> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13319 defa)
10 Mart 2010, 21:57:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #20 : 10 Mart 2010, 21:57:59 »



METİN

Yahut vallâhi sana bir sene yaklaşmam yalnız bir gün müstesna derse îlâ yapmış olmaz. Bilâkis kadına yakınlık eder de seneden dört ay yahut daha fazla zaman kalırsa o zaman îlâ yapmış olur. Aksi takdirde olmaz. Sene sözünü atarsa kadına yaklaşmadıkça îlâ yapmış olmaz, yaklaşırsa îlâ yapmış olur. "Ancak içinde sana yakınlık ettiğim gün müstesna." ifadesini ziyade ederse ebediyyen îlâ yapmış olmaz. Çünkü içinde kadına yakınlık edeceği her günü istisna etmiştir.

Bînaenaleyh ebediyyen men´i tasavvur edilemez. Yahut kendisi Basra´da olduğu halde: Vallâhi Mekke´ye girmem der de o halde kadın Mekke´de bulunursa îlâ yapmış olmaz. Çünkü onu Mekke´den çıkararak kendisiyle cima´da bulunması mümkündür. Bir kimse talâk-ı ric´î ile boşadığı karısına îlâ yaparsa sahih olur. Çünkü karı-kocalık bâkidir. O iddetin geçmesiyle bâtıl olur.

İZAH

"Yalnız bir gün müstesna..." Yalnız bir saat müstesna demesi de böyledir. Bunu Tahtâvî Hamevî´den nakletmiştir.

"Derhal îlâ yapmış olmaz." Çünkü belirsiz bir gün istisna etmiştir. Binaenaleyh bu hakikat olarak senenin her gününe uyar ve o günde kadına yaklaşması mümkün olur. Kendisine hiç bir şey de lâzım gelmez. Elverir ki bunu dört ay geçmeden önce yapmış olsun. İmam Züfer´in dediği gibi bunu senenin en son gününe vermek sözü hakikatinden çıkarmak olur. Zira hakikati belirsizliktir. Bu sefer hiç hâcet yokken onu tâyine çevirmiş oluruz. "Bir gün noksan kalması müstesna" demesi bunun hilâfınadır. Çünkü noksan örf-ü âdete göre sondan olur. Sana hanemi bir sene icârâ verdim yalnız bir gün müstesna yahut alacağımı erteledim yalnız bir gün müstesna demesi dahi böyledir. Çünkü akdin sahih olması ve ödemenin geciktirilmesi için bu sözden son gün murad edilmesine ihtiyaç vardır.

Vallâhi Zeyd´le bir sene konuşmayacağım yalnız bir gün müstesna sözü de böyledir. Zira buna sebeb olan dargınlık halen konuşmamayı iktiza eder ve konuşmak sonraya bırakılır. îlâ bazen gönül razılığı ile olur. Velevki dargınlıktan dolayı olsun. Lâkin geciktiği takdirde iki mekrûhun lâzım gelmesi dargınlık cihetiyle karşılaşır ve her ikisi sâkıt olarak lâfzın muktezası olan belirsizlikle amel edilir. Bahır ve Nehir´in ifadelerinin hülasası budur.

"Bilâkis kadına yakınlık eder de" yani bir günde yakınlık eder de ondan sonra yaklaşmazsa demek istiyor.

"İlâ yapmış olur." Yani sırf yakınlaşmakla değil o gün güneş kovuşmakla îlâ yapmış olur. "Bir sene yaklaşmam yalnız bir defası müstesna." demesi bunun hilâfınadır. Zira yakınlık ettiği an îlâ yapmış olur.

"Aksi takdirde olmaz." Yani dört ay kalmazsa îlâ yapmış olmaz.

"Yaklaşırsa îlâ yapmış olur." Yani müebbeden îlâ yapmış olur. Çünkü müstesna olan günden sonrası için sınır yoktur. Binaenaleyh ona yukarıda geçen müebbed îlâ hükmü verilir. "Bir gün müstesna" sözünü atar da sene sözünü bırakırsa îlâ yapmış olur, bu sözle kadın yalnız iki talâk boş olur. Nitekim Bahır´da Valvalciyye´den naklen bildirilmiştir ki ibâresini arzetmiştik.

"Ebediyyen îlâ yapmış olmaz." Yani kadına yakınlıkta bulunsun bu-lunmasın demek istiyor. Bahır.

"Kendisiyle cima´da bulunması mümkündür." Yani müddet içinde ken-disine bir şey lâzım gelmeksizin mümkündür. Mümkün değilse meselâ iki yer arasında sekiz aylık mesafe varsa Cevamiu´l-Fıkıh´da bildirildiğine göre îlâ yapmış sayılır. Kâdîhân´ın bildirdiğine göre itibar dört ayadır. Bunun zayıf olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü karı-kocadan her biri diğerinin yanına giderek bundan daha az bir müddete karşılaşmaları mümkündür. Bahır. Burada şöyle denilebilir: "Her iki kavle göre îlâ tehakuk etmez. Çünkü îlâ kadına yaklaşmayacağına yemindir. Buradaki yemin ise girmeyeceğinedir." Cevabı şudur: Bu söz onun kinâyelerindendir. Binaenaleyh onunla îlâ yapmış olmak için niyet şarttır. T.

"Çünkü karı-kocalık bâkidir." Binaenaleyh Teâlâ Hazretlerinin: "Kadınlarına îlâ yapan erkekler için ilah..." âyet-i kerîmesi bu kadına da şâmildir. Buna şöyle itiraz olunmuştur: "îlâ kadını cima hakkından men ettiği için erkeğe verilen bir zulüm cezasıdır. Talâk-ı ric´îde kadının ne kazâen, ne de diyâneten cima hakkı yoktur. Hatta erkeğin ona cimasız müracaat etmesi müstehaptır. Binaenaleyh erkek zâlim olamaz." Bu itiraza Şemsü´l-Eimme Kerderî şu cevabı vermiştir: "Nassan bildirilen bir şeyde hüküm mânâya değil nassa izafe edilir." Tamamı inâye´dedlr. Fetih sahibi diyor ki: "Görmüyor musun kadının cima hakkı sâkıt olsa bile îlâ sâbittir. Bu gebe olduğu halde coçuk üzerine cima etmek veya başka bir şey korkusundandır. Böylece anlaşılır ki zulümle ta´lil etmek ekseriyete göre hüküm verme esasına dayanır."

"İddetin geçmesiyle bâtıl olur." Yani îlâ müddeti tamam olmadan iddetin geçmesiyle bâtıl olur. Fakat kadın hayız görenlerden olup temizlik müddeti uzarsa müddetinin geçmesiyle kadın bâin olarak boş düşer. Nehir.

METİN

Bâinle boşadığı karısına yahut îlâdan sonra nikâhladığı ecnebî bir kadına ilâ yapar da yukarıda geçtiği gibi onu milke izafe etmezse îlâ sahih olmaz. Çünkü mahalli yoktur. O kadınla cimada bulunursa yemin bâki olduğu için kefâret verir. Evvela îlâ yapar da sonra kadını talâk-ı bâinle boşarsa, kadın iddet beklerken îlâ müddeti geçtiği takdirde başka birtalâkla boş düşer. Aksi takdirde bâin olmaz. Hâniyye.

Bir kimse kadına cimadan ihram gibi hükmî aczle değil de -çünkü îlâ erkeğin ihtiyariyledir- hakiki aczle meselâ ikisinden birinin hastalığı yahut kadının küçüklüğü veya fercinin yapışıklığı yahut erkeğin âletinin kesikliği ve kalkınamaması yahut îlâ müddetinde yürüyemeyeceği bir mesafe olması veya erkeğin hapsedilmesi sebebiyle âciz kalır -yani hapishanede de kadınla cimaya imkân bulamazsa demektir. Nitekim Gâye´den naklen Bahır´da böyle denilmiştir- bir hak sebebiyle âciz kalmazsa -ben bunu başkasının söylediğini görmedim. Araştırmalıdır. Kadının hapsedilmesi ve itâatsizliği dahi böyledir- o kimsenin dönmesi diliyle kadına döndüm veya sana müracaat ettim yahut îlâyı iptal ettim veya söylediğimden döndüm gibi sözlerle olur. Çünkü kendisi men sebebiyle ona eziyet etmiştir. Şu halde vaat etmekle onu razı kılacaktır.

İZAH

"Bâinle boşadığı karısına" sözüyle musannıf îlâdan sonra nikâhın bâki olmasının şart kılınmadığına işaret etmiştir.

"Aksi takdirde bâin olmaz." Yani îlâ müddeti iddet beklerken geçmez de iddetten sonra geçerse kadın bâin olmaz. Hâniyye´de dahi: Kadınla iddet bitmeden evlenirse îlâ hali üzere kalır. Hatta îlâ müddetinden dört ay geçmeden iddet tamam olursa kadın ikinci bir talâkla boş olur. İddet geçtikten sonra evlenirse îlâ yapmış sayılır. Bunun müddeti evlenme vaktinden sayılır.

"Cimadan âciz kalırsa" meselesinde musannıfın yaptığına bakılırsa âcizlik îlâdan sonra meydana gelmiştir. Halbuki aczin îlânın başından sonuna kadar devamı şarttır. Nitekim bunun açıklaması gelecektir. Şu halde buradaki aczden murat mevcut olandır, sonradan ârız olan değildir. Sonra Hindiyye´de Fetih´ten naklen şöyle denildiğini gördüm: "Bu îlânın başından dört ay geçinceye kadar âciz kaldığına göredir ilah..." Bundan sonra şöyle devam edilmiştir: "Velev ki îlâ şarta muallak olsun. Zira sıhhat ve hastalık dille dönmenin câiz olması hususunda şartın bulunması halinde muteberdir, tâlik halinde muteber değildir."

"Hükmî aczle değil de" yani kadın ihramlıyken yahut kendisi ihramlı bulunduğu halde hac ile aralarında dört ay varken kadına îâ yaparsa bu adamın dönmesi ancak fiilen olur. Velev ki fiilinde âsî olsun. Tatarhâniyye´de Tahâvî şerhinden naklen böyle denilmiştir. Fetih ve Bahır´da bu: "Çünkü kendisi sebep olmuştur. Kendisine lâzım gelen bir hususta haram bir yol tutmuştur. Binaenaleyh hafiflik istemeye hakkı yoktur." şeklinde ta´lil edilmiştir.

"Kendisine lâzım gelen bir hususta" sözünden murat talâkın vukuudur. Haram olan yol da îlâdır. Çünkü îlâyı kendi ihtiyariyle yapmıştır. Binaenaleyh lâzım gelecek şeye kendisi sebep olmuştur. Halbuki hakikî cimaya kudreti de bulunuyordu. Bu sebeple kadının hakkınıvermeyerek zâlim olmuştur. Bu bir kul hakkıdır. Binaenaleyh sâkıt olmaz. Velev ki ihram sebebiyle ondan hükmen âciz kalsın. Onun hükmen âciz kalması dille dönmek suretiyle hafifletmeye sebep olamaz. Çünkü kendisi haram bir işi yapmakla hafifliğe müstahak olmamıştır. Buna ancak hakikî aczle müstahak olur. Zira talâkın üstünde teklif yoktur. Şu halde seferiyle günâha giren gibi olur. Böylesi su bulamazsa kendisine teyemmüm mubah olurdu. Bana zâhir olan budur.

"Hakikî aczle" meselâ şer´an cimaya mâni bulunmamakla demek istiyor. Çünkü şer´an mâni olsa hakikatte ona kâdir, hükmen âciz sayılır. Nitekim Bedâyı´da böyle denilmiştir.

"Çünkü îlâ erkeğin ihtiyariyledir." İhram öyle değildir. Nitekim izahatımızdan anlamışsındır. Bahusus kadının ihramlı bulunduğu surette açıktır. Bu da bizim söylediklerimizi teyit eder. Biz: "Kadının hayzı îlânın sahih olmasına mâni değildir." demiştik. Çünkü o nihayet şer´î bir mânidir. Aksi takdirde ihram meselesinde de sahih olmamak lâzım gelir. Nitekim arz etmiştik.

"Yahut kadının küçüklüğü..." Erkeğin küçüklüğü ise îlânın sahih olmasına mânidir. Nitekim evvelce arz etmiştik.

"Îlâ müddetinde" yani dört ayda veya daha fazlada demek istiyor. Nitekim Fetih´te ve Hâkim-i Şehid´in Kâfî´sinde böyle denilmiş ve şöyle devam edilmiştir: "Dört aydan az olursa dönmek ancak cimayla câiz olur." Yani o adamı sultan yahut düşman men etse bile başka çare yoktur. Çünkü bu nâdirdir.

"Erkeğin hapsedilmesi ilah..." Fetih´te şöyle denilmiştir: "Hapis hakkında ihtilâf olunmuştur. Bedâyı´ sahibi hapis sebebiyle dille dönmeyi sahihlemiş, Tahâvî şerhinde ise bunun hilâfı ifade edilmiştir. Rivâyetin cevabı da budur. Bunu Hâkim Kâfî´de söylemiştir. Bedâyı´ sahibi Kâfî ile Tahâvî şerhinin sözlerini hapishanede kadına yak...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 08 Mayıs 2024, 20:16:11 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
10 Mart 2010, 22:14:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #21 : 10 Mart 2010, 22:14:18 »

HUL BÂBI



Hul´ lügatta gidermek mânâsına gelir. Evliliği gidermek mânâsında bu şekilde kullanılmış, başka mânâlarda hal´ şeklinde kullanılmıştır. Şer´an Bahır´da belirtildiği gibi nikâh milkini kadının kabulüne bağlı olarak hul´ lafzıyla veya o mânâda bir sözle gidermektir. Nikâh milkini kaydıyla fâsid nikâhtaki hul´, talakı bâinden ve dinden döndükten sonra yapılan hul´ hariç kalmıştır. Çünkü hükümsüzdür. Nitekim Fûsul´de beyan edilmiştir. Kadının kabulüne bağlı olan kaydıyla talâkı niyet ederek seni hul´ ettim demesi hariç kalır. Çünkü talâk bâin olarak meydana gelir. Hukuku ıskat etmez. Çünkü hukuk buna bağlı değildir. Ama mufâale bâbından kullanarak seni muhâlea ettim yahut emirle muhâlea ol der de mal söylemezse kadın kabul ettiği takdirde bu hul´ olur, hakları ıskat eder. Hatta kadın bedeli almışsa onu iade eder. Hâniyye.

Hul´ lafzıyla kaydı mal vermek şartıyla talâkı tariften çıkarır. Çünkü mal vermek şartıyla talâk hak ıskat etmez. Fetih. Veya o mânâda bir söz kaydını ziyade etmesi mubâree sözü tarife girsin diyedir. Zira o da hukuku ıskat eder. Nitekim gelecektir. Bir de alış-veriş sözleri tarife girsin diyedir. Zira bunlar da öyledir. Nitekim Suğra sahibi bunu sahihlemiştir. Hâniyye sahibi ise muhâliftir. Böylece tarif talâk-ı ric´î ile boşanan bir kadının hul´u sahih olacağını ifade etmiştir.

İZAH

Musannıfın hul´u îlâdan sonraya bırakması îlâda mal olmadığı için o talâka daha yakın sayıldığındandır. Hul´ bunun hilâfınadır. Çünkü onda kadın tarafından muaveza (bedel verme) manâsı vardır. Bir de îlânın esası erkek tarafından gelen geçimsizliktir. Hul´ ise ekseriya kadın tarafından gelen geçimsizlikle olur. Bu sebeple musannıf erkekten geleni kadından gelene tercîhan önce zikretmiştir. İnâye.

"Hul´ lügatta gidermektir ilah..." Araplar hala´tün-na´le derler. Ayakkabını çıkardım mânâsına gelir. Kadın kocasına fidye vererek ayrılırsa buna muhâlea denir. İsim hul´dur. Bu kelime elbiseyi çıkarmaktan istiare edilmiştir. Çünkü karı-kocadan her biri diğerinin elbisesi mesabesindedir. Hul´u yapınca sanki her biri elbisesini çıkarmış gibi olur. Bunu Bahır sahibi Misbah´dan nakletmiştir.

"Çünkü hükümsüzdür." Zira fâsid nikâh milk-i müt´a ifade etmez. Talâk-ı bâinle ve dinden dönmekle ondan önce giderme işi olmuştur. Hul´da giderme kalmamıştır. Bahır sahibi diyor ki: "Mehir sâkıt olmaz. Hul´dan sonra erkeğin dinden dönme halinde kadını nikâha zorlama hakkı kalır. Nitekim Bezzâziye´de bildirilmiştir."

Ben derim ki: Bu mutlak sözün zâhiri fâsid nikâhta mehrin sâkıt olmadığını gösterir. Velev ki cima´dan sonra olsun. Lâkîn Câmiü´l-Fûsuleyn´de şöyle denilmiştir: "Kadını nikâhı fâsidle alır da onunla cima´da bulunursa mehri karşılığında hul´ yaptığında bazıları mehrin sâkıtolduğunu söylemişlerdir. Çünkü hul´ ibrâdan kinâye sayılır. O ibrâ için vaz´ edilmîştir. Birtakımları mehir sâkıt olmaz demişlerdir. Çünkü hul´ hükümsüz kalır. O ancak mevcud nikâhta sahihtir. Bahır´da dahi şöyle denilmektedir: "Kadını mal karşılığında muhâlea eder de sonra iddet îçinde hul´ yaparsa sahih olmaz. Nitekim Kınye´de bildirilmiştir." Lâkin şu iki mesele arasında fark göstermeye muhtaçtır. Kadını hul´dan sonra muhâlea ederse sahih olmaz. Hul´dan sonra mal mukabilinde boşarsa sahih ve vâkî olur. Ama mal vâcib olmaz. Biz bunu kinâyeler bahsînin sonunda zikretmîştik.

Ben derim ki: Orada biz farkı göstermîştik. Fark şudur: Hul´ talâk-ı bâîndir. Bâin îse kendi gibi bâine lahîk olmaz. Mal karşılığında talâk sarîhtir. Binaenaleyh o hul´a lahîk olur. Burada mal vermek vâcîb olmaması şundandır: Çünkü mal kadın kendisini ancak onunla kurtaracaksa o zaman lâzım gelir. Onun içindir ki hul´la talâkı bâin meydana gelir. Kadını hul´dan sonra mal karşılığında boşarsa bu talâk kadının kendisîni kurtarmasını ifade etmez. Zîra kurtulma işi bundan önce hul´la olmuştur. Onun içindir ki kadını mal karşılığında boşar da sonra hul´ yaparsa malı vermesî lâzım gelir. Biz bu husustaki sözün tamamını orada arz etmiştik.

"Kadının kabulüne bağlı olarak..." Bahır sahibi diyor ki: "Mal vermek şartıyla yahut muhâlea sözüyle yapılan hul´da kadının kabulü mutlaka lâzımdır." Tatarhâniyye´de dahi şöyle denilmiştir: "Bir adam karısına: Şu haneye girersen seni bin dirheme muhâlea ettim der de kadın o haneye girerse bin dirheme talâk vâki olur. Bu sözle kadın girerken kabul ettiyse demek istemiştir." Bundan anlaşılan şarttan önce kabulün sahih olmamasıdır. Nitekim ileride söyleyeceğiz.

"Seni hul´ ettim demesi hariç kalır ilah..." Yani seni hul´ ettim deyip mal zikretmezse hul´ olmaz. Çünkü hul´ ne zaman mal şartıyla yapılırsa kadının kabul etmesi lâzım gelir. Nitekim az yukarıda söyledik.

"Talâkı nîyet ederek" Diye kayıdlaması zâhir rivâyete göredir. Çünkü bu kinâyedir. Onun için ya niyet yahut halin delâleti lâzımdır. Lâkin göreceğiz ki bu söz çok kullanılmakla sarîh gibi olmuştur.

"Hukuku ıskat etmez." Yani evliliğe aid hakları ıskat etmez. Bunların beyanı gelecektir.

"Seni muhâlea ettim ilah..." Yerine zikredilmesi veya "Seni muhâlea ettim demesi bunun hilâfınadır" Cümlesini kullansa daha iyi olur ve tarîfin hukuku ıskat eden hul´a mahsus olduğunu gösterirdi. Mal zikretmeksizin kadına seni hul´ ettim demesine şer´an hul´ adı verilemez. O bir talâk-ı bâindir, kadının kabulüne bağlı değildir. Beraberinde mal zikretmesi yahut hul´un mufâale bâbından veya emirle yapılması bunun hilâfınadır. Zira kadının mutlaka kabul etmesi lâzımdır. O kadın tarafından bir muâvezadır. Nitekim gelecektir.

Zâhire bakılırsa mufâale bâbından seni muhâlea ettim demesî ancak mehrin sukutu içinkabule bağlıdır. Bu sözle talâk vâki olmak için kabule bağlı değildir. Zira talâkın vukuu hususunda seni muhâlea ettim sözüyle seni hul´ ettim sözü arasında fark görülmemektedîr. İleride bunu te´yîd eden sözler gelecektir. Düşün! Mal vermek şartıyla talâk da hul´ hükmündedir. Binaenaleyh onda da kabul şarttır. Velevki hul" adı verilmesin. Bu izahtan anlaşılır ki, mal zikredilirse seni hul´ ettim ile seni muhâlea ettim sözleri arasında fark yoktur ve kadının kabulüne bağlı olan her şeye hul´ denilmez. Hul´ lafzıyla yapılan her şey kabule bağlı değildir, hakları ıskat etmez.

T E N B İ H : - Tatarhâniyye´de ve diğer kîtablarda şöyle denilmektedir: "Mutlak olan hul´ lafzı bedel vermek şartıyla talâka yorumlanır. Hatta bir adam başkasına: Benim karımı hul´ et der de bedelsiz hul´ ederse sahih olmaz."

"Muhâlea ol ilah..." Karısına kendini hul´ et derse dört vecih meydana gelir.

1) Ya kendini şu kadara hul´ et der de kadın hul´ eder. Bu sarîhtir. Velev ki kocası sonunda cevaz verdim yahut kabul ettim demesin. Muhtâr kavil budur.

2) Yahut kendini malla hul´ et der mikdarını söylemez. Yahut dilediğin kadarla der. Kadın da kendimi şu kadara hul´ ettim şeklinde cevap verir. Zâhir rivâyete göre burada kocası kabul etmezse hul´ tamam olmaz.

3) Yahut hul´ ol der başka bir şey söylemez. Kadın da hul´ yapar. Bu Ebû Yusuf´a göre hul´ olmaz. İmam Muhammed´den bir rivâyete göre bedelsiz olarak boş düşer. Ulemadan bir çokları bu kaville amel etmişlerdir.

4) Yahut malsız hul´ yap der kadın da yapar. Burada kadının sözüyle hul´ tamam olur. Meselenin tamamı Câmiu´l-FûsuIeyn´dedir. Bir misli de Hâniyye´dedir.

Gizli değildir ki, şârihin söylediği üçüncü vecihdir. Hâniyye sahibi geçen hilâfı zikretmiş ve bir çok ulemanın İmam Muhammed´in kavliyle amel ettiklerini söylemiştir. Şu halde Hâniyye´deki ifade şârihin ona nisbet ettiğinden başkadır. Evet, Hâniyye´de şöyle denilmîştir: "Erkek seni muhâlea ettim der de kadın bunu kabul ederse kadına borcu olan mehirden beraet eder. Kadına verecek mehir borcu yoksa kadın ondan aldığını kendisine iade eder." Hâkim-i Şehid de böyle demiştir. İbnü´l-Fadl da bununla amel etmiştir. Bu bizim imam Ebû Yusuf´tan naklettiğimiz: "Hul´ ancak bedelle olur." sözünü te´yid eder. Lâkin söz götürür. Bundan sonra bahsedeceğiz.

"Çünkü mal vermek şartıyla talâk hak ıskat etmez." Yani mu´temed kavle göre mehri ıskat etmez. Nitekim bunu musannıf söyleyecektir. Evet, nafakayı ıskat eder. Velev ki takdir edilmiş nafaka olsun. Nitekim gelecektir.

"Nitekîm gelecektir." Bu musannıfın: "Hul´ ve mubaree her hakkı ıskat eder ilah..." dediği yerde gelecektir.

"Zira bunlar da öyledir." Yani bunlar da hukuku ıskat eden hul´dur. Bahır. İmâdiyye´de şöyle denilmiştir: "Mültekaf´ta beyan edildiğine göre bir kimse karısına nefsini sana sattım der de mal zikretmezse kadının satın aldım demesiyle aldığı mehir karşılığı talâk vâki olur. Kadın bu mehri kocasına iade eder. Mehrinî almamışsa kocasının zimmetindeki borç sâkıt olur."

"Hâniyye sahibi muhâliftir." O şöyle demiştir: "Sahih olan şudur: Alışveriş lafzıyla yapılan hul´ mehirden berâet icab etmez Meğerki zikredilsin." Bu söz götürür ki biz ondan ileride bahsedeceğiz.

METİN

Hâcet zamanında yani karı-koca anlaşamayıp geçimsizlik zuhurunda mehir olmaya yarayan malla hul´ yapmakta bir beis yoktur. Burada aksikülli yoktur. Çünkü on dirhemden aşağı malla, kadının elindeki parayla, koyununun karnındaki kuzu ile hul´ yapmak sahihtir. Aynî aksikülliyi câiz görmüştür. Hul´un şartı talâkın şartı gibidir. Sıfatını musannıf şu sözüyle ifade etmiştir. Hul´ erkek tarafından yemindir. Çünkü talâkı mal kabulüne tâlikten ibarettir. Binaenaleyh kadının kabulünden önce erkeğin bundan dönmesi sahih değildir.

İZAH

"Geçimsizlik zuhurunda..." Kuhistânî´de Tahâvî şerhinden naklen şöyle denilmektedir: "Sünnet şudur: Karı-koca arasında geçimsizlik oldu mu her ik...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2010, 22:23:00
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #22 : 10 Mart 2010, 22:23:00 »

METİN

Ev, sandık, cariyenin karnı -altı ayda doğurmazsa-, koyunun karnı ve ağacın yemişi el gibidir. Eli zikretmesi misâldir. Nitekim Bahır´da belirtilmiştir. Bahır sahibi diyor ki: "Hulâsa ve diğer kitablarda bunun kaydedilmesi bilmediği içindir. Hulâsa sahibinin söylediğine göre eğer koca evde eşya olmadığını yahut mehri mukabilinde hul´ yaparken kadının kendisinde alacak mehri olmadığını bilirse kadının bir şey vermesi lâzım gelmez. Çünkü kocasını tamahlandırmamıştır. Kocası da aldatılmış olmamıştır. Kocası mehir borcu olduğunu zanneder de sonra borcu olmadığını hatırlarsa kadın aldığı mehri iade eder. Kadın kaçak bîr kölesinî vermek üzere muhâlea olur da onu ödemekten beraetini şart koşarsa berî olmaz. Ele geçirirse köleyi teslim etmesi, geçiremezse kıymetini ödemesî gerekir. Çünkü nikâh gibi hul´ da fâsid şartla bâtıl olmaz. Kadın beni bin dirheme yahut bin dirhem vermem şartıyla üç defa boşa der de kocası bir defa boşarsa, bulunduğu mecliste boşadığı takdirde birincide onun yani binin üçte biri mukabilinde bir talâk-ı bâin vâki olur. Aksi takdirde talâk meccanen vâki olur. Fetih. Hâniyye´de: "Kadını ikî defa boşadıysa kendisîne binin tamamı verilir." denilmiştir. îkincide meccânen bîr talâk-ı ric´î vâki olur. Çünkü (şartıyle diye tercüme ettiğimiz) alâ edatı şart bildirir. İmameyn onun (yapıştırma bildiren) bâ harfi gibî olduğunu söylemişlerdir.

İZAH

"Altı ayda doğurmazsa" Cümlesi bir şey vâcib olmamak icin kayıddır. Altı ayda doğurursa mevcudiyeti tehakkuk ettiği için çocuk erkeğin olur. Bunu koyunun karnından sonra söylese daha iyi olurdu. Zira zâhire göre yine altı ay itibar olunur.

FAİDE:
- Cevhere´nin ikrar bahsinde: "Hayvanların koyundan maadasında en az hamil müddeti altı aydır. Koyunun en az hamil müddeti ise dört aydır." denilmiştir.

"Hulâsa ve diğer kitablarda bunun kaydedilmesi" cümlesini "Kadın mehrini iade eder yahut üç dirhem verir." Dedikten sonra zikretmek münasib olurdu. Nitekim Bahır sahibi öyle yapmıştır. Tâ ki zamirin mercii zikredilen iade olduğu anlaşılsın. Hulâsa´nın ibâresi şöyledir: "Fetâvâ´da bildirildiğine göre «bir adam karısına mehirden borcu kaldığını sanarak ona olan mehir borcu mukabilinde hul´ yapar da sonra ona verecek mehir borcu kalmadığını hatırlarsa, talâk kadına mehri mukabilinde vâki olur ve şayet mehrini almışsa onu kocasına iade etmesi vâcib olur. Ama kocası ona mehir borcu kalmadığını bilirse, meselâ kadın mehrini bağışlamışsa hul´ sahih olur, kocasına hiç bir şey iade etmez. Nasıl ki kadına şu evdeki eşyaya diye hul´ yapar da o evde eşya olmadığını bilirse hüküm yine budur." Kezâ kadının elindeki mala diye hul´ yapar da elinde bir şey olmadığını bilirse kadının ona bir şey iade etmesi gerekmez. Nitekim Müctebâ´da bildirilmiştir.

"Ödemekten berâetini şart koşarsa" Cümlesinin mânâsı şudur: Köleyî bulursa teslim eder. Bulamazsa bir şey ödemesî gerekmez. Ama bedelîndeki bir kusurundan berâeti şart koşmuşsa şart sahihtir. Bahır.

"Çünkü nikâh gibi ilah..." Yani hul´ sahih, şart bâtıl olur. Kadını, çocuğunu vermemek yahut mehri çocuğunun olmak veya bir ecnebîye verilmek şartıyla hul´ yapması da bu kabîldendir. Uygun şart bunun hilâfınadır. Meselâ izinname yazmak şartıyla yahut kadının kumaşlarını iade etmek şartıyla hul´ yapar da erkek bunu kabul ederse muhâlea haram olmaz. İzinnamenin yazılması ve kumaşların iadesî o meclîste lâzım gelir. Nitekim fer´î meselelerde gelecektir. Tamamı Bahır´dadır.

"Beni bîn dirheme üç defa boşa" der de kocası bir defa boşarsa bir talâk-ı bâin meydana gelir. Fakat benî bin dirheme bir defa boşa der de kocası üç defa boşarsa, bin dirheme dediği, kadın da kabul ettiği takdîrde üç talâk vâki olur. Kadın kabul etmezse hîç bir şey vâki olmaz. Erkek mal zikretmezse imam-ı Azam´a göre kadın bir şey vermek lâzım gelmeksîzîn üç talâk boş olur. İmameyn´e göre ise bin dirheme bir talâk, bir şey lâzım gelmeksizîn de ikî talâk vâki olur. Nitekim ayrı ayrı söyleyerek: Sen bîr talâk boşsun, bîr daha ve bîr daha derse bütün imamlarımıza göre hüküm budur. Bunu Bahır sahibi Hâniyye´den nakletmiştir.

"Kocası bir defa boşarsa..." iki defa boşaması da öyledir. Şilbî. Fakat üç defa boşarsa gerek üçünü bir lâfızla, gerekse bir mecliste ayrı ayrı söylesin bin dirhemin hepsi erkeğin olur. Bahır.

"Bulunduğu mecliste boşadığı takdirde" Metinde beyan edildiği gibi olur. Meclisinden kalkar da boşarsa hiç bir şey lâzım gelmez. Nehir. Bunun vechi şudur: Bu talâk kadın tarafından muâvezadır. Onun için erkeğin bulunduğu mecliste kabulü şarttır. Nitekim satışı kabul meselesi de öyledir. Rahmetî. Söze erkek başlar da seni bin dirheme muhâlea ettim derse, erkeğin değil kadının meclisi mu´teber olur. Erkek gittikten sonra kadın bulunduğu mecliste kabul ederse sahih olur. Bunu Cevhere´den naklen Bahır sahibi söylemiştir.

"Kadını iki defa boşadıysa" Yani kadın ona: Beni boşa İlh.. demezden önce iki defa boşar da sonra kadın bu sözü söyledikte bir daha boşarsa erkek bin dirhemi alır. Çünkü maksad hâsıl olmuştur. Onun için Hulâsa sahibi şöyle demiştir: "Kadın: Beni bin dirheme dört defa boşa der de kocası üç defa boşarsa bu bin dirhem karşılığında olur. Bir defa boşarsa binîn üçte biri karşılığındadır." Tamamı Bahır´dadır.

"Çünkü atâ edatı şart bildirir." Meşrut şartın cüzlerine taksim edilmez. Bu kadını bir meclis de ayrı ayrı üç defa boşarsa kadının bin dirhem vermesi lâzım gelir. Çünkü birinci ile ikinci talâklar İmam-ı A´zam´a göre ric´îdir. Üçüncü talâkı yaparken kadın nikâhlıdır. Onun için kocasına bin dirhem verilir. Ayrı ayrı üç mecliste olursa İmameyn´e göre binin üçte biri verilir. İmamı A´zam´a göre bir şey verilmez. Bunu Muhît´ten naklen Bahır sahihi söylemiştir.

T E N B İ H: - Derler ki, atâ kelimesi isti´la (yüksek görmek) mânâsında hakikat, şart mânâsında mecazdır. Gerçek şudur ki, o hissî cisimlere bitişîrse isti´la mânâsında hakikattir. Teras üzerinde durdum sözü böyledir. Başka yerlerde hâlis şart mânâsına sâdık olan lüzum mânâsında hakikattir. Nitekim "Kadınlar sana şirk koşmamak şartıyla bey´at etsinler, şu eve gîrmen şartıyla sen boşsun." Misâllerinde böyledir. Bana bunu bin dirheme sat mîsâlinde olduğu gibî bazen sırf şer´î muâveza mânâsında, bazen de örfî muâveza mânâsında kullanılır. Sana Zeyd´în yanında şefâatçi olmam şartıyla bunu yap demek bu kabîldendir. Bahis mevzuumuz olan alâda lüzumun iki mânâsı da sahihtir. Çünkü talâk hem hâlis şarta, hem de bedelli şarta tâlik edilen şeylerdendir. Mal zikretmek ikincîyi tercih ettirmez. Çünkü malı hâlis şart yapmak sahihtir. Hatta cüzleri mukabilinin cüzlerine taksim edilmez. Nitekîm taksimi kabul eden bedel yapmak da sahihtir. Binaenaleyh şüpheyle mal vâcib olmaz. Bu izaha göre alâ sözü îsti´la ile lüzum mânâları arasında müşterektir. Çünkü ikisinde de hakikat delili vardır. Mücerred söylenince hatıra gelen de budur. Mecazın müşterekten daha hayırlı olması tereddüt hâsıl olduğu zamandır. Lügat ulemasının: Alâ isti´la içindir demeleri buna yorumlanır. Çünkü içtihad sahibleri dil âlimleridir. Meselenin tam tahkiki Fetih´dedir. Bahır´da bildirildiğine göre Tahrîr´de: "Mal zikredilirse bedel mânâsına kullanılması tercih olunur." denilmiştir. Çünkü bu mânâ asıldır.

METİN

Erkek karısına kendini bin dirhemle yahut bin dirhem şartıyla üç defa boşa der de kadın kendini bir defa boşarsa hiç bir şey vâki olmaz. Çünkü erkek ayrılığa ancak binin bütününü vermek şartıyla razı olmuştur. Yukarıda geçen bunun hilâfınadır. Çünkü kadın ona bin dirhemle razı olmuştur. Onun bir kısmı ile ise evleviyetle razı olur. Bir adam karısına: Sen bin dirheme yahut bin dirhem vermek şartıyla boşsun der de kadın bulunduğu mecliste kabul ederse bini vermesi lâzım gelir. Bu evvelce geçtiği vecihle kadın zorlanmış olmamak ve ileride geleceği vecihle sefîh ve hasta bulunmamak şartıyledir. Çünkü ya ta´viz yahut tâliktir. Bahır´da Tatarhâniyye´den naklen şöyle denilmiştir: "Bir adam iki karısına: Biriniz bin dirheme, diğeriniz yüz dinara boş olsun der de kadınlar kabul ederlerse bir şey lâzım gelmeksizin boş olurlar." Bir kimse karısına: "Sen boşsun, bin dirhem de boynuna borçtur." Yahut kölesine: Sen hürsün, bin dirhem de boynuna borçtur derse kadın meccanen boş, köle de meccanen âzâd olur. Velevki kabul etmesinler. Çünkü "Bin dirhem de boynuna borçtur" sözü tam bir cümledir. İmameyn´e göre her ikisi kabul ederlerse sahih olur ve mal lâzım gelir. İmameyn vav´ın hâliyye olmasıyla amel etmişlerdir. Hâvî´de: "İmameyn´in kavliyle fetva verilir." denilmiştir. Bir kimse karısına: Ben seni dün bin dirhem şartıyla boşadım amasen kabul etmedin der de, kadın kabul ettim cevabını verirse söz yeminiyle beraber erkeğindir. Erkeğin: Sana talâkını dün bin dirhem vermem şartıyla sattım ama sen kabul etmedin deyip karısının kabul ettim cevabını vermesi bunun hilâfınadır. Burada söz kadınındır. Kezâ kölesine böyle derse hüküm yine böyledir.

İZAH

"Onun bir kısmı ile ise evleviyetle razı olur." Burada söz vardır. Çünkü kadının üç talâk da gözü olabilir. Bunu kocasına pek kızdığı için dönmesine imkân bırakmamak için yapar. Birisîni kendini kocasına dönmeye teşvik edeceğinden korkar. Bu arzusu ise ancak üç talâkla tamam olur. Makdisî. Burada şöyle denilebilir: Kadın kendi nefsine malik olmakla maksad yerini bulunca buna bakılmaz. Şu da var ki, kocasına dönme imkânı hulleye yormakla da hâsıl olur.

"Kadın bulunduğu mecliste kabul ederse bini vermesi lâzım gelir." Fa-

kat o meclisten sonra kabul ederse mal vermesi lâzım gelmez. Çünkü bu kadın tarafından mubadeledir. Nitekim yukarıda geçmişti. Bir de muallak yahut muzaf olmayacaktı. Aksi takdirde şart bulunduktan sonra dahi kabul mu´teber olur. Nitekim Bedayı´dan naklen arzetmiştik. Bu ifa...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 10 Mart 2010, 22:25:51 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

10 Mart 2010, 22:27:56
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #23 : 10 Mart 2010, 22:27:56 »

Sonra bilmelisin ki bunların hepsi Feth´in ibâresine muhâliftir. Fetih´de: "Hul´ ve mubare´e her hakkı ıskat eder İlh." denildiği yerde şu ifade vardır: "Bedelden söz edilmemişse bu hususta üç rivâyet vardır. Bunların esah olanı karı-kocadan her birinin yalnız mehirden berâet etmesidir. Cima´dan önce olsun sonra olsun mehir alınmış veya alınmamış olsun artık karı-koca birbirlerinden onu isteyemezler. Hatta kadın mehrini almamışsa kocasından bir şey isteyemediği gibi hepsini almışsa kocası da ondan bir şey iade etmesini isteyemez ilh..." Bu ifadenin bir misli de Zeylaî ile Vehbâniyye şerhinde, Makdisî ve Şürunbulâliyye´dedir. Kâdîhân´ın Câmi-i Sağîr şerhinde şöyle denilmektedir. "Kadına hul´ yapar da bedel zikretmezse, İmameyn´e göre karı-koca birbirlerine nikâhla vâcib olan mal borcundan berâet etmezler. Ebû Hanife´den iki rivâyet vardır, Sahih olan rivâyet birbirlerinden berâet etmeleridir."

Muhtar metninde de şu ifade vardır: "Mubâre´e de hul´ gibidir. Bunların ikisi de karı-kocanın nikâha müteallik haklarını ıskat ederler. Hatta cima´dan önce ise ve kadın mehrini almışsa kocası ondan hiç bir şey geri alamaz. Kadın kocasından bir şey almamışsa ondan hiç bir şey alamaz. "Bu ifadenin bir misli de Mültekâ metnindedir. Dürerü´l-Bihâr şerhi ile Mecmâ´ şerhinde: "Karı-koca hiç bir mal sözü etmedilerse birbirlerinden berâet ederler. Kadın mehrini almış olsun olmasın, kocası onunla cima´da bulunsun bulunmasın fark etmez." denilmiştir.

Ben derim ki: Bundan anlaşıldığına göre Fetâvâ´dan naklen yukarıda geçen söz başka bir kavildir. Şerh ve metinlerde sahihlenmemiştir. Böylece musannıfın sözünde bozukluk olduğu iki vecihten anlaşılmıştır. Bunların birisi sahihin hilâfına yol tutması, ikincisi de kadının yalnız mehr-i muacceli iade edeceğini îham etmesidir. Halbuki buna kâil olan yoktur. Hilâf ancak bütün mehri almışsa onun iadesi hakkındadır.


HASTA KADININ HUL´U



METİN


Hasta kadının hul´u malın üçte birinden itibar olunur. Çünkü bu bir teberru´dur. Binaenaleyh üçte birden çıktığı takdirde kocası mirâsla hul´ bedelinden hangisi azsa onu alır. Çıkmazsa mirâsın azını alır. Kadın iddet içinde ölürse üçte biri, iddetten sonra yahut cima´dan önce ölürse, üçte birden çıktığı takdirde kocası bedeli alır. Meselenin tamamı Fûsûleyn´dedir. Mükâtebe hul´ olursa âzâd edildikten sonra mal vermesi lâzım gelir. Velevki sahibinin izniyle olsun. Çünkü kendisi teberru´dan men edilmiştir. Cariye ile ümmüveled sahiplerinin izniyle hul´ olurlarsa halen malı ödemeleri lâzım gelir. Cariye satılır, ümmüveled ile müdebbere çalışarak öderler. İzinsiz muhâlea olmuşlarsa âzâd edildikten sonra öderler. Cariyeyi rakabesi karşılığında sahibi hul´ yaparsa, kocası hür olduğu takdirde hul´ meccanen sahih olur. Kocası mükâteb veya köle yahut müdebber olursa sahihtir ve cariye sahibinin olur, nikâh da bozulmaz. Fakat hür ise cariyeye mâlik olduğu takdirde nikâh bâtıl olur, hul´ da bâtıldır. Binaenaleyh bunu sahihlemek demek onu ibtal olur. İhtiyar.

İZAH

"Hasta kadının hul´u"ndan murad ölüm hastasıdır. Çünkü o hastalık´tan iyileşirse kocası bedelin hepsini alır. Zira iki taraf buna razı olmuşlardır. Nasıl ki kocasına bir şey hibe eder de sonra hastalığından iyileşirse hüküm budur. Velevki iddet içinde ölmüş olsun.

"Çünkü bu bir teberru´dur." Tekarrur etmiş bir kaidedir ki. nikâh elden çıkarken kıymeti hâiz değildir. Şu halde kadının hul´ bedeli diye harcadığı mal teberru´dur, mirâsçıya verilmesi sahih olmaz. Ecnebî için de üçte birden geçerlidir. Ancak anlaşma töhmetini defy için azı verilir. Nitekim erkeğin ölüm hastalığında karısını boşaması meselesinde geçmişti.

"Hangisi azsa onu alır İlh..." Bu şöyle izah olunur: Bu adamın kadından mirâsı elli dirhem, hul, bedeli altmış dirhem olup malın üçte biri yüz ederse mirâsla bedel üçte birden çıktı demektir. Şu halde az olanı yani elliyi alacaktır. Eğer üçte biri kırk ise bununla mirâsın hangisi daha azsa onu alacaktır ki, o da kırk dır . Hâsılı bu adam mirâsla hul´ bedelinden ve malın üçte birinden hangisi azsa onu alacaktır. Câmiu´l-Fûsuleyn´e uyarak böyle dese daha kısa ve daha zâhir olurdu.

"Üçte birden çıktığı takdirde kocası bedeli alır." Bu şunu ifade eder ki. burada mirâsa bakılmaz. Çünkü kadın iddetten sonra veya cima´dan önce ölürse mirâs yoktur. O halde bedele ve üçte bire bakılır ve hangisi azsa o verilir. Lâkin Tatarhâniyye´de bildirildiğine göre cima´dan önce olursa ve hul´ mehir karşılığında yapılmışsa kadını boşamakla yarısı sâkıt olur, kalan yarısı da mirâsçı olmayan şahsa vasiyettir. Kadının bundan başka malı yoksa adama bu yarının üçte biri verilir.

"Çünkü kendisi teberru´dan men edilmiştir." Yani velevki izinle olsun. Hibe etmesi gibi ki, âzâd edildikten sonraya bırakılmasının illeti budur.

"Halen malı ödemeleri lâzım gelir." Çünkü hıcr efendisinin izniyle kalkmış ve onun hakkında diğer borçlar gibi olmuştur. Bahır.

"Cariye satılır." Meğerki fidyesini efendisi versin. Câmiu´l-Fûsuleyn.

FER´İBİR MESELE:
- Cariye kocasından hul´ olan akıllı küçük hürreden şurada ayrılır: Hürre bülûğa erdikten sonra kendisinden hul´ bedeli istenilmez. Nitekim halen de istenilmez. Zahîre´de bildirilmiştir. Câmiu´l-Fûsuleyn´de şöyle denilmiştir: "Küçük kızı mal karşılığında boşarsa talâk ric´î olur. Cariyede ise bâindir. Zira cariyede mal karşılığı talâk sahihtir. Ancak te´cil edilir. Küçük kızda ise aklı erer bile olsa malsız vâki olur.

"Rakabesi karşılığında" Yani sahibi kocasına hul´ bedeli olarak cariyenin kendisini vermek şartıyla hul´ yaparsa demektir. T.

"Hul´ meccanen sahih olur." Zâhirine bakılırsa mehir sâkıt olmaz. Halbuki sâkıt olacak gibi görünürdü. Çünkü tesmiye bâtıldır. Şarab ve domuzu bedel yapmak gibiydi.

"Cariye sahibinin olur." Sözünden murad mükâtebden gayrı kocanın efendisinin olur, demektir.

"Nikâh da bozulmaz." Çünkü cariye kocasının malı olmaz. Kocasının sahibinin malı olur. Mükâtebe gelince: Onun cariyede milk hakkı sâbit olur. Milk hakkı ise nikâhın devamına mânideğildir. Onun için nikâhı bozulmaz. Bunu Câmi´den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Minah´da: "Milk mükâtebin sahibinindir." denilmiştir. Bu söz metni mutlak bırakmasını iktiza etmiştir. Ama te´vili mümkündür. "Mükâteb sahibinin de cariyede hakkı vardır. Mükâteb aciz kalırsa cariye efendisinin olur." denilir. Bunu Rahmetî söylemiştir.

"Binaenaleyh bunu sahihlemek demek onu ibtal olur." Yani böyle olan bir şey ise bâtıldır. Murad muâvezanın bâtıl olmasıdır. Mutlak surette bâtıl demek değildir. Çünkü bâbın başında görmüşdük ki, hul´ koca tarafından yemin, kadın tarafından muâvezadır. Muâveza ciheti bozulunca öteki ciheti kalır. Fetih´de: "Lâkin bir talâk-ı bâin meydana gelir. Çünkü bedel bâtıl olmuş, hul´ lâfzı kalmıştır. Bu ise bir talâk-ı bâindir." denilerek buna işaret olunmuştur.

METİN

FER´İ MESELELER:
- Bir adam karısına: Seni bin dirheme muhâlea ettim der ve bunu üç defa tekrarlar da kadın kabul ederse üç binle boş olur". Çünkü kocası bunu onun kabulüne tâlik etmiştir.

Müntekâ´da şöyle denilmektedir; "Sen bin dirheme dört defa boşsun der de kadın kabul ederse üç defa boş olur. Üçü kabul ederse boş olmaz. Çünkü kocası bunu karısının dört talâkı kabulüne tâlik etmiştir."

Sen şu haneye girmen üzerine boşsun sözü kabule tevakkuf eder. şu haneye girmen şartıyla derse girmeye tevakkuf eder.

Ben derim ki: Bunların arasında ne fark vardır diye sorulur: Çünkü Arapçada üzerine "en" edatı giren fiil-i muzarî masdar mânâsınadır.

Bir kimse karısına: Sen bin dirheme bir defa boşsun der de karısı: Ben senden ancak üç talâk istemiştim. Üçte biri senin olsun cevabını verirse söz kadınındır.

İZAH


"Üç binle boş olur." Yani kadın üç defa üç bin dirhemle boş olur. Nitekim Bahır sahibi bunu Muhît´ten naklen açıklamış ve şöyle demiştir:

"Çünkü kadının kabulü olmazsa hiç bir şey vâki değildir. Talâk hul´da kadının kabulüne tealluk eder. Şu halde kadın kabul edince üç talâk birden üç binle vâki olur."

Ben derim ki: Bu mal karşılığı boşamadadır. Böyle olmazsa muâveza sayılmaz ve talâk kabule de bağlı kalmaz. Birincisi hemen vâki olur, geri kalanları hükümsüz kalır. Çünkü bâin bâine lahîk olmaz. Onun için Câmiu´l-FûsuIeyn´de şöyle denilmiştir: "Karısına seni hul´ ettim der de bununla talâkı murad ederek üç defa tekrarlarsa bir talâk-ı bâin meydana gelir. Ama seni bende alacağın olan mehir karşılığında hul´ ettim diyerek bu sözü üç defa tekrarlar kadın da kabul ederse, üç defa boş olur. Çünkü talâk ancak kadının kabulüyle vâki olur. Kezâ kendimi senden bin dirheme hul´ ettim der ve bu sözü üç defa tekrarlar da kocası razıoldum yahut câiz kıldım cevabını verirse, üçer bin dirheme üç talâk meydana gelir. Ama bu Fetâvâ´l-Idde´deki ibâreye muhâliftir. Onun ibâresi sahihtir."

Ben derim ki: İdde´nin ifadesi şudur: "Mehr-i müsemma karşılığında bir talâk vaki olur ve muâvezâtta olduğu gibi birinci ikinci ile ikinci de üçüncü ile bâtıl olur. "Bunun vechi şu olsa gerektir: Hul´ erkek tarafından yemin sayıldığına göre söze erkek başladığı zaman talâk kadının kabulüne muallak olur. Söze kadının başlaması bunun hilafınadır. Çünkü onun tarafından hul´ muavezadır. Binaenaleyh kocasının kabulüne talik sayılmaz. Kocası kabul etti mi üçüncü akdi kabul etmiş sayılır. İkinci onunla hükümsüz kalır. Birinci de ikinci ile hükümsüz kalır. Bana zâhir olan budur. Yine Câmiu´l-Fûsuleyn´de şöyle denilmektedir: "Bir kimse seni bin dirhem karşılığında boşadım, seni üç bin dirhem karşılığında boşadım der de kadın kabul ederse, bu söz her iki mala şâmildir. Mal şartıyla köle âzâdı da bunun gibidir. Satış ise bunun hilâfınadır. Çünkü satışta bu söz s...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2010, 22:33:19
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #24 : 10 Mart 2010, 22:33:19 »

ZIHÂR BÂBI



METİN


Lügaten zıhâr zâhera fiilinin masdarıdır. Kocası karısına: Sen bana annemin sırtı gibisin. dediği zaman Araplar "Zâhera min imraetihi" derler. (Karısına sırtını döndü mânâsınadır.) Şer´an bir müslümanın karısını velev kitabîyye veya küçük yahut deli olsun yahut kadının bütününü ifadeye yarayan uzuvlarından birini veya cüzü şâyı´ını kendine ebediyyen haram olan birine zevali mümkün olmayan bir vasıfla benzetmektir. Bize göre zimmînin zıhârı yoktur.

İZAH

Bu bahsin hul´la münasebeti zâhiren her ikisinin geçimsizlikten meydana gelmeleridir. Hul´u evvela zikretmesi haram kılınma hususunda daha mükemmel olduğu içindir. Çünkü hul´ nikâh bağını kesmekle haram kılmaktır. Zıhâr ise nikâh bâkî olmakla beraber haram kılmaktır. Fetih.

"Lügaten ilh..." Bu zıhârın lügat mânâlarından biridir çünkü zâhera fiili zahırdan alınmıştır. Sırt sırta verdiği zaman Araplar zâhertehu derler. Bahır´da Misbâh´dan naklen şöyle denilmiştir: "Hassaten zahır kelimesiyle zikredilmesi sırt mânâsına gelen zahır hayvanın binilecek yerî olduğu içindir. Cima´ halinde kadına binilir. Binaenaleyh anneye binmek hayvana binmekten istiare edilmiştir. Sonra bir kimsenin karısına binmesi yasak olan anneye binmeye benzetilmiştir. Burada lâtif bir istiare vardır. Sanki erkek karısına: Sana nikâh için binmek bana haramdır demiş gibidir."

"Şer´an bîr müslümanın karısını ilh..." İfadesi sarîh ve zimmî teşbihe şâmildir. Zimmî teşbihe misâl kocasından zıhâr olmuş bir kadını niyet ederek karısına: Sen bana filân kadın gibisin, demektir. Kezâ bir kimse karısına zıhâr yapar da ikinci karısına: Seni bunun zıhârına ortak kıldım yahut sen bana bunun gibisin derse zımnen ona zıhâr yapmış olur. Velevki o kadın öldükten veya zıhâr için keffâret verdikten sonra olsun. Çünkü bu söz "Sen bana annemin sırtı gibisin" manâsını tezammun etmektedir. Ve hem muallaka, hem gün veya ay gibi muvakkat olana şâmildir. Nitekim gelecektir. Bahır. Müslümandan murad âkıl bâliğ olandır. Velevki hükmen olsun. Binaenaleyh deli, çocuk, bunak, çıldırmış, birsamlı, baygın ve uyuyan kimselerin zıhârı sahih değildir. Ama sarhoşun, zorlanan kimsenin, hata edenin ve mâlum işaretiyle dilsizin zıhârı sahihtir. Zıhâr yapar da sonra dinden dönerse İmam-ı Azam´a göre zıhârı bâkîdir, İmameyn´e göre değildir.

"Karısını" tâbiri cariyeye de şâmildir. Ama mâlik olduğu cariye ile ecnebî kadın tariften hariçtir. Meğerki milkin sebebine izafe etmiş olsun. Nitekim gelecektir. Bir talâk-ı bâinle veya üç talâkla boşanan kadın da tariften hariçtir. Bahır sahibi şöyle demektedir: "Hatta zıhârı bir şarta bağlar da sonra kadını talâk-ı bâinle boşar ve sonra şart iddet içinde bulunursa zıhâryapmış sayılmaz. Çünkü şartın bulunduğu vakitte o kimse teşbihinde sâdıktır. Muallak talâk-ı bâin bunun hilâfınadır. Çünkü onun faydası sayıyı azaltmaktır.

"Velev kitabîyye" Yerine "Velev kâfire" dese daha iyi olur, mecûsîyye de şumulü bulunurdu. Bahır´da Muhît´ten naklen şöyle denilmîştir:

Mecûsî bir kadının kocası müslüman olur da kadına müslümanlığı arz etmeden önce ona zıhâr yaparsa sahih olur. Çünkü kendisi keffârete ehildir. Ferci yapışık, cima edilmiş ve edilmemiş kadın bunda dahildir. Nitekim Nehir´de beyan edilmiştir.

"Uzuvlarından" Baş ve boyun gibi birini benzetmesidir.

"Cüz-ü şâyı´ını benzetmektir." Senin yarın, üçte bîrin ve benzeri sözlerle olur.

"Kendine ebediyyen haram olan bîr kadına" Yani kendisine gerek ne-seben gerekse sıhriyyet ve süt dolayısıyla haram olan bir kadının bakılması haram bir uzvuna benzetmektir. Nitekim Bahır´da belirtilmiştir. Yahut o kadının bütününe benzetmekle yapılır. Meselâ "Sen bana anam gibisin" der. Çünkü, bunda sırtına benzetmek ve daha fazlası vardır. Nitekim gelecektir. Lâkin bu kinâyedir. Mutlaka nîyet etmesi lâzımdır. Bu da gelecektir. Anlaşılıyor ki, kendisine benzetilen kadının bakılması haram bir cüz´üne benzetmesi lâzımdır. Aksi takdirde zıhâr sahih olmaz. Velevki bütününü ifadeye yarayan bir uzvu olsun. Meselâ, annemin başı veya annemin yüzü gibisin demiş olsun. Benzetilen zevce bunun hilâfınadır. Zira onun bütün vücudu ifadeye yarayan bir cüz´ünü zikretmesi kâfidir. Velevki o cüz´e bakmak haram olmasın. Meselâ senin başın desin. Buna dikkat et! Kendine haram kıldığı kadın tâbiriyle îkinci Karısı ve carîyesi hariç kalır.

Fetih sahibi diyor ki: "Bu uzvun sırt ile bakılması helâl olmayan başka bir uzuv olması arasında fark yoktur. Buna zıhâr isminin tahsis edilmesi sırt kelimesini tağlib suretiyledir. Çünkü Arapların dilinde asıl olan bu kelimedir." Nihâye sahibi haram kılmayı zinâ ettiği kadının anasıyla kızından ihtiraz için, bil-ittifak ise diye kayıdlamıştır. Zira karısını bunlara ben zetmekle zıhâr yapmış olmaz. O bu sözü Tahavî şerhine nisbet etmiştir. Lâkin bu kavil İmam Muhammed´indir. Ebû Yusuf´a göre zıhâr yapmış sayılır, İmam-ı Azam´ın kavli de budur. Kaadi Zahîruddin: "Sahih olan da budur." demiştir. Lâkin İmâdî, îmam Muhammed´in kavlini tercih etmiştir. Nehir. Fetih sahibi diyor ki: "Bu hilâf hâkimin o kadının nikâhı helâldır veya değildir diye verdiği hükmün geçerliliğine mebnîdir. Yoksa evvela hürmetin ittifâkı olup olmadığına mebnî değildir. Hatta burada içtihad câiz midir değil midir meselesine mebnîdir..."

"Bîze göre zimmînin zıhârı yoktur." Çünkü keffâret ehlinden değildir. Fakat İmam Şâfiî´ye göre sahihtir. T.

"Zevali mümkün olmayan bir vasıfla" Annelik, kız kardeşlik velev süt cihetinden olsun ve musaheret zevali mümkün olmayan vasıflardandır.

METİN

Karısının kız kardeşine yahut üç talâkla boşadığı kadına benzetmesi bu tariften hariçtir. Mecûsîyyeye benzetmesi de öyledir. Çünkü, müslüman olması câizdir. Haram olan biri tâbiri erkek ve kadına şâmil olan şahsın sıfatıdır. Binaenaleyh kadını babasının veya akrabasından birinin fercine benzetse zıhâr yapmış olur. Bunu musannıf Bahır sahibine uyarak söylemiştir. Fakat Nehir sahibi bunu Bedayı´ın şu ifadesiyle reddetmiştir:

"Zıhârın şartlarından bîri kendisiyle zıhâr yapılanın kadınlar cinsinden olmasıdır. Hatta bir adam karısını babasının veya oğlunun sırtına benzetse sahih olmaz. Çünkü bu ancak şeriatla bilinen bir şeydir. Şeriat ise kadınlar hakkında vârid olmuştur.

Evet, Hâniyye´nin şu ifadesi vârid olabilir: "Sen bana kan, şarab, domuz, gıybet, koğuculuk, zina, ribâ, rüşvet ve müslümanı öldürmek gibi sin" der de talâk veya zıhârı niyet ederse, sahih kavle göre niyetiyle olur. Sen bana anam gibisin sözü böyledir. Çünkü anaya teşbih ziyadesiyle onun sırtına benzetmektir. Bunu Kuhistânî Muhît´e nisbet ederek söylemiştir. Zıhârı milke veya milkin sebebine izafe etmek de sahihtir. Meselâ; "Seni nikâh edersem şöyle olsun" der. Hatta, "Seninle evlenirsem sen bana yüz kerre annemin sırtı gibi ol" dese her defası için bir keffâret vermesi icab eder. Tatarhâniyye.. Kadının erkeğe zıhâr yapması hükümsüzdür. Ona hürmet ve keffâret yoktur. Bununla fetva verilir. Cevhere. İbn-i Şihne yemin keffâreti lâzım geleceğini tercih etmiştir.

İZAH


"Çünkü müslüman olması câizdir." Kitabîyye olması da öyledir. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir. Şu halde onun ebedî haram olması mecûsîlik vasfının devamına bakaraktır. Bu vasıf ortadan kalkarsa ebedîliği kalkar. T.

"Fakat Nehir sahibi ilh..." Ben derim ki: Bu ifadenin bir misli de Ha-niyye´nin şu sözüdür: "Erkeğe benzetmek hangi erkeğe olursa olsun zıhâr değildir." Bu sözün benzeri de Tehzib´den naklen Tatarhâniyye´de ve keza Zahîriyye´de mevcuddur. Sonra bunu açıkça Hâkim´in Kâfî´sinde dahi gördüm. Bu Muhît sahibinin eleştirme yaparak: "Zıhâr yapmış sayılması gerekir." demesine aykırıdır. Nehir sahibi diyor ki: "Bununla Bahır´ın sözü defedilmiş olur. Bahır sahibi Muhît´in ifadesini kesin olarak kabul etmiş, fakat inceleme yaparak nakletmemiştir.

"Evet, Hâniyye´nin şu ifadesi vârid olabilir ilh..." Nehir´de böyle denilmiş ise de bu söz reddedilmiştir. Çünkü Hâniyye´nin ifadesi bunun hilâfınadır. Nassı şudur: "Bir kimse karısına: Sen bana lâşe, kan ve domuz eti gibisin, derse bu hususta muhtelif rivâyetler vardır. Sahih olan rivâyete göre bir şey niyet etmemişse îlâ olmaz. Talâkı niyet etmişse talâk olur. Zıhârı niyet etmişse zıhâr olmaz." Tatarhâniyye ile Şürunbulûliyye´de dahi Hâniyye´yenisbet edilerek böyle denilmektedir. Binaenaleyh anlaşılıyor ki, zıhâr olmaz sözü Nehir sahibinin nüshasından düşmüştür. Bununla Bedâyı ve diğer kitabların ifadeleri te´yid edilmiş olur. Anla!

"Çünkü anaya teşbih" Sözü bir itirazın cevabıdır. İtiraz: "Burada mahreminin bakılması haram bir uzvuna benzetme yoktur." şeklindedir.

"Muhît´e nisbet ederek söylemiştir." Benim Kuhistânî´de gördüğüm bunu sahihlemekten bahsetmeksizin Nazm´a nisbet etmesidir. Bu sadece Hâniyye´de zikredilmiştir. Lâkin gördüğün gibi şârihin söylediğinin aksinedir.

"Seni nikâh edersem şöyle olsun." Sözü milkin sebebine misâldir. Milke misâl ise: Benim karım olursan şöyle olsun demesidir.

"Şöyle olsun" Sözünden murad: Sen bana annemin sırtı gibi ol demektir. "Ve sen boşsun" Sözünü ziyade eder de sonra muallak talâk yerini buldukta o kadınla tekrar evlenirse zıhârın hükmü bâkîdir. Meğer ki bunu öne alarak: Sen boşsun ve bana annemin sırtı gibisin demiş olsun. Bu takdirde kadın talâk ile evvela bâin olur. Çünkü cima´dan önce boşanmıştır. İmam-ı A´zam´a göre bu iş vuku hususundaki tertibe göredir. İmameyn buna muhâliftir. Nitekim Dürr-ü Müntekâ´da bu bâbın sonunda beyan edilmiştir. Biz onu tâlikta ve îlâ bâbının başında arz etmiştik.

"Yüz kerre" Sözü haldir. Cümlenin mef´ulüne de hal olabilir. cevabı şarta da. Mef´ulün hali dersek: "Bu sözü yüz defa tekarlayarak söylerse, mânâsına gelir. Cevabı şarta hal olması daha yakındır ve mef´ulün tamamlaması o...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 3 4 [5] 6 7 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes