> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13290 defa)
14 Mart 2010, 16:55:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #35 : 14 Mart 2010, 16:55:15 »



METİN

Zimmî olan hâdine (çocuk bakıcı) velev mecûsiyye olsun çocuk dini anlamadıkça Müslüman kadın gibidir. Bunu yedi yaşla sınırlandırmak gerekir. Çünkü çocuğun o zaman Müslüman olması sahihtir. Nehir. Yahut çocuğun küfre alışmasından korkuluncaya kadar zimmîyyenin yanında bırakılır. O yaşa vardığında ise dini akıl etmese bile zimmîyyeden alınır. Bahır. Hâdine küçüğün mahremi olmayan biriyle evlenirse hakkı sâkıt olur Çocuğa buğz edenlerle beraber yaşaması dahi böyledir. Zira Kınye´de şöyle denilmiştir: "Anne başka bir adamla evlenir de çocuğu anneannesi üvey babanın evinde tutarsa babanın çocuğu almaya hakkı vardır." Bahır´da da şu ibâre vardır: "Çocuğu hala ve benzeri bir kimse kendisi bekâr olduğu halde ecnebî birinin evinde tutarsa hükmün ne olacağında tereddüt etmiştim. Zâhire bakılırsa yukarıda geçene kıyasen hakkı sakıt olur. Lâkin Nehirde: Zâhire göre sâkıt olmaz. Çünkü annenin kocasıyla ecnebî orasında açık fark vardır, denilmiştir. Nehir sahibi amca oğlu gibi yalnız zirahim olan kimse ecnebî gibidir, demiştir."

İZAH

"Zimmî olan hâdine" Sözüyle musannıf Kenz´deki anne kaydının tesadüfî olduğuna işaretetmiştir. Yalnız anne değil çocuk bakan her zimmîyye böyledir. Nitekim Hızânetü´l-Ekmel´de açıklanmıştır. Bahır.

"Velev mecûsiyye olsun." Meselâ kocası Müslüman olmuş karısı olmamış bulunsun.

"Yedi yaşla" Sınırlandırmanın faydası kız çocuğunda zâhir olur. Çünkü erkek çocuğun hadânesi yedi yaşında sona erer. Hamevî.

"Küfre alışmasından korkuluncaya kadar" Sözünü Hidâye sahibi ziyade etmiştir. Zâhire göre çocuğun küfre alışmasından korkulursa dine aklı ermese bile kadından alınır. Bahır. Tahtâvî diyor ki: "Ulema küfre alışan çocuk için misâl göstermemişlerdir. Zâhirine bakılırsa bunu sebebiyle tefsir etmelidir. Meselâ çocuğu kendi mâbedlerine götürmek gibi şeyler onu küfre alıştırır." Fetih´de: "Zimmîyye, çocuğa şarab içirmekten, domuz eti yedirmekten men edilir. Bunları yapacağından korkulursa çocuk Müslüman kimselere verilir." denilmiştir. Bahır´da: "Kadından alınmaz, ama Müslüman kimseler arasına katılır." denilmişse de cümle kusurludur. Zâhire bakılırsa alınmaz sözü fazladır. Aksi halde cümle çelişkili olur.

"Küçüğün mahremi olmayan biriyle evlenirse" Onunla cimada bulunsun bulunmasın hakkı sâkıt olur. Musannıfın burada neseben mahremi olmayan biriyle demesi gerekirdi. Çünkü radâ´an mahremi hadâne hakkının sukutu hususunda ecnebî gibidir. Remlî.

Ben derim ki: Şöyle demek gerekir: Çocuğun iki amca oğlundan başka kimsesi yoksa annesi onlardan biriyle evlendiği takdirde hadâne hakkı sâkıt olmaz. Çünkü öteki de onun gibi ecnebîdir. Çocuğu ona vermekde bir fayda yoktur. Annesinin yanında bırakmak daha iyidir.

"Babanın çocuğu almaya hakkı vardır." Yani kadının meskeni yoksa çocuğun babasından mesken istediği takdirde çocuğu babası alabilir. Zira hadâne meselesinde mesken babaya aiddir. Nitekim geçmişti.

"Açık fark vardır ilh..." Bu tabiri Hayreddin-i Remlî dahi zâhir bulmuştur. Zira ulema: "Annenin ecnebî olan kocası çocuğa az yedirir, kötü nazarla bakar. Hâdineye ecnebî olan bir erkekde bu yoktur." demişlerdir. Tahtâvî diyor ki: "Bu farktan zihnimde bir gıcık kaldı. Zira üvey baba böyle olursa ecnebî evleviyetle böyledir. Nitekim müşahede edilen bir şeydir."

Ben derim ki: En doğrusu tafsilât vermektir. Şöyle ki: Çocuğa bakan kadın yemeğini yalnız yer, oğlu da yanında bulunursa onun hakkı vardır. Çünkü ecnebînin, ne ona ne oğluna bir şey yapacağı yoktur. Ama çocuk bu ecnebînin çocukları arasında bulunursa yahut annesi onun karısı ise iş değişir. Biliyorsun ki hadâne hakkının bununla sukut etmesi küçük çocuktan zararı def etmek içindir. Binaenaleyh fetva verenin basiret sahibi olması gerekir. Tâ ki çocuk için en yararlı olana dikkat etsin. Zira çocuğun kendisine buğz eden yakını olabilir. Onun ölmesini ister. Üvey babası ise çocuğa karşı şefkatli olup onu yanından ayırmaya kıyamayabilir. Hal böyle iken çocuğun yakını ona ve annesine eziyet etmek yahut nafakasını yemek gibi bir sebeble çocuğu almak isteyebilir. Bu yakının karısı çocuğa üvey babasından kat kat fazla eziyet edebilir. Yakının çocukları olursa terbiye ettiği kız çocuğu hakkında onların fitnesinden korkulur. Müftî veya hâkim bu söylenenlerden bir şey bilirse çocuğu annesinden alması helâl olmaz. Çünkü hadâne işi çocuğun faydasına istinad eder. Bedâyı´dan naklen geçmişti ki, kardeşlerle amcalar kız çocuğunun nefsi veya malı hakkında güvenilir kişiler değillerse kız onlara teslim edilmez. İddet babında da Fetih´den naklen arz etmiştik ki, müftîye düşen olaylara dikkat etmektir.

"Ecnebi gibidir demiştir." Bu sözün aslı Bahır sahibine aiddir. O şöyle demiştir: "Mahrem olmayan sözünde amca oğlu gibi mahrem olmayan zîrahim de dahildir. Burada o ecnebî gibidir." Yani kadın onunla evlenirse hakkı sâkıt olur. Fakat sen biliyorsun ki, bu hadâne için ondan daha yakın biri bulunduğuna göre farz edilmiştir. Bulunmazsa çocuk da erkek ise annesinin yanında kalır. Şehvet çağına varmayan kız çocuğu da öyledir. Yahut Bahır sahibinin incelediği vecihle amca oğlu güvenilir bir kişi ise çocuk yine ona verilir.

METİN

Karı-koca talâk-ı bâinle birbirlerinden ayrılırlarsa hadâne hakkı avdet eder. Çünkü mâni kalmamıştır. Kocasını nefy hususunda söz kadınındır. Boşaması hususunda dahi kadın kocasını mübhem söylerse hüküm budur. Tâyin ederse iş değişir. Hâdine olsun başka kadın olsun oğlan çocuğu kadınlardan müstağnî oluncaya kadar çocuğa bakmaya daha haklıdır. Bu yedi yaşla takdir edilmiştir. Fetva bununla verilir. Zira ekseriyetle görülen budur. Karı-koca çocuğun yanında ihtilâf ederlerse bakılır: Çocuk kendi kendine yer içer, giyinir ve taharetlenirse babasına verilir. Velev ki cebren olsun. Aksi takdirde ona verilmez. Anne ve nine -anneanne veya babaanne- küçük kız hayzını görünceye kadar yani zâhir rivâyete göre bulûğa erinceye kadar ona bakmaya daha haklıdırlar. Karı-koca küçük kızın hayız görüp görmediğinde ihtilâf ederlerse söz annenindir. Bunu in-celeme suretiyle Bahır sahibi söylemiştir.

Ben derim ki: Kızın yaşını hakem yapmak ve gâlibe göre amel etmek gerekir. İmam Mâlik´e göre hadâne hakkı oğlan bulûğa erinceye ve kız evlenip cima edinceye kadar devam eder. Aynî. Anne ile neneden başkaları küçük kız şehvet çağına erinceye kadar hadâneye daha haklıdırlar. Bu dokuz yaşla takdir edilir. Fetva bununla verilir. On bir yaşında bir kız bil ittifak şehvet çağına ermiştir. Zeylaî.

İZAH

"Talâk-ı bâinle ayrılırlarsa hadâne hakkı avdet eder." Fakat talâk-ı ric´î ile ayrılırlarsa mutlakaiddetin bitmesi gerekir. Nehir. Bu sözün muktezası talâk-ı bâinde iddet bitmeden avdet etmesidir. Halbuki kadın kocasının evinde iddet bekler. Bunun vechi kadının üzerindeki hâkimiyetinin kalkması olsa gerektir. Onun yanında çocuğa bir zarar yoktur. Bu da yukarıda arz ettiğimiz tafsilâtı te´yid eder. Dürr-ü Müntekâ sahibi şöyle demiştir: "Kezâ hadâne hakkı delirmek ve dinden dönmekle sâkıt olur da sonra mâni ortadan kalkarsa avdet eder. Bunu Avni ve başkaları söylemişlerdir. Mâni zâil olunca hak avdet eder dese daha güzel olurdu.

"Çünkü mâni kalmamıştır." Yani bu sakıt olan hak kabîlinden değildir. Onun için sâkıt olan hak avdet etmez denilemez. Ulemanın: "Kadının hakkı sâkıt olur." sözlerinin mânâsı hakkına bir mâni bulunur demektir. Nitekim "Geçimsizlik sebebiyle nafaka sakıt olur; delirmekle velâyet hakkı sâkıt olur, sonra bunlar ortadan kalkınca tekrar avdet eder." demeleri de bu kabîldendir. Bunu Nehir sahibi söylemiştir. Burada şöyle denilebilir:

Sâkıt olan hak geri dönmüş değil sebebi bulunduğu için yeni bir hak avdet etmiştir. Şufanın sukutu bunun hilâfınadır. Çünkü evvelce de geçtiği vecihle o tek bir haktır.

"Söz kadınındır ilh..." Yani kocası onunla evlendiğini iddia eder kadın inkârda bulunursa söz kadınındır. Kadın evlenmeyi ikrar eder de boşandığını iddiada bulunursa kocasının kim olduğunu tâyin etmediği takdirde söz kadınındır. Tâyin ederse kadının değildir. Her iki vecihde de sözün yeminle beraber olması gerekir. Nehir. Farkın vechi şudur: Kadın boşayan kocasını tâyin edince şeriat kocasının tasdiki olmaksızın evliliği ibtal etmiştir. Artık kadının sözü asla kabul olunmaz.

"Kadınlardan müstağni oluncaya kadar..." Bu yalnız başına yeyip içmek ve taharetlenmekle olur. Taharetten murad yardımcıya hâcet kalmadan suyla temizlenmektir.

"Yedi yaşla takdir edilmiştir." Ki bu da birinciye yakın, hatta onun aynıdır. Çünkü yedi yaşına girince çocuk kendi kendine taharetlenmeye başlar. Görmüyor musun Rasûlüllah (S.A.V.): "Çocuklarınıza yedi yaşına vardıklarında namazı emredin." buyurmuştur. Namaz emri ancak taharetlenmeye kudreti olana verilir. Zeylaî.

"Fetva bununla verilir." Bazıları dokuz sene olduğunu söylemişlerdir.

"Ekseriyetle görülen" Yani bu yaşta ekseriyetle görülen kadınlardan müstağnî olmalarıdır.

"Kendi kendine yer içer ilh..." İfadesi gösteriyor ki, hâkim karı-kocadan birine yemin ettirmez. Sadece zikredilen hususa bakar. Nitekim Zahîriyye´den naklen Bahır´da böyle denilmiştir. Vechi şudur: Yemin nüku (yani ondan çekinmek) içindir. Karı-kocadan hiç biri çocuğun yedi yaşından önce annesinin, ondan sonra babasının yanında kalma hakkını ibtal edemez.

"Velev ki cebren olsun." Yani çocuk kendi işlerini kendi görmeye başladıktan sonra babası onu almazsa almak için zorlanır. Nitekim Mültekâ´ da da böyle denilmiştir. Feth´in ibâresi ise: "Çocuk annesinden müstağnî olduktan sonra babası onu almaya zorlanır. Çünkü nafakası, koruması bilicma kendine aiddir." şeklindedir. Mecma şerhinde şöyle ifade edilmiştir: "Çocuk hizmetten müstağnî kalınca baba veya vasî yahut velî onu almaya mecbur edilir. Çünkü ta´lim ve terbiyesine babası daha muktedirdir....
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 27 Nisan 2024, 09:32:19 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
14 Mart 2010, 16:58:26
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #36 : 14 Mart 2010, 16:58:26 »

NAFAKA BÂBI



METİN


Lügatta nafaka insanın çoluk çocuğuna harcadığı şeylerdir. Şer´an ise yiyecek, giyecek ve meskendir. Örfen nafaka yiyecek demektir. Bir insanın nafakası üç sebeble başkasına vâcib olur. Bunlar evlilik, akrabalık ve milktir. Musannıf işe evlilikten başlamıştır. Çünkü bundan önceki bâblarla münasebeti vardır yahut çocuğun aslı odur diye evlilik nafakasından işe başlamıştır. Sahih nikâhla evlenen kadının nafakası kocasına vâcibdir. Şayet nikâhın fâsid veya bâtıl olduğu anlaşılırsa kadın aldığı nafakayı kocasına iade eder. Bahır. Çünkü nafaka eve kapanmanın karşılığıdır. Başkasının menfaati için kapanan her insanın nafakası kapayana lâzımdır. Misâli müftî, hâkim ve vasîdir. Zeylaî.

ÎZAH


Nafaka kelimesi nufuk kökünden alınmadır. Nufuk helâk demektir. Arablar: "Nefekati´d-dabbetü" derler ki, hayvan helâk oldu demektir. Yahut nefâktan alınmıştır. Nefâk geçerli olmak mânâsınadır. "Nefekati´s-sil´atü" derler ki, mal revaç buldu, geçerli oldu demektir.

«Şer´an ise yiyecek ilh...» Hişam: Nafaka nedir, diye sorduğu vakit İmam Muhammed onu burada beyan edilen üç şeyle tefsir etmiştir. Nitekim Hulâsa´dan naklen Bahır´da böyle denilmiştir.

«Örfen» yani şeriat ulemasının dilinde örf ve âdet olan mânâsı sadece yiyecektir. Onun için giyecek ve meskeni nafakanın üzerine atfederler. Atıf başka başka olmayı gerektirir. Rahmetî. Kenz, Mültekâ ve diğer metinlerin ibâresi bu şekildedir.

«Ve milktir.» sözü köle ve cariyelere, hayvanlara, akara şâmildir. Nitekim Dürr-ü Müntekâ´da belirtilmiştir, Lâkin milk meselesinde mahkeme tarafından cebir yoktur. Akrabalık meselesinde de hilâf vardır. Nitekim bu bâbın sonunda gelecektir.

«Bundan önceki» nikâh, talâk ve iddet gibi bâblarla münasebeti vardır. Bahır.

«Yahut çocuğun aslı odur diye» yani akrabalık ancak doğum sebebiyle olur. Oğul, baba, kardeş ve amca gibi insanların asılları ancak evlilikle meydana gelir. Bu sebeble musannıf söze evlilikten başlamıştır, Çünkü o hepsinden önce gelir.

«Sahih nikâhla» demesi fâsid nikâhda Müslüman kocaya nafaka lâzım gelmediği içindir. Çünkü vücüb sebebi yoktur. Vücud sebebi kocanın nikâhla kadının üzerinde sâbit olan eve kapanma hakkıdır. O kocadan beklenen iddette de öyledir. Eve kapanma hakkı sâbit olsa da nikâhla sâbit olmuş değildir. O menîyi korumak içindir. Bir de iddet hali nikâh halinden daha kuvvetli değildir. Bedâyı´.

«Şayet nikâhın fâsid olduğu ilh...» Burada Bahır sahibi bâtıl kelimesinden bahsetmemiştir. İddet bahsinde Fetih ve diğer kitablardan naklen nikâhın fâsidi ile bâtılı arasında farkolmadığını söylemiştik. Satış bunun hilâfınadır. Hindiyye´de Zahîre´den naklen şöyle denilmiştir: "Nikâh zâhire bakarak sahih görünür de hâkim kadına nafaka tâyin ederse ve kadın bir ay nafaka aldıktan sonra nikâhın fâsid olduğu anlaşılırsa -ki bu şâhidlerin: Bu kadın onun süt kız kardeşidir diye şâhidlik etmesiyle olur. Hâkim onları ayırdıktan sonra- kocası kadına verdiği nafakayı geri alır. Hâkim nafaka tâyin etmeden vermişse hiç bir şey geri alamaz." Fetih´de de böyle denilmiştir. Yine Hindiyye´de Hulâsa´dan nakle´,: "Şâhidsiz kıyılan nikâhda kadının nafakaya müstahak olduğunda bütün ulema müttefiktir." denilmiştir. Tahtâvî diyor ki: "Hamevî burada itiraz ederek bunun fâsid nikâh ferdlerinden olduğunu söylemiştir."

Ben derim ki: Bunun bir misli de Nehir´dedir. Zâhire bakılırsa doğrusu nafakaya müstehak değildir demek lâzım gelir. Çünkü fasid nikâhda kadının eve kapanması yoktur.

«Kocasına iade eder.» Velev ki köle olsun. Hatta kadının nafakası için köle satılır.

«Müfti ve hâkimdir.» Yani vâlidir. Bunlara ve nafakalarını verdikleri kimselere beytülmalden yetecek kadar maaş verilir. Çünkü Müslümanların yararı için kendilerini hapsetmişlerdir. Rahmeti.

«Ve vasidir.» Vasiye beytülmalden nafakasıyla gördüğü işin ücretinden hangisi azsa o verilir. Rahmetî. Zâhirine bakılırsa vasî zengin de olsa, ölenin vasîsi de olsa maaşını alır. Ama bu söz götürür. inşaallah kitabımızın sonunda vasî bâbında görülecektir.

«Zeylaî» demesi Zeylaî´nin yalnız bu üç kişiyi söylediğini îham etmektedir. Halbuki o altı kişi zikretmiş, bunlara vâliyi de ilave etmiştir. H.

METİN

Sadaka memuru, düşmana karşı müdafaada bulunan askerler ve ortağının malı ile sefere çıkan ortakçı da bunlardandır. Rehin de var diye itiraz edilemez. Çünkü rehin iki tarafın menfaati için hapsedilir. Koca çok küçük olup cimaya kudreti olmasa bile karısının nafakası onun malından verilir, babasının malından verilmez. Meğerki babası bunu üzerine almış olsun. Nitekim mehir bâbında geçmişti. Çünkü mâni koca tarafından gelmektedir. Koca fakir de olsa karısının nafakası üzerine vacibdir.

İZAH

«Düşmana karşı müdafaada bulunan» yani kendilerini bu işe verip düşmanın öncülerini gözeten askerlerin ve çocuklarının nafakasını vermek vâcib olur.

«Ortakçı» nın nafakası kendisi seferde bulunduğu müddetçe ortak maldan çıkarılır. Çünkü kendini bu işe tahsis etmiştir. İki kişiyle veya daha çok kimselerle ortaklık yaparsa nafakası mala göre verilir. Rahmetî.

«Rehin de var diye itiraz edilemez.» Bahır sahibi diyor ki: "Buna itirazla: Rehin mürtehinin(yani rehin alanın) hakkı için hapsedilir. Bu hak alacağını tamamen almaktan ibarettir. Onun içindir ki, rehin aldığı malda sair alacaklılardan daha fazla hak sahibidir. Halbuki rehinin nafakası verene düşer denilmiştir. Bunun cevabı şudur: Rehin verilen mal aynı zamanda verenin hakkı için de hapsedilmiştir. Bundan murad rehin helâk olursa borcun ödenmiş sayılmasıdır. Halbuki milk kendisinindir." "Halbuki milk onundur." sözü nafakanın yalnız rehini verene vâcib olması hususunda rehin verenin tarafını tercih etmektir. Halbuki mal her iki tarafın hakkı için hapsedilmiştir. Şârih bu mânâyı bozmuştur. H.

Ben derim ki: Şârih bunu terketmekle mânâ bozulmuş değildir. Çünkü muhakkık âlim İbn-i Hümam bunu zikretmemiştir. Hapsetmenin faydası başkasına mahsus değilse nafaka da ona vâcib değildir. O müşterek malda çalışan çırak gibidir ki, ücrete hakkı yoktur. Çünkü bir cihetten kendisi için çalışmaktadır.

«Babasının malından verilmez ilh...» Bu ibâre Hâkim-İ Şehid´in Kafîsi´nde de böyledir. O şöyle demiştir: "Koca küçük olup malı yoksa karısının nafakası babasından alınmaz. Meğerki üzerine almış olsun." Hâniyye´de de şöyle denilmiştir: "Kadın büyük olup küçük olan kocasının malı olmazsa nafakası babasına vâcib değildir. Babası onun nâmına ödünç alır sonra oğlu zenginlediğinde bunu ondan ister." Bunu Bahır ve Nehir sahibleri Hulâsa´ya da nisbet etmişlerdir. Remlî: "Bunun misli Zeylaî ve diğer bir çok kitablarda mevcuddur." diyor.

Ben derim ki: Mehir bâbında musannıf ile şârih de buna kesinlikle kâil olmuşlardır. Biliyorsun ki Kâfî mezhebin nassıdır. Bahusus ekseri kitablarda da mesele onun dediği gibidir. Binaenaleyh şârihin fer´î meselelerde Muhtar ile Mültekâdan naklen söyleyeceği: "Babasına vâcibdir." sözüne tercih, edilir. Ancak onun vâcibdir sözü sonra oğlundan almak şartıyla ödünç almak vâcibdir mânasına yorumlanırsa bir diyeceğimiz kalmaz.

TENBİH: Şürunbulâliyye sahibi Hâniyye´nin sözünü naklettikten sonra şunları söylemiştir: "Ben derim ki: Bu küçük kızı evlendirmekte bir yarar bulunduğu zamandır. Meme emen bir çocuğu şehvet haddine ermiş cimaya dayanabilir bir kadınla çok mehir vererek evlendirmekte bir yarar yoktur. Nafakanın lüzumu hâkimin hükmüyle karar kılar ve çocuğun malı varsa bütün malını kaplar yahut çok borca girer. Mezhebin kaidesine göre baba edepsizliği ile meşhur ise yaptığı akid bil ittifak bâtıl olur. Bunu Bahır sahibi ve başkaları açıklamışlardır. Musannıf da velî bâbında zikretmiştir.

Ben derim ki: Metin ve şerhlerde açıklanan şudur: "Baba küçük oğlanla küçük kızı dengi olmayan bir adama mehr-i misil almaksızın fahiş surette aldanarak evlendirebilir. Çünkü babanın kemal-i şefkati o işte yarar bulunduğuna delildir. Yeter ki sarhoş veya kötü tutumuyla meşhur olmasın. Çünkü bu yarar düşünmediğine delildir. Biliyorsun ki şart olanakidden önce kötü tutumuyla meşhur olmamasıdır. Mücerred akidle onun kötüyü seçtiği sâbit olmaz. Aksi takdirde fazla aldanmak suretiyle yaptığı akdin ve kızı denginden başkasına vermesinin tesavvur edilememesi lâzım gelir. Nitekim izahı velî bâbında geçmişti. Böylece anlaşılır ki, kötülükle meşhur değilse küçük çocuğuna bir kadın nikâhlaması mutlak surette sahih olur. Nitekim bu mezhebimizin bilumum kitablarında yazılmıştır. Babanın şefkati yararlı iş yerini tutar.

«Çünkü mâni koca tarafından gelmektedir.» Bunda âleti kesik, âleti kalkmayan ve cimaya kudreti olmayan hasta dahildir. Nitekim Hindiyye´de açıklanmıştır.

«Fakir» den murad karısının nafakasını vermeye muktedir olmayan kişidir. Minah. Karısı hakimin emriyle onun nâmına borç alır. T. Bu ileride gelecektir.

METİN

Kadının Müslüman, kâfir, büyük veya küçük olması müsavîdir. Yalnız küçüğün cimaya dayanabilmesi yahut ferçten başka bir yerine cimada bulunmak için kendisine şehvet duyulması şarttır. Böyle olmazsa mâni onun tarafından gelmiş olur ve kendisine nafaka verilmez. Nitekim karı-koca ikisi de küçük olurlarsa kadına nafaka yoktur. Kadının fakir veya zengin, cima edilmiş veya edilmemiş olması hep birdir. Meselâ kocası küçük olur yahut kendisi ferci yapışık veya boynuzlu yahut bunak veya cima edilemeyecek derecede yaşlı olursa mehrini alır. Kezâ küçük olan kadın hizmete veya mahabbete yarar da kocası onu evinde alıkoyarsa İmam Ebû Yusuf´a göre bu hükümdedir. Tûhfe sahibi bunu ihtiyar etmiştir. Velev ki kadın mehrini almak için kocasına teslim olmasın. Bu hususta cima edilmiş veya edilmemiş kadın fa...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 17:01:54
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #37 : 14 Mart 2010, 17:01:54 »

METİN

Kadın un öğütmekten ve ekmek yapmaktan çekinirse bakılır: Eğer kadın hizmet etmeyenlerden ise yahut kendisinde bir illet bulunursa ona hazır yemek getirmesi kocasına düşer. Aksi takdirde yani kadın kendine hizmet edenlerden olup buna kudreti de varsa vâcib değildir. Kadının bu iş için ücret alması câiz değildir. Çünkü diyâneten onu yapmak kendisine vâcibdir. Velev ki şereflilerden olsun. Çünkü Peygamber (s.a.v.) Hz. Ali ile Fâtıma arasında işleri taksim etmiş; dış işlerini Ali (R.A.)´a; iç işlerini de Fâtıma (R.A.)´ya vermiştir. Halbuki Hz. Fâtıma bütün cihan kadınlarının hanımefendisidir. Bahır. Un öğütmek ve ekmek karmak için gereken âletlerle su kabı ve tas, tava, tencere, kepçe vesair yemek pişirme âletleri erkeğe vâcibdir. Hasır, keçe ve yaygı gibi diğer ev edevatı ile temizlikte kullanılan ve kiri gidermeye yarayan fırça, çöven gibi şeyler ve kir pas, ayak süprüntüsü gibi şeyleri giderecek âletler de ona aiddir. Tamamı Cevhere ve Bahır´dadır. Bahır´da bildirildiğine göre ebe kadın ücreti onu kiralayan karı veya kocaya aiddir. Kiralamadan gelirse bazılarına göre kocaya, bazılarına göre de kadına aiddir. Kadına her altı ayda bir giyecek takdir edilir. Zira sıcakta veya soğukta bu müddette îhtîyaç tazelenir.

İZAH

«Kadın un öğütmekten ve ekmek yapmaktan» yerine Hindiyye´de kadın yemek pişirmekten ve ekmek yapmaktan çekinirse denilmiştir.

«Hazır yemek getirmesi» yahut ekmek aş yapacak birini getirmesi kocasına düşer. Hindiyye.

«Vâcib değildir.» Bazı yerlerde kadın buna mecbur edilir denilmiştir. Serahsî diyor ki "Mecbur edilmez; lâkin kadın yemek pişirmezse kocası ona katık vermez." Sahih olan da budur. Fetih´de de öyle denilmiştir. Bazı yerlerden nakledileni Bedâyı´ sahibi Ebu´l-Leys´e nisbet etmiştir. Serahsî´nin sahih bulduğu kavle göre erkeğe ekmekten başka bir şey vâcib olmaz. Lâkin Nehir sahibinin ona katık vermez sözünden sonra şöyle dediğini gördüm: "Yani mutlak değil yiyecek sayılan katık vermez demek istemiştir. Nitekim gizli değildir."

«Kadının bu iş îçin» sözünden murad ekmek ve yemek pişirmesidir

«Çünkü diyâneten onu yapmak kendisine vâcibdir.» Binaenaleyh böyle fetva verilir. Fakat kadın yapmazsa mecbur da edilmez. Bedâyı.

«Velev ki şereflilerden olsun.» Bahır sahibi dahi ta´lilden alarak böyle demiştir. Ama bu söz yukarıdakine muhâliftir. Yukarıda: "Kadın hizmet ede- meyenlerdense ona yiyecek getirmesi kocasına aiddir. Aksi takdirde vâcib değildir," demişti. Ekmek ve yemek yapmak diyâneten kadına vâcib olursa iki suretin arasında fark kalmaz. Meğerki "Şerefli kadınların bazısı kendi hizmetini kendisi görür, bazısı görmez." denilsin. Öyle görülüyor ki, kadının zenginlik ve fakirlik hususundaki halî itibara alınacaktır. Şerefliliğine şerefsizliğine bakılmayacaktır. Çünkü fakîr olan şerefli kadın kendi hizmetini kendisi görür. Rasûlüllah (s.a.v.) ile ehli beytinin halleri dünya varlığı cihetinden son derece basit idi. Şu halde zenginin hali ona kıyas edilemez. Hidâye sahibinin Muhtârâtü´n-Nevâzil´deki ibâresi de bunu te´yid etmektedir. Zira şöyle demiştir: "Kadın kendi hizmetini görenlerdense ekmek ve yemek pîşirmesi ona düşer ilh..."

«Tamamı Cevhere´dedir.» Orada şöyle denilmiştir: "Temizlik yapmaya ve kiri pası gidermeye yarayan fırça, yağ, sidr, hatmi, çöven ve sabun gibî şeyler o yerin âdetine göre kocaya vâcibdîr. Kına ve sürme îse lâzım değildir. Kocanın ihtiyarına bakılır. Kokuya gelince: Ter kokusunu kesecek kadarı vâcibdir, fazlası vâcib değildir. Kir pas kokusunu kesecek kadarı da vâcibdir. Fakat hastalık için ilaç, doktor ücreti ve kan aldırma ücreti gibi şeyler vâcib değildir. Su da kadının bedenîni ve elbîsesîni yıkayacak mikdar vâcibdir. Cünüblükten yıkanacak mikdarını satın alması vâcib değildir. Suyu kadının yanına getirir yahut kadının suya gitmesîne izin verir. Kadın zenginse parasıyla kendîsîne su taşıttırır. Ama abdest suyu kocaya aiddîr." Lâkin Hindiyye´de: "Gusül suyunun parası kocaya aîddir. Abdest suyu da öyledir. Belh ulemasıyla Sadru´ş-şehîd´în fetvaları buna göredir. Kâdîhân da bunu ihtiyar etmiştir." denilmektedir. Bezzâziye´de dahi: "Kadın için yemiş satın alması farz değildir." denilmiştir.

TENBİH: Bu söylenenlerden anlaşılır ki, kadının kahvesi, tütünü kocasına vâcib değildir. Velev ki onları bırakınca zarar görsün. Çünkü bunlar ilaç yahut yemiş kabîlindense her ikisi erkeğe vâcib değildir. Nitekim gördün.

«Bazılarına göre kocaya aiddir.» Hulasa´dan naklen Bahır ibâresi şöyledir: "Biri çıkıp kocaya aiddir diyebilir. Çünkü bu cima masraflarındandır. Bir başkası da kadına aiddir diyebilir. Zira doktor ücretine benzer." Başkaları da böyle demişlerdir. Bunun muktezası çifte kıyas yapılmasıdır. Ulemadan kesinlikle birini söyleyen olmamıştır. Şârihin sözünden anlaşılan bunun hilâfınadır. Bana birinci kavil tercih edilecek gibi geliyor. Çünkü ebe kadının umumiyetle faydası çocuğa aiddir. Binaenaleyh babasının ödemesi gerekir.

"Giyecek takdir edilir." Musannıfa düşen giyecek üzerine söylediği sözleri birbirine eklemekti. Ya "kışın bir cübbe ilave edilir" sözünü buraya almalı yahut bu cümleyi oraya bırakmalıydı. T. Bilmelisin ki giyecek takdiri mekân ve âdetlere göre değişir. Onun için hâkime gereken her zaman her yerde âdete göre yeterince elbise takdir etmektir. isterse elbisenin cinsini takdir eder, dilerse kıymetini biçerek kıymetini hükmeder. Müctebâ´da böyle denilmiştir. Bedâyı´da: "Giyecek nafakada olduğu gibi ihtilâflıdır. Yalnız erkeğin hali itibara alınır diyenler olduğu gibi her ikisinin halleri itibara alınır diyenler de vardır. Bahır." denilmiştir.

"Altı ayda bir giyecek takdir edilir." Ancak evlenir de kocası onunla cimada bulunur, fakat ona giyecek göndermezse kadın altı aydan önce istediği takdirde vermeye mecburdur. Müddetin geçmesi şart olmaması hususunda giyecek yiyecek gibidir. Bunu Hulâsa´dan naklen Bahır sahibi söylemiştir. Hülasası şudur: Giyecek müddetin tamamından sonra değil hemen vâcib olur. Bilmelisin ki kadının giydiği elbise eskimedikçe yahut giyme zamanı gelmedikçe giyeceğin yenilenmesi lâzım gelmez. Bunu Hâkim Kâfî´sinde beyan etmiştir. Bu hususta tafsilât vardır. Musannıfın: "Kadının kendi malı olan hizmetçisi için de..." dediği yerden az evvel gelecektir.

METİN


Koca karısının nafakasını bizzat verebilir. Velev ki hâkimin takdirinden sonra olsun. Hulâsa. Ancak hâkim vermediğini anlarsa o zaman kadının isteği ile kocasının huzurunda ona nafaka takdir eder. Kocasının eli açık değil de kadın hakkını geciktirdiğinden şikâyet ederse hâkim ona nafakasını vermesini emreder. Çünkü kocasının izni olmaksızın kadının onun yiyeceğinden yemeye, onun kumaşından elbise yapmaya hakkı vardır. Vermezse hâkim onu hapseder. Kendisinden nafaka sâkıt olmaz. Hulâsa ve diğer kitablar. Nafaka her ay yani her vakit münasib olan müddetinde verilir. Meselâ yevmiyeciye her gün, bekçiye her sene verilir.

İZAH

"Karısının nafakasını bizzat verebilir." Çünkü kadına bakmak onun va-zifesidir. Yoksa bunu artan kısmını geri almak için yapmaz. Zira kadına takdir edilen veya verilen nafaka onun milki olur. Kadının ondan başkasına yedirmeye ve tesadduk etmeye hakkı vardır. Bunun muktezası şudur: Kadın kendisine takdir edilen nafakanın bir kısmını fakirlere vermeyi kocasına emretse kalanı kendinindir. Yahut yiyecek satın almayı emretse artanını kocasının yemeye hakkı yoktur. Hâniyye´de bildirildiğine göre kadın kendi malından yerse kendisi için takdir edilen mikdarı kocasından alabilir. Bu satırlar kısaltılarak Bahır´dan alınmıştır.

"Velev ki hâkimin takdirinden sonra olsun." Cümlesinin burada yeri yoktur. Zira hâkimin şartlarından biri kocanın borcunu uzattığını, nafakayı vermediğini anlamasıdır, Nitekim göreceksin.

"Nafaka takdir eder ilh..." Sözü istisna üzerine tefrî edilmiştir ve onun neticesini beyandır. Lâkin bir faydası yoktur. Musannıf böyle diyeceğine onu karısına vermesini emreder, demeliydi. Yani kocasının kadın için harcamaya hakkı yoktur. Bilâkis kadının kendine harcadığı mikdarı ona vermeye mecburdur. Bunu Bahır sahibinin Hulâsa ve Zahîre´den naklettiği şu söz de izah eder: "Nafakayı veren kocadır. Ancak hâkim onun bu hususta geciktiğini anlarsa o zaman nafakayı kendisi takdir eder ve bunu karısına versin de kendisine nafaka yapsın diye emreder. Bu kadının menfaatinedir. Vermezse hâkim onuhapseder. Kendisinden nafaka borcu düşmez."

"Kocasının huzurunda kadının istemesiyle" Sözü hâkim nafaka takdir edebilmek için lâzım gelen iki şartın beyanıdır. Bunları Bedâyı sahibi bildirmiştir. Lâkin metinde nafaka takdirinin gaib için de yapılacağı gelecektir. Şayet gaibin bir kimsede malı olur da o kimse bu malı ve evliliği ikrar ederse onun malından da nafaka takdir edilir. İmam Züfer´in kavline göre mutlak surette gaibin malından karısı için nafaka takdir edilir. Fetva da onun kavline göredir. Zahîre ile Hulâsa´nın sözlerinden üçüncü bir şart çıkarılmaktadır ki, o da kocanın ödemeyi geciktirdiğinin anlaşılmasıdır.

"Kocasının eli açık değil" Sözü dördüncü bir şartı beyandır. Bunu Gâyetü´l-Beyân sahibi söylemiş: "Kocanın yemeği çok, kendisi de sofrası açık ise kadın kendisine yetecek kadâr oradan yiyebilir ve artık kendisine nafaka takdir edilmesini isteyemez. Koca bu sıfatta değilse kadın onunla beraber yemeye razı olduğu takdirde mesele yoktur. Dâvâ ederse örfe göre kendisine nafaka takdir edilir." demiştir. Bu İfade eli açık, sofrası açık sözlerinden kadın kendisine yetecek mikdar onun yemeğinden yiyebilir mânâsını murad edildiğinde hemen hemen açıktır.

"Onun yiyeceğinden yemeye hakkı vardır ilh.." Sözü dördüncü şarttan anlaşılan mânânın ta´lilidir. Yani kocasının izni olmasa bile ihtiyacı kadar onun malından yemesi kadına helâl olmadığı iç...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 17:04:06
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #38 : 14 Mart 2010, 17:04:06 »

METİN

Akdin mûcebi ile bunu câiz gören bir Mâlikî hâkim hüküm verse Hanefî hâkimin nafaka takdirine hakkı vardır. Çünkü dâvâ ve hadise yoktur. Simdi şu kalır: Hanefî bir hâkim nafakanın para olarak takdirine hüküm verirse acaba Şâfiî hâkim ondan sonra erzak olarak verilmesine hüküm verebilir mi? Şeyh Kâsım Mucibetü´t-Ahkâm adlı kitabında hayır diye cevap vermiştir. Bu izaha göre Şâfiî bir hakim nafaka erzak olarak verilecek diye hükmederse Hanefî hâkimin bunun hilâfına hüküm vermeye hakkı yoktur. Bellenmelidir. Evet, nafaka takdir edildikten sonra karı-koca anlaşma yaparak kadın nafakayı kocasıyla beraber erzak olarak yerse sâbık nafaka takdiri bâtıl olur. Çünkü kadın buna razı olmuştur. Sirâciyye´de şöyle denilmiştir: "Kadının giyeceği para darak takdir edilir de buna razı olur ve hüküm de verilirse, acaba kadının bundan dönerek elbiseyi kumaş olarak istemeye hakkı olur mu?" Sirâciyye sahibi buna "evet" diye cevap vermiştir.

İZAH


"Bir Mâliki hâkim hüküm verse ilh..." Yani karı-koca akdin sahih olup olmadığından münakaşa ettikten sonra Mâlikî bir hâkimin huzurunda dâvâya çıkarlar da hâkim gerek akdin gerekse şartlarının ve mûcibinin sahih olduğuna hükmettim derse hüküm sahîh olur. Lâkin Hanefî hâkimin nafakayı paraya çevirmeye hakkı vardır. Velev ki Mâlikînin mezhebine göre nafaka erzakla takdir edilmiş olsun. Çünkü Mâlikî hâkimin bu husustaki hükmü sahih değildir. Hüküm sahih olmak için mutlaka dâvâ ve hâdise lâzımdır. Yani karı-kocanın hâkimin hüküm verdiği hâdisede onun huzurunda dâvâya çıkmaları şarttır. Halbuki nafaka erzak olarak verilecek diye şart koşmanın sahih olup olmadığı hususunda karı-koca arasında münakaşa geçmemiştir ki, bununla hüküm vermek sahih olsun. Velev ki hâkim şartlarıyla, mûcibiyle hüküm verdim demiş olsun. Çünkü erzak şar-tının lâzım gelmesi akdin mûcibatından ve lâzımlarından değildir. Binaenaleyh Hanefî hâkim bunun hilâfına hüküm verebilir.

"Hayır diye cevap vermiştir." Yani Şâfiî hâkimin erzak olarak verilecek diye hüküm vermeye hakkı yoktur. Çünkü burada Hanefî hâkimin verdiği hükmü ibtal vardır. T.

"Bu îzaha göre ilh..." İfadesi Nehir sahibinin bir incelemesidir. T.

"Şâfiî bir hâkim erzak olacak diye hüküm verirse" Yani karı-koca Şâfii hâkim huzurunda dâvâya çıkarlar da kadın kocasından nafaka takdir etmesini ister o da razı olmazsa, hâkim de bu adamın borcunu vaktinde ödemediğini bilmeyerek kadına nafakasının erzak olarak verilmesine hükmederse Hanefî hâkim bu hükmü bozamaz.

Ben derim ki: Meğerki bundan sonra onun borcunu oyaladığı anlaşılsın. O zaman para olarak takdir eder. Çünkü bu başka bîr hâdisedir, Şâfiî´nin hükmettiği hâdise değildir.

"Çünkü kadın buna razı olmuştur." Çünkü nafaka takdiri kadına daha faydalı olduğu için onun hakkıdır. Zira takdir etmekle nafaka kocanın boynuna borç olur. Artık zaman geçmekle sâkıt olmaz. Karı-koca gelecekte nafakanın erzak olarak verilmesini anlaşınca bu eski takdirden vazgeçmek olur. Bu meseleyi Bahır sahibî inceleyerek anlatmış ve çok vuku bulduğunu söylemiştir. O bunu Zahîre´nin şu ifadesinden almıştır: "Kadın mahkemenin takdirinden önce veya sonra yahut anlaşmayla her ay kocasının üç dirhem nafaka vermesine razı olursa bu nafaka takdiri olur. Kadın bu bana yetmiyor derse arttırmak, kocası benim buna gücüm-yetmîyor derse hâkim soruşturmakla doğru söylediğini bildiği takdirde azaltmak câizdir. Aksi takdirde azaltılamaz. Çünkü kocanın kendi ihtiyarıyla bunu iltizametmesi ödemeye kudreti olduğuna delildir. Kadın kocasıyla bir elbise veya bir köle gibi hâkimin nafaka olarak takdir edemeyeceği bir şey üzerinde anlaşma yaparsa bakılır: Bu mahkeme kararıyla veya anlaşma suretiyle nafaka takdirinden önce ise yine takdir sayılır. Sonra ise bedel verme kabîlindendir. Üzerine ziyade ve noksan câiz olmaz." Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

Bahır sahibi diyor kî: "Bundan anlaşıldığına göre karı-kocanın nafaka olmaya yarayacak bir şey üzerinde anlaşmaları hâkimin nafaka takdirini bozar ilh..."

"Sirâciyye´de ilh..." Yani Kâri-i Hidâye Sirâcüddin´in Fetâvâ´sında şöyle denilmiştir: "Bu Şeyh Kâsım´ın söylediğine muhâliftir. Onun nafaka hakkında, bununsa giyecekte takdir edilmesî fark hususunda bir fayda vermez. Düşün!" Buna şöyle cevap verilebilir: O hâkimin takdiri hususunda, bu ise karı-kocanın anlaşmaları hakkındadır. Buna delil kadın razı olursa sözüdür. Hüküm verirse sözünden hakikî mahkeme hükmünü değil sûrî hükmü kasdetmîştir. Çünkü nafaka takdiri mahkemenîn hükmünden önce karı-kocanın anlaşmaları ile sahih olmuştur. Bir de mahkeme hükmünün şartı oyalamanın anlaşılmasıdır. Sadece karı-kocanın anlaşmalarıyla oyalama meydana çıkmış değildir. O zaman kadının dönerek kumaştan giyecek istemesi geçmiş mahkeme hükmünü ibtal değildir. Bilakis bunda kadının hakkından vazgeçmesi vardır. Çünkü karı-kocanın anlaşmalarıyla yapılan nafaka takdiri kadın için daha faydalıdır. Nitekim hâkimin takdiri meselesinde geçmişti. Bundan anlaşılır ki sâbık "Karı-koca anlaşırlarsa ilh..." sözü kayıd değildir. Kadının istemesi kâfidir. Yine bundan anlaşılır ki, kadının mahkeme kararıyla veya anlaşmayla nafaka takdirinden sonra istemesi arasında fark yoktur. Onun için Sirâciyye´nin sözünü "Karı-koca anlaşma yaparlarsa ilh..." İfadesinden sonra zikretmiştir. Lâkin buna göre yukarıda Şeyh Kâsım´dan nakledilen söz müşkil kalır. Çünkü Hanefî hâkim nafakanın parayla verileceğini takdir ettikten sonra Şâfiî hâkimin erzakla verilmesine hükmü sahih olmayınca kadının hükm olunmadan istemesinin sahih olmayacağı evleviyette kalır.

METİN

Ulema demişlerdir ki: "Nafakadan artan kadının olur. Bundan sonra kadına diğer bir nafaka hükmolunur. İsraf, hırsızlık, helâk, ihramlının nafakası ve giyeceği bunun hilâfınadır. Meğerki mutad şekilde kullanmakla eskimiş olsun yahut onunla birlikte kadın başkasını da kullansın. Bu surette başkası takdir edilir." Kadının zâhire göre tamamen kendi milki olup fiilen ona hizmetten başka işi olmayan hizmetçisi için dahi nafaka vâcibdir. Kendi milki değilse yahut kadına hizmet etmiyorsa hizmetçiye nafaka yoktur. Çünkü hizmetçinin nafakası hizmetine karşılık olarak verilir.

İZAH


"Ulema demişlerdir ki ilh..." Asıl şudur: Hâkim nafaka takdirinde hata olduğunu anlarsa onu reddeder. Aksi takdirde reddetmez. Kadına aylık on dirhem nafaka takdir eder de ay geçtikten sonra bundan bir şey artarsa diğer bir on dirhem takdir eder. Zira yüzde yüz takdirde hata ettiği anlaşılmamıştır. Câiz ki kadın dişinden arttırmıştır. Binaenaleyh yapılan muteber olarak kalır ve kadına ikinci ayın nafakasını takdir der. Ama kadının aldığı nafakada israf etmesi veya paranın çalınması yahut vakit geçmeden helâk olması bunun hilâfınadır. Bu takdirde vakit geçmedikçe başka nafaka takdir etmez. Zira hata meydana çıkmamıştır. İhramlının nafaka ve giyeceği de bunun hilâfınadır. Çünkü vakit geçer de bir şey artarsa başka nafakaya hüküm vermez. Onun hakkında nafaka ihtiyacına göredir. Bundan dolayıdır ki, nafakayı kaybederse ona başka bir nafaka takdir eder. Kadın hakkında ise nafaka eve kapanmasının bedelidir.

Kadının giyeceği de bunun hilâfınadır. Zira ikinci defa ona da hüküm verilmez. Meğerki mutad kullanışla müddet bitmeden eskimiş olsun. "Tamamen kendi milki olup" Sözüyle mükâtebe olan karısından ihtiraz etmiştir. Böyle olan karısının bir kölesi varsa onun nafakası kocasına vâcib değildir. Nitekim Zeylaî´nin ve başkalarının hürre diye kayıdlamalarından alarak musannıf Minah´da böyle demiştir. Şimdi şu kalır: Karısı hürre olur da cariyesini mükâtebe yapmış bulunursa zâhire göre hizmetinden vazgeçmemişse nafakası kocaya aiddir. Çünkü hürre diye kayıdlamakla mükâtebe olan cariyeyi ondan çıkarmak lâzım gelmez,

"Fiilen" Demesinden murad nafakaya yalnız hizmet esnasında hak kazanır da hizmetten önce veya sonra hakkı olmaz demek değildir. Bu kimsenin aklına gelmez. Murad hanımına hizmet etmekten kaçınmasıdır. Velev ki hanımına hizmetten başka vazifesi olmasın. Onun için Dürr-ü Müntekâ´da şöyle denilmiştir: "Kadının kendi milki değilse yahut ona hizmetten başka bir vazifesi varsa yahut vazifesi olmadığı halde kadına hizmet etmezse ona nafaka verilmez." Orada bu üç kayıd üzerine tefrî´ yapılmıştır. Bahır´da Zahîre´den naklen: "Hizmetçinin nafakası ancak hizmet karşılığında verilir. Ekmek yapmaktan, yemek pişirmekten ve ev işlerinden kaçınırsa nafakası vâcib değildir. Kadının nafakası bunun hilâfınadır. Çünkü o evine kapanmasının mukabilindedir." denilmiştir.

METİN

Karısına bir hizmetçi getirirse ancak kadının rızasiyle kabul olunur. Kadının hizmetçisini evinden çıkarmaya hakkı yoktur. Ancak ondan fazlasını çıkarabilir. Bunu inceleme neticesi Bahır sahibi söylemiştir. Kadına hizmetçi nafakası kadın hür, kocası zengin olduğuna göre lâzımdır. Kadın kendisi cariye ise hizmetçiye mâlik olamayacağından hizmetçisine nafaka yoktur. Cevhere. Esah kavle göre kocası fakir de olmayacaktır. Fakirlik hususunda sözkocanındır. Her ikisi beyyine getirirlerse kadının beyyinesi tercih olunur. Hâniyye. Kocanın çocukları bulunur da bir hizmetçi yetmiyorsa hâkim ona bil ittifak iki veya daha fazla hizmetçi nafakası takdir eder. Fetih. İmam Ebû Yusuf´tan bir rivâyete göre zengin bir kadın kocasına bir çok hizmetçilerle zifaf olursa hepsinin nafakasına hak kazanır. Bunu musannıf zikretmiş, sonra şunu söylemiştir:" Bahır´da Gaye´den naklen biz bununla amel ederiz, denilmiştir." Musannıf demiştir ki: "Sirâciyye´de kadının hizmetçisinin nafakası kocası aleyhine takdir olunur. Kadın şereflilerdense iki hizmetçi nafakası takdir edilir. Fetva buna göredir, denilmiştir."

İZAH

"Karısına bir hizmetçi getirirse ilh..." Yani karısının hizmetçisini evinden koğmak için ona kendisinin bir ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes