> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 ... 3 4 5 [6] 7 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13318 defa)
10 Mart 2010, 22:50:14
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #25 : 10 Mart 2010, 22:50:14 »



KEFFÂRET BÂBI



METİN


Keffâretin sebebinde ihtilâf edilmiştir. Cumhura göre sebeb zıhâr ve kadına dönüştür. Lügatta keffâret "Kefferallahu anhu´z-zenbe" cümlesinden alınmıştır. AIlah onun günâhını imha etti demektir. Şer´an ise cima etmeden bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Yani keffâret niyetiyle onu âzâd etmektir. Bir kimse keffâret niyetiyle babasını mirâs olarak alsa câiz olmaz.

İZAH

«Keffâretin sebebinde ihtilâf edilmiştir.» Yani vücubunun sebebinde ihtilâf vardır. Meşru olmasının sebebine gelince: O tevbenin vücubuna sebeb olan şeydir ki, bu da müslüman olması ve Allah Teâlâ´ya isyan etmeyeceğine söz vermiş bulunmasıdır. Allah´a isyan ederse tevbekâr olur. Çünkü bu tevbenin tamamındandır. Zira tekfir için meşru kılınmıştır. Bahır.

«Cumhura göre sebeb zıhâr» yani cumhura göre sebeb iki şeyden mürekkebdir. Bazıları:. "Sebeb yalnız zıhârdır, kadına dönmek şarttır. Zira keffâretin sebebi izafe edildiği şeydir." demişlerdir. Bunun aksini söyleyenler de olmuştur. Birtakımları: "Keffâretin sebebi cima´ı mubah kılmaya azimdir." demişlerdir ki, bir çok ulemamızın kavlı budur. Bu hususta sözün tamamı Fetih´de geçen bâbın başındadır. Bahır´da sebebin zıhâr olduğunu te´yid eden sözler vardır.

Bahır sahibi şöyle demiştir: "Et-Tarikatü´l-Muîniyye´de bildirildiğine göre mâsiyeti ibâdete sebeb yapmakta imkânsızlık yoktur. Elverir kî o ibâdetin hükmü keffâret olsun ve günâh giderilsin. Hele de o keffârette men etmek mânâsı maksud olursa! îmkânsız olan ancak cennete götürecek ibâdete mâsiyeti sebeb yapmaktır." Yine Bahır´da bu ihtilâfın bir semeresi olmadığı kaydedilmiştir.

«İmha etti.» tâbiri Misbâh´dan alınmıştır. Daha doğrusu örttü tâbirini kullanmaktır. Bahır´da Muhît´ten naklen şöyle denilmiştir: "Keffâret lügatta örtmek mânâsına gelir. Çünkü kefr kelimesinden alınmıştır. Kefr örtmek demektir." Bundan alarak çiftçiye kâfir denilir. (Çünkü tarlayı sürerek tohumları örter.) Bunun zâhirine bakılırsa mâsiyet amel defterinden imha edilmez, sadece örtülür. Yerinde kalmakla beraber ondan dolayı muâheze edilmez. Bu husustaki iki kavilden biri budur. Keffâretle günâh tevbesiz de sâkıt olur. Tarikat-ı Muîniyye´den yukarıda nakledilen söz buna işaret etmektedir. Lâkin yine yukarıda Bahır´dan naklettiğimiz: "0 tevbenin tamamındandır." sözü buna muhâliftir. Zâhir olan da odur.

TENBİH: Keffâretin rüknü: Fill-i mahsusdur ki, köle âzâd etmek, oruç tutmak ve fakir doyurmak gibi şeylerdir. Keffâret vacib olmak için ona kudret şarttır. Keffâretin sahih olması için de fiiliyle beraber niyet şarttır.´ Sonraki niyet mu´teber değildir. Keffâretin verileceği yerler zekâtın verileceği yerlerdir. Ancak keffâret zimmîye de verilebilir, harbîye verilemez Buhususta ileride söz gelecektir.

Keffâretin sıfatı: Vücub itibariyle ceza, edâ itibariyae ibâdet olmasıdır.

Hükmü: Vâcibin zimmetten sukutu ve günâhlara keffâret olmayı gerektiren sevâbın hâsıl olmasıdır. Sahih kavle göre keffaret terâhi ile (yanî mühletli olarak) vâcibdir. Binaenaleyh imkân bulduğu ilk vakitten geciktirmekle sahibi günâhkâr olmaz. Borcunu kaza değil edâ etmiş sayılır. Ama insanın son ömründe vakti daralır. Edâ etmeden ölürse günâhkâr olur. Malının üçte birinden verilmesini vasiyet etmezse ölenin terikesinden alınmaz. Ama mirâsçılar onu teberru ederlerse câiz olur. Yalnız köle âzâdı ile oruçta câiz olmaz. Tamamı Bahır´dadır.

Ben derim ki: Lâkin yukarılarda geçtiğine göre zıhâr yapan kimse keffâretini vermeye zorlanır. Bunun muktezası gecikirse günâha girmiş olmaktır. Şu da var ki, keffâret tevbenin tamamından olduğuna göre hemen verilmesi icab eder.

«Bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır.» KöIe mutlaka kendisine zıhâr yapılandan başkası olacaktır. Çünkü Zâhîriyye iIe Tatarhâniyye´de şöyle denilmiştir: "Bir adamın nikâhında bir cariye bulunur da ona zıhâr yapar, sonra cariyeyi satın alarak zıhârı içîn âzad ederse Tarafeyn´e göre câiz olmaz denilmiştir. İmam Ebû Yusuf buna muhâliftir. Bahır." Yine Bahır´da Tatarhânîyye´den naklen bildirildiğine göre âzâd eden kimsenin mutlaka sağlam olması lâzımdır. O hastalığından ölür de köle malının üçte bîrinden çıkmazsa câiz değildir. Velevki mirasçılar razı olsunlar. Hastalığından iyileşirse câizdir.

«Cima etmeden» sözü sahih olmanın kaydı değil, vâcib olmanın ve hürmetin giderilmesinin kaydıdır. Cima´ın mukaddimeleri de cima mânâsındadır.

«Keffâret niyetiyle» Yani niyet âzâdla beraber yahut akrabasını satın alırken mevcud olacaktır. Nitekim gelecektir.

«Mirâs olarak alsa» sözü "âzâd etmektir" sözü üzerine tefri´dir. Çünkü âzâd etmek sözü âzâd etme işini mutlaka yapmak lâzım geldiğini ifade etmektedir. Mirâs ise cebrî´dir, yapmakla olan iş değildir. Babasına mirâsçı olmasının sureti babaya oğlunun teyzesi gibi zîrahim akrabadan birinin mâlik olması, sonra ölmesidir. Teyzesi ölürken oğlu keffâreti niyet ederse câiz olmaz. Ama babasını satın alırken keffâreti niyet etmesi bunun hilâfınadır. Nitekim gelecektir.

METİN

Velevki köle meme emen küçük bîr çocuk veya katli mubah bir kafir yahut rehin edilmiş köle veya borçlu yahut kaçak bir köle olsun da sağ idiği bilinsin yahut dinden dönmüş kadın olsun. Dinden dönen erkekle serbest bırakılan harbî hakkında hilâf vardır. Yahut sağır olup bağırılırsa işitsin bağırılmazsa işitmesin veya enenmiş yahut âleti kesilmiş veya ferci yapışıkyahut ferci boynuzlu yahut kulakları kesik, kaşları ve başının saçlarıyla sakalı tıraş edilmiş, burnu veya dudakları kesilmiş olup yemek yiyebilsin. Aksi takdirde câîz olmaz. Yahut bir gözü kör veya gözleri zayıf yahut ellerinden biriyle ayaklarından biri çaprazlamaya kesilmiş olsun yahut mükâteb olup bir şey ödememiş bulunsun. Ve kendisi mirâsçı değil de sahibi âzâd etsin.

İZAH

«Küçük bir çocuk İlh...» sözü köleyi ta´mimdir. Çünkü köle Hidâye´de de belirtildiği gibi zâttan ibarettir. Yani her cihetten memlNktur. Binaenaleyh sayılanların hepsine şâmildir. "Yani her cihetten" sözü köleye mutealliktir. Zira köleliğin mükemmel olması şarttır, milkîn kemali şart değildir. Onun için bir şey ödememiş mükâtebden keffâret câiz olur, müdebberden olmaz. İnâye. Ana karnındaki çocuk bundan hariçtir. Velevki altı aydan azda doğurmuş olsun. Çünkü o bir vecihle köle, bir vecihle annesinin bir cüz´üdür. Hatta annesinin azâd edilmesiyle o da âzâd olur. Nitekim Muhît´ten naklen Bahır´da belirtilmiştir. Yaşlı köle velevki geçkin yaşta olsun dahil olduğu gibi iyileşmesi umulan basta ve gasbedilen köle ele geçirilirse dahildir. Bahır. Lâkin Hindiyye´de Sûrûcî´nin Gâye´sinden naklen: "Âciz ihtiyar kâfi değildir." denilmiştir.

«Katli mubah» sözünü Bahır sahibi Câmiu´I-Cevâmi´a nisbet etmiş, ondan önce İmam Muhammed´in: "İdamına hükmedilir de sonra onu zıhârı için âzâd eder, sonra affolunursa câiz olmaz." dediğini söylemiştir. Bu sözün bir benzeri de Fetih´dedir. Birinci kavlin zâhiri affedilmese de câiz olduğunu göstermektedir. Araştırmalıdır.

«Yahut rehin edilmiş...» Bahır´da Bedâyı´dan naklen şöyle denilmiştir:

"Kezâ rehin edilmiş bir köleyi âzâd eder de köle borcunu ödemek için çalışırsa bu köle keffâret nâmına câizdir. Para efendisinden alınır. Çünkü çalışmak köleliğin bedeli değildir."

«Veya borçlu...» Velevki alacaklılar çalıştırılmasını istesin. Çünkü borcun kölenin bütününü kaplaması ve köleyi çalıştırmak köleliği ve milki ihlal etmez. Zira çalıştırmak hürriyetten çıkarmayı icab etmez Binaenaleyh her vecihle bedelsiz olarak âzâdlık vâki olur. Bunu Muhît´te naklen Bahır sahibi söylemiştir.

«Dinden dönmüş kadın olsun.» Yani bu hilâfsızdır. Çünkü dinden dönen kadın öldürülmez. Fetih´de de böyle denilmiştir.

«Dinden dönen erkekde ilh...» Hilâf vardır. Biliyorsun ki, katli mubah olan hakkında da hilâf vardır. Binaenaleyh onu da burada zikretmek münasib olurdu. Feth´in zâhirine bakılırsa dinden dönen erkek hakkında cevazı tercih etmiştir. Çünkü şöyle demiştir: "Kâfirede dinden dönen erkekle kadın dahildir. Dinden dönen kadın hakkında hilâf yoktur. Çünkü o öldürülmez. Zâhirine bakılırsa dinden dönen erkek hakkında illet öldürülmesidir."

Nehir´de de şöyle denilmiştir: "Dinden dönen erkek hakkında hilâf vardır. Kerhî câiz olduğuna kâildir. Nasıl ki öldürülmeyecek bir köle azâd edilse câiz olur. Câiz olmadığını söyleyene göre dinden dönmekle o kimse harbî olur. Ona keffâret vermek câiz değildir." Yani onu âzâd etmek keffareti ona vermek hükmündedir. Bu ta´lilin muktezası harbî âzâd edilirse bil-ittifak ondan keffâret câiz olmamaktır. Onun için Fetih sahibi kifayet etmez sözünü mutlak bırakmıştır. Lâkin Bahır´da Tatarhâniyye´den naklen: "Bir kimse dar-ı harbde harbî bir köleyi âzâd eder de yolunu serbest bırakmazsa câiz olmaz. Serbest bırakırsa burada ulemanın ihtilâfı vardır. Bazıları câiz olmadığını söylemîşlerdir." denilmiştir.

«Bağırılırsa işitir, bağırılmazsa işitmez.» Hidâye´de de böyle denilmiştir. Böylelikle zâhir rivâyetle Nevâdir rivâyetinin arası bulunmuş olur. Zâhir rivâyette câiz olur, Nevâdir rivâyetinde ise câiz olmaz denilmiştir. Nevadir rivâyeti sağır doğana yorumlanmıştır. Fetih.

«Veya enenmiş» den "yahut ferci boynuzluya" kadar sayılanlarda menfaat cinsi kalmamışsa da kölede bu maksud değildir. Zira onda maksud erkek olsun kadın olsun hizmet ettirmektir. Hatta cariye ile cima´da bulunmak ve onu hizmetinde bulundurmak kabîlindendir derler. Cima´ı mümkün değilse kullanışı noksan demektir, yok değildir. Rahmetî.

«Yahut kulakları kesik» yani işitmesi bâkî demek istiyor. Bahır. Çünkü bu meselelerde mevcud olmayan şey zînettir. O da kölede maksud değildir. Fakat yemekten âciz kalırsa iş helâkına varır ki, onda yemek menfaati maksuddur. Binaenaleyh iyileşmesi umu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 08 Mayıs 2024, 13:21:54 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
11 Mart 2010, 12:09:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #26 : 11 Mart 2010, 12:09:53 »

LİÂN BÂBI



METİN


Liân lügatta lâane fiilinin masdarıdır. Kaatele gibidir, la´ndan alınmıştır. La´n koğmak ve uzaklaştırmaktır. Buna gadab değil de liân adı verilmesi kadından daha evvel erkek kendine lanet ettiği içindir. Öncelik tercih sebeblerindendir.

Şer´an liân: Zinâ şahidleri gibi dört şehâdet olup yeminlerle te´kidli ve erkeğin şehâdeti la´nla, kadının şehâdeti gadabla birliktedir. Çünkü kadınlar lânet sözünü çok kullanırlar. Binaenaleyh kadın hakkında gadab daha önleyicidir. Erkeğin şehadetleri kendi hakkında kazf haddi yerine, kadının şehâdetleri de kendi hakkında zinâ haddi yerine geçer. Yani lânetleştikleri vakit erkekten kazf haddi, kadından da zinâ haddi sâkıt olur. Çünkü Allah adıyla şehadette bulunmak had gibi, hatta ondan daha da şiddetli olarak helâk edicidir.

Liânın şartı: Evliliğin devamı ve nikâhın fâsid değil sahih olmasıdır.

Sebebi: Erkeğin ecnebî bir kadın hakkında olsa haddi icab edecek şekilde karısına zinâ isnadında bulunmasıdır. Kadının bununla tahsis olunması isnad kendisine yapıldığı içindir. Böyle olunca ihsanın şartları kendisinde tamam olur.

İZAH

"Lâane fiilinin masdarıdır." Yani semâi (işitmekle bilinen) bir masdardır. Kıyasa göre mülââne denilmeliydi. Lakin bir çok nahiv ulemasının beyanlarına göre bu kelime kıyasî masdar olarak da kullanılır. Nehir.

"Buna gadab değil de liân adı verilmesi" Yani erkek tarafından lânete şâmil olduğu gibi kadın tarafında da gadaba şâmil olduğu halde demek istiyor.

"Zinâ şâhidleri gibi" Yani liânı zinâ şâhidlerine benzetiriz. Lian yapan adam kendine şâhid olduğu için şâhidliği dört defa tekrarlar. Bu Mültekâ şerhinde belirtilmiştir. T.

"Yeminlerle te´kidi" Yani eşhedü biilâh diyerek yapılır. Nitekim gelecektir.

"Erkeğin şehâdeti la´nla" Yani dördüncü şehâdetten sonra lânet kelimesini söyleyerek yapılır. Kadınınki böyle ise de lânet yerine o gadab kelimesini kullanır.

"Çünkü kadınlar lânet sözünü çok kullanırlar." Nitekim bir hadîsde;

"Kadınlar lâneti çok kullanırlar, kocalarına küfrederler." buyurulmuştur. İnâye sahibi diyor ki: "Binaenaleyh dillerine çok doladıkları için kadınlar olabilir lânet kelimesini söylemek cür´etinde bulunurlar. Bu kelimenin tesiri onların kalblerinden silinmiştir. İşte buna cür´etten onları men etmek için kadınlar tarafında liânın rüknü gadab kelimesiyle değiştirilmiştir."

"Kendi hakkında" Yani yalan söylediği takdirde kazf haddi yerine geçer. Bu mutlak sözün zâhiri erkeğin şehâdetinin ebediyyen kabul edilmemesini gerektirir. Aynî İhtiyarın ifadesine uyarak burada kesinlikle buna kâil olmuştur. Zeylaî ise kazf bâbında kabul edileceğini söylemiştir. Nehir.

"Kadın hakkında zinâ haddi yerine geçer." Yani kocası doğruyu söylediği takdirde bu liân kadın hakkında zinâ haddi yerine geçer. Nitekim Nehir´de belirtilmiştir. H.

"Helak edicidir." Yani erkek yalan söylemişse yaptığı şâhidlik kendisini müdhiş helâk eder. Çünkü haddin helâk etmesi dünyevîdir. Allah´ın adını anmak cür´etinin ise ihlâki uhrevîdir. Âhiret azabı elbette daha şiddetlidir.

"Liânın şartı evliliğin devamıdır." Binaenaleyh fâsid nikâhla evlendiği yahut talâk-ı bâinle boşadığı karısına -velevki bir talâkla boşasın- zinâ isnad etmekle liân yapılmaz. Talâk-ı ric´î ile boşadığı bunun hilâfınadır. Ölmüş olan karısına zinâ isnad etmekle dahi ilân yoktur. Liân için hürriyet, akıl bülûğ, islâm, dili söylemek, kazf haddi yememiş olmak dahi şarttır. Bu şartlar karı-kocanın ikisine de râci´dir. Hassaten kazfi yapanın doğruluğuna beyyine getirememesi şart olduğu gibi kazf olunan kadının da hassaten zinâyı inkâr etmesi ve bundan iffetli bulunduğunu söylemesi şarttır. Kazfin açık olarak zinâ kelimesiyle yapılmış olması ve islâm memleketinde olması dahi şarttır Bahır´da Bedâyı´dan nakledilen ifadenin hülasası budur. Çocuk benden değildir demek açık zinâ mesabesindedir. Bu şartların ekserisi musannıfın sözleri arasında gelecektir.

"Ecnebî bir kadın hakkında olsa haddi icab edecek" Yani kadının muhsana olmasıdır.

"Kadının bununla tahsis olunması" Yani kadının muhsana olmasının şart koşulması demek istiyor. Bu sözün hâsılı Fetih´de de beyan edildiği vecihle şudur: Kazfedilen erkek değil kadındır. Onun için de kendisine kazf edene had vurulan kadınlardan olması şartı kadına mahsustur. Tabii şehâdet ehlinden olması da şarttır. Erkek bunun hilâfınadır. Çünkü ona kazf (zinâ isnadı) yapılmamıştır. O şâhiddir. Binaenaleyh şehâdete ehil olması şarttır. Kendisine kazf edene had vurulanlardan olması şart koşulmamıştır. Burada Nihâye´nin: "Liânda erkeğin dahi muhsan olması şarttır." sözünü red vardır. Zeylaî ve başkaları Nihaye sahibinin hata ettiğini söylemişlerdir.

"İstihsanın şartları kendisinde tamam olur." Yani zinâ isnadı erkeğe değil kadına yapıldığına göre kadında ihsanın beş şartının tamam olması lâzımdır. Bunlar: Zinâdan iffetli, âkıl, bâliğ, hür ve Müslüman olmasıdır.

METİN

Rüknü: Yemin ve lânetle te´kidli şehâdetlerdir.

Hükmü: Lânetleştikten sonra velevki araları ayrılmadan önce olsun cima ve istifadenin haram olmasıdır. Çünkü hadîs-i şerifte: "Liân yapan iki kişi ebediyyen biraraya gelemezler." buyurulmuştur. Liânın ehli müslüman aleyhine şehâdete ehil olan kimsedir. İmdi kim İslâm diyarında diri olan sahih nikâhlı -velev talâk ric´î iddetinde olsun- zinâ fiilinden ve töhmetinden iffetli olan karısına açık zinâ sözüyle isnadda bulunursa ve karı-kocamüslüman aleyhine şâhidlik yapmaya elverişli iseler lânetleşirler. Zinâ töhmetinden iffetli olmak demek haram yoluyla velev bir defa şübheyle olsun cima´da bulunmamak, fûsid nikâhla evlenmiş olmamak ve babasız çocuğu bulunmamakdır. Şahidlik yapmaya elverişli iseler kaydıyla köle ve küçük çocuk tariften hariç kalırlar. Ama kör ve fâsık tarifde dahildirler. Çünkü onlar edâ ehlindendirler.

İZAH

"Lânetleştikten sonra" Yani liânın hükmü bâkî kaldığı müddetçe demektir. Her ikisi veya biri liâna ehil olmaktan çıkarsa o kadınla evlenebilir. Nitekim gelecektir. Zikri geçen hadîs böyle yorumlanmıştır. Teâlâ Hazretlerinin: "Çünkü kâfirler size gâlib gelirlerse ya sizi recm ederler yahut kendi dinlerine çevirirler. O zaman ebediyyen felâh bulamazsınız." Âyet-i kerîme´sin deki ebediyyen kaydı buna aykırı değildir. Çünkü mânâ onların dininde devam ettiğiniz müddetçe demektir. Nitekim Bedâyı´da beyan edilmiştir. Hadîs üzerinde sözün tamamı Fetih´dedir.

"Ve istifadenin haram olmasıdır." Yani cima´ın mukaddimelerini yapmak suretiyle istifade haramdır. Liânın hükümlerinden biri de karı-kocayı birbirinden ayırmanın vücubudur. Bu ayrılıkla bir talâk-ı bâin meydana gelir. Bahır. T.

"Şehâdete ehil olan kimsedir." Yani müslüman aleyhine şehadeti edâya ehil olan demektir, tahammülüne değildir. Binaenaleyh iki kâfir arasında liân yoktur. Velevki birbirleri aleyhine şâhidlikleri kabul edilsin. İki memlûk arasında veya bir memlûk yahut küçük çocuk veya deli yahut kazf haddi vurulmuş veya kafir olan karı-koca arasında liân yoktur. İki âmâ ve iki fâsık arasında ise sahihtir. Çünkü bunlar edâya ehildirler. Şu kadar var ki âmâ temyize kâdir olamadığı için fâsıkın da fıskından dolayı şâhidlikleri kabul edilmez. Ölüm, nikâh ve neseb gibi işitmekle sâbik olan şeylerde âmânın şâhidliği makbuldür. Tamamı Bahır ve Nehir´dedir. Lâkin Dürr-ü Müntekâ sahibi şöyle demektedir: "Ben derim ki: Esah olan kabul edilmemektir. Nitekim gelecektir. Evet, Kuhistânî ehliyeti umumileştirmiştir. Velevki hâkimin hükmüyle sâbit olsun. Çünkü bunların şehâdetleriyle mahkeme hükmü geçerli olur." Yani maksad geçerliliktir. Velevki hâkimin bunu yapması câiz olmasın. Lâkin buna kazf haddi vurulanla itiraz olunur. İbn-i Kemâl Paşa diyor ki: "Kazf haddi vurulana gelince: Onun şehâdetiyle hüküm, vermek aslâ câiz değildir. Evet, bu şehadetle hüküm vermişse geçerli olur. Lâkin sözümüz câiz olup olmamasındadır. Çünkü bu geçerliliğin ötesinde bir iştir."

Ben derim ki: Buna fâsıkla itiraz olunur. Çünkü onun şehâdetiyle verilen hüküm geçerlidir. Halbuki şâhidliği câiz değildir. İhtimal câiz değildir demekten muradı sahih olmadığını anlatmak, geçerlilikle muradı da Şâfiî gibi cevazına kâil olan birinin sahihtir diye verdiği hükmün geçerliliğidir. Fâsıkın şehâdetiyle hüküm vermek sahihtir. İşitmekle sâbit olanşeylerde âmânın şâhidliği sahihtir diyenin sözüne göre âmâ da öyledir. Kazf haddi vurulan bunun hilâfınadır.

"Diri olan" Tabirini kullanması ölen kadının zevceliği kalmadığı içindir. Bir de onun tarafından liân tasavvur olunamaz. Bir adam ölmüş karısına zinâ isnadında bulunur da nesebine dokunulan şahıs -kazf edenin çocuklarından olmamak şartıyla- kazf haddi isterse beyyine getiremediği takdirde kazf haddi vurulur. Ama kazf edenin çocuklarından biri isterse had sâkıt olur. Çünkü bir adama çocuğu için had vurulamaz.

"Sahih nikâhlı" Sözü evlilik kaydının izahıdır. Çünkü fâsid nikâhla alınan kadın zevce değildir. Velev ki onunla cima´da bulunsun. İffetli de değildir. Ona zinâ isnadında bulunana had vurulmaz. Rahmeti.

"Velev talâk-ı ric´î iddetinde olsun." Bu kayıd talâk-ı bâinle boşanan kadını hariç bırakır. Bâinle boşanan kadın hakkında liân yoktur. Lâkin ecnebi gibi erkeğe had vurulur. Bunu Tahâvî şerhinden Kuhistânî nakletmiştir. T.

"İffetli" Kadından murad şeriatta haram cima´dan ve töhmetten berî olan kadındır. Kuhistâni.

"Karısına" Sözü cima etmediği karısına da şâmildir. Nitekim Dürr-ü Müntekû´da ve başka kitablarda belirtilmiştir.

"Açık zinâ sözüyle" Yani ey zâniye veya ey zani diyerek isnadda bu-lunmaktır. Çünkü ey zâni sözü terhimdir. "Ben senin cesedinle evlenmezden önce sen zinâ ettin" sözünün kısaltılmışıdır. Yahut senin nefsin zâni mânâsınadır. Bu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 15:36:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #27 : 14 Mart 2010, 15:36:59 »

İNNİN VE BAŞKALARI



METİN


Lügaten innîn cimaya kâdir olamayan kimsedir. Fi´îl vezninde mef´ul mânâsınadır. "Unun" şeklinde cem´lenir. Şer´an karısının fercine cimaya kâdir olamayan demektir ki, yaşlılık veya sihir gibi erkek tarafından bir mâniden ileri gelir. Ferci yapışık kadının muhayyerliği yoktur. Çünkü mâni ondan gelmektedir. Hâniyye. Kadın kocasını âleti ve yumurtalıkları kesik yahut sadece âleti kesik veya pek küçük düğme gibi bulursa, hürre bâliğa olup ferci yapışık ve boynuzlu olmamak, nikâhtan önce kocasının halini bilmemek, nikâhtan sonra da razı olmamak şartıyla hâkim kadının isteğiyle derhal aralarını ayırır. Velevki aleti kesilen koca küçük olsun. Çünkü te´cılde bir fayda yoktur. Ama âleti kısa olup fercin içine sokmak mümkün olmazsa kadının ayrılık istemeye hakkı yoktur. Bahır. Fakat bu söz götürür. Burada şöyle denilebilir: Aleti kesik kimse âleti kalkmayan gibidir. Bundan ancak iki mesele müstesnadır ki, onlar da te´cil ve çocuk doğması meseleleridir.

İZAH

Musannıf burada nikâha teallûku olan bir hastalığa tutulan kimsenin halini beyana başlıyor. İnnîn ve başkaları diyeceğine innîn ve benzerleri dese daha iyi olur ve karısı ile cimaya kadir olamayan âleti kesik, enen miş, büyülenmiş, geçkin ihtiyar ve şekkâz gibiler dahil olurdu. Şekkâz;

kadınla konuştuğunda cimaya başlamadan hemen menîsi gelen kimsedir. Kâmûs.

"Cima´a" Yani gerek karısı ile gerek başkasıyla cimaya kâdir olamayan demektir ki, bu mânâ innînin şer´î mânâsından eamdır.

"Karısının fercine cima´a kâdir olamayan" Yani âleti mevcud olup kalksın kalkmasın cima edemeyen demektir. Bu tarif dübürü hariç bırakır. Aleti dübüre girmekle bir adam innîn olmaktan kurtulamaz. Hanbelîlerden İbn-i Akîl buna muhâliftir. Mi´râc. Zira dübüre sokmak daha zor ise de bazen sihir sebebiyle ferce sokamaz. Kendi karısıyla cimaya kâdir olamayıp başkalarıyla cimaya kâdir olan yahut bâkireyle cima edemeyip bâkire olmayan kadınla cima eden dahi tariften hariçtir. Mi´râc´da şöyle denilmektedir: "Yalnız sünnet mikdarını sokabilen innîn sayılmaz. Sünnet mikdarı kesilmişse âletin kalan kısmını mutlaka sokmak gerekir." Bahır´da da: Âleti kesilmişse kesilen yer kadarıyla yetinmek gerekir. Zekeri kesilmişse hükmü ne olacağını görmedim. Ama mecbûb (âleti kesik) kelimesi mutlak olarak buna şâmildir. Ancak ulemanın kadın buna razıysa muhayyerliği yoktur, sözleri buna aykırıdır. Bunun iki benzeri vardır. Biri kiracının haneyi harap etmesi, ikincisi satıcının malı teslim etmeden itlafıdır." denilmektedir. Yani hane sahibi icareyi feshedemez. Mûşteri de verdiği parayı geri alamaz demek istemiştir.

"Veya sihir gibi..." Bahır sahibi diyor ki: "Kadına yakınlık edememek hususunda sihirli kimseinnîn gibidir. Çünkü kadın hakkında maksad hâsıl değildir. Zira bize göre sihrin vücudu ve tasavvuru haktır. Eseri de zâhir olur. Nitekim Muhît´ta belirtilmiştîr."

"Yahut sadece âleti kesik..." Nehir sahibi diyor ki: "Ulema bunu zik-retmemişlerdir. Ama zâhire bakılırsa bu hüküm verilir." Bunda şübhe yoktur.

"Erkek tarafından bîr mâniden" Kaydıyla kadın tarafından veya karı ile kocanın her ikisinden gelen bir mâni hariç kalmıştır. Nitekim gelecektir. T.

"Hürre bâliğa olursa" Kocasından ayrılmayı isteyebilir. Fakat cariye olursa muhayyerlik sahibîne aid olur. Nitekim metinde gelecektir. Kadın küçük ise mecbûb ve innînde bülûğa ermesi beklenir. Çünkü bu hallere razı olması ihtimali vardır. Akıl şart değildir. Deli kadının velîsinîn isteğiyle araları ayrılır. Yahut velî yerine hâkim birini nasbeder, ayrılmalarını o ister. Nitekim Fetih´de beyan edilmiştir. Kitabımızda da gelecektir.

"Ferci yapışık ve boynuzlu olmamak şartıyla" Demesi yapışık ve boynuzlunun muhayyerliği olmadığı içindir. Çünkü mâni kendilerindendir. Nitekim yukarıda geçti. Bir de böylelerin cimaya hakkı yoktur. Bahır´da Tatarhâhiyye´den naklen: "Karı-koca fercin yapışık olup olmadığında ihtilâf ederlerse hâkim onu kadınlara gösterir" denilmiştir.

"Kocasının halini bilmemek şartıyla" Demesi mezhebe göre bilirse muhayyerlik olmadığı içindir. Nitekim gelecektir. Kadın nikâhtan sonra buna razı olursa yine muhayyerliği yoktur.

"Kadının isteğiyle hâkim derhal aralarını ayırır." Fakat bu istek derhal değil mühletle meşrudur. Nitekim beyanı gelecektir. Bu ayırmanın hükmü innînde olduğu gibi talâk-ı bâindir. Hâniyye´den naklen Bahır sahibi söylemiştir. Kadın bütün mehrini alır. Şayet kendisiyle halvette kaldıysa iddet beklemesi de icab eder. İmameyn´e göre kadına mehrinin yarısı verilir. Nasıl ki halvet yapmamışsa hüküm budur. Bedâyı.

"Velavki âleti kesilen koca küçük olsun." Âleti kesik diye kayıdlaması şundandır: İnnîn küçük olursa bülûğa ermesi beklenir. Bu mutlak söz deliye de şâmildir. Bahır´da Fetih´den naklen şöyle denilmiştir: "Karı-kocadan biri deli olursa âleti kesikle kalkınamayanı âkıl bâliğ oluncaya kadar tehir etmez. Zira bunda bir fayda yoktur. Âleti kesik olanı derhal karısından ayırır. Kalkınamayanı îse te´cil müddeti geçtikten sonra ayırır. Çünkü delilik şehveti yok etmez."

Nehir´de de şöyle denilmektedir: "Koca bazen delirir bazen ayılırsa ayılması beklenir mi beklenmez mi?Bu meseleyi bir yerde görmedim. Söylenmesi gereken şudur: Deliren koca ise beklenmez, kadınsa beklenir. Çünkü ayrılığında bu hale razı olması ihtimali vardır. Nasıl ki bülûğa ermemiş olsa beklenirdi." Bedâyı´da sahih olarak kabul edildiğine gön deliye te´cil yoktur. Çünkü talâka mâlik değildir. Lâkin Bahır´da Mi´râc dan naklen şöyle denilmektedir: "Küçük çocuk burada âlet keslkliği meselesinde talâka ehil sayılmaktadır. Çünkü başkasıtarafından kendi aleyhine hak edilir. Nitekim akrabasını âzâd hususunda da ehil sayılır. Ulemadan bazıları bunu talâksız ayrılma saymışlardır. Ama esah olan birincisidir."

T E T i M M E : Karı-koca aletin kesik olup olmadığında ihtilâf ederlerse bakılır: Elbise dışından yoklamakla bilinmezse hâkim emin bir adama onun avretine bakmasını emreder. O da bakarak halini haber verir, çünkü zarurette bu mübahdır. Hâniyye.

"Ama bu söz götürür." Bununla şârih Şürunbulâlî´nin Vehbâniyye şer-hindeki şu ifadesine işaret etmiştir: "Ben derim ki: Bu halde olan kimse innînin halinden daha aşağıdır. Çünkü innînin kalkınmaması düzelebilir ve kadına yaklaşır. Burada ise bu imkânsızdır. Binaenaleyh bunun hükmü âleti kesik olanın hükmü gibidir. Şundan dolayı ki, kısa olan âletini fercin içine sokması mümkün değildir. O halde bundan kadına hâsıl olacak zarar âleti kesilenin zararına müsavîdir. Onun için kadın ayrılık isteyebilir. Bununla anlaşılır ki, ayırmak yoktur demek mânâsızdır. Bunu Kınye sahibi söylemiştir ki teslim edilemez."

Ben derim ki: Lâkin bu sözü yalnız Kınye sahibi söylememiştir. Onu Fetih ve Bahır sahibleri de Muhît´ten nakletmişlerdir. En iyisi şöyle cevap vermektir: Fercin dahilinden murad âdeten ulaşılabilen sonudur. Onun için Bahır sahibi: "Zâhirine göre âletini sokmak hiç mümkün değilse o kimse âleti kesilen gibidir. Çünkü dahille kayıdlomuştur." demiştir. Biz sünnet mikdarının girmesi şart olduğunu açıkça arzetmiştik.

"Te´cil ve çocuk doğması meseleleridir." Yani âleti kesik kimse te´cil edilmez. Derhal karısı ondan ayrılır. Karısı ayrıldıktan sonra doğurursa bu ayırma bâtıl olmaz. Nitekim gelecektir. Bahır´da iki mesele daha ziyade edilmiştir ki, onlar da erkek hasta olursa bülûğunun beklenmemesi ve iyileşmesinin beklenmemesi meseleleridir.

METİN

Erkek kadına bir defa yakınlık ettikten sonra delirir veya innîn olursa araları ayrılmaz. Çünkü bir defa cimayla kadının hakkı yerine gelmiştir. Âleti kesik kimsenin karısı bir çocuk doğurur do akid zamanında aletinin kesik olduğunu bilmez bulunursa ve kocası çocuk bendendir diye iddia edip nesebi sâbit olduktan sonra kadın aletinin kesikliğini öğrenirse ayrılık istemeye hakkı vardır. Tatarhâniyye. Hâkim aralarını ayırdıktan itibaren iki seneye kadar doğurursa çocuğun nesebi sâbit olur. Çünkü sürtmek suretiyle menîsini indirmiştir. Alet kesikliği bâkî olduğu için ayırma hükmü de hali üzere bâkîdir. Ama kocası innîn ise ayırma hükmü bâtıl olur. Çünkü çocuğun nesebi sâbit olmakla onun kalkınamamazlığı ortadan kalkmıştır. Nitekim aralarını ayırmadan cimayı kadının ikrar ettiğine beyyine bulunursa ayırma hükmü batıl olur. Ayırdıktan sonra diye beyyine bulunursa bâtıl olmaz. Çünkü töhmet vardır. Böylece Zeylaî´nin itirazı sâkıt olur.

İZAH

"Kadının hakkı yerine gelmiştir." Fazlası diyaneten kadının hakkıdır, kazaen hakkı değildir. Bunu Kâdîhân´ın Câmi´inden Bahır sahibi nakletmiştir. Erkek cimaya kudreti varken inadına diyâneti terk ederse günâha girer. T.

"Âletin kesik olduğunu bilmez bulunursa" Diye kayıdlaması kadına muhayyerlik sabit olmak içindir.

"İddia edip nesebi sabit olduktan sonra" İfadesi Tatarhâniyye´de "Kocası çocuğun nesebini iddia ve hâkim çocuğun nesebini isbat ederse" şeklindedir. Burada da atıfla ifade etse rekâket (eksiklik) kalmazdı. Tahtâvî diyor ki: "Dâvâ ile kayıdlaması kocası iddia eder de karısı açıkça iddiasını teslim ederse hakkı sâkıt olur, şeklindeki tevehhümü gidermek içindir. Yoksa nesebin kocasından sâbit olması dâvâya bağlı değildir. Nitekim Hindiyye´nin ibâresi de bunu ifade etmektedir."

Ben derim ki: Az ileride Tatarhâniyye´den nakledeceğimiz ibâre de bunu ifade etmektedir. Bahır sahibinin Hâkim´in Kâfîsi´nden naklen iddet bâbında bildirdiğine göre çocuk ve iddet hakkında enenmiş kimsenin hükmü sağlam gibidir. Menîsi gelirse âleti kesilenin hükmü de böyledir. Menîsi gelmezse çocuk ona aid olmaz ve o kimse çocukla iddet hakkında sabî mesabesindedir.

"Çocuğun nesebi sâbit olur." Yani onunla halvette kalmışsa demek istiyor. Tatarhâniyye´de ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

14 Mart 2010, 16:18:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #28 : 14 Mart 2010, 16:18:05 »

İDDET BÂBI



METİN


İddet lügatta saymak mânâsına gelir. Kelime uddet şeklinde okunursa bir şeye hazırlanmak mânâsını ifade eder. Şer´an sebebi bulunduğu vakit kadına veya erkeğe lâzım gelen bir bekleyiştir. Erkeğin beklediği yerler yirmi olup Hızâne´de bildirilmiştir. Bunların hepsi: "Bir mâniden dolayı kadını nikâh etmek mümkün değilse o mâniyi gidermek lâzım gelir." kaidesine râcidir. Mâni karısının kız kardeşini nikâh etmek ve karısından başka dört kadınla evlenmek gibi şeylerdir.

İZAH

İddet vücudda bütün nev´ileriyle ayrılmaya terettüb ettiği için musannıf onu hepsinden sonraya bırakmıştır. Bahır.

«Şer´an bir bekleyiştir ilh...» Yani evlenme müddetinin bitmesini bek-lemektir. Bunun hakikatı evlenmeyi ve şer´an lâzım olan zîneti şer´an tâyin edilen bir müddette terk etmektir. Ulema: "İddetin rüknü ayrılık anında sâbit olan birtakım haram hükümleridir." demişlerdir. Bu izaha göre tarifte: "Beklemenin lüzumudur." demek icab eder ki, rüknünün birtakım haram hükümler olması sahih çıksın. Çünkü bu haram hükümler birtakım lüzumlardır. Yoksa bekleyiş onları yapmaktır. Haram olan şeyler AIIah Teâlâ´nın hükümleridir. Binaenaleyh bekleyişin kendi olamaz. Tamamı Fetih´dedir.

Ben derim ki: Şârihin "kadına lâzım gelen´ sözünün yanında lüzum kelimesini takdir etmek zayıf düşer. Bekleyişten evlenmek ve dışarı çıkmaktan çekinmek gibi bir mânâ kasdetmeye ne mâni vardır! Haram olan şeylerden murad da bu çekinmeler olur. Şu delil ile kî iddet kadınla meydana gelen şer´î bir sıfattır. Binaenaleyh onun rüknü mutlaka kadınla meydana gelmek lâzımdır. Bu izaha göre Sa´diyye hâşiyelerindeki şu İfadeye hâcet yoktur: "İddetin rüknü haram fiiller olunca onu bekleyiş diye tarif etmek lazım ile tarif olunur." Bedâyı sahibi iddeti şöyle tarif etmiştir: "Nikâhın eserlerinden kalanın bitmesi için konulmuş bîr müddettir." Bedâyı sahibi diyor ki: "Şâfiî´ye göre iddet bekleme fiilinin ismidir ki, imtina ve çekinmeden İbarettir."

Ben de derim ki; Sıhâh ve diğer lügat kitablarından naklen yukarıda geçene muvafık olan da budur. Fetih sahibinin tahkıkı da budur. O: "İddet bekleyen kadın şübhe ile cima edilirse" dediği yerde şunları söylemiştir: "Hakikatı ALLAH Teâlâ´nın kitabı ifade eder ki. o: "Kadınların iddeti üç aydır." buyurmuştur. Bu hususi müddetin kendisi olup haram fiiller bu müddete teallûk etmiş; bununla kayıdlanmışlardır. Yoksa bu müddetin içinde sâbit olan haram fiiller değildir. İmtina´ın bulunması ve bekleyiş de değildir." Kendisine haram fiillerin rükün olması müşkül gelmez. Çünkü onu men edebilir. Bundan dolayıdır ki bazıları bu fiilleri iddetin hükmü saymışlardır. Her iki tarife göre en zâhir olan da budur.

Nehir sahlbi diyor ki: "Bedâyı´ın tarifi küçük kızın iddetine şamildir. Musannıfın tarifi bunun hilâfınadır. Ulemanın ekserisi kadına vâcibtir sözünü kullanmamışlardır. Onlar kadın îddet bekler deyip geçmişlerdir. Vûcub ancak velîye râcidir. Iddeti bitinceye kadar kadını kocaya vermez. Şemsü´l-Eimme´nin söylediğine göre iddet mücerred müddetin geçmesidir. Onun kadın hakkında sabit olması şeriatın hitabını kadına tevcihine müeddi olmaz. Müsemmasının müddet olması velîye kadını evlendirmemek için hitab bulunmamasını gerektirmez; dersen ben de derîm ki: Böyle olunca iddet İçinde sâbit olan evlenmenin sahih olmamasıdır. Bir kimseye hitab değildir. Bilâkis şârih evlenme işinî yaparsa bunun sahih olmadığını vazetmiştir." Bu İfade Fetih´den kısaltılmıştır. Hâsılı küçük çocuk hitablı vaz´îye ehildir. Bu da ondandır. Nitekîm çocuk telef ettiği şeyleri ödemekle de mükelleftir. Bu Bahır´da beyan edilmiştir.

«Veya erkeğe ilh...» Fetih sahibi diyor ki: "Karısının kız kardeşiyle evlenmenîn haram olması iddetten değil kadının iddeti hükmündendir. Şübhesiz ki onun da iddette olmasının mânâsı budur. Çünkü îddetîn mânâsı evlenmekle vâcib olan bekleyiştir. O da müddetin geçmesidir. İddette bu böyledir. Şu kadar var ki, ıstılahta îddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine mahsustur."

«Erkeğin beklediği yerler yirmi olup» şunlardır: "Karısının kız kardeşini, halasını, teyzesini, kardeşi kızını, kız kardeşi kızını nikâh etmek istediğinde, beşinci kadını almak istediğinde, hürrenin üzerine cariye ile evlenmek istediğinde, nikâh-ı fâsidde cima edilen kadının kız kardeşini yahut akid şübhesiyle cima edilenin kız kardeşini nikâh etmek istediğinde ki, dördüncü kadının nikâhı da böyledir. Yani adamın üç karısı var da dördüncüyü nikâh-ı fâsidle veya akid şübhesiyle cima etmişse cima´da bulunduğu kadının iddeti geçmedikçe dördüncü bir kadınla evlenemez. Ecnebî birinden iddet bekleyen bir kadını nikâh için de bekler. Yani kendi boşadığı kadının ve üç talâkla boşanan kadının hulle yapmadan nikâhı bunun hilâfınadır. Satın alınan cariye ile istibrâ yapmadan cima´da bulunmak, zinâdan hamile kalan bir kadınla doğurmadan evlenmek, dar-ı harbde Müslüman olup da İslâm memleketine hicret eden harbîyye hamile ise doğurmadan onunla evlenmek isteyen adam iddet bekler. Esir alınan ka-dın hayız görünceye veya küçüklük büyüklük sebebiyle hayız görmezse bir ay geçinceye kadar cima edilmez, mükâtebenin ya âzâd olunca veya âciz kalıncaya kadar sahibi tarafından nikâh ve cima´ı putperest, murted ve mecûsî kadının nikâhı Müslüman oluncaya kadar caiz değildir." Bu satırlar izah edilerek Bahır´dan alınmıştır.

«Beşinci kadını» sözünden murad ihtimal dört kadınla evli olup da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi dört kadından birini boşamadıkça beşinciyi almaktan men edilir ve ihtimal dört karısından birini boşayıp da beşinciyi almak isteyendir. Böylesi boşadığı kadının iddetibitmedikçe beşinci kadını almaktan men edilir. Bu meseleden önce geçen beş meselede de söylenecek söz budur. Hürrenin üzerine cariye ile evlenmek isteyenin hükmü de budur.

«Bir mâniden dolayı» meselâ gerek akid gerek iddet suretiyle olsun başkasının hakkı geçmek, cariyeyi hürrenin üzerine almak dört kadından fazla ile evlenmek, haram kadınları bir nikâhda toplamak birer mânidir.

METİN


Istılahta iddet; nikâh veya şübhesi ortadan kalktığı vakit kadına veya küçük kızın velisine lazım gelen bir bekleyiştir. Zinâda iddet yoktur. Nikâh şübhesi fâsid nikâh ve kocasından başkasının yanına kapanan kadın gibidir. "Veya şübhesi" sözüne "veya benzeri" kelimesini ilave etmeli ki, Ümmüveledin iddetine de şamil olsun. Sebeb-i vücubu teslim ve onun yerini tutan ölüm veya halvet-i Sahiha ile kuvvet bulan nikâh akdidir. Binaenaleyh ferci yapışık kadınla halvette bulunmakla iddet lâzım gelmez.

İZAH

«Istılahta» Yani fukahanın ıstılahında demektir ki, bu yukarıda geçen şer´î mânâdan daha hususidir. Biliyorsun ki iddet ismi erkeğin değil kadının bekleyişine tahsis edilmiştir.

«Küçük kızın velîsine» iddet şu mânâya vâcibdir ki, ona bekletecektir. Yani onu iddet bekleyen kadınların sıfatı ile vasıflandıracaktır. Çünkü iddet kadının sıfatıdır, velîsinin sıfatı değildir. Kadın boşanır veya kocası ölürse velîsinin iddet beklemesi vâcib olur demek doğru değildir. Yukarıda geçti ki ulema: Kadın iddet bekler, vücub ancak velîsine aiddir. Onu iddeti bitinceye kadar kocaya vermeyecektir demişlerdir. Düşün! Deli kadın küçük kız gibidir.

«Nikâh ortadan kalktığı vakit» ifadesine şöyle itiraz olunmuştur: Talâk-ı ric´îde nikâh ancak iddetin bitmesiyle ortadan kalkar. Binaenaleyh evlâ olan tarif Bedâyı´ın yukarıda naklettiğimiz tarifidir. Küçük kızla yapılan itiraz ondan def edilir. Çünkü onda lüzum zikredilmemiştir. İbn-i Kemâl´in tarifi ondan daha da güzeldir. O şöyle demiştir: "İddet bir müddetin ismidir ki, bu müddet nikâhın eserlerinden kalanı yok etmek için konulmuştur. Yahut firâşın eserlerinden demeli, tâ ki Ümmüveledin iddetine şâmil olsun. T.

«Zinâda iddet yoktur.» Kendisiyle zinâ edilen kadını hamile bile olsa almak câizdir. Lâkin doğuruncaya kadar cima´dan men edilir. Aksi takdirde istibrâ yapmak mendûb olur. T. Babın sonunda gelecektir ki, bir kimse başkasının karısıyla evlenir de bildiği halde onunla cima´da bulunursa kocasına o kadının cima´ı haram olmaz. Çünkü yaptığı zihâdır.

«Veya şübhesi» ifadesi nikâh üzerine değil zevali üzerine mâtuftur. Çünkü nikâh üzerine mâtuf olsa iddetin ancak şübhe ortadan kalktığı vakit vâcib olması gerekir. Halbuki öyle değildir. Bahır´da böyle denilmiştir. Muradı Fetih sahibinin sözünü reddetmektir. Zira o bu kelimenin nikâh üzerine atfedildiğini söylemiştir.

Ben derim ki: Erkeğin sıfatı olan şübhe sâbık cima olup kendisinden ayrılmaz. Zira ayrılsa onunla had vâcib olur. Evet, onu meydana getirenin ortadan kalkması kasdedilirse yahut şübhesini sözünü nikâh üzerine atıf sahih olur. Sebebi aşağıda gelecektir ki, fâsid nikâhta iddetin başı hâkim tarafından araları ayrıldıktan veya birbirlerini terk ettikten sonradır. Fâsid nikâh olan iddet menşei bununla ortadan kalkar. Şüpheyle cima´da ise cima sona ermesiyle ve hal anlaşılmakla başlar.

«Ümmüveledin iddetine de şâmil olsun.» Çünkü onun da hürre gibi firâşı vardır. Velev ki hürrenin firâşından daha zayıf olsun. Âzâd olmakla bu ortadan kalkmıştır. Bahır.

«Nikâh akdidir.» Yani velevki fâsid olsun. Bahır.

«Teslim» den murad cimadır.

«Ve onun yerini tutan» cümlesi teslim üzerine atfedilmiştir. Evlâ olan veya kelimesiyle atfetmektir. Çünkü kuvvet bulmak ikiden biriyle olur. Bu sahih nikâha mahsustur. Nikâh-ı fâsidde ise iddet ancak cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında geçmişti. ileride de gelecektir.

Ben derim ki: Teslim yerini tutan şeylerden biri kadının erkek menîsini fercine sokmak istemesidir. Nitekim Bahır sahibi bunu incelemiştir. Bâbın sonundaki fer´î meselelerde de gelecektir.

«Halvet-ı sahiha ile» ifadesi söz götürür. Çünkü mehir bâbında geçtiğine göre mezheb halvet-i sahiha ve...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 14 Mart 2010, 16:22:24 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

14 Mart 2010, 16:31:59
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #29 : 14 Mart 2010, 16:31:59 »

İZÂH

"Sonra tekrar kan görürse" Yani aylarla beklerken yahut aylar geçtikten sonra tekrar kan görürse demektir. Buna delil: "Yahut başka bir kocadan gebe kalırsa" demesidir. Çünkü başka kocadan gebe kalması ancak aylar geçtikten sonra olur. Mukabili de buna delâlet eder. Bundan murad: "Lâkin Behensî ilh..." sözüdür. H.

"Sonra eski âdeti vecihle" Sözünün muktezası âdetin kendisini itiba-ra almaktır. Kavillerden biri bu ise de mu´temed değildir. Böyle diyeceğine âdete göre dese daha iyi olurdu. Nitekim Hidâye sahibi öyle yapmıştır. Bahır sahibi diyor ki: "Ulema âdete göre kanı görürse sözünün mânâsın-da ihtilâf etmişlerdir. Bazılarına göre bunun manâsı akıcı ve çok ise de-mektir. Bukadının az bir ıslaklık görmesinden ihtiraz içindir. Bir takımla-rına göre bu sözün mânâsı hem yukarda söylenen, hem de kanın kırmızı veya kara olmasıdır. Sarı, yeşil veya toprak rengi olması değildir. Bu sözün mânâsı cari âdete göre olmaktır diyenler de vardır. Hatta hayızdan kesilmezden önce kadının âdeti sarı renkli görmek olur da yine böyle gö-rürse bozulur. Fetih´de böyle denilmiştir." Mi´raçta fetvanın birinci kavle göre olduğu açıklanmıştır. Sonuncusu şârihin söylediğidir.

"Çünkü halef olmanın şartı" Yani ayların hayıza halef olması asıldan ümidin kesilmesiyledir. Asılla amel imkânı kalmazsa halefe ancak o za-man gidilir. Geçkin ihtiyar hakkında fidye vermek bu kabîldendir. Bedele gelince: O mestler üzerine mesh gibidir ki, bu söylediğimiz onda şart de-ğildir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.

"Sahihlenen altı kavil"den birincisi: Mutlak surette bozulmasıdır. Hidâye sahibi bunu ihtiyar etmiştir.

İkincisi: Mutlak surette bozulmamasıdır. İsbîcâbî bunu ihtiyar etmiştir.

Üçüncüsü: Aylarla iddet tamam olmadan kanı görürse bozulması, ta-mam olduktan sonra görürse bozulmamasıdır, Sadru´ş-Şehid bununla fet-va vermiştir. Müctebâ´da sahih ve fetva için muhtar olan budur denilmiştir.

Dördüncüsü: Hayızdan kesilmek için mukadder zaman yoktur rivâye-tine göre bozulmasıdır. Zâhir rivâyet budur. Mesele ancak kadının zannı-na göre sâbit olmuştur. Hayız görünce hata ettiği anlaşılmıştır. Hayızdan kesilmenin mukadder zamanı vardır rivâyetine göre bozulmaz. İzâh sahibi bunu ihtiyar etmiş, Hâniyye sahibi yalnız bunu söylemekle yetinmiş, Ku-dûrî ile Cessâs kesinlikle buna kâil olmuşlardır. Bedâyı sahibi de bunlarla beraberdir.

Beşincisi: Kadının hayızdan kesildiğine hüküm verilmemişse bozulur, verilmişse bozulmaz diyenlerin kavlidir. Meselâ karı-kocadan biri nikâhın fâsid olduğunu İddia eder de bunun sahih olduğuna hüküm verilirse bo-zulmaz. Muhammed b. Mukatil´in kavli budur. İhtiyar sahibi bunu sahih bulmuştur.

Altıncısı: Gelecek hakkında bozulur ve kadın ondan sonra boşanırsa ancak hayızlarla iddet bekler. Geçmiş hakkında bozulmaz. Binaenaleyh aylarla iddet bekledikten sonra yapılan nikâhlar fâsid değildir. Nevâzil sahibi bunu sahihlemiştir.

"Bu kavle göre nikâh câîzdir." Çünkü ancak dört ay tamam olduktan sonra yapılmaktadır. Binaenaleyh şartı mevcud olduğu içîn muteber sayılır. Şartı hayızdan kesilmektir. Sebebi de mevcuddur. Sebebi ekseriyetle hayzın sona erdiği müddette kanın kesilmesîdir. Bundan murad elli beş yaştır. Kadın gelecekte ancak hayızlarla iddet bekler. Çünkü mutad kan tahakkuk etmiştir. O da kanın ferçten çıkması ve bir bozukluktan neş´et etmeyip mutadvecihle gelmesidir. Her ne zaman hayızdan kesilme tehakkuk ederse hükmü de tehakkuk eder. Hayız tehakkuk ederse onun hükmü de tehakkuk eder. Kanın kesilmesinîn bu halînde ölünceye kadar devamını şart koşmak içîn ise bir delil yoktur. Bazen bir şeyden ümid kesildiği tehakkuk eder de sonra o şey bulunur. Tamamı Fetih´dedir. Gördüğün gibî bu dahi bu kavil tercihtir.

METİN

Küçük bir kız aylarla iddet tamam olduktan sonra hayız görürse yeniden iddet beklemez. Meğerkî aylarla beklerken hayız görmüş olsun. O zaman yeniden hayızla iddet beklemeye başlar. Nasıl ki bîr veya İkî hayız gören sonra hayızdan kesilirse îddeti yenîden aylarla bekler. Bu asılla bedeli bir yere getirmekten korunmak İçindir. Hayızdan kesilmenin senesi rumîyye içîn olsun başka kadın için olsun Cumhura göre elli beş senedîr. Fetva buna göredir. Bazıları fetvanın elli sene üzerine olduğunu söylemişlerdir. Nehîr. Bahır´da Câmi´den naklen: "Küçük bîr kız otuz yaşına varır da hayız görmezse kesildiğine hüküm verilir." denilmiştir.

İZAH

"Yeniden iddet beklemez." Çünkü hayızla daha önceden kendisinin hayız görenlerden olduğu anlaşılmamıştır. Hayızdan kesilen bunun hilâfınadır. T.

"Aylarla beklerken" Yani tamam olmadan velev bîr saat önce olsun hayız görürse iddete yeniden hayızla başlar.

"Sonra hayızdan kesilirse" Yani iki hayız gördükten sonra kesilme Çağına varır da kanı kesilirse demektîr. Fetih.

"Rumîyye için olsun başka kadın için olsun elli beş senedir." Bazıları rumîyye için elli beş, başka kadın için altmış sene olduğunu söylemişlerdir. Mutlak surette altmış sene olduğunu söyleyenler olduğu gibi yetmiş senedir diyenler de vardır. Zâhir rivâyete göre bu hususta takdir yoktur. Kadın emsalinin hayız görmediği yaşa varmakla hayızdan kesilmiş olur. Bu çalışmakla, bedenin terkibi hususunda birbirine benzemekle, semizlik ve zayıflıkla bilinir. Bunu Bahır´dan Halebî nakletmiştir. Kuhistânî´de otuz sene olduğunu söyleyenler de vardır denilmiştir.

"Bazıları fetvanın elli sene üzerine olduğunu söylemişlerdir." Kuhistânî: "Bugün bununla fetva verilir. Nitekim Mefatih´de belirtilmiştir." demektedir.

"Bahır´da Câmi´den naklen ilh..." İfadesi otuz seneyle takdir edilen kavle göre söylenmiş olabilir. Lâkin hayız görmemişse demesi gösterîyor ki, evvelden hiç hayız görmemiştir. Böylesi yaşla bulûğa eren genç kadındır. Hükmü evvelce geçmişti. Bunu Tatarhâniyye´nin Yenâbi´den naklettiği şu ifade de te´yid etmektedir: "Bir kadın meselâ otuz yaşına varır dahâlâ hayzını görmezse, yalnız bir gün kan görüp başka görmeden kocası boşadığı takdirde bu kadın hayızdan kesilmiş değildir. Ebu Cafer aylarla iddet bekleyeceğini söylemiş: "Çünkü bu kadın hayız görmeyenlerdendir. Biz bu kaville amel ederiz." demiştîr.

T E N B İH:
Küçük bir kız büyüdükten sonra: Ben bulûğa erdim demekle sözü kabul edildiği gibi, ben hayızdan kesilme çağına ulaştım demekle acaba sözü kabul edilir mi, yoksa mutlaka beyyine mi lâzım gelîr? Ulemamızdan bunu açıklayan kimse görmedim. Bir müddetle takdir edilir rivâyetine göre kabul edilmesi gerekir. Takdir edilmez rivayetine göre işe muteber olan re´yin içtihadıdır. Nitekim yukarıda geçti.

TETİMME: Manzume-I Nesefiyye şerhi Hâkâyık´ta imam Mâlik bâbında şöyle denilmiştir: "Bize göre kadın hayızdan kesilme çağına varmadıkça aylarla iddet beklemez. Bunun haddi elli beş senedir. Muhtar olan budur. Lâkin bu müddette hayızdan kesildiğine hükmetmek için uzun bir müddet kanın kesilmesi şarttır. Esah kavle göre bu altı aydır. Sonra acaba altı ay kesilmenin kesîlme müddetinden sonra olması mı şarttır? Esah kavle göre bu şart değildir. Hatta hayızdan kesilme müddetinden önce kan gelmez olsa, sonra kesilme müddeti tamam olarak kocası boşasa hayızdan kesîldiğine hüküm olunur ve kadın üç ay iddet bekler. Şifa´nın hayız bahsinde yazılan budur. Bu bellenecek bîr İnceliktir." Bu ibareyi şihab Ahmed b. Yunus eş-Şilbî Kenz üzerine yazdığı şerhde Allâme Bâkir´in yazısından nakletmiş, fakat kîmseye nisbet etmemiştîr. Tahtâvî onu Sey-yid Hamevî´den nakletmiştir.

METİN

müveledin hayızdan kesilen ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm müveledin hayızdan kesilen ve hamile olanından maadasının iddetleri ölüm yani cima edenin ölümü; ve ayrılmak, birbirini terk etmek gibi ölümden başkaları için hayızdır. Çünkü böylelerin iddeti rahmin temizliğini bilmek içindir. Bu hayızla olur ve ihtiyatan bir hayızla iktifa edilmez. Bâtıl nikâhda ve kezâ icaze vermeden önce mevkuf nikâhta iddet yoktur. İhtiyar. Lâkin doğrusu iddet ve neseb sabittir. Bahır. Başkasının karısı ile onun halini bilmeden evlenmek şübheyle cimadan sayılır. Nitekim gelecektir. Şübheyle cima edilen kadın ilk kocasıyla oturabilir. İddet içinde onun izniyle dışarı çıkar. Çünkü aralarında nikâh mevcuddur, Yalnız cima haram olmuştur. Hatta kadının nafakası ve giyeceği o adama lâzımdır. Bahır. Yani kadın bilmez ve razı olmazsa demek istiyor. Nitekim gelecektir. Müdebbere ile âzâd edilen cariyeye iddet yoktur. Hayızdan kesilenle hamilenin iddetleri ise birincinin aylarla, ikincinîn doğurmakla biter.

İZAH

"Fâsid nikâhla alınan ilh..." Cümlesine hâcet yoktur. Çünkü musannıfın evvelce geçen: "Kezâ efendisi ölen veya âzâd eden ümmüveledin, şübheyle yahut nikâh-ı fâsidle cimaedilen kadının ölüm ve ayrılma hallerinde iddetleri üç hayızdır." ifadesi buna hâcet bırakmamıştır. Şu da var kî, buradaki sözü nikâh-ı fâsidde velev ki cimadan önce olsun iddet vâcib olacağı vehmini vermektedir. Halbuki öyle değildir. Fâsîd nikâhta iddet ancak halvette hatta önden cimayla vâcib olur. Nitekim mehir bâbında geçmişti.

Fâsid nikâh şahidsiz kıyılan nikâhdır. Evli olduğunu bilmeyerek başkasının karısını nikâh etmek, helâl olmadığını bildiği halde haram kadınla evlenmek İmam-ı Azam´a göre fâsid, İmameyn´e göre fâsid değildir. Fetih.

"Şübheyle cima edilen kadın" Kocasından başkasının yanına zifaf olunan ve geceleyin erkeğin döşeğinde bulup şübhe iddia ettiği kadın gibidirler. Fetih´de böyle denilmiştir. Nehir sahibinin inceleme neticesi ifade ettiğine göre fetvası sorulan şu kadın da bu nev´idendir: Bir kimse bir cariye satın alır da onunla cimada bulunur; sonra kadın aslının hürre olduğunu isbat ederse ne olur? Bu zâhirdir. Bir kimsenin boşayıp iddet beklemekte olan karıs...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 3 4 5 [6] 7 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes