðretmeyi amaçlayan bir ilim dalýdýr.

Efendimiz’e olan muhabbet ve O’na benzeme çabasý sebebiyledir ki Ýslâm dünyasýnda asýrlardýr en çok okunan kitaplar arasýnda, Kuran-ý Kerim ve hadis külliyatlarýyla birlikte siyere dair eserler de yer almýþtýr. Geçmiþte bir gelenek halinde sürdürülen siyer okumalarý, zaten bir mükellefiyet olan Sünnet-i Seniyye yanýnda, müslümanlarý Efendimiz s.a.v. gibi davranmaya, O’nun yüksek ahlâkî meziyetlerini örnek almaya teþvik ederek daha faziletli kýlmak amacýna yöneliktir. Gül gibi kokmak için gül bahçesine girmek gerekir çünkü.

Ýtibarýmýz O’ndandýr


Þeyh Galib, Rasulullah s.a.v.’in aþkýyla kaleme aldýðý þiirlerinden birine, “Efendimsin, cihanda itibarým varsa sendendir.” diye baþlar. Bu, öylesine söylenmiþ bir söz deðildir. Müslümanlar hem fert hem toplum olarak ne zaman Hz. Peygamber’i örnek almýþ, O’na uymaya çalýþmýþlarsa, Allah katýnda da diðer insanlarýn nezdinde de kýymet ve itibar kazanmýþlardýr. Osmanlý’nýn dünyaya hükmettiði ihtiþamlý devirlerinde saraydan dergâhlara, kýraathanelerden evlere kadar her yerde yaygýn bir siyer okuma geleneði vardýr mesela. Günümüzde olduðu gibi bu geleneðin terk veya ihmal edildiði zamanlarda ise müslümanlar bu dünyadaki itibarlarýný da yitirip zelil düþmüþlerdir.

Kabul edelim ki müþriklerin bile kendilerinden daha çok güvendikleri bir peygamberin ümmeti olarak bizler, bugün O’nun bize öðrettiði gibi yaþamakta sýkýntý yaþýyoruz. Sözleri tutmak hususunda yeterince duyarlý davranmýyor, çabuk öfkeleniyor, kardeþlerimize af ve merhametle muamelede gönülsüz davranýyoruz. Kendimizi bu dünyaya fazlaca kaptýrdýðýmýz, nefsimize uyduðumuz oluyor. Böylece kendimizi küçük düþürüyor, dýþardan bakanlara hoþ bir görüntü vermiyoruz. Çünkü bu hoþ olmayan görüntümüzü düzeltmek adýna Siyer aynasýna bakmayý epeydir ihmal etmiþiz. Üzerimize yapýþan, bizi cihanda itibarsýz kýlan olumsuzluklardan haberimiz yok.

Hz. Peygamber s.a.v.’den öðrendiklerimizi yeniden hatýrlamaya, siyer okumalarýný yeniden hayatýmýza dahil ederek halimizi güzelleþtirmeye vesile olmasý için, o rahmet denizinden birkaç damla sunalým istiyoruz. Ýþte, Siyer kitaplarýndan derlediðimiz ve O’nun Allah Tealâ tarafýndan övülmüþ örnek ahlâkýndan bir demet:

Komþunun yetimi


Allah Rasulü s.a.v. her zaman alçakgönüllüydü. Ýnsanlarýn arasýna karýþýr, kendisini onlardan yukarýda görmez, onlarla sohbet eder, onlar gibi yaþardý. Ailesinin ihtiyaçlarýný kendisi karþýlar, ev iþlerinde hanýmlarýna yardýmcý olur, ayakkabýsýný kendisi onarýr, devesine kendisi bakar, misafirine bizzat hizmet ederdi. Kuba mescidi ve Mescid-i Nebevî inþa edilirken sýrtýnda kerpiç taþýmýþ, Hendek Savaþý hazýrlýklarýnda ashabýyla birlikte O da hendek kazmýþtý.

Bir topluluk içine girince kendisi için abartýlý tazim gösterilmesini, ayaða kalkýlmasýný ve yer açýlmasýný istemez, boþ bulduklarý yere otururlardý. Bir seyahatte yol arkadaþlarý mola verip yemek hazýrlamak üzere iþ bölümü yaptýðýnda kendisi de yakacak çalý çýrpý toplamaya koyulmuþtu.

Zaferler ve fetihler kazandýktan, güçlü bir Ýslâm devletinin reisi olarak adý bütün dünyada duyulduktan sonra da tevazusunu terk etmedi. Yine kerpiçle örülü bir odada, hurma lifleriyle doldurulmuþ bir minder üzerinde yaþadý. Yine aç kaldýðý ama þikayetlenmediði günler geçirdi. Buðday ekmeðini yine nadiren ve en çok iki gün üst üste yiyebildi. Sofraya yine hizmetçisiyle birlikte oturdu. Ýstese saraylar, konaklar yaptýrabilir, ihtiþamlý tahtlar üzerinde oturabilir, kendisi için mükellef sofralar donatabilirdi halbuki. Ama o önce ashabýný düþündü. Elinde olaný baþkalarýna verdi, kendisi ve ehl-i beyti için “kifaf (yaþayacak kadar rýzýk) miktarý” ile yetinmeyi seçti.
Mekke’yi fethettiðinde devesinin üzerinde þehre girerken fatih bir kumandan büyüklenmesine düþmemek için baþýný mahcubiyetle eðebildiði kadar eðmiþti. O gün karþýsýnda heyecandan titreyen bir hemþehrisini, “Sakin ol kardeþim! Ben bir kral veya hükümdar deðilim.” diye yatýþtýrýrken kendisini muhtereme validelerini kastederek þöyle tanýtýyordu:

– “Kureyþ’ten, güneþte kurutulmuþ et yiyen, senin eski komþunun yetimiyim ben.”

Nazik, merhametli, cömert


Rasulullah s.a.v. dünyanýn en nazik insanýydý. Kim olursa olsun herkese deðer verirdi. Karþýlaþtýðý insanlarý önce kendisi selamlar, onlarýn yanýndan yavaþça ve gülümseyerek geçerdi. Meclisinde son konuþaný ilk konuþan gibi sabýrla ve dikkatle dinler, kimsenin sözünü kesmez, konuþan kiþinin yüzüne bakardý. Kendileri konuþurken de muhatabýna bütün vücuduyla döner, sesini yükseltmez, tane tane konuþurdu. Boþ söz söylemez, zaruret olmadýkça konuþmazdý zaten. Sükût etmeyi daha çok severdi. Fakat bir söze baþlamýþsa da onu yarým býrakmaz, herkese akýl ve idrakine göre hitap ederdi.

Yanlýþ davranýþlar karþýsýnda kimseyi kýrmadan, isim vermeden, ince imalarla gerekli uyarýlarda bulunur, insanlarýn kusurlarýný hoþ görürdü. On yýl hizmetinde bulunan Enes b. Malik r.a.’e bu on yýl boyunca bir kere bile kýzmamýþ, bedevîlerin kaba, hatta incitici davranýþlarýný hep tebessümle karþýlamýþtýr. Hiç kimsenin ayýbýný açýk etmemiþ, kusurunu araþtýrmamýþ, kimseyle münakaþaya girmemiþtir. Müslümanlara eziyet ve kötülükte çok ileri giden birçok kimsenin Ýslâm’ý kabul etmesinden sonra, daha önce yaptýklarýnýn yüzüne vurulmamasýný ashabýna özellikle tembihleyen, baðýþlamasý sonsuz bir peygamberdir O.

Ailesinden ve ashabýndan kim kendisine seslenmiþse her zaman “Buyur!” diye mukabele eden Allah Rasulü s.a.v., hayatý boyunca kahkaha ile gülmemiþ, kimsenin evine izinsiz girmemiþ, þaka için bile olsa yalan söylememiþti. Sahabe efendilerimizin ifadesiyle O, “örtüsüne bürünen bir genç kýzdan daha hayâlý” idi. Yine Sahabe’nin ifadesiyle “yaðmur yüklü rüzgârlardan daha cömert” olan Fahr-i Kâinat Efendimiz, bir keresinde sýrtýndaki hýrkayý çýkarýp verdiði gibi, kendisinin ihtiyacý varken de elinde olaný isteyene veriyordu.

Çok merhametliydi. Çocuklar ve yaþlýlarla þakalaþýr, kimsesiz ve fakir sahabilerini arar sorardý. Akrabalarýna ve dostlarýna karþý vefalý, sözüne sadýktý. Yaptýðý hiçbir anlaþmayý kendisi bozmadý. Uðradýðý kötülüklere hep iyilikle mukabele etti.

Baþkalarý için


Kendisiyle ilgili hususlarda müsamahalý ve affedici olan Hz. Peygamber s.a.v., baþkalarýnýn hukuku ve ilahî ölçüler söz konusu ise son derece kararlý davranýr, asla taviz vermezdi. Ýçinde bulunulan þartlar ne kadar zor olursa olsun çizgisini deðiþtirmez, savunduðu ilkeleri eðip bükmezdi. Hak ve adalet neyi gerektiriyorsa onu uygulardý. Devlet görevi verdiði kimseleri belirlerken, onlarýn soyunu, zenginliðini, kendisine yakýnlýðýný, toplumdaki konumunu deðil, liyakat ve ehliyetini gözetiyordu.

Her zaman sakin ve vakur bir duruþu olmakla beraber, bu munis peygamber özellikle savaþ meydanlarýnda, Uhud’daki, Huneyn’deki bozgun anlarýnda dahi cesaret ve metanetini kaybetmiyordu. Gerçi hem bu savaþlardaki tehlikeler karþýsýnda, hem ilk yýllarýnda Ýslâm’ý teblið ederken maruz kaldýðý baský, þiddet ve hakaretler karþýsýnda yýlgýnlýða düþtüðü, korku ve telaþa kapýldýðý görülmemiþti. Karþýlaþtýðý bütün zorluklarýn, aþýlamaz sanýlan bütün engellerin azimle, sabýrla, istiþare ile, yerinde ve zamanýnda aldýðý tedbirlerle üstesinden geldi. Rasul-i Ekrem s.a.v. acele etmez, istiþare ile iyice tartarak karar verir, verdiði karardan dönmezdi.

Bir peygamberdi, aile reisiydi, devlet baþkanýydý. Yeni bir anlayýþ, yeni bir toplum inþa ediyordu yeryüzünde. Sadece bulunduðu çevre deðil, gönderdiði elçiler, davet mektuplarý ile bütün bir dünya sorumluluk alanýndaydý. Hayatý O’nun kadar yoðun yaþamak zorunda kalan bir baþka insan yoktu. Ama iþte o yoðunluk içinde ibadetlerini hiç aksatmadýðý gibi, ümmetinin asla altýndan kalkamayacaðý, sadece kendine mahsus aðýr ibadetlerle “þükreden bir kul” olmayý sürdürüyordu.

Emin insan

Mekkeli müþrikler Dârü’n-Nedve’de toplanýp uzun tartýþmalardan sonra Hz. Peygamber s.a.v.’in öldürülmesine karar vermiþlerdi. Efendimiz’in mensup olduðu Haþimoðullarý’nýn kan davasý güderek intikama kalkýþmamasý için de bu iþi her kabileden bir gencin katýlacaðý bir suikast ekibine havale etmeyi uygun buldular. Suikast günü, aralarýnda Ebu Cehil’in de bulunduðu farklý kabilelerden 12 kiþi hava karardýktan sonra Efendimiz’in evini kuþatmýþ, O’nu öldürmek üzere uygun zamaný bekliyorlardý. Allah Rasulü s.a.v. bu sýrada Hz. Ali r.a. ile birlikte evindeydi. Müþriklerin niyeti Allah tarafýndan Cebrail a.s. vasýtasýyla kendisine daha önce bildirilmiþ, hicret için izin çýkmýþtý. Gündüzden Hz. Ebubekir r.a. ile görüþüp Medine’ye nasýl gideceklerini planlayan Efendimiz, o akþam saldýrganlarý þaþýrtýp oyalamak için kendi yataðýna yatýracaðý Hz. Ali’ye ne yapacaðý konusunda talimat veriyordu. Fakat bu talimat maruz kaldýðý tehditle ilgili deðildi. Ona, Mekkeliler’in kendisine býraktýklarý emanetleri tek tek gösteriyor, bunlardan hangisinin kime ait olduðunu anlatýyor ve sabah olduktan sonra bu emanetlerin sahiplerine iade edilmesini tembihliyordu.

O, böylesine “emin” bir peygamberdi. Düþmanlarý bile birbirlerine güvenmedikleri, saklamaktan korktuklarý en kýymetli varlýklarýný gönül rahatlýðýyla ve tam bir itimatla getirip ona teslim ediyorlardý. Daha önemlisi, Allah Rasulü’nün böyle bir demde, belki de bir kýsmý canýna kastederek ellerinde kýlýç, dýþarýda bekleþen katillere ait emanetleri korumayý düþünmesiydi.

Tevrat’ýn övgüsü

Allah Rasulü s.a.v., kendisinden yardým isteyen ihtiyaç sahiplerini boþ çevirmezdi. Varsa verir, yoksa verebilecek birine yönlendirir, o da yoksa borç almak suretiyle muhtaçlara yardým ederdi. Vermenin bir imkan meselesi deðil, bir gönül meselesi olduðunu böylece anlatýrdý ümmetine.

Yeni müslüman olan bir belde halký sýkýntýya düþmüþ, Efendimiz’den yardým istemiþti. Allah Rasulü s.a.v. bir yahudiden borç alarak onlara gönderdi. Yahudi, borç vadesinin dolmasýna daha bir gün varken Peygamberimiz’in kapýsýna dayandý:

– Ey Muhammed, hakkýmý niye vermiyorsun? Zaten siz Abdülmuttalib oðullarý borcunuzu vaktinde ödemezsiniz, diye küstahça çýkýþtý.

Orada bulunan Hz. Ömer r.a., bu tavýr karþýsýnda öfkelendi, yahudinin üzerine yürüyerek:

– Vallahi eðer Rasulullah’ýn evinde olmasaydýn ben sana gününü gösterirdim, dedi. Efendimiz, Hz. Ömer’e döndü:

– Hayýr ya Ömer, buyurdu, bu davranýþ sana yakýþmadý. Böyle bir durumda senin bana borcumu güzellikle ve zamanýnda ödememi söylemeni, ona da hakkýný ararken daha nazik olmasýný tavsiye etmeni beklerdim.

Sonra yahudiye döndü ve:

– Ey yahudi! Senin bendeki alacaðýnýn vadesi yarýn dolacak. Ama mademki þimdi istiyorsun, ödeyeyim, dedi.

Hz. Ömer’den, onunla bahçeye gitmesini, beðenirse alacaðýna karþýlýk olacak kadar hurma vermesini, üzerine bir ölçek daha hurma koymasýný ve bunun fazladan verildiðini ona söylemesini, yine de razý olmazsa razý oluncaya kadar hurma miktarýný artýrmasýný söyledi.

Yahudi Hz. Ömer’le bahçeye gitti, hurmalarý beðendi ve alacaðýna karþýlýk fazlasýyla verilen miktarý kabul ettiðini bildirdikten sonra dönüp Rasulullah’ýn huzurunda þu itirafta bulundu:

– Ey Muhammed! Ben Tevrat’ta son peygamberin en belirgin özelliklerinden birinin ‘hilm’ olacaðýný, onun üzerine ne kadar varýlýrsa varýlsýn mülayemetle, nezaketle davranacaðýný okumuþtum. Bu nedenle de sizi öfkelendirmek için alacaðýmý hem gününden önce hem de kaba bir dille istedim. Ama anladým ki siz Tevrat’ta tarif edilen ahir zaman peygamberisiniz.

Yahudi, aldýðý hurmalarý fakirlere daðýtacaðýný söyleyerek müslüman oldu.

Hak yemek karýn doyurmaz


Hicret’in 7. yýlýndaki Hayber kuþatmasý tahmin edilenden uzun sürmüþ, bir ara Ýslâm ordusunun erzaký tükenmiþti. Mücahitlerin açlýktan ve sýcaktan bunaldýðý günlerdi. Kale surlarý dýþýnda yahudilerin koyunlarýný otlatmakta olan Yesar isimli Habeþli zenci bir çoban Peygamberimiz s.a.v.’in yanýna geldi. “Siz ne yapmak istiyorsunuz?” diye baþlayýp, Ýslâmiyet hakkýnda ardý arkasý gelmez sorular sormaya baþladý. Efendimiz hiç kimseyi küçümsemez, hor görmezdi. Böyle sýkýntýlý bir zamanda, üstelik hiç yeri olmadýðý halde çobanýn bütün sorularýna sabýrla, tatlý dille cevap verdi. Çoban nihayet ikna oldu ve kelime-i þehadet getirerek Ýslâm’la þereflendi. Orduya katýlarak savaþmak istediðini söyledi ve sürüsüyle ilgili ne yapmasý gerektiðini sordu. Askerlerin açlýktan dermansýz kaldýðý böyle bir günde Rasul-i Ekrem Efendimiz þöyle dedi Yesar’a:

– Bu davarlar sana emanettir. Önce onlarý sahiplerine gönder, sonra gel bize katýl!

Yesar, hayvanlarý kalenin önüne kadar sürüp onlarýn içeri girmesini saðladýktan sonra döndü geldi, yahudilere karþý müslümanlarýn safýnda savaþýrken þehit düþtü.

Müþriklere verilen söz


Efendimiz s.a.v. komutasýndaki Ýslâm mücahitleri Bedir’de mevzilenmiþ, kendilerinden çok daha kalabalýk, çok daha güçlü müþrik ordusunu beklemektedirler. Sahabeden Huzeyfetü’l-Yemanî r.a. ile yaþlý babasý çýkagelir ve Mekkeli müþriklere karþý savaþmak için Hz. Peygamber’den izin isterler. Allah Rasulü s.a.v., göz hapsinde tutulduklarý Mekke’den nasýl çýkabildiklerini sorar onlara. Huzeyfe, Bedir’e gelmek için yola koyulduklarýnda Mekke’nin hemen dýþýnda yakalandýklarýný ve Hz. Peygamber’in yardýmýna koþtuklarý þüphesiyle sorgulandýklarýný anlatýr. Müþriklere, Medine’ye gitmek dýþýnda böyle bir maksatlarýnýn olmadýðýný söylemiþler, onlara “doðruca Medine’ye gitmek, Hz. Peygamber’le bir arada bulunmamak ve savaþa katýlmamak” hususunda söz vermeleri üzerine salýverilmiþlerdir.

Hz. Peygamber s.a.v. bunlarý öðrenince, sayýca çok az olmalarýna raðmen Huzeyfetü’l-Yemanî ve babasýna Medine’ye dönmelerini emreder.

– Onlara vermiþ olduðunuz sözü tutunuz. Müþriklere karþý Allah’ýn bize yardýmý kâfidir, buyurur.

. . .

Peki ya bizim Allah ve Rasulü’ne verdiðimiz söz? Müþriklere bile verilen sözü tutan ahlâkýn sahibini takip eden bizlere de Allah yeter. Fakat bugün meþguliyetimizin çokluðunu bahane ederek farz ibadetlerimizi dahi aksatýyorsak, kendi aðzýmýzdan çýkan söz bizi baðlamýyorsa, türlü bahanelerle hakký, adaleti, nezaketi ayaklar altýna alabiliyorsak, liyakat yerine kendi nefsanî ölçülerimizi baþ tacý ediyorsak, yani kýsaca müslümanlýðýmýzýn hakkýný kendimiz çiðniyorsak yeni baþtan Efendimiz’in sîretini hatýrlamaya ihtiyacýmýz var demektir. O’nun öðrettiklerine, Siyer aynasýna bakmaya her zamankinden daha fazla ihtiyacýmýz var.

“Siyer” Nedir?

Hz. Peygamber s.a.v.’in hayatýný konu edinen ilim dalýna ve bu dalda yazýlan eserlere “siyer” denir. Siyer kelimesi aslýnda “bir kimsenin hal ve gidiþatý, kendine özgü tarzý ve tavrý” anlamýna gelen “sîre(t)” kelimesinin çoðuludur. Dýþa yansýyan tutum ve davranýþlarýn iç dünyamýzla ilgisi sebebiyle sîret kelimesi daha sonra “huy, tabiat, karakter, ahlâk” gibi anlamlar kazanmýþtýr.

Kaynaklarda, Sahabe neslinin, kendilerinden sonra gelen Tabiîn kuþaðýna Rasulullah s.a.v.’i tanýyýp örnek almalarý, O’nun ahlâkýyla ahlâklanmalarý için Efendimiz’in siretinden sýkça bahsettikleri; Tabiîn’den zatlarýn da Hz. Peygamber’e dair anlatýlanlarý “Kur’an’dan bir sureyi öðrenir gibi öðrendikleri” aktarýlýr.

Bu nedenledir ki vefatýndan hemen sonra Peygamberimiz’in hayatý bütün ayrýntýlarýyla ve en doðru þekilde tespit edilmeye baþlanmýþtýr. Emeviler zamanýndan itibaren de Efendimiz’e iliþkin bilgiler yazýya geçirilmiþ; ilk dönemde ortaya çýkan bu eserlere Hz. Peygamber’in hayatýnýn hangi yönünü anlatýyorsa ona göre isim verilmiþtir. Mesela Hz. Peygamber s.a.v.’in katýldýðý savaþlarý anlatan kitaplara “megâzî”, fizikî özelliklerini ön plana çýkararak O’nun beþer yönünü anlatan kitaplara “þemâil”, nübüvvet ve risaletinin delillerini sýralayarak peygamberliðini ispatlamak üzere mucizelerini anlatan kitaplara ise “delâil” denilmiþtir. Sonradan bütün bu türleri birleþtirip Efendimiz s.a.v.’in hayatýný ve ahlâkýný her yönüyle ele alan binlerce eser yazýlmýþ; bugün olduðu gibi bunlar “Siyer” ya da “Siyer-i Nebî” diye adlandýrýlmýþtýr.

Ýman Meþalesi

Hayatü’s-Sahâbe adlý eser, siyer ve Ashab-ý Kiram konusunda son asýrda kaleme alýnmýþ en güzel eserdir dense yeridir. Nitekim kýsa bir zamanda bütün Ýslâm dünyasýnda þöhret kazanmýþtýr. Muhammed Yusuf Kandehlevî hazretlerinin bu eserine takriz yazan, son asrýn Ýslâm büyüklerinden Ebü’l-Hasan Nedvî rh.a. hazretleri þöyle diyor:

“Fahr-i Kâinat Efendimiz s.a.v. ile ashabýnýn hayatlarý ve tarihleri, imana has kuvvetin, dine özgü sevgi ve baðlýlýðýn en güçlü kaynaðýný oluþturur. Ýslâm ümmeti ve din davetçileri, iman meþalesini silsile halinde onlardan alýr. O meþale ile maddi kasýrgalar, fýrtýnalar içinde hýzla küllenip sönmeye yüz tutmuþ gönül korlarýný alevlendirirler. Ki bu közler söndüðünde Ýslâm milleti gücünü, ayýrt edici vasýfýný, tesirini kaybeder, bir ceset halini alýr da, hayat onu omuzlayýp götürür.”


radyobeyan