> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: [1] 2 3 4 ... 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13293 defa)
04 Mart 2010, 05:12:40
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« : 04 Mart 2010, 05:12:40 »



Reddü´l Muhtar / Talak

TALÂK BAHSİ

ZORLAMAKLA SAHİH OLAN MESELELER.

SARHOŞUN TARİF VE HÜKMÜ.

TALÂKIN SAYISI KADINLARA BAKARAK İTİBAR EDİLİR.

SARİH BÂBI

İNKILÂB, İKTİSAR, İSTİNAD VE TEBYİN.

CİMA EDİLMEYEN KADINI BOŞAMA BABI

KİNÂYELER BÂBI

SARİH SARİHA VE BÂİNE MÜLHAK OLUR.

TALÂKI TEFVİZ BÂBI

EMRİN ELİNDEDiR BÂBI

MEŞİET (DİLEK) HAKKINDA BİR FASIL

TÂLİK BÂBI

TÂLİKTAN MURAD CEZA VERMEKTİR, ŞART DEĞİLDİR.

TAS MESELESİ

İSTİSNA VE DİLEMEK MESELELERİ

VAZ´ İSTİSNANIN HÜKÜMLERİ

HASTANIN TALÂKI BÂBI

HASTANIN TALÂKI BÂBI

RİC´AT BÂBI

İLÂ BÂBI

HUL BÂBI

HASTA KADININ HUL´U.

ZIHÂR BÂBI

KEFFÂRET BÂBI

LİÂN BÂBI

İNNİN VE BAŞKALARI

İDDET BÂBI

HİDAD (YAS TUTMA) HAKKINDA BIR FASIL

NESEBİN SÜBUTU HAKKINDA BİR FASIL

HADÂNE BÂBI

NAFAKA BÂBI


TALÂK BAHSİ



METİN


Talâk, lügatta bağı çözmek demektir. Lâkin ulema onu kadın hakkında boşama saymışlardır. Kadından başka şeyler hakkında o, salıvermek demektir. Bundan dolayıdır ki, "sen mutlakasın" sözü, kinâyedir. Şer´an talâk; lâfz-ı mahsus ile bâinde halen, ric´îde meâlen nikâh kaydını kaldırmaktır.

İZAH

Musannıf nikâhı ve nikâha bitişik ve ondan sonra gelen hükümlerini bitirdikten sonra, nikâhı ortadan kaldıran şeyleri izaha başlamış, bu hususta süt meselesini önce almıştır. Çünkü süt meselesi ebedî haram olmayı icabeder. Talâk bunun hilâfınadır. Yani şiddetliyi hafiften önce zikretmiştir. Bahır.

«Lâkin ulema onu ilh...» Bahır´ın buradaki ibaresi şöyledir: «Ulema bu kelimenin nikâhta tatlîk, başka yerlerde itlâk şeklinde kullanıldığını söylemişlerdir. Hattâ birincisi sarih, ikincisi kinaye olmuştur. Binaenaleyh, "seni tatlîk ettim, sen mutallakasın" sözlerinde niyete muhtaç değildir. Fakat, "seni ıtlâk ettim, sen mutlakasın" sözlerinde niyete bağlıdır.»

Bedâyi´de şöyle denilmiştir: «Bu kullanma örfe göredir. Velevki mânâ lügaten her iki lâfızda değişmesin. Böyle şeyler caizdir. Nitekim ´Hasân´ kelimesi kadın hakkında; ´Hisân´ kelimesi ise at mânâsında kullanılır.» Zâhire bakılırsa, Bedâyi sahibi örften, lügat örfünü kasdetmiştir. Çünkü kendisi başka bir yerde, "Talâk lügatta ve şeriatta nikâh kaydını kaldırmaktan ibarettir." diye açıklamıştır. Keza talâkın lügatta sarih ve kinaye kısımlarına da delâlet ettiğini açıklamıştır.

«Şer´an talâk ilh...» tarifine Bahır sahibi birkaç şekilde itiraz etmiştir.

Birincisi: Ulema; talâkın rüknü, kaydın kaldırıldığını bildiren lâfz-ı mahsustur, demişlerdir. Binaenaleyh tarifi bununla yapmak gerekir. Zira bir şeyin hakikatı rüknüdür. Bu izaha göre talâk; nikâh bağını kaldırmaya delâlet eden sözdür.

İkincisi: Kayıt, kadının çıkmaktan ve görünmekten men edilmiş olmasıdır. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiştir. Binaenaleyh bu tarif lügavî mânâya münasiptir. Şer´î mânâya münasip değildir.

Üçüncüsü: Talâkı, "Nikâh akdini velev meâlen olsun lâfz-ı mahsusla kaldırmaktır." diye tarif etmek gerekirdi.

Ben derim ki: Birincinin cevabı şudur: Talâk kelimesi mastar mânâsına gelen bir isimdir. Mastar tatlîktir, Nasılki selâm teslim mânâsına; serâh da tesrîh mânâsına gelir. Yahut talâk kelimesi talukat veya talekat fiilinin mastarıdır. Fetih´te böyle denilmiştir. Yukarıda geçti ki, lügaten talâk, mutlak surette bağı kaldırmaktır. Yani ister devenin ve esirin bağı gibi hissî olsun, ister buradaki gibi mânevî olsun fark etmez. Şer´î mânâ lügat mânâsında dahikullanılır. Böylece sabit olur ki, şer´î talâkın hakikatı, mastarın delâlet ettiği fiildir. Lâfzınkendisi değildir. Lâkin bu mânevi bir şey olup, ancak kullanıldığı lâfızla tahakkuk ettiği için, onun rüknü lâfızdır denilmiştir. Demek ki lâfız onun hakikatı değil; ona delâlet eden şeydir. Onun için musannıf Fetih sahibine uyarak, "Talâk, lâfz-ı mahsus ile nikâh bağını kaldırmaktır." demiştir.

İkinci ile üçüncünün cevabı da şudur: Kayıttan murad, akittir. Onun için Cevhere´de, "Şeriatta talâk, nikâh düğümünü çözmek için konulan mânâdan ibarettir." denilmiştir. Demek oluyor ki, Cevhere sahibi onu evvelâ söylediğimiz gibi mastar mânâsıyla tefsir etmiştir. Bağın kaldırılmasını düğümün çözülmesi tabiriyle; yani istiare yoluyla nikâh bağının çözülmesiyle ifade etmiştir. Akdin kaldırılmasından murad, hükümlerini kaldırmaktır. Çünkü akitler kelimelerden ibarettir. Bunlar konuşulduktan sonra meydanda kalmazlar. Nitekim bunu Telvîh sahibi illetler bahsinde tahkîk etmiştir. Bundan dolayıdır ki Bedâyi sahibi, «Nikâhın hükmünü kaldıran şeyin beyanına gelince: O talâktır." demiştir. Bundan önce şunları söylemiştir: «Sahih nikâhın hükümleri vardır. Bunların bazıları aslî, bazıları da tâbi´lerdendir. Birincisi, cimanın helâl olmasıdır. Ancak bir ârıza bulunursa helâl olmaz. İkincisi, bakmanın helâl olması, milk-i müt´a, milk-i hapis vesairedir.» Bahır sahibi, "Akdin eserlerinden biri de, cima edilen kadın hakkında iddettir. Onun için ulema talâkı akdin kaldırılmasıdır diye tefsir etmemişlerdir." diye itirazda bulunmuşsa da kendisine, "İddet nikâhın hükümlerinden değildir. Çünkü nikâh iddet için tahsis edilmiş değildir. iddetin nikâh eserlerinden olması, nikâhın hükümleri kalktıktan sonra bulunmasına aykırı değildir. Nasılki bizzat talâk nikâh akdinin eserlerindendir. Ama nikâhın hükümlerinden olması doğru değildir." diye itiraz edilmiştir.

Bunun izahı şudur: Akitler hükümlerinin illetleridir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. Yine ulemanın söylediklerine göre, hariçten hükme taallûk eden bir şey eğer hükümde müessir ise, bu illettir. Tesirsiz olarak hükme ulaştırırsa sebeptir. Müessir değil, ulaştırmış da değilse bakılır: Hükmün vücudu o şeye bağlı ise, bu şarttır. Bağlı değilse, o şeye delâlet ettiği takdirde alâmettir. Tamamı usûl kitaplarındadır. Şüphesizki nikâh akdi cimanın helâl olması için illettir. Helâllığı kaldırmanın illeti değildir. Helâllığı kaldırmanın illeti talâktır. Çünkü talâk onun için konulmuştur. Evet, nikâh bunun şartıdır. Nitekim talâk da iddetin vâcip olması için şarttır. Ulemanın iddet bâbında açıkladıklarına göre, iddetin şartı, nikâhı veya nikâh şüphesini kaldırmaktır. Şu halde nikâh talâkın iddet için şart olabilmesinin şartıdır. Bu suretle iddetin bu itibarla nikâhın eserlerinden olması sahihtir. Anla!

"Meâlen" yani ileride iddet bittikten sonra yahut birinci talâka iki talâk daha katıldıktan sonra nikâh kaydını kaldırmaktır. Bu izaha göre kadın iddet içinde veya kocası kendisine döndükten sonra ölürse, birinci talâkın vukubulmadığı anlaşılmak gerekir. Hattâ kocasıkarısını hiç boşamadığına yemin etse, yemini bozulmuş olmaz. Bahır. Burada şöyle denilebilir: Kadına dönmek talâkın vukuunu gerektirir. Zeylâî ve başkalarının açıkladıklarına göre talâk vukubulmadan kadına dönmek imkânsızdır. Makdisî. Binaenaleyh talâkın her iki nev´ine şâmil olacak doğru tarifi, Kuhistânî´nin yaptığıdır. Kuhistânî, «Talâk, nikâhı yahut onun noksanlaşan helallığını lâfz-ı mahsus ile gidermektir.» demiştir. Onun içindir ki Bedâyi sahibi, «Ric´î talâka gelince: Ona verilen aslî hüküm, sayının eksilmesidir. Milkin elden gitmesi, cimanın helâl olması ise onun aslî hükmü değildir. Hattâ derhal sabit olmaz. Bilâkis iddet bittikten sonra sabit olur. Bu bize göredir. Şâfiî´ye göre ise cimanın helallığının kalmaması onun aslî hükümlerindendir. Hattâ müracaat etmezden önce o kadına cima etmesi helâl değildir.» demiştir.

METİN

Lâfz-ı mahsus talâka şâmil olan sözdür. Bununla âzâd ve bülûğ muhayyerliği gibi fesihler ve dinden dönmek tariften hariç kalır. Zira bunlar talâk değil fesihtir. Bununla anlaşılır ki, Kenz ile Mültekâ´nın ibareleri hem tard hem akis yoluyla bozuktur. Bahır. Umumiyetle ulemayo göre kadın boşamak mübahtır .Çünkü âyetler mutlaktır. Ekmel. Bazılan - yâni Kemâl - esah olan haram olmasıdır. Ancak şüphe ve yaşlılık gibi bir hâcetten dolayı mübah olur demiştir. Ama mezhep birinci kavildir. Nitekim Bahır´da bildirilmiştir. Ulemanın, «Talâkta asıl haram olmasıdır.» sözlerinin mânâsı şudur: Şâri hazertleri bu esası bırakarak onu mübah kılmıştır.

İZAH

«Talâka şâmil olan sözdür.» Yani t, I, k maddesine şâmil olan sözdür ki, sen tâliksin dediğinde açık; sen mutlakasın sözünde kinaye yoluyladır.

«Fesihler hariç kalır ilh...» Fetih sahibi şöyle demiştir: «Böylece, kadın müslümanlığı kabulden çekindiği, karı-kocadan birinin dinden döndüğü, iki memleketin birbirine hakikaten veya hükmen zıt düştüğü, bülûğ ve âzâd muhayyerliği, küf´ olmamak ve mehir noksanlığı gibi bir sebeple hâkimin karıkocayı birbirinden ayırması tariften hariç kalmıştır. Çünkü bunlar talâk değildir.» Velî bâbında manzum olarak nelerin talâk, nelerin fesih sayılacağı ve hâkimin hükmünün şart olup olmadığı yerler geçmişti. Oraya müracaat edebilirsin!

«Bununla...» Yani meâlen ve lâfz-ı mahsus kayıtlarını ziyade etmekle demektir.

«Kenz ile Mültekâ´nın ibareleri» ki, «Şer´an nikâhla sabit olan kaydı kaldırmaktır.» şeklindedir.

«Hem tard hem akis yoluyla bozuktur.» Yani yaptıkları tarif ağyarını mâni değildir. Çünkü fesihler dahildir. Efradını cami de değildir. Çünkü talâk-ı ric´î hariç kalır.

«Şüphe» den murad, kadının fahişelik yaptığını zannetmektir.

«Mezhep birinci kavildir.» Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, «O kadınları iddetleri için boşayın.» «Kadınları boşarsanız size bir günah yoktur» gibi âyetleri mutlaktır. Bir de Peygamber (s.a.v.) Hz. Hafsa´yı ortada bir şüphe ve yaşlılık bulunmadığı ha...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 27 Nisan 2024, 16:02:25 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
04 Mart 2010, 05:14:13
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #1 : 04 Mart 2010, 05:14:13 »

ZORLAMAKLA SAHİH OLAN MESELELER



METİN


Bir adam hayız görenlerden olup cimada bulunduğu karısına, «sen sünnet için üç defa boşsun yahut iki defa boşsun» dese, her temizlik müddetinde bir talâk vaki olur. Birinci talâk, içinde cima bulunmayan temizlik müddetinde olur. Eğer kadın cima edilmemişse yahut hayız görmeyenlerdense, bir talâk derhal vâki olur. Sonra kadını her nikâh ettikçe yahut her ay geçtikçe bir talak vâki olur. Bu adam üç talâkın o anda yahut her ay birer talâk vâki olmasını niyet ederse, niyeti sahih olur. Çünkü sözünün buna ihtimali vardır. Âkıl bâliğ olan her kocanın, velevki köle veya boşamaya zorlanmış olsun, velevki takdiren akıllı sayılsın, talâkı vâki olur. Takdiren sözünü, sarhoş dahil olsun diye Bedâyi sahibi ziyade etmiştir. Zorla boşayanın talâkı sahih; fakat talâkı ikrarı sahih değildir.

İZAH

«Sen sünnet için ilh...» sözünden murad vakittir. «Sen sünnet üzere yahut sünnetle beraber» demesi de aynı mânâyadır. Sünnet kelimesi kayıt değildir. Bu mânâyı ifade eden sair kelimeler de onun gibidir. Meselâ âdil talâk, iddet talâkı, din talâkı, İslâm talâkı. talâkın en iyisi, talâkın en güzeli, hak olan talâk yahut Kur´an veya kitap talâkıyla boşsun demesi bu kabildendir. Tamamı Bahır´dadır.

«Birinci talâk...» Yani üç talâkın yahut iki talâkın birincisi demektir. İçinde cima bulunmayan sözünden, ondan önceki hayız halinde de cima bulunmamasını kasdetmiştir. Nitekim önceki sözünden anlaşılmaktadır. İçinde bulunduğu temizlik müddeti kadını boşadığı temizlik müddeti ise, derhal bir talâk vâki olur. Sonra her temizlik müddeti geldikçe birer talâk olur. Kadın o anda hayızlı veya kendisiyle cimada bulunmuş ise boş düşüvermez. Hayzını görüp temizlendikten sonra boş olur. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir.

«Eğer kadın cima edilmemişse» sözü, "cimada bulunduğu karısına" ifadesinin muhterezidir. (Yani o sözle bundan ihtiraz etmiştir.) Nitekim, "hayzını görmezse" sözü de, ilk cümledeki "hayız görenlerden olup" sözünün muhterezidir. Hayız görmezse sözü, hâmileye de şâmildir. İmam Muhammed buna muhaliftir. Nitekim Bahır´da belirtilmiştir.

«Bir talâk derhal vâki olur.» Yani iki surette hemen bir talâk olur. Derhal sözü hayız haline de şâmildir.

«Sonra kadını her nikâh ettikçe» ifadesi birinci surete râcîdir. Yani bir talâk derhal vâki olunca, kocasından iddetsiz olarak boş düşer. Çünkü olmadan önce boşanmıştır. Tekrar onunla evlenmedikçe öteki talâklar vâki olmaz. Evlenirse yine iddetsiz bir talâk vâki olur. Tekrar evlenirse üçüncü talâk vâki olur. Bahır sahibi bunu, "Yeminden sonra milkin elden çıkması onu bozmaz." şeklinde ta´lil etmiştir.

«Yahut her ay geçtikçe» sözü ikinci surete râcîdir. (Yani kadın hayız görmeyenlerdense, heray geçtikçe boş düşer.)

«Niyet ederse ilh...» demesi gösteriyor ki, üç talâkın üç temizlik müddetinde olması, bunu niyet ettiği yahut mutlak bıraktığı takdirdedir. Bundan başkasını niyet ederse niyeti sahihtir. Nehir.

«Çünkü sözünün buna ihtimali vardır.» Şöyle ki: "Sünnet için" sözü sünnet vakti mânâsına geldiği gibi; ta´lil mânâsına da gelebilir. Yani sen sünnet icabettiği için üç defa boş ol demiş olur. O anda talâkı niyet etmesi sahih olunca, her ay başında bir talâk olması evleviyetle sahihtir. Üç defa boşsun diye kayıtlaması şundandır: Çünkü bunu zikretmezse, cima etmediği temizlik devresinde boşadığı takdirde, hemen bir talâk vâki olur. Cima ettiği temizlik devresinde boşarsa, temizleninceye kadar hemen boş düşmez. Üç talâkı birden niyet ederse, bu hususta iki kavil vardır. Fetih sahibi sahih olmayacağını tercih etmiştir. Tamamı Nehir´dedir.

«Her kocanın talâkı...» Bu kaide talâk-ı bâinle boşananın kocasıyla bozulur. Çünkü iddet halinde kocasının ona yaptığı bâin talâk vâki olmaz. Buna şöyle cevap verilmiştir: «Bu adam her cihetle koca değildir. Yahut bu talâkın mümkün olmaması bir ârızadan dolayıdır. O da hâsılı tahsil lâzım gelmesidir.» Sonra musannıfın sözü talâk için vekil tayin ettiği ve talâkı fuzuli yapıp kocanın kabul ettiği suretlere de şâmildir. Nehir. Bunlar ileride gelecektir.

«Sarhoş dahil olsun diye...» Çünkü sarhoş, aklı başında hükmündedir. Bu onu içkiden men etmek içindir. Binaenaleyh musannıfın, "aklı başında" sözüyle, ileride gelecek olan. "yahut sarhoş" sözlerine aykırı değildir.

«Zorla boşayanın talâkı sahihtir.» Bu talâka vekil tayin etmek için zorlanması haline de şâmildir. Zorla vekil tayin eder de kadını vekil boşarsa. talâk vâki olur. Bahır. Bahır´ın hâşiye yazarı Hayreddin-i Remlî diyor ki: «Köle âzâdı da bunun gibidir. Nitekim ulema bunu açıklamışlardır. Nikâha tevkilini ise açık söyleyen görmedim. Zâhire bakılırsa bu hususta o da diğer ikisine muhalif değildir. Çünkü ulema zorla üçünün de sahih olduğunu açıklamışlardır. Bu istihsanen sahihtir. Zeylâî talâk meselesinde vukuun istihsanen olduğunu, kıyasa bakılırsa vekâletin sahih olmaması icabettiğini söylemiştir. Çünkü vekâlet şakayla olursa bâtıldır. Zorla olması da böyledir ve satışla emsali gibidir. İstihsanın vechi şudur: Zorlamak satışın münakit olmasına mâni değildir. Lâkin fâsit olmasını gerektirir. Keza tevkil de zorla münakit olur. Fâsit şartlar vekâlete tesir etmez. Çünkü vekâlet ıskat sayılan şeylerdendir. Batıl olmayınca vekilin tasarrufu geçerlidir. Talâktaki istihsanın illetine bir bak! Onu nikâhta da bulacaksın. Şu halde ikisinin hükmü de birdir.» Remlî´nin sözü burada biter.

Ben derim ki: Bu hususta sözün tamamı inşaallah ikrah bahsinde gelecektir.

«Fakat talâkı ikrarı sahih değildir.» Talâkı ikrarı diye kayıtlaması, sözümüz talâkta olduğuiçindir. Yoksa zorla ikrar ettirilen kimsenin başka şeyleri ikrarı da sahih değildir. Meselâ kölesini âzâd ettiğini veya nikâhı yahut karısına dönmesini vesaireyi zorla ikrar ederse hiçbiri sahih değildir. Nitekim Hâkim Kâfî´de bunları söylemiştir. Şu da var ki Bahır´da, "Zorlamaktan murad, talâk sözünü söyletmektir. Karısını boşadığını yazmaya zorlanır da yazarsa, kadın boş düşmez. Çünkü yazı hâcetten dolayı söz yerine geçer. Burada hâcet yoktur. Hâniyye´de de böyle denilmiştir. Bir kimse talâkı yalandan veya şakadan ikrar ederse, kazaen talâk vâki, diyaneten vâki değildir." denilmiştir. Tamamı ileride gelecektir.

METİN

Nehir sahibi zorlamakla sahih olan şeyleri nazma çekerek şöyle demiştir:

«Talâk, îlâ, zıhâr ve ricat

Nikâh, beraberinde döl alma, amden kısastan afv

Radâ´, yeminler, îlâdan dönme ve nezri

Vedia kabulü, keza amden kısastan sulh.»

İZAH

"Talâk" sözünü mutlak bırakmıştır. Binaenaleyh bâinin iki kısmıyla talâk-ı ric´îye şâmildir. Bu kelime ona atfedilenlerle birlikte müptedadır. Haber-i muhzuftur ve zorlamakla sahih olur takdirindedir. (Yani talâk ve arkadaşları zorla yaptırılırsa sahih olur demektir.) Buna delil, sonunda, "işte bunlar zorlamakla sahih olur" demesidir. Sonra kocası cimada bulunmuşsa, mehr-i müsemmanın yarısını ondan alabilir. Bunu musannıf ikrâh bahsinde böyle anlatmıştır. T.

"İlâ." (liâ; karısına dört ay yaklaşmayacağına yemin etmektedir.) Dört ay yaklaşmazsa, kadın ondan boş düşer. Henüz zifaf olmamışsa, mehrinin yarısını vermesi vâcip olur ve bunu kendisini zorlayandan alamaz. Kâfî.

"Nikâh..." sözü, kadını veya kocayı nikâh akdine zorlamaya şâmildir. Nitekim ulemanın bunu mutlak söylemelerinin muktezası budur. Bazılarının, "Kadın nikâh akdine zorlanırsa akit sahih olmaz." sözü buna muhaliftir. Nitekim biz bunu nikâh bahsinde, "İki şâhidin huzuru şarttır." dediğimiz yerden az önce izah etmiştik.

«Döl alma»nın sureti, bir kimseyi cariyesini doğurtmaya zorlamaktır. O kimse cariyesiyle cima ederek bir çocuk doğursa nesebi ondan sabit Olur. Benden değildir demesi caiz değildir. T. Burada şöyle denilebilir: Bu, hissî bir fiil için zorlamaktır. Bu fiil cima olup, üzerine başka bir hüküm terettüb eder. O da cariyenin ümmüveled olmasıdır. Bunun misalleri çoktur. Nitekim, "ben filân hâneye girersem kölem âzâd olsun" dedikten sonra kendisi o hâneye girmeye zorlanırsa, köle âzâd olur. Ama zorlayan şahıs kendisine bir şey ödemez. "Keza filân köleye mâlik olursam âzâd olsun" dedikten sonra onu satın almaya zorlanırsa, köleazâd olur. Satana kıymetini ödemesi icabeder. Ama kendisi zorlayandan bir şey alamaz. Nitekim Hâkim´in Kâfî´sinin ikrâh bahsinde böyle denilmiştir.

«Amden kısasdan afv...» Yani bir adam için insan öldürmek veya ondan aşağı bir cinayet sebebiyle kısas hakkı sabit olur da ölüm veya hapisle tehdit edilerek affederse, bu afv caizdir. Ne cinayet işleyene, ne de kendisini zorlayana bir ödeme yoktur. Çünkü kendinin bir malı telef edilmemiştir. Keza şahitler şahitlikten vazgeçerlerse kendilerine bir şey ödettirilmez. Bir kimsenin birinde mal veya nefisle kefâlet gibi bir hakkı olur da ölüm veya hapisle tehdit edilerek zorla o kimseyi ibrâ ederse, bu beraet bâtıldır, Kâfi´de böyle denilmiştir. Bundan anlaşılır ki, ´amden´ sözüyle, hatadan ihtiraz etmiştir. Çünkü onun mücebi maldır. Ondan beraet sahih olmaz.

"Radâ´ " sözüne döl alma meselesinde söylediklerimiz vârid olur. Çünkü bu da hissî bir fiil olup, üzerine başka bir hüküm terettüp eder. Bildiğin gibi bu inhisar altına alınamaz. Meselâ bir kimse karısıyla halvette kalmaya veya cimada bulunmaya zorlansa aynı şey söylenir ve o kimseye kadının bütün mehrini vermek vâcip olur. Keza karısının anasıyla yahut karısının kızıyla zina etmeye zorlansa karısı kendisine haram olur.

"Yeminler" hususunda Kâfî´nin ikrâh bâbında şöyle denilmiştir: «Bir adam ölüm tehdidiyle zorlanarak kendisine Allah için sadaka vermeyi veya oruç tutmayı, hacc veya umre yapmayı yahut Allah yolunda gazaya gitmeyi veya bir deve boğazlamayı yahut Allah Teâlâ´ya yaklaşmak sayılacak bir şeyi yapmayı farz kıla...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Mart 2010, 05:16:15
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #2 : 04 Mart 2010, 05:16:15 »

SARHOŞUN TARİF VE HÜKMÜ



METİN


Velevki şakadan söylesin, sözünün hakikatını kasdetmesin yahut sefih yani aklı hafif veya sarhoş olsun talâkı vâkidir.

İZAH

«Velevki şakadan söylesin.» Yani bu talâk şarihin dediği gibi hem kazaen, hem diyaneten vâki olur. Hulâsa sahibi bunu açıklamış, illetini de gösterek; "Çünkü bu adam sözle inatlık etmektedir. Binaenaleyh ağır cezayı hak etmiştir." demiştir. Bezzâziye´de de böyle denilmiştir. Gerçi Hâniyye´nin ikrâh bahsinde, "Bir kimse boşadığını ikrar etmeye zorlanır da ikrar ederse. talâk vâki olmaz. Nitekim şakadan veya yalandan talâkı ikrar etse hüküm budur." denilmişse de; Bahır sahibi, "Onun müşebbehünbihte vâki olmaz demekten muradı, diyaneten olmaz demektir." dedikten sonra Bezzâziye ile Kınye´den şu ifadeyi nakletmiştir: «Bu sözle geçmiş bir haberi yalandan haber vermek isterse, diyaneten vâki olmaz. Bundan önce şahit getirirse, kazaen dahi olmaz.»

Hâniyye´nin sözü şakadan talâkı ikrar edeceğine şahit çağırdığı surete yorumlamak mümkündür. Sonra şurası gizli değildir ki, Hulâsa´dan nakledilen söz, şakadan talâk meydana getirmek hususundadır. Hâniyye´nin sözü ise, talâkı şakadan ikrar etmek hususundadır. Binaenaleyh aralarında zıddiyet yoktur. Telvîh sahibi diyor ki: «Zorla talâk ve köle âzâdını ikrar etmek nasıl bâtılsa, onları şakadan ikrar etmek de öylece bâtıldır. Çünkü şaka zorlamak gibi yalanın delilidir. Hattâ caiz kabul etse caiz olmaz. Çünkü caiz kabul etmek ancak sahih ve bâtıl cimaya ihtimalli bir sebebe mülhak olur. Cevaz vermekle yalan doğruluğa dönmez. Bu talâk ve köle âzâdını yeni yapmanın hilâfınadır. Talâkla köle âzâdı ve benzerlerinin feshe ihtimali yoktur. Çünkü bunlara şaka tesir etmez.» Bununla, Remlî´nin iddia ettiği, "Hâniyye ile diğerlerinin ibareleri arasında zıddiyet vardır." iddiası def edilmiş olur.

"«Sözünün hakikatını kasdetmesin.» ifadesi, şakacımn mânâsını beyandır. Fakat kusurludur. Tahrîr ile şerhinde şöyle denilmektedir: «Hezl, lügatta oyundur. Istılahta ise lâfızdan ve delâletinden hakikî veya mecazî mânâ kasdedilmeyip, başka mânâ kasdedilen sözdür ki, o mânâyı bu lâfızdan murad etmek doğru değildir. Hezlin zıddı ciddiyettir. Ondan murad, lâfızdan hakikî mânâ ile mecazî mânâdan birinin kasdedilmesidir.»

«Aklı hafif» sözü, sefihin beyanıdır. Tahrîr ve şerhinde şöyle denilmektedir. «Sefeh lügatta hafiflik demektir. Fukahanın ıstılahında ise, bir nevi hafifliktir ki, insanı malında aklın gereği hilâfına çalışmaya sevkeder.»

«Veya sarhoş olsun.» Sarhoşluk aklı gideren bir sevinçtir. Artık insan onunla yeri gökten ayıramaz olur. İmameyn´e göre aklı da galebe çalan bir sevinçtir. Artık o kimsekonuşmasında hezeyan yapmaya başlar. Ulema, taharet, îman ve hudud bahislerinde İmameyn´in kavlini tercih etmişlerdir. Bekir şerhinde bildirildiğine göre, tasarrufata mâni olmayan sarhoşluk, insanların çirkin gördüğü şeyi hoş görür, onların hoş gördüğünü çirkin görür halde bulunmak, lâkin yine de erkeği kadından ayırabilmektir. Bahır sahibi, "Mezhepte mutemet olan birinci kavildir." demiştir. Nehir.

Ben derim ki: Lâkin muhakkık İbn-i Hümam´ın Tahrîr´de açıkladığına göre, sarhoşluğun yukarıda İmam-ı Âzam´dan nakledilen tarifi yalnız haddi icabeden sarhoşluk hakkındadır. Çünkü sarhoş yerle göğü birbirinden ayırırsa, sarhoşluğunda noksan var demektir. Bu da yokluk şüphesi olduğundan, onunla had vurmak bertaraf edilir. Had vâcip olmayacak yerlerde İmam-ı Âzam´a göre sarhoşluğun tarifinde muteber olan İmameyn´in kavli gibi sözünü hezeyanla karıştırmaktır. Tahrîr şarihi İbn-i Emîr-i Hâcc´ın nakline göre murad, ekseri sözlerinin hezeyan olmasıdır. Sözlerinin yarısı doğru olursa, bu sarhoşluk değildir ve o kimsenin hadleri vesaireyi ikrarı hususunda hükmü sağlam kimseler gibidir. Çünkü örfe göre sarhoş; sözünün ciddisiyle şakası birbirine karışan ve bir halde durmayan kimsedir. Ulemanın ekserisi İmameyn´in kavline meyletmişlerdir. Üç mezhep imamının kavilleri de budur. Ulema fetva için bunu tercih etmişlerdir. Çünkü bu örf-ü adet olmuştur. Bu kavil, Hz. Ali (r.a.)´ın, "Sarhoşladı mı hezeyan savurur." sözüyle de te´yid bulmuştur. Bunu İmam Mâlik´le Şâfiî rivayet etmişlerdir. Bu kavlin vechi zayıf olduğu için şarih orada za´fının vechini de anlatmıştır. Ona müracaat edebilirsin.

Bununla anlaşılır ki, bütün bâblarda muhtar olan kavil İmameyn´in kavlidir. Tahrir sahibi bunun hukmünü de beyan etmiştir. Hükmü şudur: Sarhoşluğu haram yoluyla olmuşsa, o kimse mükellef olmaktan çıkmaz. Bütün hükümler kendisine lâzım gelir. Ağzından çıkan; talâk, köle âzâdı, satış, ikrar, küçükleri dengiyle evlendirmek, ödünç vermek ve ödünç almak gibi bütün ibareleri sahihtir. Çünkü aklı başındadır. Yalnız işlediği günah sebebiyle hitabı anlamak kabiliyeti kalmamıştır. O da günah ve kazanın vâcip olması hakkında mevcut sayılır. Zorlanan kimse gibi bunun da müslümanlığı sahihtir. Kasıt olmadığı için dinden dönmesi sahih değildir. Şaka yapana gelince: Kastı olmamakla beraber kâfir olması, alay ettiği içindir. Çünkü söylediği söz dinle alay için kendisinden kasten sâdır olmuştur. Sarhoş bunun hilâfınadır.

METİN

Bir kimse şıra veya esrar yahut afyon veya beng kullanmak suretiyle dahi sarhoş olsa, kendisini bundan men etmek için talâkı vâki olur. Fetva bununla verilir. Bunu Kudûrî sahihlemiştir. Zorla sarhoş edilen veya sarhoş olmaya muztar kalan kimse hakkında sahih kabul edilen kavil muhteliftir. Evet, başı ağrımakla, veya mübah bir şeyle aklı başındangiderse talâk vâki olmaz. Kuhistânî´de Zahîdî´ye nisbet edilerek, "Hitabın kıvamını ayırmazsa, tasarrufu bâtıldır." denilmiştir. Eşbâh´ta sarhoşun tasarruflarından yedi mesele istisna edilmiştir ki, onlardan biri de ayık iken talâka vekil edilendir. Lâkin Bezzâzi bunu mal karşılığı olmakla kayıtlamıştır. Aksi takdirde mutlak olarak talâkı vâkidir.

İZAH

«Şıra veya esrar...» Yani sarhoşluğu ister şarap içmekle, ister haram olan dört şıradan birini içmekle veya İmam Muhammed´e göre hububat ve baldan yapılan sair içkilerden olsun fark etmez. Fetih sahibi fetvanın İmam Muhammed´in kavline göre olduğunu söylemiştir. Çünkü her içkiden meydana gelen sarhoşluk haramdır. Bahır´da Bezzâziye´den naklen, "Bizim zamanımızda muhtar olan, had lâzım gelmesi ve talâkın vukuudur." denilmiştir. Hâniyye´de talâkın vâki olmadığı sahihlenmiş ise de bu Şeyhayn´ın kavline göredir. Onlara göre şıra helaldır. Fetva bunun hilâfınadır. Nehir´de Cevhere´den naklen, "Buradaki hilâf, tedavi için içmekle kayıtlıdır, Keyif ve eğlence için olursa bilittifak talâk vâkidir." denilmiştir.

"Esrar" hakkında Fetih´te şöyle denilmiştir: «İki mezhebin yani Şafiîlerle Hanefîlerin uleması, esrar yutmakla aklı başından giden kimsenin talâkı vâki olacağına ittifak etmişlerdir. Kınnab yaprağı dedikleri budur. Ulema bunun ne olduğunda ihtilâf ettikten sonra haram olduğuna fetva vermişlerdir. Şâfiîlerden Müzenî haram olduğuna, Hanefîlerden Esed b. Amr helâl olduğuna fetva vermişlerdir. Çünkü evvelki ulema onun hakkında bir şey söylememişlerdir. Çünkü onların zamanında meydana çıkmamış idi. Bunun büyük bir fesat çıkardığı anlaşılıp şuyu bulunca, her iki mezhebin uleması onun haram olduğuna kail olarak, esrar içmekle aklı başından giden kimsenin talâkı vâki olduğuna fetva vermişlerdir.»

«Yahut afyon veya beng...» Afyon, haşhaştan çıkarılan bir maddedir. Beng, uyuşturucu bir nebattır. Bedâyi ve diğer kitaplarda, bunu yemekle talâk vâki olmadığı açıklanmıştır. Buna illet olarak da, o kimsenin aklı günah sebebiyle başından gitmediğini göstermişlerdir. Hak olan tafsilâttır. Yani tedavi için yutmuşsa talâkı vâki değildir. Çünkü bunda günah yoktur. Keyif için ve kasten o âfeti başına getirmek niyetiyle içmişse, talâkının vâki olacağında tereddüt göstermemek gerekir. Kudûrî´nin Cevhere´den naklen sahih bulduğu kavilde, "Bu zamanda beng ve afyondan sarhoş olursa, o kimseyi men etmek için talâkı vâki olur. Fetva buna göredir." denilmektedir. Tamamı Nehir´dedir.

«Men etmek için» sözüyle şarih, zikri geçen tafsile işaret etmiştir. Yani tedavi için içerse men edilmez. Çünkü günah kastı yoktur. T.

«Sahih kabul edilen kavil muhteliftir ilh...» Tûhfe ve diğer kitaplarda talâkının vâki olmadığı sahih kabul edilmiş; Hulâsa sahibi ise kesin olarak talâkının vâki olduğunu söylemiştir. Fetih sahibi şöyle demektedir: «Birinci kavil daha güzeldir. Çünkü aklı başından gidince, talâkınolmasını icabeden şey haram bir sebebe istinat etmekten başka bir şey değildir. Bu da yoktur.» Nehir sahibi Kudûri´nin Tashih´inden naklen, "Tahkîk budur." demiştir.

«Başı ağrımakla» aklı başından giderse, talâk vâki olmaz. Çünkü aklının başından gitmesine illet, baş ağrısıdır. İçmesi, illetin illetidir. Bir hüküm illetin illetine ancak illet işe yaramadığı vakit izafe edilir. Meselenin tamamı Fetih´tedir. Şu da var ki, Fetih ve Bahır sahipleri bu meseleyi şarap içerek başı ağrıyan kimse hakkında farzetmişlerdir, Mültekât´ın ifadesi buna muhaliftir. Orada şöyle denilmiştir: «Şıra şiddetli değil de başı ağrır ve bu sebeple aklı başından giderse, talâkı vâki olmaz. Şıra keskin ve haram olur da başı ağrır, bu sebeple aklı başından giderse, talâkı vâki olur.» Demek oluyor ki, Mültekat sahibi haram yoldan sarhoş olmakla, haram olmayan yoldan sarhoş olmak arasında fark görmüştür.

«Veya mübah bir şeyle» meselâ nar yaprağından sarhoş olsa, talâkı ve köle âzâdı vâki olmaz. Tekzib sahibi bu hususta icma nakletmiştir. Hindiyye´de dahi öyledir. T.

Ben derim ki: Beng veya afyonu günah değil de tedavi suretiyle alırsa, hüküm yine budur. Nitekim geçti.

«Kuhistâni´de ilh...» sözü, sarhoşun bize göre tasarrufatı sahih olan tarifine göredir. Yani mükellef olacak miktarda aklı vardır. Bu söze Fetih sahibi şaşmış ve, "Şüphesiz ki bu takdire g...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

04 Mart 2010, 05:17:20
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #3 : 04 Mart 2010, 05:17:20 »

TALÂKIN SAYISI KADINLARA BAKARAK İTİBAR EDİLİR

METİN


Karı-kocadan biri diğerinin tamamına veya bir kısmına mâlik olursa nikâh bâtıl olur. Kadın kocasına mâlik olduğu onda onu âzâd eder de o da kadını iddeti içinde boşarsa; yahut kadın müslüman olarak İslâm diyarına çıkar da sonra kocası da müslüman olarak İslâm diyarına çıkar ve kadını iddet içinde boşarsa. İmam Ebû Yusuf her iki meselede bu talâkı hükümsüz bırakmış, İmam Muhammed ise her iki meselede vâki saymıştır. Talâkın sayısı kadınlara bakarak itibar edilir. İmam Şâfii´ye göre ise erkeklere bakarak itibar olunur. Binaenaleyh hür kadının talâkı üç, cariyenin talakı ise mutlak surette ikidir. Talâk: niyet veya hâlin delâleti bulunursa, âzâd lâfzıyla vâki olur. Bunun aksi caiz değildir. Çünkü milki izale etmek kaydı izaleden daha kuvvetlidir.

İZAH

«Karı-kocadan biri diğerine» hakiki milkle mâlik olursa nikâh bâtıl olur. Şu halde mükâteb karısını satın alırsa araları ayrılmaz. Zira kölelik bâkîdir. Koca için sabit olan milkiyet hakkıdır. O ise nikâhın devamına mâni değildir. Nitekim Fetih´te bildirilmiştir.

«İmam Ebû Yusuf» her iki meselede bu talâk vâki değildir demiş, İmam Muhammed ise her iki meselede vâki olduğunu söylemiştir. Çünkü iddet devam etmektedir. İddet bekleyen bir kadın ise talâka mahâldir. Ebû Yusuf´un delili şudur: Ayrılık karı-kocadan birinin diğerine mâlik olmasıyla yahut iki memleketin birbirine zıt olmasıyla meydana gelmiştir. Binaenaleyh kadın talâka mahâl olmaktan çıkmıştır. İddet beklemekle mahalliyet sabit olmaz. Nitekim fâsit nikâhta böyledir. Şarih âzâd etmek ve İslâm diyarına çıkmakla kayıtlamıştır. Çünkü bunlardan önce talâk bilittifak vâki değildir. İddetin talâk hakkında eseri zâhir değildir. Onun eseri ancak başka bir kocayla evlenmek hakkında zâhirdir. Musaffâ´da böyle denilmiştir. İbn-i Melek.

T E M B İ H : Şurunbulâliyye sahibi diyor ki: Musannıf birinci meselenin aksini zikretmemiştir. Ondan murad; kocası karısını satın aldıktan sonra âzâd ederek iddet içinde onu boşamasıdır. Hüküm İmam Muhammed´in kavli ile Ebû Yusuf´un birinci kavline göre talâkın vukuudur. Sonra Ebû Yusuf bu kavilden dönmüş, talâkın vâki olmadığını söylemiştir. Züfer´in kavli de budur. Fetva da buna göredir. Bunu Kâdıhân söylemiştir. Bu izaha göre musannıfın Mecma sahibine uyarak talâk vâki değildir demesi hususundaki fetva, kadın kocasını satın alıp da âzâd ettiği surete göredir.

«Talâkın sayısı kadınlara bakarak itibar edilir.» Çünkü Peygamber (s.a.v.). "Cariyenin talâkı ikidir. İddeti de iki hayızdır." buyurmuştur. Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizî, İbn-i Mâce ve Darekutnî Hz. Âişe´den merfu olarak rivayet etmişlerdir. Tirmîzî, "Bu hadis gariptir. Ama Rasulullah (s.a.v)´in Ashabıyla başkalarından olan ehl-i ilim bununla amel etmişlerdir." demiştir. Darekutnî´de, "Kâsım ve Sâlim müslümanların bununla amel ettiklerini söylemişlerdir." denilmiştir. Tamamı Fetih´tedir. Fetih sahibi bu hadîsi incelemiş ve, "Sahih değilse hasendir." demiştir.

«Mutlak surette» sözü hem hürreye, hem cariyeye râcîdir. Yani hürre ve cariye ister hür, ister köle olan erkeğin nikâhında bulunsunlar hüküm birdir. T.

«Âzad lâfzıyla» talâk vâki olur. Yani bir adam karısına, "seni âzâd ettim" der de boşamayı niyet eder veya hal bunu gösterirse, kadın boş düşer. Ama cariyesine, "seni boşadım" derse âzâd olmaz. Çünkü milki yok etmek kaydı yok etmekten daha kuvvetlidir. Azâd etmek talâkın lâzımı değildir. Binaenaleyh talâkı âzâd için istiare etmek sahih değildir. Ama bunun aksi sahihtir. Dürer.

METİN

FER´Î MESELELER:
Bir adam tahta gibi bir şeyin üzerine okunaklı bir şekilde talâk kelimesini yazarsa, niyet ettiği takdirde talâk vâki olur. Mutlak surette vâki olduğunu söyleyenler de vardır. Su gibi bir şeyin üzerine yazarsa, mutlak surette talâk vâki olmaz. Mektup ve hitap suretiyle yazarsa, meselâ "Ey filane! Bu mektubum sana geldiği vakit sen boşsun" derse, mektup ulaştığında kadın boş olur. Cevhere. Bahır´da şöyle denilmiştir: Bir adam karısına, "Senden ve filaneden başka benim her karım boş olsun." diye yazar da, son kadının ismini silerek gönderirse, kadın boş düşmez. Bu acayip bir hîledir. Yazı ile istisna yapması ileride gelecektir.

İZAH

«Talâk kelimesini yazarsa ilh...» Hindiyye sahibi diyor ki; «Yazı mersûm ve gayrı mersûm olmak üzere iki nevidir. Mersûmdan maksadımız, gaibe yazılan mektup gibi adresli olmasıdır. Gayrı mersûm, adressiz olandır. O da okunaklı okunaksız olmak üzere iki vecihledir. Okunaklı olanı, bir sahifeye veya duvara yahut yeryüzüne okunup anlaşılacak şekilde yazılandır. Okunaksızı, havaya ve su üzerine yazılan okunup anlaşılması mümkün olmayandır. Okunmayan yazıda talâk vâki olmaz. Velevki niyet etmiş olsun. Yazı okunur fakat adressiz olursa, talâkı niyet ettiği takdirde talâk vâki olur, aksi taktirde olmaz. Yazı adresli ise, niyet etsin etmesin talâk vâki olur. Sonra adresli yazı ikiden hâli değildir, ya talâkı gönderir ve, "bundan sonra malûmun olsun ki sen boşsun" diye yazar. Bunu yazdığı gibi talâk vâki olur ve yazdığı andan itibaren kadının iddet beklemesi icabeder. Yahut kadının talâkını mektubun varmasına tâlik eder ve, "Bu mektubum sana vardığında sen boşsun!" der. Mektup kadına geldiğinde onu okusun okumasın talâk vâki olur. Hulâsa´da böyle denilmiştir. T.»

«Okunaklı bir şekilde» Yani adressiz mutad şekilde yazarsa demektir. Adressiz diyekaydetmemesi, mukabilinden anlaşıldığı içindir. Mukabili, "Mektup suretiyle ilh..." sözüdür. Adresliden murad budur.

«Mutlak surette» sözünden murad; niyet ettiği ve etmediği yerlerdir. «Mektup ulaştığında kadın boş olur.» Yani mektup kadına vardıkta boş olur. Okunaklı ve adresli olan mektupta niyete muhtaç değildir. "Ben bununla yazımı denemek istedim." diye iddiası kazaen tasdik edilmez. Bahır. Bunun mefhumundan anlaşılır ki, adresli mektupta diyaneten tasdik edilir. Rahmetî. Mektup kadının babasına varır da kızına vermeden onu parçalarsa, bakılır: Babası kızının bütün işlerinde tasarruf sahibi olup mektup kızın bulunduğu yerde eline geçmişse, talâk vâki olur. Böyle olmazsa, kızın eline geçmedikçe talâk vâki olmaz. Babası mektup aldığını kızına haber verir de mektubu parçalanmış olarak ona teslim ederse, okunup anlaşılması mümkün olduğu takdirde talâk vâki olur. Aksi takdirde olmaz. Bunu Tahtâvi Hindiyye´den nakletmiştir.

Tatarhâniyye´de şöyle denilmiştir: «Bir adam bir kâğıda; bu mektubum sana vardığında sen boşsun, diye yazar da sonra onu başka bir nüshaya geçirir yahut başka birine istinsah emri verir fakat kendisi yazdırmazsa, kadına mektupların ikisi de geldiği takdirde, kocası bu mektupları kendisi gönderdiğini ikrar eder veya kadın bunu isbat ederse, kazaen iki defa boş olur. Diyaneten mektupların hangisi gelse bir defa boş olur. Diğer mektup bâtıldır, Adam kâtibe, "Benim karımın talâkını yaz." derse, bu talâkı ikrar olur. Velevki yazmasın. Başka birinden karısının talâkını yazmasını istese, yahut bunu biri kocaya okusa, koca da mektubu alarak mühürlese ve adresini yazarak kadına gönderse, mektup kadına vardığında koca kendi mektubu olduğunu ikrar ederse talâk vâki olur. Yahut o adama, "bu mektubu karıma gönder" veya, "bir nüsha yaz da ona gönder" derse, kendi mektubu olduğunu ikrar etmez, beyyine de bulunmaz, lâkin bu işi olduğu gibi anlatırsa, kazaen ve diyaneten kadın boş düşmez. Keza kendi eliyle yazmadığı ve kendisi söyleyerek yazdırmadığı her mektup ile - o mektubu kendisi gönderdiğini ikrar etmedikçe - talâk vâki olmaz.» Bu satırlar kısaltılarak alınmıştır.

«Bir adam karısına ilh...» Bu meselenin sureti şudur: Adamın Zeynep adında bir karısı vardır. Sonra başka bir beldeden Aişe isminde biriyle ev-lenmiştir. Zeynep bunu duymuştur. Adam Zeynep´ten korkarak ona, "Benim sen ve Aişe´den başka her karım boş olsun." diye yazar, sonra "Aişe´den başka" sözünü siler. H.

Ben derim ki: Sildiği yazıyı şahitlere göstermesi gerekir. Tâ ki iş meydana çıkıp da hâkim Aişe´nin boş düştüğüne hüküm etmesin.

«Bu acayip bir hiledir.» Acayip olması, yazının silindikten sonra yine işe yaramasıdır.

«Yazı ile istisna yapması ileride gelecektir.» Yani tâlik bâbında, "kadına, sözü birbirine bitişikbir şekilde; sen boşsun inşaallah derse" dediği yerde gelecektir. H. Hindiyye´de bildirildiğine göre bir kimse talâkı bir şey üzerine yazar da diliyle istisna yaparsa (inşaallah derse); yahut diliyle boşayıp yazı ile istisna yaparsa, sahih olur mu olmaz mı? Bu mesele hakkında rivayet yoktur. Ama sahih olması gerekir. Zahîriyye´de böyle denilmiştir. T. Allahu a´lem.








SARİH BÂBI

METİN


Talâkın sarîhi yalnız talâkla kullanılan kelimelerdir. Velevki Farsça olsun. "seni tatlik ettim, sen boşsun ve sen mutallakasın." gibi sözler bu kabildendir. Kadına hitabı kaydetmesi şundandır: Zira "Dışarı çıkarsan talâk vâki olur."; yahut "Benim iznim olmaksızın çıkma. Çünkü ben talâka yemin ettim." der de kadın çıkarsa talâk vâki olmaz. Çünkü kadına izafeti terk etmiştir.

İZAH

Musannıf nefs-i talâkı ve talâkın sünnî ve bid´î diye yapılan ilk taksimiyle bu külliyatın bazı hükümlerini daha önce zikretti. Şimdi de talâkın bazı cüz´iyyatını kadına ve kadının bir cüzüne izafe ederek, yapılan talâk ile bu cüz´iyyatın sarih ve kinayelerinin hükümlerini beyan ediyor. Binaenaleyh bu icmalden sonra gelen tafsilât gibidir.

«Yalnız talâkta kullanılan kelimelerdir.» Yani ekseriyetle yalnız talâkta kullanılırlar. Nitekim Bahır sahibinin sözü de bunu ifade etmektedir. Tahrir´de sarih: "Şer´i hükmü niyetsiz sabit olan şeydir." diye tarif edilmiştir. Şeyden murad: sözdür yahut söz yerini tutan o...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
« Son Düzenleme: 04 Mart 2010, 05:21:33 Gönderen: Neslinur »
Kayıtlı

04 Mart 2010, 05:25:07
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #4 : 04 Mart 2010, 05:25:07 »

METİN

Ayak, dübür, saç, burun, baldır, uyluk, sırt, karın, dil, kulak; ağız; göğüs, çene, diş, tükrük ve ter; keza meme ve kana izafe etmekle de talâk vâki olmaz. Cevhere. Çünkü bunlardan biriyle bütün beden ifade edilemez. İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Keza hill değil de hürmet sebeplerinden olan her şey bilittifak böyledir.

İZAH

«Çene...» Ben derim ki: Çene sözüyle bütün bedeni kasdetmek şimdi şöhret bulmuş bir örftür. "Bu çene sağlam kaldıkça ben hayır üzereyim." derler. Binaenaleyh onun da baş gibi olması gerekir.

«Keza meme ve kana izafe etmekle de talâk vâki olmaz. Cevhere.» Ben derim ki: Cevhere´nin ifadesi şöyledir: «Erkek karısına; senin kanın boş olsun derse, bu hususta iki rivayet vardır. Bunların sahih olanına göre talâk vâki olur. Çünkü kan ile bütün beden ifade edilir. Kanı heder oldu derler.» Bahır ve Nehir´de Cevhere´den böyle nakledilmiştir. Nehir´de Hulâsa´dan nakledildiğine göre talâk vâki olmadığı sahih bulunmuştur. Nitekim metinlerin zâhiri de budur.

«İfade eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur» Yani bu söylediklerimizle, fakat hassaten değil de herhangi bir uzuvla bütün bedeni izafe eden bir kavim bulunursa talâk vâki olur. Bunu Ebussuud Dürer´den nakletmiştir. Hamevi´nin Celâlzâde´nin Muhakemât´ından naklettiği ibarede şu ziyade vardır: «Talâk Türkçe olarak el ve ayağa izafe edilirse, buhususta ihtiyat göstermek icabeder. Çünkü Türkçe´de bunlarla bütün beden ve zât ifade edilir.» T.

«Keza ilh...» Bunun aslı Fethu´l-Kadir´dedir. Orada bütün bedeni ifadeye yaramayan el, ayak, parmak, dübür gibi uzuvlarla talâk ifade edilirse vâki olmadığı bildirilmiştir. İmam Züfer, Şâfiî, Mâlik ve Ahmed buna muhaliftirler. Saç, tırnak, diş, tükrük ve tere izafetle talâk vâki olmayacağı hususunda hilâf yoktur. Bundan sonra Fetih sahibi şöyle demiştir: «Köle âzâdı, zıhâr, ilâ ve hürmet sebeplerinden herbiri bu hilâfa göredir. Bir adam karısının parmağını zıhâr, îlâ veya âzâd ederse bize göre sahih olmaz. Onlara göre olur. Kısastan afv da böyledir. Nikâh gibi helâl kılma sebeplerinden olan bir şeyin bütün bedeni ifadeye yaramayan muayyen bir cüze izafeti ise hilâfsız sahih olmaz.»

Ben derim ki: Bundan, nikâhta cüz´ü şâyı´a veya bütün vücudu ifadeye yarayan bir uzva izafenin hükmünün ne olacağı anlaşılamaz. Orada geçmişti ki, senin yan kısmını tezevvüç ettim sözüyle, esah kavle göre ihtiyaten nikâh mün´akit olmaz. Hâniyye. Bilâkis akdi kadının bütününe veya bütününü ifade eden bir uzvuna izafe etmesi mutlaka lâzımdır. Sırt ve karın en münasip kavle göre bütününü ifade eden uzuvlardandır. Zahîre. Talâkta ulema bunun hilâfını tercih etmişlerdir. O halde fark göstermeye muhtaçtır. Biz bu hususta evvelce söz ettik ve dedik ki: Sırt ve karına izafetle nikâh sahih olur diyen, talâkın da vukuunu tercih etmiştir. Nikâhta sahih olmadığını söyleyen, talâkın da vukubulmadığını ihtiyar etmiştir. Binaenaleyh farka hâcet yoktur.

METİN

Bir talâkın cüzü - velevki binde biri olsun - bir boşamadır. Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez. Cüzler fazla gelirse başka talâk vâki olur. Yarım talâk ve üçte bir talâk ve altıda bir talâk demedikçe böyle devam eder. Fakat bunları söylerse üç talâk vâki olur. Bunların arasında "ve" edatını kullanmazsa bir talâk vâki olur. Bir talâk ve yarısı derse, muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Cevhere. Keza altıda birin yerine dörtte bir demiş olsa muhtar kavle göre iki talâk vâki olur. Ama bir talâk olur diyenler de vardır. Kuhistâni.

İZAH

«Velevki binde biri olsun.» Meselâ sen bir talâkın binde bir cüzü boşsun dese bir talâk vâki olur. T.

«Çünkü talâk parçalanmayı kabul etmez.» Aklı başında bir adamın sözünü hiçe çıkarmaktansa, talâkın bir cüzünü söylemesi bütününü söylemiş yerine tutulur. Onun içindir ki kısasın bir kısmını affetmeyi Allah Teâlâ bütünü yerine tutmuştur. Nehir. Bu izaha göre bir adâm karısına, sen bir talâk ve bir çeyrek boşsun; yahut birbuçuk talâk boşsun derse, karısı iki talâk boş olur. Cevhere.

«Cüzler fazla gelirse...» Yani zamire izafe etmekle beraber meselâ; sen yarım talâk boşsun, bir de onun üçte biri ve dörtte biri derse, cüzler bir talâktan altıda birin yarısı kadar fazlalaşmış olur. Binaenaleyh bununla ikinci bir talâk meydana gelir.

«Böyle devam eder» Yani cüzler iki talâktan fazla olursa üç talâk meydana gelir. Meselâ, "Sen bir talâkın üçte ikisi ile dörtte birinin üçü ve beşte birinin dördü boşsun." derse üç talâk meydana gelir. H. Fethu´l-Kadir sahibi diyor ki: «Ancak esah kavle göre mercii bir oldukta, birin cüzleri fazla da olsa bir talâk vâki olur. Çünkü o cüzleri bire izafe etmiştir. Bunu Mebsût sahibi söylemiştir. Birinci kavli ulemadan bir cemaat tercih etmişlerdir.»

Bahır´da şöyle denilmiştir: «Esah kavle göre bir kimse karısına; sen bir talâk ve onun yarısı boşsun dese bir talâk vâki olur. Nitekim Zahîre´de bildirilmiştir. Birbuçuk talâk demesi bunun hilâfınadır.» Zahîre´deki sözü Hindiyye sahibi Muhit ve Bedâyi´ye nisbet etmiştir. Lâkin benim Bedâyi´de gördüğüm şöyledir: «Sayı biri geçerse hükmü ne olacağı zâhir rivayette zikredilmemiştir. Ulema bu hususta ihtilâf etmiş; bazısı iki talâk, bazısı bir talâk vâki olacağını söylemişlerdir.»

«Üç talâk vâki olur.» Çünkü nekire (belirsiz) bir kelime nekire olarak tekrarlanırsa, ikincisi birinciden başka olur ve her cüz tamamlanır. "Yarım talâk ve onun üçte biri ve altıda biri" demesi bunun hilâfınadır. Bir talâk vâki olur. Çünkü ikinci ve üçüncü birincinin aynıdır. Bu söylediklerimiz zifaf edilmiş kadın hakkındadır. Zifaf olunmayan hakkında bütün suretlerde bir talâk meydana gelir. Bahır.

«Ve edatını kullanmazsa...» Yani sen yarım talâk, üçte bir talâk, altıda bir talâk boşsun derse bir talâk meydana gelir. Z,ra atıf edatının atılması, bu cüzlerin hepsinin bir talâka ait olduğunu gösterir. İkincisi birinciden bedel, üçüncüsü ikinciden bedeldir. Bedel de mübdelün-minhin kendisi veya cüzüdür.

«Muhtar kavle göre...» Yani ulemadan bir cemaata göre demektir. Biliyorsun ki Mebsût´tan rivayet edilen bunun hilâfıdır. Ona göre esah kavil, mercii bir ise bir talâk vâki olmaktır. Zahîre ve Muhit sahipleri bunu tercih etmişlerdir.

«Keza altıda birin yerine dörtte bir demiş olsa ilh...» Orada Kuhistânî´nin ibaresi Muhit´ten nakledilmiş olmak üzere şöyledir: «Bir kimse yarım talâk ve üçte bir talâk ve dörtte bir talâk boşsun dese, muhtar kavle göre kadın iki defa boş olur. Bazıları bir defa boş olur demişlerdir. Dörtte bir yerine altıda bir demiş olsa üç talâk vâki olur; bazıları bir talâk vâki olur demişlerdir.»

Öyle anlaşılıyor ki bu, Kuhistânî´nin bir kalem hatasıdır. Çünkü bu odam ikincide cüzleri bir talâktan fazla yapmamıştır. O bununla üç talâk vâki olduğunu söylemektedir. Birincide ise cüzleri bir talâktan fazla yapmıştır. Kuhistânî bunu iki saymaktadır. Halbuki her iki suretteüçer talâk vâki olmak icabeder. Çünkü cüzlerin itibara alınması ancak mercii bir olduğu zamandır. Belirsiz ismi söylediği zaman ise, her cüz bir talâk sayılır. Nitekim geçmişti. Halbuki Muhit´in ibaresi Tahtâvî´nin Hindiyye´den naklettiği vecihle şöyledir: «Bir adam karısına; sen bir talâkın yarısı ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri boşsun dese üç talâk meydana gelir. Çünkü her cüzü belirsiz bir talâka izafe etmiştir. Belirsiz isim tekrarlanırsa, ikinci birinciden başka olur. Bu adam; sen yarım talâk ve onun üçte biri ve onun altıda biri boşsun derse bir talâk vâki olur. Cüzlerin mecmuu bir talâkı geçerse; meselâ, sen yarım talâk ve onun üçte biri ve onun dörtte biri boşsun derse, bazıları bir talâk, bazıları da iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Muhtar olan iki talâktır. Serahsî´nin Muhit´inde böyle denilmiştir. Sahih olan da budur. Zahîre´de böyle denilmiştir.»

Fetih´ten naklen arzetmiştik ki; Mebsût´ta bir talâkın vukuu sahih kabul edilmiştir. Ne olursa olsun hilâfın mevzuu zamire izafettir. Belirsiz isme izafet değildir. Lâkin ben Tatarhâniyye´de Mühit´ten naklen şöyle denildiğini gördüm: «Sadru´ş-Şehid´in Vâkıat nâmındaki kitabında zikrettiğine göre bir adam karısına; sen yarım talâk boşsun ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın dörtte biri dese iki talâk vâki olur. Muhtar olan kavil budur. Şu halde Sadru´ş-Şehid´in söylediğine kıyasen; sen yarım talâk boşsun ve bir talâkın üçte biri ve bir talâkın altıda biri dediğinde bir talâk boş olması gerekir.» Bunda daha az işkal vardır. Galiba bu söz zamire izafette olduğu gibi belirsiz isme izafet ederken dahi cüzler itibara alındığına göredir. Lâkin bu kavil Bedâyi, Fetih, Bahır ve Nehir sahiplerinin kesinlikle kail oldukları farkın hilâfınadır.

METİN


İleride gelecek ki, bir talâkın bazı cüzlerini istisna etmek hükümsüzdür. Bazı cüzlerini îkâ etmekse bunun hilâfınadır. Erkeğin; sen birden ikiye kadar boşsun yahut birle iki arasında boşsun sözüyle bir talâk; birden üçe kadar yahut birle üç arası boşsun sözüyle iki talâk vâki olur. Aslı haram olan bir şeyde İmam-ı Azam´a göre kaide yalnız birinci gayenin (sınırın) dahil olmasıdır. Mercii ibaha olan yerde: meselâ benim malımdan yüzden bine kadar al dediğinde ise bilittifak her iki gaye dahildir. Sen iki talâkın üç yarısı ile boşsun derse üç talâk vâki olur. Bazıları iki talâk vâki olacağını söylemişlerdir. Bir talâkın üç yarısı ile veya iki talâkın iki yarısı ile boşsun derse iki talâk meydana gelir. Bazıları üç talâk olacağını söylemişlerdir. Ama birinci kavil esahtır.

İZAH


«İleride gelecek ki...» Yani metinde tâlikin sonunda gelecek ki musannıf, "Bir talâkın bir kısmını hariç bırakmak hükümsüzdür. Bir kısmı ikâ etmek ise bunun hilâfınadır. Sen üç defa boşsun, yalnız yarım talâk müstesna derse, muhtar kavl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: [1] 2 3 4 ... 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes