Andlaşmalara Uymak Ve Başkalarıyla İyi İlişkileri Korumak
İnsan hayatı, karşılıklı yükümlülükler yerine getirilmediği zaman yozlaşmaya ve bozulmaya eğilimlidir. Herkes payına düşenden daha fazlasını almaya çalışırsa, toplumdaki zayıflar acı çekecektir. Bu sebeple İslâm, mensuplarına her türlü mükellefiyetlerini yerine getirmelerini emreder. Tevbe sûresinde: "Ancak andlaşma yaptığınız müşriklerden, (şartlara tam riâyet eden ve andlaşma şartlarından) hiçbir şeyi size eksik bırakmayan ve size karşı hiç kimseye arka çıkmayanların andlaşmalarını, kendilerine tanıdığınız süreye kadar tamamlayın. Çünkü Allah (azabından) korunanları sever." (9: 4) buyrulur. Böylece, bir müslümanın diğer insanlarla yaptığı andlaşmalara uyması ve kesinlikle ilk bozan taraf olmaması gerekir. Bu takva sahibi insanların davranışıdır ve Allah muttakîleri severken, bir müslümandan daha muttaki kim olabilir? Bununla beraber diğer taraf anlaşmanın herhangi bir hükmünü çiğnerse, müslümanlar andlaşmayı bozma hakkına sahiptir. En'âm sûresinde şöyle denilmektedir: "... Allah'ın ahdini yerine getirin..." (6: 152). Âyette yer alan "Allah'ın ahdi" ifadesi üç değişik andlaşmayı kapsar. İlki, insanın Allah ile yaptığı kutsal anlaşma; ikincisi, insanın Allah adına bir başkasıyla yaptığı dönülmez sözleşme ve; üçüncüsü ise, insanın doğusuyla yürürlüğe giren tabiî bağlantılardır.
Bunların ilk ikisi niyete ve seçime bağlıyken, üçüncüsü ahlâkî bir zarurettir. Üçüncü tür bağlantıda insan tercih hakkına sahip değilse de, en az ilk ikisi kadar bağlayıcıdır ve bu anlaşmaya onlar kadar değer verilmelidir. Çünkü, Allah insana olağanüstü fizikî ve zihnî özelliklerle dolu bir meleke vermiş, yeryüzünü onun yerleşimine uygun olarak donatmış, ona rızık ve sayısız kaynaklar sağlamıştır. Bütün bunlar tabiî olarak insan üzerinde Allah adına bazı haklar doğurur. Aynı şekilde, onu doğuran ve besleyen annesine, yetiştiren babasına, çeşitli imkânlar ve fırsatlar tanıyan topluma karşı bir takım görevleri vardır. Belirli yapılarıyla bu görevler değişik derecelerde insanın mükellefiyetlerini oluşturur. İnsanın Allah ile ve toplum ile olan bu "ahd"inin herhangi bir kitapta yazılı olmadığı bir gerçekse de, varlığını borçlu olduğu bu "ahid", vücudunun her uzvunda ve her zerresinde fıtrî olarak yer etmiştir. (The Meaning of the Qur'an, c. m, sh. 171).
Bu andlaşmaya Bakara sûresinde şu sözlerle işaret edilir: "Onlar ki, söz verip bağlandıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar, Allah'ın, birleştirilmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte ziyana uğrayanlar onlardır." (2: 27). Bu kısa âyet mâna bakımından öylesine geniştir ki, iki insan arasındaki ilişkiden, uluslararası ilişkilere kadar bütün ahlâkî durumları İhtiva eder. Âyete göre, Allah'ın tesisini emrettiği ilişkilerin bozulması kaos ve düzensizliğe neden olur, çünkü, insanları Allah'a ve birbirlerine bağlayabilecek, yalnızca bu ilişkilerdir. "İlişkileri kesmek" aynı zamanda "onları kötüye kullanmak" mânasına da gelir, zira bu bağlar doğru bir şekilde gözetilmediği sürece aynı sonuçlar ortaya çıkar. Bu sebeple Kur'ân sadece bu bağların koparılmasını değil, dünyada karışıklık, kaos ve düzensizliğe neden olduğu için suistimalini de yasaklar. Sonuçta, insanla Allah, insanla insan arasındaki ilişkileri bozan, böylelikle yeryüzünde bozgunculuk yapan kimseler, bu âyette fâsıklar olarak isimlendirilir.
Hz. Peygamber , İnsan hayatının bu yönüne büyük dikkat gösterdi. O, insanlar arasındaki menfî ilişkilerin sebep olabileceği kötü sonuçların tam olarak bilincindeydi; bu sebeple, takipçilerine aralarında iyiliği muhafaza etmelerini emretmiştir. Şöyle buyurur: "Birbirinizle kötü ilişkilerden sakının. Çünkü onlar mutsuzluk veren şeylerdir." (Tirmizi). Yine, şöyle buyurur: "Zarara sebebiyet veren kimseye, Allah zarar verecek; düşmanca davranışlarda bulunana^ Allah düşmanca davranacaktır." (İbni Mâce ve Tirmizî).
Hz. Ebu Bekir'in rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "Bir mü'mine zarar veren veya ona karşı hilekârlık yapan lanetlenmiştir." (Tirmizî). Ebû Hureyre'nin rivayetine göre Rasûlullah şöyle buyurmuştur: "İyi (niyet) düşünceler beslemek, hakiki ibadettin bir cüz'üdür." (Ahmed ve Ebû Dâvud). Yine Rasûlullah : "Akrabalık bağlarını koparan cennete giremez." buyurmuştur. (Buhari ve Müslim). îbni Amr ise Rasûlullah'dan şöyle rivayet etmiştir: "Akrabaya hakiki bağlılık (sıla-i rahim) gösteren, kendisinden akrabalık sıla ve ihsanı kesildiği halde, sıla ve ihsanda bulunan kimsedir." (Buharî). Ebû Hureyre'den rivayete göre, Rasûlullah şöyle demiştir: "Rahm (adı ki, karın yakınlığı, hısımlıktır) rahman isminden alınmıştır. Bu rahim yakınlığı sık ağaçların birbirine sarılmış kökleri gibidir. Allahu Teâlâ buyurdu ki: 'Ey rahm karabeti (yakınlığı)! Her kim sana bağlı bulunur (sıla-i rahm ederse), ben de ona rahmetimi erdiririm, kim ki sana münâsebetini keserse, ben de ona rahmetimi keserim.' " (Buharî). Yine Rasûlullah şöyle demiştir: "Allah'ın rahmeti, içlerinde akrabalık bağlarını kesmiş bulunan bir kişinin bulunduğu topluluğa inmez." (Beyhaki). Ebû Bekir, Rasûlullah'dan şöyle rivayet etmiştir: "Zulüm ve akrabalık bağlarım kesmek kadar, bu dünyada Allah'ın cezalandırmasını hak etmiş bir başka günah yoktur." (Tirmizî ve Ebû Dâvud).
"Akrabalık ilişkilerini gözetme" tam olarak "andlaşmaların yerine getirilmesi" başlığı altına girmezse de, aynı tür ilişkiler sayılır. Zira bu da, anlaşmaların gayesi olan beşerî münasebetlerin sağlamlaştırılmasıyla ilgilidir. Bir toplum, bu şekildeki kan bağı, arkadaşlık veya andlaşmalarla oluşturulmuş ilişkilerle düzenli olarak işlevini sürdürür, kültür ve medeniyetini zenginleştirir. Bu ilişkilerdeki herhangi bir kopukluk, toplumun bütünlük, birlik ve beraberliğini ters yönde etkileyecek, sonuçta kültür ve medeniyetin gelişimi dumura uğrayacaktır. Bu sebeple îslâm, akrabalık bağlarına olduğu kadar, çeşitli şekillerde yapılmış andlaşmaların korunmasına da özen göstermiştir. Yükümlülüklerini yerine getirmeyen veya aksatanlar ağır bir şekilde azarlanmış ve âhiretteki cezalara dikkatleri çekilmiştir.
Kur'ân böyle insanları şu ifadelerle kınamaktadır: "Demek işbaşına gelecek olursanız, yeryüzünde bozgunculuk yapmanız, akrabalık bağlarını koparmanız sizden umulur değil mi? Onlar, Öyle kimselerdir ki, Allah onları lanetleyip sağır yapmış, gözlerini kör etmiştir." (47: 22-23).
Bu âyet, İslâm'da ilişkilerin kesilmesinin açıkça yasaklandığını gösterir. İslâm, ilişkilerin kurulması için müsbet adımlar atılmasını teklif eder ve insanlara özellikle de akrabalara iyilik yapılmasını ve şefkat gösterilmesini öğütler. Bakara sûresi, sadece ibadetlerin dış şekillerinin gözetilmesinin fazilet olmadığı, gerçek faziletin Allah'a inancın pratikteki uygulamaları olduğu hususunda mü'minleri uyarır: "Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman etti; Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere mal verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Andlaşma yaptıkları zaman andlaşmalarım yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır. (Allah'ın azabından) korunanlar da onlardır." (2:177). Nisa sûresinde şunları görebiliriz: "(Miras düşmeyen) akrabalar, öksüzler, yoksullar da (miras) taksim(in)de hazır bulunursa bir şeyler vererek onları da ondan nzıklandı-nn (gönüllerini hoş edin) ve onlara güzel söz söyleyin." (4: 8). Nahl sûresinden de şu âyeti okuyabiliriz: "Allah adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi emreder, fahşa (edepsizlikten)dan, münker(fenalık)den ve bağy(azgınlık)den meneder. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir." (16: 90).
Bu âyette, Allah, dengeli ve sağlıklı bir toplumun dayanağı olan çok önemli üç hususu emreder. Bunlardan birincisi, iki boyutu olan adalettir. Bu tip andlaşmalar, herkesin sınırlama olmaksızın gerçek haklarına sahip olmasını mümkün kılar. Bununla birlikte, adalet, herkese eşit haklar verilmesi anlamına gelmez. Zaten bu tamamıyla gayri tabiîdir. Gerçekte adalet, hakların hakkaniyete ve insaf ölçülerine uygun olarak dağıtılmasıdır ki, kimi durumlarda eşitlik anlamına da gelebilir. Meselâ, bütün vatandaşlar vatandaşlık haklan bakımından eşit olmalıdırlar, fakat öyle durumlar vardır ki, eşitlik, adaletsizlik olabilecektir. Örnek vermek gerekirse, ana baba ile çocukları arasında toplumsal konum ve haklar bakımından eşitlik olması açık bir yanlışlıktır. Bunun gibi, daha önemli işler yapanlarla, ikinci derecede önem taşıyan hizmetleri yerine getirenler ücret ve statü bakımından eşit olamazlar. Allah'ın emri bir kişinin hakkıyla kazandığı ahlakî, sosyal, ekonomik, kanunî veya siyasî her türlü hakkının dürüstçe kişiye verilmesini gerektirir.
Emredilen ikinci husus, iyi, cömert, müsamahalı, affedici, nazik, yardımsever olmak, bencil olmamak anlamlarına gelen ihsanda. Toplumsal hayatta, bu, adaletten de önemlidir, zira adalet sağlıklı bir toplumun esası iken, ihsan, onun mükemmelleştirilmiş halidir. Bir taraftan adalet toplumu hakların çiğnenmesi ve zulümden korurken, diğer yandan ihsan, hayatı zevkli, hoş ve yaşanmaya değer kılar. Herkesin kendi isteklerinin yerine getirilmesinde inatlaşması o toplumun gelişmesi önünde açık bir engeldir. En iyimser bakışla böyle bir toplum ihtilaflardan uzak olabilir; ancak bu toplumda yaşama zevkini geliştiren ve yüce değerlerin oluşmasını sağlayan sevgi, samimiyet, mürüvvet, cömertlik, fedakârlık, sempati ve diğer insanî nitelikler bulunmaz.
Allah'ın emrettiği üçüncü husus, gerçekte ihsanın özel bir şekli olan akrabalara iyi muamele etmektir. Bu, sade...
[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın