> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Talak
Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7 8   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Talak  (Okunma Sayısı 13323 defa)
09 Mart 2010, 20:04:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #15 : 09 Mart 2010, 20:04:18 »




METİN

FER´İ MESELELER:
Bir adam karısının talâkını gebeliğine tâlik ederse yemin vaktinden itibaren iki seneden fazlada doğurmadıkça boş düşmez.

Karısına: Bir çocuk doğurursan sen boşsun yahut cariyesine bir çocuk doğurursan hürsün der de ölü doğurursa kadın boş düşer, cariye âzâd olur.

Bir adam ümmüveledine: Doğurursan hürsün derse onunla iddet biter. Cevhere.

İZAH

"İki seneden fazlada doğurmadıkça boş düşmez." Çünkü talâkı yeminden sonra meydana gelecek gebeliğe tâlik etmiştir. Gebeliğin yeminden öncede iki seneye kadar meydana gelmesi beklenebilir. Bu suretle yapılacak talâkda şübhe vâki olmuştur. Şübheyle talâk vâki olmaz. Muhît´te böyle denilmiştir. Bahır. İddet çocuğun doğmasıyla biter. Nitekim Hâkim´in Kâfî´sinde böyle denilmiştir. Bu açık gösterir ki, talâk doğduktan sonra olmamıştır. Aksi takdirde iddet doğumla bitmezdi. Bilâkis talâk doğumdan önce yeminden sonraki nebelikle olmuştur. Çünkü üzerine tâlik yapılan şey odur.

"Doğurmadıkça" demesinin mânâsı şudur: Yeminden itibaren iki seneden fazlada doğurmakla anlaşılmıştır ki talâk gebeliğin ilk anlarında vâki olmuştur. Doğumun yemin vaktinden iki seneden fazla olması gebeliğin yeminden sonra meydana geldiği tehakkuk etsin diyedir. Çünkü bundan azda olursa yeminden önce gebe kalmış olması ihtimali vardır. Şübheyle talâk vâki olmaz. Sonra kadın doğurmakla talâkın gebelik zamanında yapıldığı anlaşılınca gebelik vakti meçhûl kalır. Binaenaleyh talâkın vukuu vakti bilinmez. Meğerki şöyle denilmiş olsun: Talâk doğumdan altı ay önce olmuştur. Çünkü bu müddette gebelik yüzde yüz mâlumdur. Daha önce şübhelidir. Binaenaleyh şübheyle talâk vâki olmaz. Halebî böyle incelemiştir.

TENBİH : Bu yemin cima´ı haram kılmaz. Lâkin istibrâ yapmadan o kadınla cima´da bulunmaması müstehab olur. Çünkü gebeliğin zuhuru tesavvür edilebilir. Nitekim Bahır´da Muhît´ten naklen böyle denilmiştir. istibrânın vâcib olmaması cima´ın helâllığı asıl olduğundandır. Gebeliğin zuhuru ise mevhumdur. Nitekim bunu Halebî ifade etmiştir.

«Onunla iddet biter.» Bu ibârede düşüklük vardır. Aslı şöyledir: "Ümmüveled âzâd olur. Çünkü doğan çocuktur. Onunla iddet biter." Cevhere´nin ibâresi şu şekildedir: "Bir adamkarısına: Bir çocuk doğurursan sen boşsun der de kadın ölü doğurursa boş düşer. Kezâ cariyesine bir çocuk doğurursan sen hürsün derse hüküm yine böyledir. Çünkü mevcud olan şey doğmuştur ve hakikaten çocuktur. Şeriatta da çocuk sayılır. Hatta onunla iddet biter. Ondan sonra gelen kan nifastır. Annesi ümmüveleddir. Böylece şart tehakkuk etmiştir ki, o da çocuğun doğmasıdır." Cevhere´nin "Hatta iddet onunla biter" sözü "Şeriatta da çocuk sayılır." ifadesinin gâyesidir. Bu sözün mânâsı şerhden anlaşıldığı gibi "Ümmüveled onunla iddetten çıkar." demek değildir. Çünkü iddet hürriyetin arkacığından vâcib olur. Hürriyet ise doğuma tâlik edilmiştir. Binaenaleyh ondan sonra vâki olur. Yani doğum iddetin vücubundan iki mertebe öncedir. Şu halde iddet nasıl doğumla biter! Nitekim bunu Halebî ifade etmiştir.

METİN

Azâdlığı veya talâkı velevki üç olarak iki şeye tâlik ederse, ister hakikaten şartın tekerrürü ile olsun ister olmasın ikinci şart milkde bulunursa muallak vâki olur. Meselâ Zeyd ve Bekir gelirse sen şöyle ol, sözü şartın tekerrürü ile değildir. Aksi takdirde talâk vâki olmaz. Çünkü yeminin bozulması halinde milk şarttır. Mesele dörtlüdür.

İZAH

«Şartın tekerrürü ile» olması bir şartı diğerine atıfla olur. Ceza cümlesini sonraya bırakır. Meselâ: Filan gelirse ve filan gelirse sen boşsun derse, ikisi de gelmedikçe talâk vâki olmaz. Çünkü bu adam hâlis bir şartı hükümsüz bir şart üzerine atfetmiş, sonra ceza cümlesini getirmiştir. Binaenaleyh talâk iki şarta birden teallûk eder ve iki şart bir olur. Talâk da ancak onların bulunmasıyla vâki olur. Ama şartların biriyle talâk vukuunu niyet ederse ceza cümlesini ondan önce söylemek şartıyla niyeti sahih olur. Bu ağır söylemek olur yahut atıfsız şart edatını tekrarlamakla olur. Meselâ yersen, giyersen sen boşsun demesi böyledir. Kadın evvelâ giyip sonra yemezse boş olmaz. Yani sonra zikrettiğini evvel yapar. Bu söz "Giyersen ve yersen sen boşsun." takdirindedir. "Her evlendiğim kadın filancayla konuşursam boş olsun." demesi de böyledir. Sonra zikrettiği öne alınır, ve: "Eğer filanla konuşursam her evlendiğim kadın boş olsun." takdirinde olur. Bu izaha göre bir adam: "Sana verirsem, sana va´d edersem, benden istersen boşsun." dese, evvela kadın ondan isteyip sonra ona va´d ederek daha sonra vermedikçe boş düşmez. Çünkü bu adam vereceği şeyde va´di şart koşmuştur. Va´din içinde de istek vardır. Sanki şöyle demiş gibidir: "Sen benden istersen, ben sana va´d edersem, sana filan şeyi verirsem boşsun." Fetih´de böyle denilmiştir.

Ama bu ikinci şart âdeten birincinin üzerine terettüb etmediğine göredir. Ceza cümlesi de ya her iki şarttan sonra ya her ikisinden öncedir. Aksi takdirde her şart kendi yerinde itibaredilir. "Yersen, içersen sen hürsün." gibi ki, evvela içer de sonra yerse âzâd olmaz. Kezâ "Beni çağırırsan, sana icabet edersem yahut hayvana binersem, bana gelirsen..." gibi sözlerde her şart kendi yerinde bırakılır. Çünkü şartlar örfen birbiri üzerine tertip edilmiş bulunursa aralarında bir gizli sonra kelimesi var farzedilir. Kezâ ceza cümlesi iki şart arasına girerse her şart kendi yerinde bırakılır. Çünkü iki şartın arasına ceza cümlesi vasıl edatı olan fâ ile yapılmıştır. Binaenaleyh birincisi yeminin mün´akid olması için şart, ikincisi bozulması için şart olur.

Meselâ: Eve girersen sen boşsun fülanla konuşursan demesi böyledir. Birinci şart zamanında milkin bâki olması şarttır. Çünkü yeminin mün´akid olması için şart yapmıştır ve sanki eve girerken: "Filanla konuşursan sen boşsun." demiş gibi olur. Yemin ancak milkde, yahut milke muzaf olarak münakid olur. Şayet kadın eve girerken o kimsenin milkindeyse söze tâlik ettiği yemin sahih olur. Kadın konuştumu boş düşer. Milkinde değilse meselâ boşanıp iddetini bitirdikten sonra girerse konuşsa bile sahih olmaz. Kadın iddet içinde o haneye girer de orada konuşursa boş düşer.

Hâsılı adam şart edatını atıfsız tekrarlarsa talâkın vukuu her iki şartın bulunmasına bağlı kalır. Lâkin ceza cümlesini iki şarttan önce söyler yahut sona bırakırsa sonuncuda milk bulunmak şarttır. Takdim ve tehir üzere söylenen ilk odur. Onu ortağa söylerse her iki şartta milk bulunmak lâzımdır. Atıfla söylerse ceza cümlesini evvel veya ortada söylesin talâk iki şarttan birine tevakkuf eder. Ceza cümlesini sona bırakırsa talâk her iki şarta bağlı olur. Şart edatını tekrarlamazsa her iki şeyin mutlaka bulunması lâzım gelir. Ceza cümlesini onlardan önce veya sonra söylemesi fark etmez. Bu satırlar kısaltılarak Bahır´dan alınmıştır. Tamamı oradadır.

«İster olmasın» sözü "hakikaten" üzerine mütuftur. Bahır´da şöyle denilmiştir: "İkinciye yani hakikaten şart olmayan tâlika gelince: Bu şöyle olur: Bir fiil iki şeye teallûku cihetiyle mütealliktir. Meselâ: Şu haneye ve şuna girersen demesi böyledir. Yahut ben Ebû Amr´la ve Ebû Yusuf´la konuşursam şöyle olsun der. Bunların ikisi bir şarttır. Meğerki talâk vukuunu biriyle niyet etsin. Bu halde vuku için sonuncuda milk bulunması şarttır. Kezâ bir fiil olup iki şeyle kaimse meselâ: Zeyd ve Amr gelirse şöyle olsun derse hüküm yine böyledir. Zira şart ikisinin gelmesidir.

«İkinci şart milkde bulunursa» cümlesi birinci şarta göre ihtirazdır. Çünkü o bildiğin gibi tafsilâtlıdır. Tâlikın aslına gelince: Onun sahih olması için ya milk yahut milke izafet şarttır. Nitekim bâbın başında geçti. Sözümüz tâlik sahih olduktan sonraya aiddir.

«Mesele dörtlüdür.» Çünkü ya her iki şart milkde bulunurlar yahut milkin dışında bulunurlar. Yahut yalnız birincisi milkde veya yalnız ikincisi milkde bulunur. İkinci şart milkde bulunursabirincisi milkde bulunsun bulunmasın talâk vâki olur. İkincisi milkin dışında bulunursa birincisi milkde bulunsun bulunmasın talâk vâki olmaz. H. Şu halde Zeyd ve Bekir geldiği vakit sen boşsun dediğinde Zeyd´le Bekir geldikleri vakit kadın milkinde ise yahut onu boşamış da iddeti bitmiş sonra Zeyd gelmişse, sonra kadınla evlenip Bekir de gelmişse kadın boş düşer. Her ikisi iddetten sonra evlenmeden önce gelirlerse yahut Zeyd iddet içinde, Bekir iddetten sonra evlenmeden gelmiş olursa kadın boş düşmez.

METİN

Bir kimse üç talâkı yahut cariyesinin âzâd olmasını tâlik ederse, sünnet mahallerinin birbirine kavuşmasıyla yemini bozulur. Ama âletini ferce soktuktan sonra orada durmakla her iki meselede kendisine ukr vâcib olmaz. Çünkü durmak cima değildir. Onun için de tatâk-ı ric´îde onunla karısına dönmüş sayılmaz. Meğerki çıkarıp sonra tekrar hakikaten veya hükmen soksun. Hükmen sokmak kendisini hareket ettirmekle olur. İkinci hareketle o adam dönmüş olur ve ukr icab eder. Meclis bir olduğu için had vâcib olmaz. Erkeğin eski karısına: Ben filan kadını senin üzerine nikâh edersem boş olsun demesiyle bâin talâk müddetinde o kadını nikâh ettiği takdirde yeni kadın boş olmaz. Çünkü şart kasm hususunda o kadına ortak olmasıydı. Bu yoktur. Ric´î talâkın iddetinde nikâh ederse yahut senin üzerine nikâh edersem demediyse yeni kadın boş olur. Bunu Molla Miskin zikretmiştir. Nehir sahibi talâkı inceleme neticesi kadına dönmek isterse diye kayıdlamıştır. Aksi takdirde kadına kasm hakkı yoktur. Nitekim geçmişti.

İZAH

«Ukr vâcib olmaz.» Yalnız ukr lâzım gelmediğini söylemekle âletinin fercte durmasıyla hörmet sâbit olacağına işaret etmiştir. Çünkü o kimseye vâcib olan derhal âletini çıkarmaktır. Ukr şübheyle cima edilen kadının mehridir. Bu kelime akr şeklinde okunursa yara mânâsına gelir. N...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Talak
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 08:18:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Talak rüya tabiri,Talak mekke canlı, Talak kabe canlı yayın, Talak Üç boyutlu kuran oku Talak kuran ı kerim, Talak peygamber kıssaları,Talak ilitam ders soruları, Talakönlisans arapça,
Logged
10 Mart 2010, 19:46:28
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #16 : 10 Mart 2010, 19:46:28 »

HASTANIN TALÂKI BÂBI



METİN


Musannıfın bu ünvanı vermesi hastalık olduğu içindir. Buna fâr (kaçan) da derler. Çünkü kadının mirâsçı olmasından kaçmaktadır. Binaenaleyh kadının iddeti tamam oluncaya kadar kasdettiği şey kendisine tatbik edilir. Bazen kaçaklık kadından olur. Nitekim gelecektir. Bir kimsenin haline hastalık veya başka bir sebeble helâk galebe çalarsa, meselâ hastalık bîtap düşürerek onun sebebiyle evinin dışındaki içlerini görmekten âciz kalırsa yahut kendinden daha kuvvetli bir adamla mübâreze eder veya kısâs yahut recm için öldürülmeye gönderilir yahut geminin bir tahtası üzerinde kalır veya yırtıcı bir hayvanın pençesine düşüp ağzında kalırsa, o kimse karısını boşamakla mirâs kaçıran sayılır.

İZAH

Hastalık ârizi şeylerden olduğu için musannıf onu geriye bırakmıştır.

«Bu ünvanı vermesi hastalık asıl olduğu içindir.» Yani başlıkta hastayı zikretmekle yetinmesi hastalık asıl olduğu içindir. Yoksa "Bir kimsenin haline hastalık veya başka bir sebeble helâl galebe çalarsa ilh..." demesi hasta olmayan hakkında da hükmün bu olduğunu açık açık göstermektedir. Ancak bu bâbta asıl olan hastadır. Hasta hükmünde olan başkaları ona katılırlar. Bazıları: "Hastadan murad mecazen helâk hâli galebe çalandır. Binaenaleyh başkasına da şâmildir. demişlerdir.

«Çünkü kadının mirâsçı olmasından kaçmaktadır.» Yani görünürde bundan kaçmaktır. Velevki bazen kaçmayı kasdetmemiş olsun.

«Kasdettiği şey kendisine tatbik edilîr.» sözü kadının ona mirâsçı ol-masının vechini beyandır. Bu hüküm mûrisini öldürene kıyasen verilir. Zira her ikisinin yaptıkları iş fâsid bir maksadla işlenen haramdır. Meselenin tam izahı Fetih´dedir. Bundan dolayıdır ki Bahır sahibi: "Ulemanın sözlerinden anlaşıldığına göre hasta kocanın karısını boşaması câiz değildir. Çünkü kadının hakkı onun malına teallûk etmiştir. Meğerki kadın boşanmaya razı olsun." demiştir.

Nehir sahibi ise şöyle demektedir: "Bu söz götürür. Çünkü şeriat sahibi o kimsenin kasdını kendisine iade edince ancak ibtal suretini yapabilir, yoksa hakikatini değil. Düşün!" Şöyle denilebilir: Bu kasid haram olmasa şeriat sahibi onu kendisine iade etmezdi. Nasıl ki mirâsını hemen almak için mûrisini öldürene öyle yapmıştır. Sonra Mültekât´tan naklen Tatarhâniyye´de şunu gördüm: "İmam Muhammed demiştir ki; hastalanan bir adam karısıyla zifaf olmuşsa karısını boşaması mekrûhtur. Zifaf olmadan önce boşaması mekrûh değildir."

«Kadının iddeti tamam oluncaya kadar...» Çünkü mirâs ya neseb yahut sebeble alınır. Sebeb karı-koca olmak ve kölenin âzâd edilmesidir. Birbirlerinden ayrılmakla karı-kocalık sona erer. Bu İmam Mâlik´in hilâfına işarettir.

«Nitekim gelecektir.» Yani musannıfın: "Kadın hasta olduğu halde ayrılmanın sebebine teşebbüs ederse ilh..." dediği yerde gelecektir. T.

«İşleri görmekten âciz kalırsa ilh...» Fakat evinin içindeki abdest almak, helâya gitmek gibi işlerini görebilirse mirâs kaçıran sayılmaz. Hidâye sahibi bunu döşeğe düşen diye tefsir etmiştir. Bundan murad sağlam kimselerin yaptığı gibi ihtiyaçlarını görememesidir. Bu birinciden daha sıkı bir tariftir. Çünkü döşeğe düşmüş olmak ev içindeki işlerini görmekten âciz kalmayı, muteber saymayı gerektirir. Bunlara kâdir olursa mirâs kaçırmış sayılmaz. Fetih sahibi bunu sahih bularak şöyle demiştir: "Ama ev içindeki işlerini görür de dışarıdaki işleri göremezse sahih olan kavle göre o adam sağlamdır."

Ben derim ki: Bütün bu sözlerin muktezası şudur: Bu adam helâkı galib bir hastalığa tutulmuş fakat işlerini görmekten âciz değilse mirâs kaçıran sayılmaz. Nasıl ki hastalığa ilk tutulduğunda hâli böyledir. Nuru´l-Ayn´da bildirildiğine göre Ebu´l-Leys: "Ölüm hastası sayılmak için döşeğe düşmüş olması şart değildir. İtibar galebeyedir. Bu hastalıktan ekseriyetle ölünürse o ölüm hastalığıdır. Velevki evinden çıkabilir olsun. Sadru´ş Şehid bununla fetva verirdi." demiştir. Sonra Muhit sahibinden şunu nakletmiştir: "İmam Muhammed Asıl nâmındaki eserinde birtakım meseleler zikretmiştir ki, bu meseleler döşeğe düşmenin değil ekseriyetle helâl korkusunun şart olduğunu gösterirler." Tamamı ileride gelecektir.

"Yahut kendinden daha kuvvetli bir adamla mübareze ederse" cümlesi hasta hükmünde olan sağlam kimsenin hükmünü beyandır ki, onun haline galebe çalan da helâktır. Nitekim Nihâye ve diğer kitablarda beyan edilmiştir. Daha doğrusu ekseriyetle helâkından korkulan demektir. Velevki helâk vukuu galib olmasın. Zira mübârezede helâk galib değildir. Meğerki kendi akranından olmayan biriyle mübârezeye çıktığını bilsin. Helâk korkusunun galebe çalması bunun hilâfınadır. Bahır´da böyle denilmiştir. Bu ifadenin bir misli de Fetih´dedir.

Bunun muktezası kendinden daha kuvvetli diye kayıdlamamanın evla olmasıdır. Onun için Kenz ve diğer kitablarda kayıdlanmamıştır. Şuna binaen ki burada muteber olan helâk korkusunun galebe çalmasıdır. Helâkın galebe çalması değildir. Zira harp safından çıkarak bir adamla mübâreze yapan kimsede helâk korkusu gâlibdir. Velevki o adam kendisinden daha kuvvetli olmasın. Ama helâk galib değildir. Meğerki mübâreze yaptığı şahsın kendinden daha kuvvetli olduğunu bilmiş olsun.

Musannıfın tuttuğu yol Nihâye´nin sözüne mebnîdir. Nihâye´de muteber olan helâkın galebe çalmasıdır denilmiştir. Nehir sahibi de bu yoldan yürümüş ve "Onun içindir ki bazıları bu meseleyi mübârezeye çıkan kendi akranlarından olmadığını, bilâkis kendinden daha kuvvetli olduğunu bilirse diye kayıdlamışlardır." demiştir. Bu izahatımızdan anlaşılır ki, kitabımızınmetni Bahır sahibinin ihtiyar ettiği kavle muhâliftir.

«Yahut geminin bir tahtası üzerinde kalırsa» sözü o adamın fâr sa-yılması için geminin parçalanmasının şart olduğu zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir. Mebsût´ta şöyle denilmektedir: "Dalgalar birbirine çarpar da boğulmaktan korkarsa o kimse hasta gibidir." Bedâyı´da da böyle denilmiştir. İsbîcâbî ise bunu: "Bu dalgadan ölürse..." diye kayıdlamıştır. "Dalga sükûnet bulur da sonra ölürse karısı mirâsçı olmaz." demiştir. Bahır.

Ben derim ki: Bu mübârezede ve diğerlerinde de şarttır. Nitekim gelecektir,

«Ağzında kalırsa» o kimse fâr sayılır. Fakat hayvan onu bırakırsa helâkını mûcib olacak şekilde yaralamadıkça sağlam hükmündedir. Nitekim geçen izahattan da anlaşılmaktadır.

"Mirâs kaçıran sayılır." Yani o haldeyken boşamakla karısını mirâsından mahrum etmek ister.

METİN

«Evinin dışındaki işlerini görmekten âciz kalırsa» sözü en doğru tâbirdir. Fakîhin mescide çıkmaktan âciz kalması, pazarcının dükkânına gi-dememesi de böyledir. Kadın hakkında gâlib olan helâk hâli evinin içindeki işlerini görmekten âciz kalmasıdır. Nitekim Bezzâziye´de bildirilmiştir. Bu şunu ifade eder ki, kadın yemek pişirebilir fakat terasa çıkamazsa hasta sayılmaz. Nehir sahibi: "Zâhir olan budur." demiştir.

Ben derim ki: Müctebâ´nın vasiyetler bahsinin sonunda: "Muteber olan hastalık bîtap düşürüp oturarak namaz kılmayı mubah kılandır. Kötürüm, felçli ve veremlinin hastalığı uzayıp döşeğe düşürmezse o kimse sağlam gibidir." denilmiştir. Sanra (şh) remzi ile uzamanın haddi bir sene olduğuna işaret olunmuştur. Kınye´de: "Felçli, veremli ve kötürüm kimse hastalığı arttığı müddetçe hasta gibidir." denilmiştir.

İZAH

«Sözü en doğru tâbirdir.» Zeylai onu sahihlemiştir. Bazıları: "Ayakta namaz kılamayandır.", birtakımları: "Yürüyemeyendir." demişlerdir. "Hastalığı artandır." diyenler de olmuştur. Bunu Kuhistânî´den naklen Tahtâvî söylemiştir.

«Fakihin mescide çıkmaktan ilh...» Bu gibi şeylerden âciz kalmaktan murad herkesin mescide veya yakın işlerini görmek için dükkâna gidememesi olmak lâzım gelir. Yoksa ağır bir sanatın sahibi olur, meselâ sırtında yük taşıyan hamal veya demirci yahut marangozluk yaparsa -ki bunlar az bir hastalıkla ifâ edilemez- mescide veya dükkâna çıkmaya kâdir olmakla beraber o işi göremediği takdirde hasta sayılmaz. Aksi takdirde dükkâna meselâ alış-veriş için çıkamamak hastalık sayılmak icab eder.

Sonra bu ancak hasta olmazdan önce çıkmaya kudreti olan hakkında zâhirdir. İhtiyarlık veya ayaklarında bulunan bir illet sebebiyle hastalığından önce de dışarı çıkamazsa öylesi hakkında zâhir değildir. Onun hakkında helâk galebesi itibara alınmak icab eder. O dayukarıda Ebu´l Leys´den rivâyet ettiğimizdir. Ona itimad gerekir. Çünkü Sadru´ş-Şehid´in onunla fetva verildiğini gördün. İmam Muhammed´in sözü de ona delâlet eder. Bir de hastalıktan önce âciz kalan hakkında muttariddir. Bunu şu da te´yid eder ki: Kendisine hasta hükmü verilen mubariz ve benzeri kimselerde sadece helâk galebesi itibara alınmıştır. Çıkmaktan âciz kalmaları itibar edilmemiştir.

Şu da var ki bazı mide hastaları hastalık ağır basmazdan önce işlerini görmek için dışarı çıkarlar. Halbuki bunlar zayıflık ve baş ağrısı gibi hastalıklardan bîtâb düşen kimselerden daha ziyade helâke yakındırlar. Bu iki kavlin arası şöyle bulunabilir: Bir kimse ekseriyetle öldürücü bir hastalığa yakalanmış da gün geçtikçe arttığı biliniyorsa bu muteberdir. Öldürücü hastalık olduğu bilinmezse işlerini görmek için çıkmaktan âciz kalması muteber olur. Bana zâhir olan budur.

Ölüme bitişen hastalık ölüm hastalığıdır. Şu halde onun böyle tarifinde ne fayda vardır? dersen ben de derim ki: faydası şudur: Bazen hastalık bir sene yahut daha fazla uzayabilir. Fakat ölüme bitişse bile ona ölüm hastalığı denilmez. Şu da var ki, bazen hasta başka bir sebeble ölebilir. Meselâ öldürülür. Binaenaleyh üzerine hüküm binâ etmek için bir sınır koymak mutlaka lâzımdır.

«Nehir sahibi: zâhir olan budur demiştir.» sözü Fetih sahibine reddiyedir. Çünkü o: "Kadına gelince: terasa çıkmak imkânı yoksa o hastadır." demiştir. Zira bu söz terasa çıkma...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2010, 19:52:27
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #17 : 10 Mart 2010, 19:52:27 »

Mehir şüpheyle zifaf için, yarısı da cima´dan önce boşandığı içindir. Kadın iddetini hayızla bekler yas tutmaz. Zeylai.

"İmameyn buna muhâliftir." Onlara göre talâk ölüm anında olur. Çünkü son diye tehakkuk eden vakit o vakittir ve adam mirâs kaçıran olur. Karısı kendisinden mirâs alır, bu kadına bir mehir verilir ve talâkla vefat iddetlerinin hangisi uzunsa onu bekler. Ric´î talâkla boşanmışsa vefat iddeti beklemesi gerekir, yas tutması da lâzımdır. Bunu Zeylaî söylemiştir.

"Çünkü ölüm bildiricidir ilah..." Cümlesi İmam-ı A´zam´ın kavlinin illetidir. Yani ölüm bu kadının son kadın olduğunu bildirir.

"Binaenaleyh müstenid olarak sâbit olur." Yani evlenme vaktine müstenid olarak sâbit olur. Nasılki talâkı kadının hayız görmesine tâlik etse kanı görmekle yemini bozulmaz. Çünkü kanın kesilmesi ihtimali vardır. Üç gün akarsa talâkın hayzın başında vâki olduğu meydana çıkar. Zeylaî. Bunun muktezası şudur: Bu adam evlendiği vakit hastaysa mirâs kaçıran sayılır ve karısı kendisine mirâsçı olur.

"Kadın mirâsçı olamaz ilah..." Bunun izahı şudur: Bu kadının birinci iddeti evlenmekle bâtıl olur. Binaenaleyh hastalığında boşanmasiyle kendisine sâbit olan mirâs hakkı da bâtıl olur. Çünkü kadın ona ancak iddeti içinde mirâsçı olur. İddet bitmiştir. Kadına ikinci talâk ile yeni bir iddet vâcib olmuştur. Nitekim iddet bahsinde görülecektir ki, bir kimse iddet bekleyen karısını cima´ etmeden boşarsa o kadına yeni bir iddet beklemek vâcib olur. İkinci talâktan sonra kadının mirâsçı olmasına imkân yoktur: Çünkü bunun şartı evlenmektir. O da hâsıl olmuştur. Binaenaleyh kadın üç talâkın vukuuna razı demektir. Bu Şeyhayn´a göredir. İmam Muhammed´e göre ise kadın ona mirâsçı olur. Çünkü kadına vâcib olan yalnız birinci iddeti tamamlamaktır. Binaenaleyh iddeti kaldığı için mirâs kaçırma hükmü de birinci talâkla bâkidir. Rahmetî.

"Mirâsçılar yalanlarsa ilah..." Yani kadın kocam beni ölüm hastası iken bâin olarak boşadı ve iddetim içinde öldü diye iddia eder de mirâsçılar: Hayır sağlamken boşadı derlerse söz yeminiyle birlikte kadınındır. Çünkü kadın mirâsın sukutunu inkâr etmektedir. Kadın mirâsı iskat etmeyen bir talâkı ikrar etmektedir.

"Ev eşyasından müşkil olanlar" dan murad: Hem erkeğe hem kadına elverişli olanlarıdır. Yalnız birine elverişli olanlar hakkında söz elveren tarafındır. Bu meselede dâvâ bahsinin yeminleşme bâbında inşaallah tafsilât verilecektir.

"Çünkü kadın ecnebî olmuştur." Yani artık zilyed değildir. Zilyed mirâsçılardır. Söz ise zilyedindir.

"İddet içinde ölmesi bunun hilâfınadır." Yani kocasının iddet içinde ölmesi bunun hilâfınadır. Çünkü Ebû Hanife´ye göre o zaman müşkül kadının olur. Zira kadın mirâsçıdır, ecnebî değildir. Sanki kocası boşamadan ölmüştür. Câmiu´l-Fûsuleyn. Allahu a´lem.






RİC´AT BÂBI



METİN


Ric´at kelimesi rac´at da okunabilir. Bazen müteaddi olur, bazen olmaz. Ric´at: Mevcut olan milki iddetin içinde karşılıksız olarak devam ettirmek istemektir. İddetten murad hakiki cima´ iddetidir. Çünkü halvet iddetinde ric´at yoktur. İbn-i Kemâl. Bezzâziye´de: "Bir adam zifaftan sonra cima´da bulunduğunu iddia eder de kadın inkârda bulunursa ric´at edebilir. Bunun aksinde ric´at edemez." denilmiştir. Ric´at zorla, şakayla oyun ve hata ile sahih olur.

İZAH

Musannıfın ric´at bâbını talâktan sonra getirmesi ric´at hem tab´an hem vaz´an talâktan sonra olduğu içindir. Nehir.

"Bazen müteaddi olur, bazen olmaz." Yani bazen geçerli olarak kullanılır, bazen geçersiz.

"Devam ettirmek istemektir." sözü reddetmektir mânâsında kullanılmıştır. Bundan murad ric´atdır. Çünkü reddetmek deyince hatıra gelen mânâ elden gittikten sonra iade etmektir. Bu ise mevcud olmaya aykırıdır. Bir de burada reddetmek ibkâ mânâsındadır. Teâlâ Hazretleri: "Kocaları onları redde daha lâyıktır." buyurmuştur. (Yani Kocaları bu kadınları ellerinde bırakmaya daha lâyıktır demektir.) Buradaki red mevcud olan milki devam ettirmek ve tutmaktır. Teâlâ Haz´retleri: "Müddetleri yaklaştığında onları mâruf vecihle tutun." buyurmuştur. Nehir sahibi diyor ki: "Tutmak mevcudu devam ettirmektir. Elden gideni geri çevirmek değildir. Onun için bu kadına îlâ, zıhâr ve liân yapılabilir. Kadınlarım boş olsun sözü bu kadına da şâmildir. Ric´atta şahidler şart değildir. Mal olarak kadına bir şey vermek de vâcib değildir."

"Karşılıksız olarak" yani mal vermek şart değildir. Maksad yeni mehir koymanın şart olmamasıdır. Yoksa konmuşsa verilmeyecek mânâsına değildir. Şârih bunu milk bâkidir dâvâsını tekid için zikretmiştir. Çünkü milk bâki olmasa onu tekrar iade ederken karşılık vermek şart olurdu.

"Çünkü halvet iddetinde ric´at yoktur." Yani velevki halvet esnasında kadına dokunmuş, şehvetle bakmış olsun. Bunun vechi şudur: Cima´dan sonra iddetin meşru´ olmasında esas rahimin temiz olup olmadığını bilmektir. Bu da nesebler birbirine karışmasın diyedir. Cima´sız halvetten sonra iddetin vâcib olması ihtiyattır. Ama o iddet esnasında ric´atı sahih kabul etmek ihtiyattan değildir. Rahmetî.

"İbn-i Kemal." Cima´dan sonra beklenen iddet hakkında şöyle demiştir: "Bu kayıd mutlaka lâzımdır. Çünkü iddet bazen cima´ olmaksızın halvet´i sahiha ile de vâcib olur. Ama bu iddette ric´at sahih değildir."

Ben derim ki: Mehir bâbında da geçtiği vecihle halvet-i sahiha ric´at hususunda cima´ gibi değildir. Halvet-i sahiha böyle olunca halvet-i fâside evleviyetle cima´ gibi olmaz.

"Bezzâziye´de ilah..." cümlesini buradan atmak daha iyi olurdu. Çünkü ileride hem metinde hem şerhde gelecektir. Bu cümledeki "zifaftan sonra" ifadesinden murad halvettir. Halvetten sonra cima´ı iddia ederse demiş olsa daha iyi ederdi. Nitekim ileride böyle diyecektir.

"Ric´at zorla ilah..." Bahır sahibi diyor ki: "Ric´atın hükümlerinden biri de ileride bir vakte izafesi ve bir şarta tâlikı sahih olmamaktır. Meselâ yarınki gün gelirse sona müracaat ettim, şu haneye girersen sana müracaat ettim denilemez. Ama zorla, şakayla, oyun ve hata ile nikâh gibi bu da sahih olur. Bedayi´de böyle denilmiştir. T." Kınye´de. "Bir kimse fuzûlinin müracaatını kabul etse bu sahih olur." denilmiştir. Bahır.

"Şaka ve oyun" kelimelerini kâmûs sahibi ciddiyetin zıddıdır diye tefsir etmiştir. Bunu Tahtâvî söylemiştir.

METİN


Ric´at: Sana müracaat ettim, seni geri çevirdim ve seni tuttum gibi kelimelerle niyetsiz olarak yapılır. Çünkü sarîhtir. Fiille yapılması kerâhetle câizdir. Hörmet-i musahereyi icab eden dokunmak gibi şeylerle de olur. Velevki bunları kadın yapsın ve bunlar ihtilas yoluyla yahut uyurken veya zorla yahut deli veya bunak olarak yapılmış olsun. Elverir ki erkek kadını bizzât veya o öldükten sonra mirâsçıları tasdik etsin. Cevhere. De

linin ric´atı fiille olur. Bezzâziye. Ric´at kadınla iddeti içinde evlenmekle sahih olur. Bununla fetva verilir. Cevhere.

İZAH

"Sana müracaat ettim gibi kelimelerle ilah..." diyeceğine "Ric´at sözle olur." dese daha iyi olurdu. Çünkü az sonra fiille de olur diyecektir. Bu onun rüknünü beyandır. Ric´atın rüknü kavil veya fiildir. Kavlî ric´at iki kısımdır. Biri mis´âlde gösterdiği gibi sarîhtir. Nikâh ve tezviç kelimeleri de sarîhten sayılırlar. Nitekim gelecektir. Musannıfın işe bundan başlaması hilâfsız olduğu içindir. Diğeri kinâyedir ki, benim indimde sen eskisi gibisin, sen benim karımsın gibi sözlerle yapılır. Kinâyede niyetsiz müracaat sahih değildir. Bunu Bahır ve Nehir sahibleri söylemişlerdir.

"Fiille yapılması" sarîh veya kinâye değildir. Çünkü sarîh veya kinâye olmak sözün halleridir. Evet, ulemanın zâhir olan sözlerinden anlaşıldığına göre fiil sarîh hükmündedir. Çünkü delinin de fiille ric´atı sâbittir. Nitekim gelecektir.

"Kerâhetle câizdir." Zâhire bakılırsa buradaki kerâhet tenzihidir. Nitekim Bahır sahibinin sözü de buna işaret etmektedir. Fetih sahibinin sözü dahi bunu te´yid etmektedir. Fetih sahibi Şâfiî´nin cima´ haramdır dediği yerde söz ederken: «Bize göre cima helâldır. Çünkü milk her cihetten bâkidir. Milk ancak iddet bitince elden gider. Binaenaleyh iddet bitmezden önce helâllık bâkidir." demiştir. Buna: "Talâk-ı ric´i ile boşadığı karısını sefere götürmesiharamdır." diye itiraz edilemez. Çünkü o kıyasın hilâfına olarak nassla sâbit olmuştur. Nitekim gelecektir. Bunu Fetih sahibinin: "Müstehab olan kadına sözle müracaat etmektir." ifadesi dahi te´yid eder. Anla!

"Dokunmak gibi" sözünden murad şehvetle dokunmaktır. Nitekim Minah´da belirtilmiştir. "Hörmet-i musahereyi icab eden" ifadesi de bu mânâyı ifade etmektedir. H. Bahır sahibi diyor ki: "Cima´ ve şehvetle öpmek de bunda dahildir. Öpmek ağızdan, yanaktan, çeneden, alından, baştan ve nereden olursa olsun mânisiz dokunmak yahut şehvetle harerete mâni olmayacak derecede ince bir perde arkasından dokunmak, şehvetle fercinin içine bakmak -ki bu kadın dayanarak otururken olur- hep dahildir. Bu fiillerin şehvetsiz olarak yapılması fercin içine velev dübürün halkasına şehvetsiz bakmak ise hariçtir. Çünkü böylesi müracaat etmiş olmaz .Lâkin mekrûhtur. Nitekim Valvalciyye´de belirtilmiştir. Kınye´de ise müracaat kasdı olmaksızın gözü şehvetle kadının fercine dokunmakla ric´at etmiş sayılır, denilmiştir." Muhît´te şu ibâre vardır: "Ric´at kasdıyla olmazsa öpmek ve şehvetsiz dokunmak mekrûhtur."

"İhtilas yoluyla" tâbirinden murad aniden yapmaktır. Bahır sahibi diyor ki: "Öpmek, dokunmak ve şehvetle bakmak gibi şeylerin erkek veya kadından olması fark etmez. Yeterki erkek kadını tasdik etsin. Kadının bunları erkeğin müsaadesiyle yapması ile ihtilasen yapması arasında fark olmadığı gibi erkeğin uyanık veya zorla yahut bunamış olduğu halde yapması arasında da fark yoktur. Ama bunlar...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2010, 21:37:05
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #18 : 10 Mart 2010, 21:37:05 »

METİN

Talâk-ı ric´î ile boşanan bir kadın ric´at ümidi varsa evde olan kocası için zînetlenir, ric´at ümidi yoksa zînetlenmez. Bunu Miskîn söylemiştir. Kocası evde yoksa zînetlenmez. Çünkü illet yoktur. Talâk-ı bâinde ve ölüm iddetinde zînetlenmek haramdır. Kocası ric´at ettiğine şâhid getirmedikçe kadını evinden çıkaramaz. Velevki sefer müddetinden az bir yere götürmek için olsun. Çünkü nehy mutlaktır. Ric´at ettiğine şâhid getirirse iddet bâtıl olur. Ama bu ric´at etmediğini açık söylediğine göredir. Açık söylemezse sefer delâleten ric´at sayılır. Bunu inceleme suretiyle Fetih sahibi söylemiş, musannıf da ikrar etmiştir. Talâk-ı ric´î cima´ı haram kılmaz. İmam Şâfiî Radıyallahü Anh buna muhâliftir. Cima´da bulunursa ukr lâzım gelmez. Çünkü bu cima´ mubahdır. Lâkin karısına dönmeye niyeti yoksa onunla başbaşa kalmak tenzihen mekrûhtur. Aksi takdirde mekrûh değildir. Karısına dönmeye niyeti varsa kadın için kasm hakkı sâbit olur. Aksi takdirde bu kadına kasm yoktur. Bunu Bahır sahibi Bedâyı´dan nakletmiş ve: "Ulema zîneti terkettiğinden dolayı bir adamın karısını dövebileceğini açıklamışlardır." demiştir. Bu hal ric´î talâkla boşanan kadına da şâmildir.

İZAH

«Talâk-ı ric´î ile boşanan kadın zinetlenir.» Çünkü kocasına helâldır, nikâhı mevcuddur, ric´at müstehabdır. Zînetlenmek ric´ata teşvik sayılır. Binaenaleyh meşru´dur.

«Çünkü illet yoktur.» İllet ric´ata teşviktir. T.

«Talâk-ı bâinde ve ölüm iddetinde zînetlenmek haramdır.» Bâinde haram olması ric´at meşru olmadığı ve o kadına bakmak haram olduğu içindir. Vefat iddetinde ise yas tutmak vâcibdir. Bunu Bahır sahibi söylemiştir.

«Çünkü nehy mutlaktır.» Nehyden murad Teâlâ Hazretlerinin: "Onları evlerinden çıkarmayın." âyet-i kerîmesidir. Bu âyet-i kerîme talâk-ı ric´î ile boşanan kadın hakkında inmiştir. Evden çıkarma yasağı mutlaktır, sefer müddetinden daha az bir mesafeye dahi şâmildir.

«Ric´at ettiğine şâhid getirmedikçe» cümlesinin yerine: "Ric´at etmedikçe kadını evden çıkaramaz." dese daha iyi olurdu. Çünkü şâhid getirmek sadece mendûbtur. T. Yani şâhid getirmeyi evden çıkmanın haram olmasıyla sınırlamak doğru değildir. Çünkü haram olmak ric´atla mutlak surette sona erer. En güzeli mutlak surette sefere çıkarmak haramdır demektir. Çünkü bu hususta nass mutlaktır.

«Ama bu ilh...» ifadesindeki işaret şâhid getirmedikçe cümlesinden anlaşılan çıkarmanın ric´at olmamasınadır. Bahır´da şöyle denilmiştir: "Murad kadına ric´at etmediğini açıklamış olmasıdır. Şayet susarsa yolculuk delâleten ric´at sayılır. Nitekim Fetih´de Câmi-i Sağîr şerhinde Bedâyı´ ve Gâyetü´l-Beyân´da buna işaret edilmiştir. Bu kitablarda seferin delâleten ric´at sayıldığı bildirilmiştir. Böylece Zeylaî´nin: "Sefer delâleten ric´at değildir." sözü def edilmiş olur."

«Bunu inceleme suretiyle Fetih sahibi söylemiştir.» Burada şöyle denilebilir: "Fetih sahibinin sözünde bunun kendi incelemesi olduğunu gösteren bir şey yoktur. Buna yukarıda zikredilen kitablarda işaret edilmiştir. Fetih´in ibâresi şudur: «Kadını sefere götürmek bu nassla haram olduğu için ric´at sayılmamıştır. Hatta ric´ata delâlet dahi olamaz diyenler vardır. Çünkü sözümüz kadına ric´at etmediğini açıkca söyleyen hakkındadır. Buna da şöyle itiraz edilmiştir: Şehvetle öpmek ve benzeri şeyler bizzat ric´at sayılır. Velevki ric´at etmiyorum diye seslensin. Bu itirazın cevabı haramla helâl arasında fark vardır sözüdür." Yani öpmek helâldır. Binaenaleyh ric´at sayılır. Sefere götürmek haramdır, o ric´at olamaz. Ric´at etmediğini söyleyip dururken ric´ata delil de sayılamaz. Fetih sahibinin: "Çünkü sözümüz ilh..." demesi gösteriyor ki, bu söz kendisinin bir incelemesi değil ulemadan nakledilmiştir.

«Şâfiî buna muhâliftir.» Hilâfın esası şudur: Bize göre ric´at mevcud milkin devamını istemektir. Ona göre ise elden giden helâllığın yenilenmesidir. Binaenaleyh bize göre nikâh milki mevcud olduğu için cima´ her vecihle helâldır. Nikâh milki ancak iddetin bitmesiyle elden gider.

«Çünkü bu cima´ mubahdır.» ifadesinde müsamaha vardır. Çünkü bu cima´ sünnete muhâlif olduğu için bize göre mekrûhtur. Nitekim izahı yukarıda geçti. Mubah Allah´ın hitabının bir şeyin fiil ve terkine müsavî olarak muhayyer bırakmak suretiyle teallûk etmesidir. Mekrûh velevki tenzihen olsun terki tercih edilen şeydir. Binaenaleyh mubah olamaz. Onun için "çünkü mubahdır" diyeceğine "çünkü câizdir" dese daha iyi olurdu. Zira şer´an haram olmayan şeye câiz denilir. Velevki o şey vâcib veya mekrûh olsun. Nitekim Tahrîr´de belirtilmiştir.

«Karısına dönmeye niyeti yoksa onunla başbaşa kalmak mekrûhtur.» Çünkü halvet çok defaşehvetle dokunmaya vardırır. Böylece o adam istemediği halde ric´at etmiş olur. Sonra kadını tekrar boşar ve kadının iddeti uzar. Bunu Bahır´dan naklen Tahtâvî söylemiştir.

«Kasm hakkı sâbit olur iIh...» Bundan sonraki bâbta görüleceği vecihle ric´î talâkla boşanan bir kadının kazaen ve diyâneten cima´ hakkı yoktur. Onun için bu ka´dına cima´dan başka bir şeyle ric´at etmek müstehabtır. O zaman kasm sohbette bulunmak içindir.

«Aksi takdirde ilh...» Yani ric´at etmeye niyeti yoksa bu kadın için kasm hakkı yoktur. Zira ric´ata niyeti yokken sâbit olursa çok defa iş halvetle neticelenir ve az yukarıda söylediklerimiz lâzım gelir.

METİN

Bir adam üçten aşağı talâk-ı bâinle boşadığı karısını iddeti içinde ve iddetten sonra bilicma´ nikâh edebilir. İddet içinde kocasından başkası men edilir. Çünkü neseb şübheye düşer. Sahih ve geçerli bir nikâhtan boşanan kadın -ki tahkîkını yapacağız- hürre ise üç talâkla, cariye ise iki talâkla boşanırsa velevki cima´ etmeden boşansın başkası tarafından geçerli nikâhla cima´ edilmedikçe nikâh olunamaz. Velevki o başkası cima´ edebilen mürahîk olsun. Şeyhülislâm bunu on yaşla takdir etmiştir. Yahut enenmiş veya deli yahut zimmîye için zimmî olsun. Müşkilât´ta beyan edilen bâtıldır. Yahut evvelce geçtiği vecihle müevveldir.

İZAH

«Üçten aşağı talâk-ı bâinle boşadığı karısını nikâh edebilir ilh...» Musannıf talâk-ı ric´î ile gevşemiş bulunan nikâh bağının nasıl ekleneceğini beyandan sonra burada da talâk-ı bâinle kopan bağın nasıl ekleneceğini anlatıyor. Fetih. Onun için Hidâye´de buna ayrıca bir fasıl yapılmıştır.

«Bilicma´ nikâh edebilir.» sözü iddet içinde sözüne râci´dir. Bu bir sualin cevabıdır. Sual şudur: Teâlâ Hazretleri: "İddet bitinceye kadar nikâh akdine girişmeyin." buyurmuştur. O halde bir adam boşadığı karısıyla iddeti içinde nasıl evlenebilir? Bu nass umumiyle onu men etmektedir. Cevap şudur: Kocasının iddet içinde nikâhı bu âyetten bilicma´ tahsis edilmiştir.

«Çünkü neseb şübheye düşer.» Yani kadın gebe kalır, fakat birinci kocasından mı yoksa ikinciden mi gebe kaldığı bilinemez. Böylece neseb karışır. Esasen iddetin meşru´ olmasının hikmeti budur. Burada zikredilmesinden murad kocanın bilicma´ tahsisine mâni olmadığını beyandır. Yoksa illetini beyan değildir. Zira illetini beyan olsa küçük kızla, hayızdan kesilen kadınla cima´dan önceki vefat iddetiyle sâbiden iddet bekleyen kadınla, ikinci ve üçüncü hayızlarla buna itiraz vârid olurdu. Çünkü bunlarda nesebin karışması yoktur. Ama müddet içinde evlenmek başka bir illetten dolayı câiz değildir. O da mahallin ehemmiyetini göstermek veya teabbüdî (kulluk icabı yapılan) bir hükümdür. İzahın tamamı Fetih´dedir.

«Boşanan bir kadın nikâh olunamaz.» cümiesindeki "nikâh oluna-maz" sözünü atıfmuktezası olarak şârih takdir etmiştir. Lâkin evlâ olan "Milk-i yeminle cima da edemez." cümlesini de ziyade etmektir. Çünkü o´ kadını nikâh akdiyle alması helâl olmadığı gibi milk-1 yeminle cıma etmesl de helâl değildir. Nitekim gelecektir. Âyet-i kerînlede olduğu gibi: "Boşa-nan bır kadın helâl olmaz." deseydi ikisine de şâmil olurdu.

«Sahih ve geçerli bir nikâhtan» ifadesindeki sahih sözüyle fâsid nikâhtan ihtiraz etmiştir. Meselâ şâhidsiz kıyılan nikâh böyledir. Böyle bir nikâhın cima´dan önce hükmü yoktur. Cima´dan sonra ise mehr-i misil vâcib olur. Bu nikahın talâkı talâk sayısını azaltmaz. Çünkü bir mütarekeden (birbirlerini bırakmaktan) ibarettir. Kadını üç defa boşasa bir şey vâki olmaz. O kadınla hulleye hâcet kalmaksızın evlenebilir. Nitekim sarîh bâbının sonunda geçmişti. Geçerli sözüyle de mevkûf nikâhtan ihtiraz etmiştir. Fetâvâ-i Hındiyye´nin kölelerin nikâhı bâbında Muhît´ten naklen şöyle denilmiştir: "Köle veya mükâteb yahut müdebber veya ümmüveledin oğlu sahibinin izni olmaksızın evlenir de sonra sahibi cevaz vermeden üç defa boşarsa bu talâk iki tarafın nikâhı terketmesinden ibarettir. Hakikatte talâk değildir. Hatta talâkın sayısından bir şey azaltmaz. Köle sahibi bundan sonra nikâhı câiz kabul ederse onun cevaz vermesi bir işe yaramaz. Bundan sonra evlenmesine izin verirse kölenin o kadınla evlenmesi mekrûh olur. Ama ben bunların arasında fark göremedim."

«Tahkîkını yapacağız.» Tahkîkını iddet bâbında yapacak ve: "Fâsid nikâhtaki halvet iddeti icab etmez. Oradaki talâk talâkın sayısını azaltmaz. Çünkü feshtir." diyecektir. Musannıf orada mevkûftan bahsetmiştir. Çünkü o fâsidin kısımlarındandır. Buradaki: "Tahkîkını yapacağız." sözünden az ileride gelecek olan; "Fâsid ve mevkûf hariçtir ilh..." ifadesini kasdetmiş de olabilir. Zira o söz muhallil hakkında olsa da boşayan hakkında da mu´teber olmadığını göstermektedir. Şârih bu sözle daha sonra gelecek olan: "Sonra bütün bunlar ilk nikâhın sahih olmasının fer´îdir ilh..." ifadesini kasdetmiş değildir. Çünkü o sözden muradı nikâhın bütün mezheblere göre sahih olmasıdır. Nitekim göreceksin. O bizim bahsettiğimiz mesele değildir.

«Müşkilât´ta beyan edilen» şudur: "Bir kimse karısını cima´ etmeden üç defa boşarsa onunla hulle yapmadan evlenebilir. Teâlâ Hazretlerinin: Onu boşarsa artık kadın ba...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

10 Mart 2010, 21:53:42
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #19 : 10 Mart 2010, 21:53:42 »

İLÂ BÂBI



METİN

Bunun beynunetle münasebeti netice itibariyledir. Lügaten îlâ yemin demektir. Şer´an ise müddeti içinde karısına yaklaşmayacağına yemin etmektir. Velevki zimmî olsun. Mûlî (îlâcı) o kimsedir ki, karısına yaklaşması ancak kendisine lâzım gelen meşakkatli bir şeyle mümkün olur. Bundan yalnız küfür mâni´i müstesnadır. İlânın rüknü yapılan yemindir.

İZAH

«Bunun beynunetle münasebeti netice itibariyledir.» Yani bu bâbın ric´at bâbından sonra zikredilmesinin münasebeti Bahır sahibinin söylediğidir. O: "ÎIâ ikinci halde talâk-ı ric´î gibi ayrılmayı icab eder." demiştir.

«Şer´an ise müddeti içinde karısına yaklaşmayacağına yemin etmektir.» ifadesi meşakkatli bir şeye yapılan tâlika da şâmildir. Çünkü tâlik bâbında arzettiğimiz gibi buna da yemin denilir. Onun için Fetih sahibi şunları söylemiştir: "Şeriatta îlâ: Karısına dört ay ve daha fazla yaklaşmayacağına Allah Teâlâ´ya yemin etmektir. Yahut ona yaklaşmayı güçleştiren bir şeye tâlikla olur. Böyle demek Kenz sahibinin: "Karısına dört ay yaklaşmayacağına yemin etmektir." sözünden daha iyidir. Çünkü mücerred yemin: Seninle cima edersem Allah için iki rekât namaz kılmak yahut gazaya gitmek boynuma borç olsun gibi sözlerle de tehakkuk eder. Ama o adam bununla îlâ yapmış olmaz. Çünkü nefsine meşakkat veren şeylerden değildir. Velevki korkaklık ve tembellik gibi nefisden gelen çirkin bir ârıza dolayısıyla ona güç gelsin." Bu söz musannıfa da vâriddir. Gerçi onun nâmına Bahır sahibi cevap vermişse de Nehir ve Makdisî şerhinde onun cevabı reddedilmiştir.

«Karısına yaklaşmayacağına» sözü halen mevcud karısına ve ileride evleneceği kadına şâmildir. Meselâ ecnebî bir kadına: "Seninle evlenirsem vallâhi sana yaklaşmam." derse îlâ olur. Çünkü muteber olan îlânın yürürlüğe girdiği vakittir. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh İbn-i Kemâl´in: "Tarifte mutlaka nikâhta hâsıl olan veya nikâha muzaf olan demek lâzımdır." sözüne hâcet yoktur. Halbuki Nehir sahibinin dediği gibi bu şarttır. Şartların hâli ise tariften hariç bırakılmaktır. "Halen mevcud karısı" sözünde ric´î talâk iddeti bekleyen kadın dahildir. Şu da öyledir: Bir adam hür olan korısına îlâ yapar da sonra onu bir talâk-ı bâinle boşarsa, kadın iddetlnl beklerken îlâ müddeti bittiği takdirde o kadını bir daha boşayabilir. Nitekim gelecektir. Kuhistânî buna Hâniyye´nin şu ifadesiyle itiraz etmiştir: "Bir kimse cariye olan karısına îlâ yapar da sonra onu satın alarak îlâ müddeti geçerse talâk vâki olmaz."

Ben derim ki: Buna şöyle cevap verilir: Cariyeyi satın almak akdi feshtir. Sanki o anda cariye onun karısı değilmiş gibi olur. Yahut şöyle cevap verilir: Şart karı-kocalığın devamı veya iddet gibi onun eseridir. Burada ise iddet yoktur. Küçük kız dahi dahildir. Velev ki cima olunmasın.

«Yaklaşmayacağına» yani cima etmeyeceğine diye kayıtlaması şundandır: Çünkü başka şeye yemin ederse meselâ: Vallâhi cildim senin cildine dokunmayacak yahut senin döşeğine yaklaşmayacağım gibi bir söz söyler de cima´ı niyet etmezse îlâ yapmış olmaz. Nitekim gelecektir.

«Müddeti içinde» yani aşağıda beyan edilecek müddeti demek istiyor.

«Velevki zimmi olsun.» sözü yaklaşmak mastarının failini umumileştirmektir. Yani îlâyı bir zımmî de yapabilir demektir. Velev ki kendisine kefâret lâzım gelmesin. Nitekim ileride gelecektir.

«Ancak kendisine lâzım gelen meşakkatli bir şeyle mümkün olur» Şart hac ve benzeri gibi nefsine meşakkat vermesidir. Nitekim gelecektir. Binaenaleyh gaza ve iki rekât namaz gibi meşakkatsiz şeyler tariften hariç kalır. Velev ki korkaklık veya tembellik gibi arızî meşakkatler bulunsun. Meşakkatli şeylerden biri de kefârettir. Bahır sahibi buna zımmînin kefâret icab eden îlâsıyla itiraz etmiştir. Meselâ zımmî karısına vallâhi sana yaklaşmayacağım derse İmam-ı A´zam´a göre kefâret lâzım gelmeksizin îlâ sahîhtir. Bir itirazı da şudur: Bir adam dört karısına vallâhi size yaklaşmayacağım diye yemin ederse üçüne bir şey lâzım gelmeksizin yaklaşabilir. Birinci itiraza yine kendisi Kâfî´nin şu sözüyle cevap vermiştir: Bozulmaktan hâli olan yemin o kimseye lâzımdır. Buna delil dâvâlarda billahilazîm diye yemin ettirilmesidir. Lâkin zımmîye kefâret vâcip olmasına mâni vardır. O da kefâretin ibâdet olmasıdır. Zımmî ise ibâdete ehil değildir.

Ben derim ki: İkinciye cevap da şudur: îlâ dört kadının hepsine yapılmıştır, bazılarına yapılmış değildir. Onun içindir ki bazılarına yaklaşmakla yemini bozulmaz. Çünkü o yaklaştığına yemin etmiş değildir. O üzerine yemin edilenin bir cüz´üdür. Nitekim bunu Hidâye şârihleri anlatmışlardır. Şu halde bu söz: Zeyd ve Amr´la konuşmam demesi gibi olur ki, beraber olmadıkça yalnız birisiyle konuşması yemini bozmaz. Bedâyı´da şöyle denilmiştir: "Bir kimse karısına ve cariyesine vallâhi size yaklaşmayacağım diye yemin ederse cariyeye yaklaşmadıkça karısına îlâ yapmış sayılmaz." Yani yeminden dönmenin şartı her ikisine yaklaşmaktır. Birisine yaklaşmakla yemini bozulmaz demek istemiştir. Lâkin birine yaklaştı mı yemininde durma şartı ikinciye yaklaşamamakla teayyun eder. İkincisi karısıysa ona îlâ yapmış sayılır. Bunun muktezası şudur ki: Yukarıdaki meselede üçüne yaklaşırsa dördüncüsüne îlâ yapmış olur.

TENBİH: Bir kimse karısına yaklaşmayacağına kölesinin âzâd olmasıyla yemin eder de sonra köleyi satarsa yahut köle ölürse îlâ sâkıt olur. Çünkü o adam karısına yaklaşmakla kendisine bir şey lâzım gelmeyecek hale dönmüştür. Eğer satıldıktan sonra köle karısına yaklaşmadan tekrar onun milkine dönerse îlâ hükmü de döner. Bedâyı´.

METİN

Şartı kadının mahâl olmasıdır. Îlâ yürürlüğe girdiğinde nikâhlısı olacaktır. "Seninle evlenirsem vallâhi sana yaklaşmayacağım." sözü bundandır. "Sen de boşsun." sözünü ziyade eder de sonra o kadınla evlenirse, yaklaştığı için kefâret vermesi lâzım gelir. Terk ettiği için de talâk bâin olur. Kocanın talâka ehil olması da şarttır, İmameyn´e göre kefârete ehil olması şarttır. Binaenaleyh zımmînin ibâdet sayılmayan bir şeyle îlâ yapması sahihtir. Bunun faydası talâkın vâki olmasıdır. Îlânın şartlarından biri de müddetinden noksan olmamasıdır.

İZAH

«Nikâhlısı olacaktır.» Yani talâk-ı ric´î iddetini bekleyen kadın gibi hükmen dahi olsa nikâhlısı sayılacaktır. Nitekim arz etmiştik. Bu îlâdan sonra karısını talâk-ı bâinle boşayıp da iddet içinde îlâ müddetinin geçmesi haline de şâmildir. Nitekim yukarıda görmüştük. Bundan anlaşılır ki üç talâktan az olan bâin talâkla îIâ bâtıl olmaz. Bedâyı´da şöyle denilmiştir: "Milki olmayan yerde ibtidaen îlâ mün´akid olmaz. Velev ki mülksüz îlâ devam etsin." Bu suretle ecnebî kadın ve talâk-ı bâinle boşanan hariç kalır: Nitekim gelecektir. Kezâ cariye, müdebbere ve ümmüveled de hariçtirler. Çünkü Teâlâ Hazretleri: «Kadınlarına îlâ yapanlar için ilh...» buyurmuştur. Nikâh milkiyle milk sayılan kadın zevcedir. Nitekim Bedâyı´da bildirilmiştir.

«Yaklaşmayacağım sözü bundandır.» Yani îlânın yürürlüğe girdiği vakitte kadının nikâhlısı olmasındandır. Çünkü şarta muallak olan bir şey o şart bulunduğu vakit yürürlüğe konan gibidir. Yürürlüğe konduğu vakit kadın onun nikâhlısıdır. H.

«Sonra o kadınla evlenirse» yani muallak talâk vâki olduktan sonra evlenirse demek istiyor.

«Kefâret vermesi lâzım gelir.» sözünün mânâsı îlânın hükmü sâbit olur ve îlâ tesirini gösterir demektir. Onun gösterdiği tesir müddeti içinde kadına yaklaşmakla kefâret lâzım gelmesi, yaklaşmayı terk etmekle de talâk-ı bâin vâki olmasıdır. Şöyle ki, bu adam îlâ ile talâkı evlenmeye tâlik ettiği için sıra ile vâki olurlar. Kadın bâin olmazdan önce îlâ meydana gelir, arkasından talâk vâki olur ve onunla kadın kocasından ayrılır. Zira bu talâk cima´dan öncedir. Milkin elden gitmesi îlânın hükmünü iptal etmez. Îlâ müddetinin içinde o kadınla evlenirse îlâ amelini icra eder. Ama talâkı îlâdan önce yaparsa İmam´ı A´zam´a göre hükmü bâtıl olur. Çünkü bâin olduktan sonra vuku bulur. Milkde yapılmayan îlâ ise mün´akid olmaz. Nitekim Bahır´da ta´lil bâbında belirtilerek şöyle denilmiştir: "Seninle evlenirsem sen boşsun; sen bana annemin sırtı gibisin; vallâhi sana yaklaşmayacağım der de sonra o kadınla evlenirse talâk vâki olur. İmam-ı A´zam´a göre zıhâr ile ilâ hükümsüz kalır. Çünkü evvela talâk vâki olur. Onunla kadın bâin sayılır. İmameyn´e göre ise beraberce vâki olurlar. Talâkı sona bırakır dakadınla evlenirse talâk vâkidir. Zıhâr ile îlâ da sahihtir."

«Kocanın talâka ehil olması da şarttır.» cümlesi akıl ve bülûğun şart olduğunu ifade eder. Binaenaleyh çocuk ile delinin îlâları sahih olmaz. Çünkü bunlar talâka ehil değillerdir. Kölenin mala taallûk etmeyen: Sana yaklaşırsam üzerime oruç veya hac yahut umre borç olsun yahut karım boş olsun gibi sözlerle îlâ yapması sahihtir. Yeminini bozarsa cezası lâzım gelir yahut vallâhi sana yaklaşmayacağım derse yeminini bozduğunda kendisine oruçta kefâret lâzım gelir. Mala taallûk eden şeyler bunun hilâfınadır. Meselâ köle âzâdı boynuma borç olsun yahut şu kadar sadaka vermek boynuma borç olsun derse îlâsı sahih olmaz. Çünkü kendisi mala ehil değildir. Bedâyı´.

«Zımmînin îlâ yapması sahihtir.» Yani İmam-ı A´zam´a göre sahihtir, İmameyn´e göre sahih değildir. Lâkin her iki kavil alelıtlak değildir. Çünkü zımmînin hac gibi hâlis ibâdet olan bir şeyle îlâ yapması bilittifak sahih değildir. Köle âzâdı gibi ibâdet olması lâzım gelmeyen bir şeyle îlâ yapması bilittifak sahihtir. Kefâret icap eden: Vallâhi sana yaklaşmam gibi bir sözle îlâ yapması İmam-ı A´zam´a göre sahih. İmameyn´e göre sahih değildir. Nitekim Bahır ve diğer kitaplarda bildirilmiştir.

«İbâdet sayılmayan» yani hâlis ibâdet olmayan bir şeyle îlâsı sahihtir. Şârih bununla bildiğin gibi hac, oruç ve emsalinden ihtiraz etmiştir.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 2 3 [4] 5 6 7 8   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes