Kelam Ýlmi ve Ýslam Akaidi
Pages: 1
Mucize By: saniyenur Date: 02 Ocak 2012, 00:42:12
1. Mucize


“Allah, peygamberleri, âdetleri makzeden mucizelerle teyid et­miþtir”

Mucize kelimesinin çoðul þekli mücizâttýr. (Kur'an'da mucize yerine daha çok delil ve delâil, Kelimeleri kullanýlmýþtýr). Mucize, inkarcýlarýn benzerini getirmekten âciz kalacaklarý þekilde, münkirlerin meydan okumalarý halinde peygamberlik iddiasýnda bu­lunan zattan âdetin hilafýna (ve tabiat kanunlarýnýn aksine) olarak zuhur eden (harikulade ve fevkalâde) bir iþtir.

Bunun sebebi þudur: Peygamberler mucize ile te'yid edilmemiþ olsalardý, sözlerini kabul ve kendilerini tasdik etmek vâcib olmazdý. Peygamberlik davasýnda sâdýk ile kâzib olan, doðru ve samimi olan­la yalancý olan yekdiðerinden ayýrd edilemezdi. Mucize zuhur edin­ce, peygamberin doðru söylediði tabii bir þekilde ve kesinlikle anla­þýlmýþ olur. Zira Allah Taâlâ mucizenin zuhur etmesinin ardýndan, peygamberin doðru söylediðine dair bir bilgi yaratýr. Fakat bu bil­ginin yaratýlmamasý da hadd-i zatýnda mümkündür.

(Mucizeden sonra ilmin meydana gelmesi þöyle olur:) Bir cema­atýn huzurunda bir adam gelip: “Ben þu kralýn size gönderdiði bir elçiyim”, dese; sonra bu krala dönerek, “Eðer beni elçi tayin etmede sâdýk isen, âdetine muhalefet et, üç defa yerinden kalk”, dese, kral da bunu yapsa, o topluluk için o adamýn doðru söylediði hakkýnda örf ve âdete dayanan zarurî bir bilgi hasýl olur.

Her ne kadar bu hususta o adamýn yalancý olmasý hadd-i. zatýn­da imkân dahilinde ise de. “Bir iþin akýl yönünden mümkün olmasý”, manâsýna gelen “zatî imkân”, kesin bir bilginin hasýl olma­sýna engel deðildir. Meselâ, hadd-i zâtýnda- mümkün olmakla beraber Uhud daðýnýn altýn haline dönüþmediðini bilmemiz (ve bu bilginin kat'i olmasý) böyledir. Aynen bunun gibi, âdetin gereði olarak pey­gamberin doðru söylediðine dair bir bilgi hasýl olur. Çünkü âdet de his gibi bir bilgi edinme yoludur.

(Mucize ile hâsýl olan kesin) bilgi konusunda, “Mucizenin Allah Taâlâ'dan baþkasýndan olmasý veya tasdik maksadý için olmamasý veyahut yalancýlýðý tasdik için olmasý... imkâný vardýr”, gibi akla da­yanan ihtimaller, bir itiraz ve tenkit olarak ileri sürülemez. Nite­kim “Ateþin sýcak olmamasý mümkündür”, denilmek suretiyle, ateþ hakkýndaki hisse dayanan zarurî bilgi de itiraz ve tenkit konusu ya­pýlamaz. Buradaki “Ateþin sýcak olmamasý   mümkündür” cümlesi, “Sýcak olmadýðý farzedilse, bundan bir imkânsýzlýk ortaya çýkmaz”, manâsýna   gelmektedir.  (Kelâmcýlara göre  tabiat kanunlarý hadd-i zatýnda mümkündür, vücûb ve zaruretlerini Allah'tan almaktadýrlar. Onun için de vâcib li-gayrihîdir [3].

Peygamberlerin ilki Adem (a.s.) sonuncusu Muhammed (s.a.)dir.

Âdem (a.s.) in peygamberliði, kendisine bazý þeylerin emir, diðer bazý hususlarýn nehyedildiðini ifade eden Kur'an'la sabittir. Halbuki O'nun zamanýnda baþka bir peygamberin bulunmadýðý kesindir. Þu halde bu emir ve nehiyler, ona diðer herhangi bir yoldan deðil, sade­ce vayih yoluyla gelmiþtir. Ayrýca Âdem (a.s.) in peygamberliði, bu­na ilaveten hadis ve icma ile de sabittir. Bu sebeple, bazýlarýndan naklolunduðu gibi, onun peygamberliðini inkâr etmek küfürdür [4]

Muhammed (s.a.) in peygamberliðine gelince, O hem peygam­berlik davasýnda bulunmuþ, hem de mucize göstermiþtir. Peygamber­lik davasýnda bulunduðu tevatürle sabittir. Gösterdiði mucizeler ise iki nevidir:

1. Bir mucize olmak üzere Allah'ýn kelâmý olan Kur'an'ý ortaya koymuþ, belagat (ve fesahat) yönünden en yüce mertebede bulunan, belið konuþan þahýslara ve edebiyatçýlara bununla meydan okumuþ, onlar da son derece arzu etmelerine (ve bu yolda hýrsla gayret gös­termelerine) raðmen Kur'an'ýn en kýsa suresine bile muârazada bulunmaktan (ve bir mislini vücûda    getirmekten)  aciz kalmýþlardýr.

Nihayet, sözle karþý koymayý (ve muârazayý) bir tarafa býrakarak kýlýçla vuruþmaya giriþmek suretiyle kendilerini tehlikeye atmýþlar­dý. (Edebî alanda Kur'an'a ve Islâmî harekete karþý koymaya güçleri yetmeyince iþi zorbalýða dökmüþlerdi). Kur'an'ýn muarýzlarýndan hiç birinin (Kur'an'ýn mislini deðil) ona yakýn olan bir þey bile ortaya koyduðu bize nakledilmiþ deðildir. Halbuki onlarýn böyle bir iþe giriþmesmi gerektiren pek çok sebep vardý. Bu durum kesinlikle göster­mektedir ki, Kur'an Allah Taâlâ tarafýndan gönderilmiþtir. Peygam­ber (s.a.)in davasýnda hak üzere olduðu Kur'an'la tabii bir þekilde malum olmuþtur, örf ve âdete dayanan diðer tabiî bilgilerde olduðu gibi bu bilgi de aklî ihtimallerden herhangi bir ihtimal ileri sürüle­rek tenkit ve itiraz konusu yapýlamaz.

2. Hz. Peygamberden harikulade hususlar zuhur ettiði naklolunmuþtur. Zuhur eden mucizelerle ilgili nakiller -bu nevi nakiller her ne kadar teferruat itibariyle âhâd olsa da- ortak noktalar iti­bariyle tevatür haddine ulaþmýþtýr. Hz. Ali (r.a.)nin cesareti ve Hatem (Tâî) nin cömertliði gibi. Þüphe yok ki, teferruat yönünden âhâd olsa da, bunlardan her biri tevatürle sabit olmuþtur. Bunlarla ilgili hususlar siyer kitaplarýnda kaydohýnmuþtur.

Basiret sahibi olan kimseler Hz. Muhammed'in peygamber oldu­ðuna iki þekilde daha istidlal ederler:

1. Hz. Peygamberin, halký dine davet etmeden evvelki, davet esnasýndaki ve daveti tamamladýktan sonraki halleri, yüce ahlâký, verdiði hikemî  (ve isabetli)  hükümler, cengâverlere hücum etmesi sýrasýndaki kararlý ve sarsýlmaz tutumu, her halükârda Allah Taâlâ'nýn kendisini koruduðuna dair beslediði güven duygusu, korkunç durumlarda bile vaziyetini deðiþtirmemesi... öyle ki, onu kötülemek için hýrsla çalýþan en azýlý düþmanlarý dahi   kendisini bu durumlar itibariyle karalamaya ve yermeye imkân bulamamýþlardý. Þüphesiz ki, bu gibi hususlarýn, peygamberlerden baþkasýnda   toplanmasýnýn imkânsýz olduðuna akýl kesinlikle hükmeder. Allah Taâlâ bu nevi kemâl ve üstün   halleri, kendisine iftira   edeceðini bildiði bir zatta topluca bulundursun, sonra bu þahsý (kendisine iftira ettiði için ce­zalandýrmadan) 23 sene ihmal etsin, sonra onun dinini öbür dinlere üstün kýlsýn, düþmanlarýna karþý muzaffer kýlsýn, býraktýðý eseri (ve açtýðý çýðýn) ölümünden sonra kýyamete kadar payidar kýlsýn... bü­tün bunlar olacak þeyler deðildir. (Bir yalancý peygamber bu kadar mükemmel bir karaktere sahip olamaz, bu nisbette baþarýlý olamaz, bu ölçüde büyük bir hareketi baþlatamaz ve yürütemez).

2. O, bu büyük davayý kitap sahibi olmayan, ve hikmetten anIamayan bir kavim içinde ortaya atmýþ (Bk. Bakara, 2/151), onlara kitabý ve hikmeti izah etmiþ, hukukî ve þer'i hükümleri öðretmiþ, ah­lâklarým mükemmelleþtirmiþ, halkýnýn pek çoðunu hem ilmî ve hem de amelî fazilet bakýmýndan kemâle erdirmiþ, bütün âlemi iman ve iyi amelle nurlandýrmiþ, ve Hakk Taâlâ va'd ettiði gibi onun dinini, öbür dinlerin tümüne üstün kýlmýþtýr. (Bk. Tevbe, 9/33; Feth, 48/28; Saff, 61/9). Esasen resûllüðün ve nebiliðin bundan baþka bir manâsý (ve gayesi) de yoktur [5].

Hz. Muhammed'in peygamber olduðu bu þekilde ispatlandýktan sonra deriz ki: Gerek Resûlüllah'ýn; gerekse, O'na indirilen Allah Taâlâ'nýn kelâmý (Bk. Ahzab, 33/40), Hz. Peygamber'in, nebilerin so­nuncusu, Hâtemu'lenbiya olduðuna delâlet eder. Ve yine O bütün insanlýða gönderilmiþtir, daha doðrusu ins ve cinne gönderilmiþtir. Böylece peygamberlerin sonuncusu olduðu ve Hýristiyanlarýn iddia ettikleri gibi nübüvvetinin Araplara mahsus olmadýðý da sabit olmuþ olur.

Ýtiraz: Hz. Muhammed'den sonra Ýsa (a.s.)nýn nüzulü konusun­da hadis vardýr.

Cevap: Evet, Hz. Ýsa gökten yere inecek, lâkin Muhammed (s.a.)in þeriatýna tabi olacak. Zira Hz. Ýsa'nin þeriatý neshedilmiþtir. Hz. îsa'ya vayih gelmeyecek, (yeni ve aslî) hükümler de koyamayacaktýr. O sadece Resûlüllah (s.a.)ýn halifesi olacaktýr. En doðru olan görüþe göre, Hz. îsa halka namaz kýldýracak, onlara imam olacak, Mehdi de ona tabi olacaktýr. Zira Hz. îsa daha efdaldir, þu halde imam olmaya (Mehdiden) daha uygundur [6].

“Peygamberlerin sayýlan bazý hadislerde açýklanmýþtýr”

Rivayete göre Peygamber (s.a.)e nebilerin sayýlarý sorulduðun­da 124.000, diðer bir rivayete göre 224.000 dir, buyurmuþlardýr

“Cenab-ý Hakk 'Bazý peygamberlerin hayat hikâyelerini sana anlattýk, diðer bazilarýnýnkini anlatmadýk” (Gafir, 40/78) bu­yurduðundan, isimlendirmede bir sayý üzerinde durmamak (ve belli bir rakam tayin etmemek) daha doðru olur. Çünkü bir sa­yýnýn tesbit edilmesi (ve isimlerin belirlenmesi) halinde pey­gamber olmayanlarýn peygamberlere dahil edilmeleri veya pey­gamber olanlarýn, peygamberlerin dýþýnda kalmalarý durumun­dan emin olunamaz”

Eðer rakam büyük olursa nebi olmayanlar nebilere, küçük olur­sa nebi olanlar nebi olmayanlara dahil edilebilir. Yani haber 4 vâhid, fýkýh usûlü'nde anlatýlan þartlarýn hepsini üzerinde toplamasý halin­de bile, sadece zan ifade eder. Ýtikadý konularda ise zanna itibar edil­mez. Özellikle vâhid bir haberde rivayet ihtilafý olur ve o haberi ka­bul etmek, Kur'an'm zahirine muhalefet edilmesi neticesine' ulaþma­yý gerektirirse ona hiç itibar edilmez. (Yukardaki hadiste, 124.000 mi, 224.000 mi olduðu konusunda bir rivayet farký vardýr, ayrýca bu ha­dis, Gâfir suresinin meali yukarda verilen 78. âyetinin zahirine de uygun düþmemektedir). Zira bu âyete göre Hz. Peygamber'e (s.a.) anlatýlmayan nebiler de vardýr. Onun için bir nebiyi sayý dýþýnda bý­rakmak veya nebi olmayaný sayýya dahil etmek sonucunu doðuran sayý tesbiti, vakýaya aykýrý olabilir. Zira bir sayý, ifade ettiði manâya delâlet etmek konusunda özel bir isimdir. Onun için de fazla veya eksik olmasý gibi bir ihtimal taþýmaz. (Nebiler 124.000 veya 224.000 dir denildi mi, bu rakamýn daha fazla veya eksik sayýya delâlet etmesi ihtimali ortadan kalkar. O zaman peygamberlerin adedi bu rakam­dan fazla ise bazý resuller nebi sayýlmamýþ olur, þayet aded bu ra­kamdan az ise o zaman da resul olmayan bazý kiþiler nebi sayýlmýþ olur. Bu sebeple bir sayý üzerinde durulmamasý daha uygundur).

“Peygamberlerin hepsi Allah Taâlâ'dan aldýklarý bilgileri (ek­siksiz olarak ümmetlerine) haber vermiþler ve teblið etmiþler­dir” zaten nebî ve resul (haberci ve elçi) olmanýn manâsý da budur. “Peygamberlerin hepsi de doðru sözlü ve samimi idiler”

Risâlet ve bi' set (elçilik ve gönderme) konusundaki fayda­nýn yok olmamasý için böyle olmalarý gerekir.

Bu ifadede, özellikle þer'î iþlerde, dinî hükümlerin teblið edilme­sinde ve ümmetin irþadiyle ilgili konularda; peygamberlerin yalan­cýlýktan masum (korunmuþ, hatasýz ve günahsýz) olduklarý hu­susuna iþaret vardýr. Bu gibi konularda peygamberlerin kasten ya­lancýlýktan (ve günahtan) masum olduklarýna dair icma vardýr.

Ekseriyetin kanâatma göre sehiv konusu olan hususlarda da durum böyledir. (Kadý Ebu Bekir, tebliðle ilgili konularda bir sehiv ve nisyan eseri olarak onlardan kizbin vukuunu caiz görmüþtür).

Diðer günahlardan masum olduklarýna dair bir takým teferruat­lý görüþler vardýr:

1. Peygamberler, kendilerine vahiy gelmeden önce de sonra da küfür ve þirk günahýndan masumdurlar. Bu konuda icma ve ittifak vardýr.

2. Cumhura göre peygamberler kasten büyük günah iþlemek­ten de masumdurlar. Fakat bu konularda Haþeviyye aksi kanâattadýr. Ýhtilaf konusu olan husus, peygamberlerin kasten büyük   günah iþlemelerinin aklen mi yoksa þer'an mi imkânsýz olduðu konusudur. (Nebilerin büyük günahlarý kasten iþlemeleri, Eþ'arilere göre din, Mutezileye göre akýl yönünden imkânsýzdýr).

3. Sehven iþlenen günahlar: Ulemanýn ekseriyetine göre nebi­lerin sehven büyük günah iþlemeleri mümkündür.

4. Cumhura göre nebilerin küçük günahlarý kasdet iþlemeleri de mümkündür. Fakat Cübbaî ve ona tabi olanlar aksi kanâattadýrlar.

5. Nebilerin küçük günahlarý sehven iþlemeleri ittifakla müm­kün görülmüþtür. Bazýlarý bu nevi  günahlara ve hatalara   ze11e adýný verir. Sadece aþaðý ve düþük karakter sahibi olmaya delâlet eden fiiller bir istisna teþkil eder. Bir lokma yiyecek çalmak, tartýda ve ölçüde bir tane eksik çýkarmak gibi.

Fakat muhakkik: olan kelâm âlimleri, iþlenen günahlar konusunda nebilerin uyarýlacaklarýný, bunun üzerine günahtan vazgeçecek­lerini þart koþmuþlardýr. (Allah onlarý uyarýnca, bundan vazgeçer­ler).

Bütün bu anlatýlanlar vahiyden sonrasý içindir. Kendilerine va­hiy gelmeden evvel nebilerden kebîrenin sâdýr olmasýnýn imkânsýz olduðunu gösteren bir delil mevcut deðildir. Mutezile vahiyden ön­ce kebîre iþlemelerini de imkânsýz görmüþtür. Çünkü onlara göre, önceden iþlenen kebîre, halkýn kendilerine tabi olmalarýna engel olan bir nefret (ve güvensizlik duygusunun) meydana gelmesini gerekti­rir. Böylece peygamber göndermedeki maslahat ve menfaat ortadan kaybolur [7].

Doðrusu þudur: Anne ile zina etmek, fücur, seciyenin düþüklü­ðüne delâlet eden küçük günahlar gibi nefreti gerektiren günahlarý, nebilerin vahye mazhar olmadan evvel iþlemeleri de mümkün de­ðildir.

Þiilere göre ne vahiyden evvel ne de sonra nebiler büyük ve kü­çük günah iþlemezler. Fakat Þiîler, nebilerin takiye icabý küfür izhar etmelerini caiz ve mümkün görmüþlerdir.

Bu husus böylece ifade edildikten sonra deriz ki: Nebî (a.s.)den yalan veya günah olduðu kanâatini ve hissini veren bir þey naklolun­duðunda; þayet bu nevi haberler âhâd yollardan bize gelmiþse reddolunur. Tevatür yoluyla naklolunmuþsa, bu takdirde mümkün olur­sa zahirî manâlarý te'vil olunur. Bu mümkün olmazsa “terk – ievla” (Daha iyi olaný terketme. Aslýnda nebilerin yaptýklarý iþler günah deðildir, fakat daha doðru olan hareket tarzýný tarkettikleri için Allah tarafýndan kýnanmýþlardýr) formülü ile mesele halledilir. Veya bu günahýn vahiy gelmeden evveline ait olduðu ileri sürülür. Bu gibi hususlar hacimli eserlerde daha teferruatlý olarak izah edil­miþtir.

“Nebilerin en üstünü Muhammed  (a.s.)dir”

“Siz, halka iyi olaný enir, kötü olaný nehyetmek için çýkarýlmýþ en hayýrlý bir ümmetsiniz” (Ali îmran, 3/110) âyeti bunun delilidir. Þüphesiz ki, bir ümmetin en hayýrlý olmasý, dindeki kemâl ve olgun­luklarý itibariyledir. Bu ise, kendisine uyduklarý peygamberin kemâ­line tabidir. Hz. Peygamber'in “Övünmek için söylemiyorum ama âdemoðlunun Efendisi benim” [8], hadisinin delil gösterilmesi zayýf bir istidlaldir. Çünkü bu hadis, Hz. Peygamber'in Âdem'den üstün olduðuna delâlet etmez, ama onun evlatlarýndan daha üstün olduðu­na delâlet eder.[9]


[3] Mucize, lügatte, aciz býrakan manâsýna gelen ve tabiat kanunlarýnýn üs­tünde fevkalâde ve harikulade bir hadisedir. Âdetullah ve sünnetullah denilen tabiat kanunlarýnýn geçerliliðini ve tesirlisini kýsa ve geçici bir süre için durduran mucize, mahiyeti cabi “müsbet ilimlerle izah edilemez”, bir nitelik taþýr. Bu nevi hadiseler akün ve tabiata hâkim olan kanunlar He açýklansa, o zaman mucize olmaktan çýkar, tabiî bir hadise olur, fevkalâde ve harikulade bir hadise olma niteliðini kaybe­derek alâlade bir olay haline gelir.

Mucize inancý determinizmle uyuþmaz. Onun için kelâm âlimleri sürekli olarak determinizm prensibine karþý çýkmýþlardýr, tslâm inancýna göre, Allah her an her nevi hadiseye hür ve muhtar iradesiyle müdahale ederek ona yön verdiði yani kelâmý bir deyimle fâil-i muhtar olduðu için, determinizm fikri, filozoflar dýþýnda kalan taraftar toplamamiþtir. Mucizenin nitelikleri:

1. Mucize Allah'ýn fiilidir, onun için de ona aittir. Peygamberlere isnad ve nisbet edilmesi mecazidir.

2. Tabiat kanunlarýnýn üstünde ve ona aykýrý olan harikulade bir ha­disedir.

3. Peygamberlik vazifesiyle görevlendirilen þahýslardan zuhur eder.

4. Peygamberlik davasýndan evvel olmaz, bu iddiadan çok sonra da olmaz. Peygamberlik davasý ile birlikte bulunur.

5. Mucize ojan hadise davaya ve peygamberin isteðine uygun  olur, “Daðý yerinden kaldýracaðým”, diyen bir kimsenin, denizi yarmasý mucize deðildir.

6. Bir 'inkarcý ve tekzibci bulunacak. Mucize bir inkâr ve tekzib ha­disesinden sonra vukua gelirse daha tesirli  olur.

 Bu iki hususa stahaddfa denir. Peygamberin, dinî hükümleri teblið et­tiði kavim veya onlardan birkaçý veya biri, “biz senin Hak peygamber olduðuna inanmýyoruz. Eðer Allah'ýn peygamberi isen bize mucize göster”, diye peygamberi inkâr ve tekzib edecekler, ona meydan okuyarak kendisini sýkýþtýracaklar ve zor durumda býrakmaya çalýþacaklar. îþte bunun üzerine, peygamberin davasýnda hak üzere olduðunun delili ve þahidi  olan  mucize hadisesi  zuhur eder.

7. Mucize insanoðlunun benzerini ve dengini yapmaktan âciz kaldýðý bir  hadise  niteliðinde   olmalýdýr.

8. Bir peygamberden,  bi'setinden  yani nebi  olarak gönderilmesinden kýsa süre önce zuhur eden harikulade hadiselere “irhas”  (çokluk þekli, irhâsât), daha evvel  zuhur eden harikulade hadiselere ise  “keramet”, denir. Bir peygamber teblið görevine baþlamadan önce veli  olduðundan, kendisinden kerametler zuhur edebilir.

Mucizede asýl ve esas olan aklî ve ilmî ölçüler içinde izah edilmeme niteliðidir.

Bu konuda daha geniþ bilgi için bk. Süleyman Nedevî, Asr-ý saadet, III ve IV. ciltler  (Ömer Rýza tercümesi, Ýst. 1928).

[4] Ýlk peygamberin Hz. Âdem olup olmadýðý konusunda ihtilaf edil­miþtir. Allah, Âdem'e “Cennette ikamet et”, diye emir vermiþ, ”Þu aðaca yaklaþmayýn”, diye de ona yasak koymuþtu (Bk. Bakara, 2/35). O zaman baþka bir peygamber bulunmadýðýna göre, O bu emir ve ne-hiylerî vahiy suretiyle almýþtýr. Fakat bu istidlal þekline itiraz edil­miþtir. Önce Hz. Âdem'in peygamber oluþu, Cennette deðil, dünyada idi. Halbuki söz konusu emir ve nehiyler Cennette iken vaki olmuþtu. Hz. Âdem'e vahyin gelmiþ olmasý peygamber oluþunu gerektirmez. Zira Hz. Musa'nýn anasýna da peygamber olmadýðý halde vahiy gelmiþtir. Bu gibi görüþleri ileri süren çoðunluk, Hz. Âdem'in Cennette iken deðil, yer yüzüne indiði zaman peygamber olduðunu savunur.

[5] Taftazânî'nin temas ettiði son iki delil çok önemlidir. Bunlardan birincisi Hz. Peygamber'in hal, hareket ve sözleriyle ilgilidir. Bu ka­dar üstün vasýflara sahip olan saðlam karakterli bir insanýn, “Ben pey­gamberim” þeklindeki teklifini kabul edip kendisine uymak için mu­cize göstermesine, ihtiyaç yoktur. Zaten O'nun þahsiyetini yakýndan tanýyan ve çok iyi bilen Hz. Ebu Bekir gibi basiretli ve dürüst insan­lar, mucize göstermesini istemeden ona iman etmiþlerdi. Hz. Peygamber'den mucize göstermesini isteyenlerin pek çoðu da iman etmemiþti. Þu halde, Hz. Peygamber'in herkese emniyet ve itimad veren güçlü þahsiyeti ve saðlam seciyesi, gösterdiði mucizelerden daha belið ve ve­ciz bir þekilde O'nun Allah Resulü olduðuna delâlet etmekte idi. Vefatýndan sonra geriye býraktýðý yakýn arkadaþlarý, Ýslâm devletinin sýnýrlarýný doðuda Hindistan'a, batýda Pasifik okyanusuna kadar geniþ­letecek derecede akýllý, basiretli ve zeki insanlardý. Hz. Peygamber'in bu güçlü þahsiyet sahibi zeki insanlarý, peygamber olduðuna inandýrmýþ olmasý, onlarýn kayýtsýz þartsýz güvenlerini kazanmasý ve mutlak þekil­de kendine baðlamasý, bu gibi iþlerin zorluðunu bilen her aklý baþýnda insan için mucizelerin en büyüðüdür.

Asýrlarca baþka milletlerin hakimiyeti atlýnda yasaya yasaya müzminleþrniþ bir aþaðýlýk duygusuna sahip olan cahil ve bedevi bir kavmi, uzun ve ganh bir mazisi olan Ýran Sasanî devletine ve Bizans împara-torluðu'na kafa tutacak bir hale getirmesi, o zamanýn dünyasýnýn en güçlü iki devleti ile baþarýlý savaþlar yapacak bir seviyeye yükseltmesi, bu iki devletten birini kökünden, diðerini ise büyük ölçüde yýkacak bir þuur verebilmesi, daha fazlasýný insan aklýnýn idrâktan âciz kaldýðý en muazzam mucizelerdir. Allah, bu kadar meziyet, fazilet ve kemâle sahip kýldýðý bir kimseye, kendi aleyhinde bulunma ve yalan isnad et­me imkânýný vermez. Onu bir süre baþarýlý kýlsa bile neticede rezil eder. Gerçi, bazý fatihler ve cihangirleri yaþadýklarý zaman içinde Hz. Peygamber'în kurduðu ve halifelerinin geniþlettiði devletten daha geniþ sýnýrlan olan büyük devletler kurmuþlardýr. Makedonyalý Ýskender ve Cengiz Han örneðinde olduðu gibi. Fakat bu devletlerin ömrü kurucu­larýnýn ömrü kadar olmuþ, onlardan sonra parçalanmýþlardý. Ayrýca, Hz. Peygamber için sözkonusu olan baþarý sadece devlet kurma ve fetih yapma hareketi deðildir. Bundan daha önemlisi, gidilebilen ülkelerde yaþayan halk yýðýnlarýnýn manen ve kalben fethedilerek yeni bir inanç sisteminin hararetli taraftarlarý ve savunucularý haline getirilebilmiþ olmasýdýr ki diðer fatihlerde ve cihangirlerde bu durum yoktur. Ýkinci husus, Hz. Peygamber'in medeniyet âlemine kazandýrdýðý manevî deðerlerdir. Çoðu câhil  ve bedevi olan  topluluklarý  eðitmek,  onlara edeb ve ahlâk öðretmek, dünyanýn en büyük medeniyetlerinden biri­nin kurulmasýna müsait olan zemini hazýrlamak ayrý bir mucizedir. Resûlüüah'ýn   hayatýnda   kendisinden   zuhur   eden  “ellerinden   su   ak­masý, cansýz varlýklarýn kendisini selâmlamasý, az yemekle çok kiþinin karným doyurmasý” gibi mucizeler, sadece o zamanda yaþamýþ olan in­sanlar için delil olduðu halde, bu nevi mucizeler her zaman delil olma niteliðim muhafaza etmektedir.

Islâmýn ilim, irfan, edeb, ahlâk, terbiye, iman, amel, çalýþma, istikamet, medeniyet ve kültür gibi büyük ehemmiyet atfettiði manevî deðerleri görmezlikten gelerek veya bunlara layýk olduklarý büyük ehemmiyeti vermeyerek, bazý harikulade hadiseler üzerinde daha fazla durmak, “mühimle meþgul olurken ehemmin faydasýndan” (lüzumlu ile ilgile­nirken daha fazla lüzumlunun verilerinden) mahrum kalmak gibi bir sonuç meydana getirmiþtir. Bu hüküm en azmdan, bazý çevreler için doðrudur.

[6] Mehdi hadisleri, sýhhatýndan þüphe edildiði için Buharî ve Müslim gibi en yetkili iki hadis âlimi tarafýndan rivayet edilmemiþtir. Kütub-i sitte'-nin diðer dördünde Mehdî ile ilgili hadisler ekseriya zayýf senetlerle rivayet edilmiþtir. Hatta Ýbn Haldun, Mukaddime'de bu hadislerin se­netlerini teker teker inceleyerek hiçbirinin güvenilir olmadýðýný, Mehdî akidesinin Sünnîlere Þiîlerden geçtiðini  göstermiþtir. Mehdî akidesi tarih boyunca bir çok muhteris kiþiler tarafýndan istismar edilmiþtir. Mehdî olduðunu iddia ederek saf müslümanlarý kandý­ran pek çok sahtekâr ve açýkgöz zuhur etmiþtir.

Biraz sonra, “haber-Ý âhâd, itikadý konularda zandan baþka bir þey ifade etmez”, diyen Taftazânî'nin, senedi zayýf olan âhâd haberlere dayanarak neden âhýr zaman Mehdisinden bahsettiðini anlamak, kolay deðildir (Daha geniþ bilgi için Bk. Avni Ýlhan, Mehdîlik, [îzmir, 1976]; Ýslâm ansiklopedisi, “Mehdîlik”). Aslýnda nüzül-i Ýsâ (a.s.) konusuyla ilgili hadisler de mütevatir ve meþhur deðildir. Hükmü yukarda açýk­lanan âhâd haberler nevindendir (Bk. Müslim, Fiten, 9). Mehdîlik ve nüzül-i îsâ (a.s.) konusu etrafýnda bir çok efsane ve hu­rafeler vücuda getirilmiþtir (Bk. Süleyman Uludað, Kelâm dersleri, s. 219, Ýst. 1977).

[7] Genellikle peygamberlik hakkýnda bilinmesi  vacib beþ sýfatýn  olduðu kabul edilir;

1. Nebilerin zeki ve dâhi kimseler  olmalarý zaruri   (fetanet), ahmak olmalarý imkânsýzdýr.

2. Emin olmalarý zarurî, hâin olmalarý imkânsýzdýr.

3. Doðru sözlü olmalarý zarurî, yalancý olmalarý imkânsýzdýr.

4. Allah'tan aldýklarýný eksiksiz olarak insanlara teblið etmeleri zarurî, vahyedilenin bir kýsmýný gizlemeleri   (ketm)   imkânsýzdýr.

5. Mâsûm ve günahsýz olmalarý zarurî, fýsk ve fücur içinde bulunma­larý imkânsýzdýr.

Bunlara “sidk, emanet, teblið, jetanet ve ismet” denir. Diðer insanlar için tabiî olan yeme,  içme,  evlenme,  uyuma,  ev-bark sahibi olma, hastalanma, yanýlma, unutma gibi hususlar peygamberler için de caiz ve mümkündür. Peygamberler fizikî bünye ve ihtiyaçlarý itibariyle diðer insanlardan farksýzdýrlar.

Peygamberlerin iþledikleri küçük hatalara ve günahlara, “zelle” adý verilir. Sünnîler bu manâda hata ve günahý nebiler için caiz ve müm­kün görürler. Abese suresinin nazil oluþuna sebep olan hâdise bu ko­nuda güzel bir örnektir. Ancak, Allah onlarý zelle üzerinde býrakmaz, kendilerini uyarýr ve bu nevi hatalardan da uzaklaþtýrýr. (Daha geniþ bilgi için, Bk. Fahruddin Razi, îsmetu'l-enbiya, Kahire, 1388/1968). Oniki imamýn bile mâsûm olduklarýna inanan Þiilerin, nebileri de her konuda masum görecekleri pek tabiîdir. Mutezile ise, sýrf aklý esas alarak, nebilerin günah iþlemelerini caiz ve mümkün görmemiþtir. On­lara göre halký Hakk'a davet eden örnek insanlarýn geçmiþi de hali de tertemiz olmalýdýr ki, muhataplarýna emniyet ve itimad verebilsin. Bu yüzden önce Mutezile, daha sonra Eþ'arî kelâmcýlari, Kur'an'da geçen ve nebilerin günah iþledikleri hissini ve intibaýný veren bütün âyetleri tevil etmiþlerdir. Fahruddin Razî'nin eseri buna bir örnektir. Bu konu­da da doðru yol, ifratla tefrit arasýndaki itidal yoludur.

[8] Tirmizî, Menâkýb, 1; îbn Mace, Zühd, 37; îbn Hanbel, I, 5.

[9] Sadreddin Taftazani, Kelâm Ýlmi ve Ýslâm Akaidi (Þerhu’l-Akaid, Hazýrlayan Süleyman Uludað), Dergâh Yayýnlarý: 295-304.


Ynt: Mucize By: ceren Date: 02 Haziran 2018, 04:03:02
Esselamu aleykum.Kur an da peygamberlere verilen mucizelerden bahsedilmistir. Bu mucizelere inanan kullardan olalim inþallah. ..

radyobeyan