> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Nikah
Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9 10   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Nikah  (Okunma Sayısı 12848 defa)
13 Mart 2010, 17:06:37
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #35 : 13 Mart 2010, 17:06:37 »



METİN

Meğerki kadını üç defa boşayıp da kadın ayrılmayı istesin. Bu takdirde araları bilittifak ayrılır. Nasıl ki kadına hul yapar da sonra akit yapmadan onunla beraber oturursa; yahut müslümandan iddet bekleyen kitabî bir kadınla evlenirse veya kadını üç defa boşamış olupbaşka kocaya varmadan tekrar alırsa, bu üç surette dâvâsız araları ayrılır. Bunu Bahır sahibi Muhit´ten nakletmiştir. Zeylâi ile Hâvi bunun hilâfına olarak dâvâ et-meyi şart koşmuşlardır.

İZAH

«Meğerki kadını üç defa boşayıp ilh...» cümlesi. "karı-kocadan biri-nin dâvâya vermesiyle araları ayrılmaz." sözünden istisnadır.

«Araları ayrılır.» Çünkü bu ayırma kocanın bir hakkını iptal etmez. Üç talâk bütün dinlerde nikâh milkini keser. Bahır.

Ben derim ki: Lâkin şimdi zımmîler arasında meşhur olan îtikada gö-re onlarda talâk yoktur. Bu herhalde değiştirdikleri şeriatlardan olacaktır.

«Nasıl ki kadını hul yapar da ilh...» Mutlak ayırma hakkında bir teş-bihtir. Dâvâya verdikten sonra kaydıyla değildir. Zira bundan sonra şarih, "Çünkü bu üç meselede dâvâsız ayrılır." demektir. T.

«Akit yapmadan ilh...» Bunun sebebi: Çünkü hul talâktır. Zımmî talâ-kın nikâhı giderdiğine inanmaz. Halbuki talâktan sonra cima bütün din-lerde haramdır. Onun sebebiyle had vururlar. Nehir. Yani talâktan sonra cima sebebiyle had vururlar. Haddin mahalli iddette helâl olması şüphe-sine îtikat etmektir. Nitekim hudud bahsinde beyan edilmiştir. Böyle bir ta´lil, aşağıda gelen üç talâk meselesinde de söylenir.

«Yahut kitabi bir kadınla evlenirse...» Keza bir zımmî hür veya cariye bir müslüman kadınla evlenirse, Hâkim-i Şehid´in Kâfî nâmındaki kita-bında beyan edildiğine göre araları ayrılır. Kadınla zifaf olmuşsa cezalan-dırılır. Ama kırk deyneğe vardırılmaz. Kadın ve kadını o kimseye veren de ta´zîr olunurlar. Nikâhtan sonra müslüman olursa nikâhı haline bırakılmaz.

T E M B i H : Nehir sahibi diyor ki: «Musannıf evleneni kâfir ise diye kayıtlamıştır. Çünkü müslüman, kâfirden iddet bekleyen zımmî bir kadınla evlenirse, bazı ulemanın söylediklerine göre caizdir. Ama İmam-ı Âzam´a göre istibra yapmadan o kadınla cima etmesi mübah değildir; İmameyn bu nikâhın bâtıl olduğunu söylemişlerdir. Hâniyye´de böyle denilmiştir.»

Ben derim ki: Müslümana nisbetle iddetin hilâfsız vâcip olması gere-kir. Çünkü müslüman onun vâcip olduğuna inanmaktadır. Görmüyormu-sun kâfir hakkında iddetin vâcip olmaması ona inanmamaları ve onlarca caiz olması kaydıyla mukayyettir. Çünkü caiz değil de vücubuna îtikat etseler bilittifak araları ayrılır. Fetih sahibi şöyle demiştir: «O halde kâfirler iddete inanırlarsa, hicrette iddetin vâcip olması lâzım gelir. Çünkü birbirine zıt iki memlekete izafe edilen ayrılıktır. İddetln yokluğu değildir.»

Ben derim ki; «Hilâfsız vâcip olması gerekir ilh...» sözü hakkında. "Bu, gerekmeyen şeylerdendir." denilebilir. Çünkü yukarıda geçti ki, iddet ancak boşayan kocanın hakkı için vâcip olur. Îtikadı olmaksızın onun için iddet vâcip olmaz. Bir de İbn-i Kemâl´den naklen arzetmiştik ki, yalnız kocanın dinine itibar olunur. Kezâ İmam-ı Âzam´a göre kâfirden asla iddet yoktur sözü tercih edilmiştir.

«Başka kocaya varmadan tekrar alırsa ilh...» ifadesinin muktezası, birinci meselenin kadını üç defa boşayıp nikâh tazelemeden onunla birlikte yaşayan kimse hakkında farz edilmiş olmasıdır. Tâ ki ayrı bir mesele teşkil etsin ve aralarında fark müşkül olsun. Çünkü birinci meselede aralarını ayırmak kadının istemesine bağlı olunca, burada da onun istemesine bağlı olması evleviyette kalır. Zira başka kocaya gitmeden kadına nikâh tazelerse akit şüphesi hâsıl olur. O halde hiç istemeden araları nasıl ayrılabilir. Halbuki akit şüphesi vardır. Akit şüphesi yokken bile ancak istemekle araları ayrılır. Allahu a´lem. Bundan dolayı Bahır sahibi İsbicâbî´den naklen, "Kadını üç defa boşar da nikâhını tazelemeden yanında tutarsa araları ayrılır. Velev ki hâkim huzurunda dâvâya çıkmasınlar. Kadın başka kocaya varmadan nikâhını tazelerse ayırmak yoktur." demiş; sonra bunun Muhit´ teki ifadeye muhalif olduğunu söylemiştir. Çünkü Muhit sahibi aralarını ayırma hususunda kadın başka kocaya gitmemişse; onunla tekrar evlenip evlenmemeyi bir tutmuştur.

Ben derim ki: Lâkin bu da Fetih ve diğer kitaplardan naklettiklerimize muhaliftir. Demiştik ki: «Üç defa boşadığı kadını alması, birbirine mahrem olan karı-koca gibidir.» Meğerki bu, müslüman oldukları hale yahut birinin müslüman olmasına tahsis edilmiş olsun. Lâkin bu da Zeylâî´nin ifadesine muhaliftir. O şöyle demiştir: «Üç defa boşanan kadın ile mahrem kadınları ve beş kadını bir nikâhta toplamak da bu hilâf üzerinedir.» Yani İmam-ı Âzam´la İmameyn arasında geçen hilâfa göredir. İmam-ı Âzam´a göre her ikisi mahkemeye müracaat ederlerse araları ayrılır. Yalnız birinin müracaatıyla ayrılmaz. Düşünmelidir!

«Zeylâî ile Hâvî ilh...» Ben derim ki: Hâvi´I-Kudsî´de buradakine muhalif bir şey yoktur. Nitekim musannıfın Minah´ta naklettiği Hâvi ibaresinden anlaşılmaktadır. Ona müracaat edebilirsin.

Zeylâî´ye gelince: Onda muhalefet vardır. Çünkü yukarıda ondan naklettiğimiz ibareyi zikretmiş; sonra şöyle demiştir: «Gâye´de Muhit´e nisbet edilerek bildirilmiştir ki, üç defa boşanan kadın ayrılmak isterse, kocasıyla araları bilittifak ayrılır. Çünkü bu, kocanın hakkını iptali tazammun etmez. Hul´da ve müslümandan iddet bekleyen kitabi kadında ve keza üç defa boşayıp da kadın başka kocaya varmamışsa onunla evlenmesinde dahi kocanın hakkını iptal yoktur.»

Muhalefeti şöyle izah olunur: «Hul´da ilh...» sözü, ayırmanın ilk meselede olduğu gibi üç meselede de isteğe bağlı olduğunu ifade eder. Nitekim teşbihin muktezası da budur. Fetih sahibi bunu açıklayarak Gâye´nin ibaresini zikretmiş ve "hul´da" sözünün akabinde, "Yani kadın zımmî olan kocasından hul olur da sonra kocası onu yanında tutar ve kadın onuhâkime dâvâ ederse, hâkim aralarını ayırır. Çünkü kadını yanında tutması zulümdür ilh..." demiştir. Şu halde Gâye sahibinin Muhit´e nisbet ettiği ve Zeylâî ile Fetih sahibinin de ondan naklettikleri söz, Bahır´da Muhit´ten nakledilene muhaliftir. Musannıfın tercih ettiği de odur. Yani üç meselede aralarını ayırmak dâvâya tevakkuf etmez. Yalnız birinci meselede dâvâya tevakkuf eder. Nehir sahibi dahi Muhit´in ibaresini zikretmiştir. Bu ibare Bahır sahibi ile musannıfın dedikleri gibidir. Şarihin söylemek istediği muhalefetin vechi işte budur. Nehir sahibi de buna tembih etmiştir. Ama hâşiye yazarlarınca gizli kalmıştır.

Evet, Zeylâî´nin ifadesinde başka bir cihetten muhalefet vardır ki, o da şudur: Zeylâ´i evvelâ hilâfın cereyanı hususunda üç defa boşanan kadının iki mahremin evlenmesi gibi olduğunu söylemiştir. Nitekim az yukarıda zikretmiştik. Sonra Gâye´de kadının ayrılık istemesiyle bilittifak aralarının ayrılacağı bildirildiğini söylemiştir. Ben Hâkim-i Şehid´in Kâfî´sinde Gâye´nin ifadesini teyid eder sözler gördüm. Şöyle demiş: «Zımmî bir kimse karısını üç defa boşar da sonra onunla beraber yaşarsa, kadın kendisini sultana dâvâ ettikte sultan aralarını ayırır. Keza kadının hul olması da böyledir. Bir zımmî müslüman kocadan iddet bekleyen zımmîyeyle evlenirse, onu gerek boşamış olsun gerekse kocası ölsün ben onların aralarını ayırırım.» Lâkin bu ifade şunu gösterir ki, bu son meselede aralarını ayırmak için dâvâya vermeye ve ayrılık isteğine asla hâcet yoktur. Çünkü müslümanın hakkı taallûk etmiştir. Bunun bir misli de yine Kâfî´den naklen arz ettiğimiz zimmî bir kimsenin müslüman kadınla evlenmesi meselesidir.

METİN

Mecûsi olan karı-kocadan biri, yahut kitabînin karısı müslüman olursa. diğerine müslümanlık arz olunur. Müslümanlığı kabul ederse ne âlâ. İmtinâ etmek veya susmak suretiyle müslümanlığı kabul etmezse araları ayrılır. Velev ki koca sabî-i mümeyyiz olsun. Esah kavle göre bu mesele bilittifak böyledir. Sabî kız, zikredilen bu hususlarda sabî oğlan gibidir. Kaide şudur ki: müslüman olduğu zaman İslâm´ı sahih olan herkesin, müslümanlık arz olunduğu zaman ondan çekinmesi de sahihtir. Mümeyyiz olmayan sabînin akıllanması, yani iyiyi kötüyü ayırmaya başlaması beklenir. Deli ise beklenmez. Çünkü onun sonu yoktur. İslamiyet onun ana ve babasına arz olunur. Hangisi müslümanlığı kabul ederse, deli ona tâbi olur. Nikâh da bâkîdir. Babası yoksa hâkim onun nâmına bir vasî tayin eder ve onun aleyhine ayrılma hükmünü verir. Bunu Zahîdî´nin Ravdatü´l-Ulema adlı eserinden Behensî, ondan da Bâkânî nakletmiştir.

İZAH

«Karı-kocadan biri müslüman olursa ilh...» meselesinde karı-kocadan birinin müslüman olmaları, otuziki surette tasavvur edilir. Çünkü karı-kocanın ya ikisi de kitabî, ya ikisi demecûsî yahut koca kitabî kadın mecûsîdir, yahut bunun aksinedir. Bu sûretlerden her birine göre müslüman olan ya koca yahut kadındır. Bu sekiz suretten her birinde karı-koca ya İslam diyarında yahut dâr-ı harpte bulunurlar. Yahut yalnız koca veya yalnız kadın İslâm diyarındadır. Bunu Bahır sahibi ifade etmiştir. Yine Bahır´da bildirildiğine göre bu söz İslâm kaydıyla kayıtlanmıştır. Çünkü hiristiyan bir kadın yahudî dinine döner yahut yahudî bir kadın hiristiyan olursa, bunlara bakılmaz. Çünkü kâfirlerin hepsi bir millettir. Keza hiristiyanın karısı mecûsi dinine dönerse, nikâhları üzere bırakılırlar. Nitekim kadın işin başında mecûsî bulunursa hiristiyanla evlenebilir. Mecûsîden murad, semavî kitabı olmayan kimsedir. Bu kelime, putperest ile dehriye de şâmildir. Musannıf karı-kocadan İslâm diyarında beraber bulunanları kasdetmiştir. Bununla neden ihtiraz ettiği ilerde, «Karı-kocadan birisi dâr-ı harpte müslüman olursa ilh...» dediği yerde gelecektir.

«Kitabî´nin karısı müslüman olursa...» araları ayrılır. Fakat kitabîyyenin kocası müslüman olursa nikâhları ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Nikah
« Posted on: 09 Mayıs 2024, 06:29:50 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Nikah rüya tabiri,Nikah mekke canlı, Nikah kabe canlı yayın, Nikah Üç boyutlu kuran oku Nikah kuran ı kerim, Nikah peygamber kıssaları,Nikah ilitam ders soruları, Nikahönlisans arapça,
Logged
13 Mart 2010, 17:07:51
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #36 : 13 Mart 2010, 17:07:51 »

METİN

Karı-kocadan biri müslüman veya zımmî olarak İslâm memleketine çıkar yahut İslâm memleketinde müslüman veya zımmî olursa; yahut esir alınarak İslâm memleketine getirilirse, iki memleket birbirine zıt oldukları için kadın kocasından ayrılır. Çünkü dâr-ı harp ahalisi ölüler gibidirler. Diri ile ölü arasında nikâh yoktur. Her ikisi beraberce esir edilir veya zımmî veya müslüman oldukları halde İslâm memleketine çıkarılırlar; yahut çıkarıldıktan sonra müslüman veya zımmî olurlarsa, kadın kocasından ayrılmaz. Çünkü zıddıyet yoktur. Hattâ esir alınan kadın bir müslümanın veya zımmînin nikâhlısı olursa, ondan ayrılmaz. Kadını dâr-ı harpte nikâhlar da sonra ondan önce İslâm memleketine çıkarsa, kadın ondan ayrılır. Ama kadın ondan önce çıkarsa ayrılmaz. Fetih´te Muhit´ten nakledilen ibare tahrifedilmiştir. Nehir.

İZAH

«Karı-kocadan biri ilh...» meselesi, ihtilâflı suretlerden biridir. Çünkü burada zıddıyet var, esirlik yoktur. Bedâyi sahibi şöyle demektedir: «Sonra İslâm memleketine çıkan koca olursa, kadına hilâfsız iddet yoktur. Çünkü harbîyedir. Kadın çıkarsa, İmam-ı Azam´a göre hüküm yine budur. İmameyn buna muhaliftirler.» Fetih´te de şöyle denilmiştir: «İslâm memleketine çıkan erkekse, bize göre onun derhal dört kadınla ve şayet İslâm memleketinde ise, karısının dâr-ı harpli kızkardeşiyle evlenmesi helâl olur.»

«Yahut esir alınarak İslâm memleketine getirilirse...» Bu suret ittifâkîdir. Çünkü hem zıddıyet, hem esirlik vardır. Bundan anlaşılır ki, zıddıyet sadece esir almakla tahakkuk etmez. İslâm memleketine çıkarmak mutlaka lâzımdır. Nitekim Bedâyi´de bildirilmiştir.

«Ölüler gibidirler.» Onun içindir ki, dinden dönen biri onlara kaçarsa, kendisine ölü hükmü verilir. T.

«Her ikisi beraberce esir edilirse» bu ihtilaflı suretlerden biridir. Bundan sonraki, Şâfiî ile aramızda ittifâkîdir. Çünkü onda esir alma yoktur.

«Çıkarıldıktan sonra müslüman veya zımmî olurlarsa...» ifadesi Ba-hır´da, "Yahut her iki pasaportla İslâm diyarına gelirler de sonra müslüman olurlarsa ilh..." şeklindedir

«Hattâ esir alınan kadın ilh...» İki memleketin hakikaten veya hükmen birbirine zıt olmaları şartına tefri edilmiş bir meseledir.

«Ondan ayrılmaz.» Çünkü memleketler hakikaten birbirine zıt olsa da hükmen birdir. Zira mesele kadını dâr-ı harpte bir müslüman veya zımmî nikâh edip sonra esir alındığına göre kurulmuştur. Kadını İslâm memleketinde nikâh etmesi farzolunamaz. Çünkü sahih değildir. İki memleketin birbirine zıt olmaları nikâhın devamına mânidir. Başlangıcına ise evleviyetle mânidir. Nitekim Rahmetî bunu söylemiştir. Pasaportla gelen kadını İslâm memleketinde iken nikâhlarsa, kadın zımmîyye olur. Çünkü bir yerde kalmak hususunda kadın kocasına bağlıdır. Nitekim Fethu´l-Kadir´in müste´men bâbında böyle denilmiştir.

«Kadın ondan ayırılır.» Çünkü iki memleket hakikaten ve hükmen birbirine zıttır. T.

«Ama kadın ondan önce çıkarsa ayrılmaz.» Çünkü kocası İslâm diyarı ahalisindendir. Kadın ondan önce gelince zımmîyye olmuştur. Artık geri dönemez. Çünkü bir yerde kalma hususunda bildiğin gibi kocasına bağlıdır.

«Fetih´te Muhit´ten nakledilen ibare tahrif edilmiştir.» Nehir sahibi diyor ki: «Muhit´te beyan edildiğine göre, bir müslüman dâr-ı harpte bir harbîyye ile evlenir de kadını bir adam İslâm memleketine çıkarırsa, beldelerinin birbirine zıt olması sebebiyle kocasından ayrılır. Kadın kocasından önce kendisi çıkarsa, ayrılmaz. Çünkü müslümanların hükümlerinibenimsemekle müslüman memleketi ahalisinden olmuştur. Zira kocası müslüman memleketi halkından olduğu halde geri dönmesi mümkün değildir. Binaenaleyh zıddıyet yoktur. Fetih sahibi bunu naklettikten sonra birinci sureti kasdederek; kadını adam zorla çıkarır da kocasıyla aralarında o zaman hakikaten ve hükmen zıddıyet bulunduğu icin ona mâlik olur. Hakikaten zıddıyet meydandadır. Hükmen dahi zıddıyet vardır. Çünkü kadın hükmen dâr-ı harpte, kocası ise İslâm diyarındadır. Sa´diyye hâşiyelerinde; hükmen dahi zıddıyet vardır ilh... Sözünde bahis vardır. denilmiştir.»

Bunun vechi, yukarıda geçen şu söz olsa gerektir: «Hükmün mânâsı, dönmek niyetiyle girdiği bir memlekette bulunmamak, bilâkis yerleşmek niyetiyle girdiği memlekette bulunmaktır.» Burada da öyledir. Çünkü kadının geri dönmesine imkân yoktur. Sonra Muhit´e müracaat ettim. Bir de ne göreyim. Oradaki ibare şöyledir: «Bir müslüman dâr-ı harpte Ehl-i Kitap bir harbîyye ile evlenir de onu orada bırakıp yalnız başına müslüman memleketine gelirse, kadın ondan ayrılır. Ama kocasından evvel kadın İslâm diyarına gelirse ayrılmaz.» Ve bu sözü yukarıda geçen sebeple ta´lil etmiştir. Bu hususta sözümüz yoktur. Öyle görülüyor ki. Fetih sahibinin nüshasına yazılan değiştirilmiştir. Doğrusu sana dinlettiğimdir. H.

Ben derim ki: Nehir sahibinin Muhit´ten naklettiğinin mislini Kâfî´de Hâkim-i Şehid de zikretmiştir. Binaenaleyh Fetih sahibinin Muhit´ten naklettiği birinci meselede doğru olan şekil şudur: «Kadın kocasından ayrılmaz. Çünkü memleket hakikaten diğerine zıttır, hükmen zıt değildir.»

METİN

Hamile olmayan bir kadın İslâm memleketine müslüman veya zımmîyye olarak hicret ederse, iddetsiz ayrılır. Onunla evlenmek helaldır. Hamile ise, en zâhir kavle göre doğuruncaya kadar nikâh edilmez. Bu iddet için değil, rahmi başkasının hakkıyla meşgul olduğu içindir. Karı-kocadan birinin dinden dönmesi, mahkeme kararı olmaksızın hemen nikâhı fesihtir. Binaenaleyh talâkın sayısını eksiltmez. Cima edilen kadına -velev hükmen olsun- mehrinin tamamı verilir. Çünkü cima ile mehir kuvvet bulmuştur. Kocası dinden dönerse, cima edilmeyen kadına mehr-i müsemmanın yarısı yahut müt´a verilir. İddet nafakasını vermesi de gerekir. Ama kadın dinden dönerse, meskenden başka mehir ve nafaka nâmına bir şey vermesi gerekmez. Fetva bununla verilir. Çünkü ayrılık, mehir kuvvet bulmadan kadın tarafından gelmiştir. Kadın iddeti içinde ölürse, müslüman olan kocası istihsanen ona mirasçı olur.

İZAH

«Hicret ederse ilh...» Hicret eden kadından murad; dâr-ı harbi terk edip bir daha dönmemekniyetiyle İslâm memleketine gelendir. Bu da, ya müslüman veya zımmîyye olorak gelmek yahut geldikten sonra müslüman veya zımmîyye olmak suretiyle tasavvur edilir. Bu mesele önceki meselede dahildir. Lâkin önceki mesele karı-kocadan birl hicret ederek İslâm diyarına çıkarsa aralarında ayrılık meydana geleceği hususundadır. Buradakinden maksat ise, hicret eden kadın olur da, ayrılma vukubulursa. İmam-ı Azam´a göre hamile olsun olmasın kadına iddet lâzım gelmeyeceği hakkındadır. Böylesi derhal nikâh edilebilir. Ancak hamile olursa. doğuruncaya kadar beklenir. Ama bu bekleme iddet olarak değil, doğurmakla mâni ortadan kalksın diyedir. İmameyn´e göre ise kadının iddet beklemesi lâzımdır. Fetih. Bundan anlaşılır ki, musannıfın. "hamile olmayan" diye kayıtlamasının bir vechi yoktur. Kenz sahibinin. "Hamile olmayan muhacir kadın iddet beklemeden nikâh edilir." sözü bunun hilâfınadır. çünkü o hamileden ihtiraz içindir. Lâkin hamileye iddet lâzımmış vehmini verir. Nitekim İbn-i Melek ve başkaları da bu vehmi vermişlerdir. Halbuki öyle değildir.

«En zâhir kavle göre...» Bu kavlin mukabili İmam Hasan´ın rivayetidir ki, ona göre doğurmadan nikâhı sahihtir. Lâkin zinadan gebe kalan kadın gibi buna da doğuruncaya kadar kocası yaklaşamaz. Bu rivayeti Akta tercih etmiştir. Lâkin birinci rivayet zâhir rivayettir. Nehir. Şârihler onu sahihlemiş; ekser-i ulema onu tercih etmişlerdir. Bahır.

«Bu, iddet için değil...» sözü, İmameyn´in kavlini ve İbn-i Melek´le başkalarının tevehhümünü nefydir.

«Rahim başkasının hakkıyla meşgul olduğu içindir.» ifadesi, bununla zinadan hamile kalan arasındaki farkı göstermektedir. Çünkü bunun karnındaki çocuğun nesebi sabittir. Binaenaleyh ihtiyaten akdin men edilmesine tesiri vardır. Tâ ki iki kişiye birden kadınlık yapmış olmasın. Bu, cima suretiyle ikisini biraraya getirmek gibi imkânsızdır. Nitekim Fetih´te bildirilmiştir. Zinadan hamile kalan bunun hilâfınadır. Çünkü zina menisinin bir hürmeti yoktur. Onda başkasının hakkı da yoktur. Bundan dolayı o kadını nikâhlamak sahihtir.

«Mahkeme kararı olmaksızın fesihtir.» Keza cima edilen kadında iddetinin geçmesine de bağlı değildir. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir. Fesih sayılması İmam-ı Âzam´a göredir. Müslümanlığı kabulden çekinmesi bunun hilâfınadır. İmam Muhammed´e göre ikisi de birdir ve ikisi de talâktır. Ebû Yusuf´a göre ise ikisi de fesihtir. İmam-ı Âzam aralarında fark görmüş; "Dinden dönmek nikâha aykırıdır. Çünkü ismete münafidir. Talâk nikâh bulunmasını gerektirir. Binaenaleyh bunu talâk saymak imkânsızdır." demiştir. Tamamı Nehir´dedir. Fetih sahibi şöyle demiştir: «Dinden dönen kadın iddet beklediği müddetçe, kocasının ona yaptığı talâk vâkidir. Çünkü dinden dönmekle meydana gelen hürmet ebedî değildir. Müslüman olmakla kalkar; kocasının iddet içinde yaptığı talâk vâki olur. Arkasından da kadının üç talâktan hâsıl olan başka kocanın cîması ile sınırlanan haram olma faydasını celbeder. Nikâhıharam olan kadının mahremiyet hürmeti bunun hilâfınadır. Çünkü o ebedîdir. Onun sınırı yoktur. Binaenaleyh onun üzerine talâk getirmenin bir faydası yoktur.»

Ben derim ki: Bu, kadın dâr-ı harbe gitmediğine göredir. Hâniyye´de kinâyeler bâbından önce şöyle denilmektedir: «Mürted bir adam dâr-ı harbe gider de karısını boşarsa, talâkı vâki olmaz. Ama müslüman olarak döner de kadın iddet beklerken onu boşarsa, talâk vâki olur. Dinden dönen kadın dâr-ı harbe gider de onu kocası boşarsa, sonra hayız görmeden önce müslüman olarak geri döndüğünde, İmam-ı Âzam´a göre talâk vâki olmaz. İmameyn´e göre olur.»

«Talâkın sayısını eksiltmez.» Erkek birçok defalar dinden döner de her defasında yeniden müslüman olu...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 17:09:25
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #37 : 13 Mart 2010, 17:09:25 »

FER´Î MESELE: Bahır´da Hâniyye´den naklen şöyle denilmiştir: «Bir kimse karısı ile zifaf olmazdan önce kaybolur da bir haberci kendisine karısının dinden döndüğünü haber verirse, velevki bu haberci köle veya kazf için dayak yemiş biri olsun; velevki o kimse nazarında sözüne güvenilir veya güvenilmez biri olsun. Zann-ı galibine göre doğru söylediğine gönlü yatarsa, o kadından başka dört kadınla evlenebilir. Ama haberci kocasının dinden döndüğünü kadına haber verirse, istihsan rivayetine göre kadın iddetini bitirdikten sonra başka bir kocaya varabilir. Serahsî, "Esah olan budur." demiştir.

«Beraberce dinden dönerlerse...» Bu mesele ikiden birisi dâr-ı harbe kaçmamakla kayıtlıdır. Kaçarsa kadın ondan ayrılır. Musannıfın bundan bahsetmemesi, herhalde evvelce söylediği, "İki memleketin birbirine zıt düşmesi ayrılığa sebep teşkil eder." sözü buna hâcet bırakmadığı içindir. Nehir.

«Hangisi önce döndüğü bilinmemek şartıyla...» Hüküm musannıfın dediği gibidir. Hakiki beraberlik ise imkânsızdır. Gerçi Bahır´da, "Hakiki beraberlik ikisinin bir kelimeyle dinden döndüklerinin bilinmesidir." denilmişse de, bu ihtimalden uzak olduğu meydandadır. Evet, fiilen beraber dinden dönmeleri mümkündür. Meselâ mushafı beraberce alarak helâya atarlar yahut beraberce puta secde ederler. Nehir.

«Suda boğulanlar hükmünde tutulurlar.» Suda boğulanların hangisi önce öldüğü bilinmezse, hepsi beraber ölmüş gibi hesap edilerek birbirlerinden mirasçı olmazlar. Binaenaleyh teşbih, önceliğin bilinmemesi, beraberlik hâli gibi olması hususundadır. T.

«Nikâh fâsit olur ilh...» Çünkü birinin dinden dönmesi işe başlarken nikâha aykırıdır, devam itibariyle de öyledir. Nehir. Bu söz, "Sonra müslüman olurlarsa" ifadesinin mefhumudur. Musannıf, "beraberce dinden dönerlerse" ifadesinin mefhumundan söz etmemiştir. Çünkü o yukarıda, "İkisinden birinin dinden dönmesi derhal nikâhı fesih sayılır." dediği yerde geçmişti.

«Biri diğerinden önce müslüman olursa...» Keza biri mürted olarak kalırsa evleviyetle nikâh fâsit olur. Nehir.

«Cimadan önce ise, kadın sonra müslüman olduğuna göre mehir yoktur.» Çünkü ayrılık onun sebebiyle gelmiştir. Fakat cimadan sonra ise, her iki vecihte kadına mehir verilir. Çünkü mehir cima ile kocasının zimmetinde borç olarak tekarrur eder. Borçlar dinden dönmekle sâkıt olmazlar. Fetih.

«Mehrin yarısını...» Yani mehr-i müsemma varsa onun yarısını vermesi gerekir. Mehr-i müsemma yoksa müt´a verir,

METİN

Çocuk annesiyle babasından hangisinin dini hayırlıysa ona tâbi olur. Ama bu, memleket bir olduğuna göredir. Velevki hükmen bir olsun. Meselâ küçük çocuk İslâm diyarında, babası dâr-ı harpte bulunsun. Aksi bunun hilâfınadır.

İZAH

«Çocuk annesiyle babasından hangisinin dini hayırlıysa ona tâbi olur.» Bu yeni müslüman olanlarda iki taraftan tasavvur olunabilir. Meselâ ikisi de kâfir iken erkek yahut kadın müslüman olur. Sonra diğerine müslümanlık arzolunmadan ve araları ayrılmadan kadın çocuk doğurur yahut arzolunduktan sonra nesep sabit olabilecek bir müddette doğurur. Yahut biri müslüman olmazdan önce aralarında küçük bir çocuk bulunur. Zira birinin müslüman olmasıyla çocuk da müslüman olur. Fakat aslen müslüman iseler, bu tasavvur olunamaz. Meğerki anne kitabîye, baba müslüman olsun. Fetih ve Mehir.

TEMBİH: Anne-baba tabirini kullanması, zinadan doğan çocuğun hariç kalmasını bildiriyor. Fetevâ-i Şihab´da gördüm. Şilbî şöyle diyor: «Zamanımızda fetva vakası olmuştur. Bir müslüman Nasrânî bir kadınla zina eder de kadın doğurursa, bu çocuk müslüman olur mu? Şâfiîlerden bazıları müslüman sayılmayacağına, bozıları da müslüman sayılacağına fetva vermişlerdir.» Şilbî Sübkî´nin müslüman sayılacağını söylediğini bildirmiştir. Fakat bu zâhir değildir. Çünkü şeriat zinadan doğan çocuğun nesebini kesmiştir. Şâfiîlerce zinadan doğanbir kızın zina eden babasıyla evlenmesi helaldır. Binaenaleyh nasıl müslüman sayılabilir? Kaadi´l-Kudât Hanbelî dahi, müslüman sayılacağına fetva vermiştir. Şilbî şöyle diyor: «Ben bunu yazmaktan vazgeçtim. Çünkü bu çocuğun babasından nesebi kesilmiş de olsa, ona mirasçı da olmasa, ulemamız bize göre bir kimsenin zinadan olan oğluna zekâtını veremez, demişlerdir. Onun lehine şahitliği de kabul edilmez. Bence kuvvet bulan şudur ki, mezhebimize göre onun müslüman olduğuna hüküm verilemez. Ulema zikri geçen hükümleri aralarındaki hakiki cüz´iyyete bakarak ancak ihtiyaten isbat etmişleridir.»

Ben derim ki: Bana İslâm hükmü verilecek gibi geliyor. Çünkü sahih bir hadiste, "Her doğan çocuk fıtrat (İslam dini) üzere doğar. Sonunda onu yahudi veya hıristiyan yapan, annesi, babası olur." buyrulmuştur. Ulema, annesiyle babasının ittifak ederek onu dinden naklettiklerini söylemişlerdir. Buna ittifak etmezlerse, çocuk asıl yaratılışı üzere kalır yahut ona en yakın bir halde bulunur. Hatta annesiyle babasından biri mecûsi, diğeri kitâbi ise, çocuk kitâbidir. Nitekim gelecektir. Burada ise çocuğun ittifak eden anne babası yoktur. Binaenaleyh fıtratı üzere kalır. Bir de ulema bu çocuğun ittifak eden anne babası yoktur. Binaenaleyh fıtratı üzere kalır. Bir de ulema bu çocuğun anne ile babasından hangisi müslüman veya kitâbi ise ona tâbi kılınmasının kendisi için daha faydalı olduğunu söylemişlerdir. Şüphesiz ki cüz´iyyetin hakikatına bakmak çocuk için daha faydalıdır.

Şu da var ki, ulema bu meselelerde ihtiyaten cüz´iyyete baktılarsa, burada da bu meseleye ihtiyaten bakılmalıdır. Zira dinde ihtiyat göstermek evlâdır ve çünkü küfür çirkinlerin en çirkinidir. Binaenaleyh açık bir emir bulunmadıkça hiçbir kimseye kâfir hükmü vermemek gerekir. Şu da var ki, ulema bir adama zinadan doğan kızının haram olması hususunda, "Şeriat o kızın zina eden babasına nisbetini kesmiştir. Çünkü bunda çirkin bir haber yayılması vardır. Nafaka ve mirasın sabit olmaması bundandır." demişlerdir. Ama bu hakiki nisbeti nefyetmez. Çünkü hakikatler reddedilemez. Binaenaleyh mutlaka şer´î nisbet lâzımdır diyene sözünü beyan düşer.

TETİMME: Üsturuşnî´nin Siyer-i Ahkâmü´s Sîgâr adlı eserinde bildirdiğine göre, bir çocuk dedesinin müslümanlığı ile müslüman olamaz. Velevki babası ölmüş olsun. Bu mesele, dedenin baba gibi sayılmadığı meselelerden biridir. Çünkü dedesine tâbi olsa, onun da dedesine tâbi olur. Böylece iş bütün insanların Adem (a.s.)´in müslümanlığı ile müslüman sayılmalarına varırdı. Yine aynı eserde bildirildiğine göre, küçük çocuk din hususunda anne-babasına veya onlardan birine tâbidir. Anne-babası yoksa, kimin elinde bulunuyorsa ona tâbidir. Böylesi de yoksa, memlekete tâbidir. Bu söylediğimiz hususatta, çocuğun aklı erer olup olmaması müsavidir. Çünkü bülûğa ermeden o İslâmı vasfetmeye başlamadıkça, din hususunda anne-babasına bağlıdır. Üsturuşnî bu sözleriyle anne-babaya bağlılığınancak bülûğa ermekle veya bizzat müslüman olmakla kesileceğini anlatmıştır. Bahır ve Minah sahipleri de bunu açıklamışlardır. Keza İbn-i Emîr Hacc´ın Tahrîr şerhinde Fahru´l-İslâm´ın Câmi-i Sağîr şerhinden naklen bildirdiğine göre, küçük çocuğun akıl edip etmemesi mü-savidir. Câmi-i Kebîr´de ve şerhinde bu beyan edilmiştir.

Ben derim ki: İmam Serahsî´nin Siyer-i Kebîr şerhinde uzun sözden sonra şöyle denilmiştir: «Bundan anlaşılır ki, ulemamızdan, kendini anla-tabilen çocuk anne-babasına tâbi olarak müslüman sayılamaz, diyenler hata etmişlerdir. İşte burada müslüman olduğu nassan bildirilmiştir.» Se-rahsî daha önce de anneye-babaya bağlılığın çocuk aklı başında olarak bülûğa ermekle kesileceğini söylemiştir. Yani deli olarak bülûğa ererse bağlılık devam eder. Bundan anlarsın ki Kuhistânî´nln, "Burada çocuktan murad; İslâm´ı akıl etmeyen yavrudur." sözü hatadır. Nitekim bunu Serah-sî´nin ifadesinden de duydun. Velev ki Şihâb-ı Şilbî bununla fetva vermiş olsun. Çünkü bu, İmam Muhammed´in Câmi-i Kebîr ve Siyer-i Kebîr adlı kitaplarındaki sözüne muhaliftir. Bu, kitaplarda açıklanana ve keza me-tinlerin mutlak ifadelerine dahi muhaliftir.

«Velev ki hükmen bir olsun.» Yani ister hakikaten, ister hükmen bir olsun fark etmez. Meselâ anne-babasından dini hayırlı olan çocukla be-raber İslâm diyarında veya dâr-ı harpte bulunur yahut sadece hükmen bir olur. Şarihin verdiği misâlde olduğu gibi ki bununla hem hakikaten, hem hükmen başka olmalarından ihtiraz etmiştir. Buna misâl, babanın İslâm diyarında, küçük çocuğun dâr-ı harpte bulunmasıdır. Şarih, "Aksi bunun hilâfınadır." sözüyle buna işaret etmiştir.

Ben derim ki: Fetih´te aksin hükmü ondan önceki gibi sayılmışsa da Bahır´da bunun hata olduğu bildirilmiştir.

METİN

Mecûsi ve benzeri, vesenî ve diğer şirk ehli kitâbîden daha kötüdür. Hıristiyan, dünya ve âhirette yahudiden daha kötüdür. Çünkü o hayvan kesmez. Bilâkis Mecûsî gibi boğar. Âhirette ise azabı daha şiddetlidir. Câ-miu´l-Fusuleyn´de, "Bir kimse Hıristiyanlık Yahudilikten veya Mecûsîlikten daha hayırlıdır derse kâfir olur. Çünkü kat´î delille çirkinliği bildirilen şeye hayır isbat etmiştir." denilmiştir.

İZAH

«Mecûsi, kitâbîden daha kötüdür.» Nehir sahibi diyor: «Bu cümleyi getirmesi şunun içindir: Anne-babadan biri kitâbî, diğeri mecûsî olurlarsa, çocuk kitâbî olur. Bu onun, dünyada kestiğinin helal olması, kadınlarının nikâh edilmesi gibi hükümlerinin müslümanlara yakın olmasına; âhirette de azabının azlığına bakaraktır. Fetih´te böyle denilmiştir. Yani asıl olan bülûğa erdikten sonra eski bulunduğu hâl üzere kalmasıdır. Aksi takdirde müşriklerinçocukları Cennet´te olacaklardır. Onlar hakkında İmam-ı Azam tevakkuf etmiştir. Nitekim evvelce geçmişti. Kitâbîyi mecûsi cümlesine katmaması, bazı ibarelerde kitâbi hakkında hayır kelimesi kullanıldığı içindir. Yoksa şer onun hakkında ...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 17:11:08
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #38 : 13 Mart 2010, 17:11:08 »

METİN

Nikâhlı müslüman kız bülûğa erer de müslümanlığı anlatamazsa, ko-casından boş düşer. Zifaftan önce kendisine mehir de yoktur. Onun yanında Allah Teâlâ bütün sıfatlarıyla anılmak gerekir. O da bunları ikrar etmelidir. Tamamı Kâfi´dedir.

İZAH

«Müslüman kız bülûğa ererse...» Musannıfın buna müslüman demesi, bülûğa ermezden önce anne-babasına tâbi olarak kendisine müslüman hükmü verildiği içindir. Onun içindir ki, İmam Muhammed´in buna mürtedde dediği söylenir. Kocasından boş düşmesi, dinsiz kaldığı içindir. Zira bülûğa ermekle anne-babasına bağlılık ortadan kalkmıştır. Kendisinin de dini yoktur. Binaenaleyh dinsiz kâfirdir. Telhîs şerhinde böyle denilmiştir.

«Tamamı Kâfi´dedir.» Kâfî sahibi şöyle demiştir: «Bir müslüman, küçük bir hıristiyan kızıyla evlenir de kızın hıristiyan anne-babası bulunursa, bu kız dinlerden hiçbirini bilmeyerek büyür hiçbirini anlatamazsa, bunak da değilse, kocasından boş düşer. Keza küçük bir müslüman kızla evlenir de aklı başında olarak bülûğa erer, müslümanlığı bilmez anlatamazsa. bunak da değilse, kocasından boş düşer. Muhit´te böyle denilmiştir. Zifaftan önce ayrılırsa kendisine mehir yoktur. Zifaftan sonra ise mehr-i müsemmayı vermek icabeder. Allah Teâlâ´yı kızın yanında bütün sıfatlarıyla zikretmek ve kıza böyle midir? diye sormak icabeder. Evet diye cevap verirse, müslüman olduğuna hükmedilir. Biliyorum, anlatabilirim de; fakat anlatmıyorum derse boş düşer. Anlatmasını beceremiyorum derse, ihtilâf edilmiştir. İslâmiyet´i bilir de anlatmazsa boş düşmez. Mecûsi kadın anlatırsa, Tarafeyn´e göre boş düşer. Ebû Yusuf´a göre düşmez. Çocuğun dinden dönmesi meselesi budur.» T.

«İslâm´ı bilirse» sözünden muradı; bülûğa ermeden önce bilmesidir ki, "müslüman kız bülûğa ererse" sözüyle bundan ihtiraz etmiştir. Bunun boş düşmemesi, bülûğa ermezden önce anne-babasına tâbi olarak müslüman sayıldığı içindir. Nitekim Telhîs şerhinde beyan edilmiştir. Bununla küçük çocuğa İmanın edâsı vâcip olmadığına istidlâl edilmiştir. Tamamı Tahrîr şerhinin ikinci faslının başındadır. Ahkâmü´s-Sıgâr´ın siyer bahsinde bildirildiğine göre, İslâmiyet´i bilirse, yani anlatabilirse sözü LâiIâhe illallah diyen bir kimsenin îmanınsıfatını bilmedikçe müslüman sayılamayacağına delâlet eder, Keza bir cariye satın alır da ondan İslâm´ı anlatmasını isterse, bilemediği takdirde cariye mümin sayılmaz. Îmanın sıfatı Cibril (a.s.) hadisinde bildirilenlerdir ki: "Allah´a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, öldükten sonra dirileceğine, kadere, hayır ve şerrin Allah Teâlâ´dan olduğuna inanmaktır." Cenazeler bahsinde bunun benzerini Fetih´ten naklen arz etmiştik. Allahu a´lem.

KASM BÂBI

METİN


Kasm; paylaştırmak demektir. Kısm ise nasiptir. Kasm; zevceler ara-sında gecelemek, elbise, yiyecek ve sohbet hususunda müsavi taksime ve adâlete, yani zulmetmemeye riayetin vâcip olmasıdır. Ayetin zâhirine bakılırsa bu farzdır. Nehir.

İZAH

El-Muğrîb´de şöyle denilmektedir: «Kasm mastardır. "Kaseme´l-kas-samu´l-mâle beyneş-şürekâi" derler ki, "kassâm malı ortaklar arasında paylaştırdı, herkese hissesini verdi", demektir. Kadınlar arasındaki kasm de bundandır.» Yani erkek onların arasında gecelemeyi ve benzeri şeyleri taksim eder. Misbah´ta hisseye kasm denildiği açıklanmıştır. Böylece an-laşılır ki, buradaki kasmden murad; aslında olduğu gibi mastardır. Ama ondan taksim veya hisse mânâları da kasdedilebilir.

«Ayetin zâhirine bakılırsa farzdır» Çünkü Teâlâ Hazretlerinin, "Adâlet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadın yeter." âyet-i kerîmesi, kadınlar arasında haksızlık edeceğinden korkarsa bir kadınla yetinmesini emir buyurmaktadır. Bu emrin vücup ifade etmesi ihtimali vardır. Bundan da anlaşılır ki, birkaç kadınla evlenen kimseye onların arasında adâlet göstermek vâciptir. Nitekim Fetih sahibi böyle demiştir. Yahut emir bunun mendup olduğunu bildirmek içindir. Adâletin vâcip olduğu, vâcibi terk et-mekten korkmasıyla anlaşılır. Nitekim Bedâyi´de böyle denilmiştir. Ne olursa olsun âyet-i kerime bunun vâcip olduğuna delâlet etmektedir.

«Yani zulmetmemeye» sözüyle şarih, Hidâye´ye yapılan itirazdan kurtulmaya işaret etmektedir. Hidâye sahibi şöyle demiştir: »Bir adamın iki karısı varsa, aralarında adâlet göstermesi icabeder.» Bu ifadeden anlaşılan, hürre ile cariye arasında kasmin vâcip olmamasıdır. Fetih sahibi buna cevap vermiş; "Burada adâletin mânâsı, müsavi tutmaktır. Zulmün zıddı değildir. Her iki kadın hürre veya cariye iseler, aralarında müsâvâta riayet etmesi gerekir. Biri hürre biri cariye ise, aralarında adl yapmamalı;

yani zulüm yapmamalı demektir ki, bu da hürreye cariyenin iki misil kasm yapmakla olur. Buradaki îhâm, lafzın müşterek olmasından doğmuştur," demiştir.

Lâkin musannıf sözünü burada hürre veya başka bir kelimeyle kayıt-lamadığı için, onu cevr yapmamakla yani vâcip olandan ayrılmamakla tef-sir etmek münasip olur. Böylece kelime iki hürre veya iki cariye arasında müsâvâta, hürre ile cariye arasında müsâvât bulunmamasına şâmil olur. Nafaka meselesinde de öyledir. Çünkü nafaka hususunda mutlak surette müsâvât lâzım değildir. Nitekim gelecektir.

«Müsavi taksime» ifadesindeki müsavi kelimesini atmak daha iyi olurdu. Çünkü gördüğün gibi hürre ile cariye arasında müsâvât vâcip değildir. Hattâ müsavi tutmamak vâciptir. Amabuna şöyle cevap verilir: Buradaki müsâvâttan murad, isbat veya nefyde müsavi tutmaktır. Yani hürre ile cariyeyi bir tutarak zulüm etmemesi, keza iki hürre veya iki cariye arasında müsâvâta riayet etmeyerek zulüm yapmaması icabeder. Musan-nıf gündüzün kadınların yanında bulunmayı zikretmemiştir. Çünkü bu, miktar tayin etmeksizin kısmen vâcip bir şeydir. Nitekim gelecektir.

«Elbise, yiyecek» ve mesken hususunda aranır. Musannıf, "nafaka hususunda" deseydi daha iyi olur ve hepsine şümulü bulunurdu. Bahır sahibi diyor ki: «Bedâyi´de bildirildiğine göre; kocanın iki hürre ve iki ca-riye arasında yiyecek, içecek. giyecek, mesken ve yatak hususunda mü-sâvâta riayeti vâciptir. Valvalcî de böyle demiştir. Gerçek şudur ki, bu söz, nafaka hususunda yalnız erkeğin hali itibara alınır, diyenlerin kavline göredir. Müftabih olan kavle gelince: Ona göre karı-kocanın her ikisinin halleri itibara alınır ki, bu söz ona uymaz. Çünkü karı-kocadan biri bazen zengin, diğeri fakir olabilir. Binaenaleyh nafaka hususunda mutlak olarak ikisini bir tutmak lâzım gelmez.» Bu izahtan anlaşılır ki, musannıfın metinde yalnız erkeğin halinin itibara alınacağını söylemesine hâcet yoktur.

«Sohbet hususunda...» sözünü gecelemenin arkasından söylemesi daha münasip olurdu. Çünkü sohbet, yani konuşup muhabbet etmek, ge-celemenin semeresidir. Hâniyye´de şöyle denilmiştir: «Kocalara kadınları için vâcip olan şeylerden bazıları da elinden gelen hususatta adâlet, mü-sâvât, sohbet ve muhabbet için yanlarında gecelemektir. Elinden gelme-yen hususatta bu vâcip değildir. Bundan murad, sevgi ve cimadır.»

METİN

Cima hususunda sevgide olduğu gibi adâlet vâcip değil müstehaptır. Bir defa cima ile kadının hakkı sâkıt olur. Ama diyaneten zaman zaman vâcip olur. Kadına yaklaşmaması îlâ müddeti kadar olmamalı, ancak kadının rızasıyla olursa caizdir. İbadetle meşgul olan kocaya zaman zaman karısıyla sohbette bulunması emrolunur.

İZAH

«Cima hususunda» adâlet vâcip değildir. Çünkü bu, istek ve neşete bağlı bir iştir. Bunda hilâf yoktur. Ulemadan bazıları demişlerdir ki: «Cimayı sebebi bulunmadığı ve âleti kalkmadığı için terk ederse, bu bir özürdür. Sebebi varken terk eder, fakat kadının ortağına iştiyakı daha çok olursa, bu onun kudreti dahilinde sayılır. Fetih.» Galiba bu başkasının mezhebi olacaktır. Onun için Bahır ve Nehir sahipleri bunu zikretmemişlerdir.

"Müstehaptır." Sevgi kalbin meyletmesinden ibarettir. Bu insanın elinde değildir. Fetih sahibi diyor ki: «Müstehap olan, kadınların arasında cima ve öpmek gibi bütün istifadeler hususunda müsâvâta riayet etmektir. Cariyelerle ümmüveledler arasında dahi öyledir. Tâ ki onları zina arzusundan ve fahişeliğe meyletmekten korumuş olsun. Ama hiçbir şey vâcipdeğildir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Adâlet gösteremeyeceğinizden korkarsanız bir kadın kâfidir, yahut mâlik olduğunuz cariyeleriniz." buyurmuştur. Bu onların arasında adâlet vâcip olmadığını gösterir.»

«Bir defa cima ile kadının hakkı sâkıt olur.» Fetih sahibi şöyle diyor:

«Bilmelisin ki kadının cimasını mutlak surette terk etmek erkeğe helâl değildir. Ulemamızın açıkladıklarına göre kadınla zaman zaman cimada bulunmak diyâneten vâciptir. Lâkin mahkeme ve ilzam hükmüne yalnız ilk cima girer. Ulema bu hususta müddet takdir etmemişlerdir. Ama îla müddetini bulmamalıdır. Meğerki kadının rızası ve hoşnutluğu olsun.» Nehir sahibi diyor ki: «Bu sözde birden fazla cimanın, kadının değil erkeğin hakkı olduğunu açıklama vardır.»

Ben derim ki: Bu, söz götürür. Bilâkis bu hem erkeğin hem kadının hakkıdır. Çünkü diyaneten vâcip olduğunu biliyorsun. Bahır sahibi şöyle demiştir. «Cimanın kasme dahil olmadığı bilinince, acaba bu kadın için mi vâcip olur? Bedâyi´de; kadının kocasından cima istemeye hakkı vardır. Çünkü kocasının helalını kadının istemeye, karısının helalını da kocasının istemeye hakkı vardır. Kadın bunu isteyince, kocasına vâcip olur. Hükümde buna bir defa icbar edilir. Ziyadesi diyaneten vâcip olur. Bazı ulemamıza göre hükümde vâcip olmaz. Bazılarına göre hükümde de vâcip olur, denilmiştir.»

Bundan anlaşılır ki, şarihe düşen. "Kazaen kadının hakkı bir defa ile sâkıt olur." demekti. Çünkü bir defa cima etmezse, hâkim onu bir sene tecil eder, sonra akdi fesheder. Fakat bir defa cima ederse, bir daha ona dokunmaz. Çünkü akit zam...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

13 Mart 2010, 17:12:10
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #39 : 13 Mart 2010, 17:12:10 »

METİN

Kadınlarından herbirinin yanında bir gün bir gece kalır. Lâkin kendisine ancak gece hususunda müsâvât lâzım gelir. Hattâ birincinin yanına güneş battıktan sonra, ikincinin yanına yatsıdan sonra gelse, kasmi terketmiş sayılır. Kadınla nevbetinden başka zamanda cima yapamaz; yanına da giremez. Ancak hastalığında dolaşmak için girebilir. Hastalığı şiddetlenirse, Cevhere´de, "Onun yanında düzelinceye veya ölünceye kadar kalmasında bir beis yoktur." denilmiştir. Yani kadının yanında bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir. Erkek kendi evinde hastalanırsa, kadınlarından herbirini kendi nevbetine çağırır. Çünkü sağlam olsa da bunu yapmak istese kabul olunması gerekir. Nehir. Dilerse her kadının yanında üç gün üç gece de kalabilir. Birinin yanında ötekinin izni olmaksızın fazla kalamaz. Hulâsa. Hâniyye´de şu da ziyade edilmiştir: «Kasme başlamak hususunda rey erkeğindir. Nevbet miktarı hakkında da öyledir.» Hidâye ve Tebyin. Fetih sahibi inceleme neticesi bunu îlâ müddetiyle veya bir haftayla kayıtlamıştır. Bahır sahibi ise umumileştirmiştir. Fakat Nehir sahibi bunun söz götürdüğünü söylemiştir.

İZAH

«Lâkin ilh...» Fetih sahibi diyor ki: «Geceleme ve muhabbet hususunda vâcip olan adâletin bir gün bir gece olduğunda hilâf bilmiyoruz. Maksat gündüzün zamanını zaptederek biri ile o zamanda muaşerette bulunduğu kadar diğeriyle de muaşerette bulunmak değildir. Bu, geceleme hususunda böyledir. Gündüzün ise kısmendir.» Yani gündüzün fazla kısmını birinin yanında geçirir de ötekinin yanında bundan daha az bulunursa kâfidir. Geceleyin yanlarında; bulunması bunun hilâfınadır. Nehir.

«Kadınla nevbetinden başka zamanda cima yapamaz.» Velevki nevbeti gündüz olsun. T.

«Yani kadının yanında bakacak kimsesi yoksa demek istemiştir.» Bu kaydı Nehir sahibi inceleme neticesi koymuştur ki zâhirdir. Şurunbulâliyye´de mutlak bırakılmıştır. T.

«Erkek kendi evinde hastalanırsa...» Bu, kendi evi olup, içinde kadınlarından biri bulunmadığına göredir. Aksi takdirde diğer kadının evine gitmeye kudreti yoksa onun yanında kalır. İyileştikten sonra diğerinin yanına giderek, hasta iken birincinin yanında ne kadar kaldıysa onun yanında da o kadar kalır. Nitekim bunu Bahır´dan naklen arzetmiştik.

«Birinin yanında fazla kalamaz ilh...» üç günden fazla kalmış olsa, fazlası hükümsüz mü kalır, yoksa diğerinin yanında da birincinin yanındaki kadar kalır da sonra aralarında üçer üçer veya birer gün kasm mi yapar? Musannıf bunu açıklamamıştır. Zâhir olan ikincisidir. Çünkü geçmişin hükümsüz kalması, birinin yanında kasm suretiyle kalmadığına göredir. Nitekim yukarıda geçti. Burada ise kasm yoluyla kalması hususundadır. Binaehaleyh hiçbir şey hükümsüz kalmaz. Bunu Hâniyye´nin şu ifadesi te´yid eder: «Yeni karısının yanında üç veya yedi gün kalırsa, ilk karısının yanında da o kadar kalır.» Lâkin zâhirine bakılırsa bu nevbeti devam üzere üç veya yedi güne çevirebilir. Bu ise musannıfın söylediğine muhaliftir. Bunu, yukarıda delillerin arasını bulmak için Dürerü´l-Bihâr Şerhinden naklettiğimiz, "Hadis, yedi veya üç gece nevbetini tercihe delâlet eder." ifadesi de te´yid eder.

Bundan dolayıdır ki Kuhistânî´de Hâniyye, Sirâciyye ve diğer kitaplardan naklen, "Her karısının yanında üç veya yedi gece, diğerinin yanında da bir o kadar kalabilir." denilmiştir. Hâniyye´de zikredilen bu söylediğimizdir. Hâkim-i Şehid´in Kâfî´sinde ise şöyle denilmiştir: «Her kadının yanında bir gün bir gece kalır. Ama herbirinin yanında üç gün kalmak isterse bunu da yapabilir.» Eş´as vasıtasıyla Hakem´den, O da Ra-sulullah (s.a.v.)´den naklen rivayet olunmuştur ki; Peygamber (s.a.v.) Ümmü Seleme´nin yanına zifaf oldukta, ona, "Dilersen yedi gün senin. yedi gün diğer kadınların olsun." buyurmuştur. Hâdisin rivayet tarzına göre, yedi gün kalmak kocanın elindedir. Hattâ Gâyetü´l-Beyân´da, "Dilerse her kadın için üç gece, dilerse yedi gece ve daha başka tahsis edebilir." denilmiştir.

"Hâniyye´de..." sözü, Hâniyye´nin ibaresi hasr hususunda Hulâsa´nın ibaresi imiş gibi olduğu zannını vermektedir. Halbuki öyle değildir. Zira orada şöyle denilmiştir; «Kadınların ikisini bir tutması gerekir. Binaenaleyh herbirinin yanında bir gün bir gece yahut üç gün üç gece kalır. Başlarken rey kendinindir.» Zâhire bakılırsa bu, efdal olan şekli beyandır. Ziyadesi nefy değildir. Yukarıda geçen ibaresi buna karînedir.

«Fetih sahibi bunu kayıtlamıştır.» Yani Hidâye´nin zikredilen sözünü kayıtlayarak şöyle demiştir: «BiImiş ol ki bu mutlak sözü bu açıklığı ile itibara almak mümkün değildir. Çünkü birer sene nevbetle kadınlarını dolaşmak istese, böyle bir mutlak zannedilemez. Bilâkis îlâ müddeti kadar mutlak bir vakit söylemesi gerekir ki, o da dört aydır. Kasmin vâcip olması muhabbet ve sıkıntıyı gidermeye istinat ettiğine göre, yakın bir müddet itibar etmek gerekir. Zannederim bir haftadan fazlası zararlıdır. Meğerki her ikisi buna razı olsunlar.»

«Zannederim ilh...» sözü, îlâ müddetinden idrab-ı ibtâlidir. Binaenaleyh şarihin, "veya bir hafta" sözünü, bilâkis bir hafta mânâsında değiştirmek münasip olur.

«Bahır sahibi ise umumileştirmiştir.» O, "Zâhir olan mutlak bırakmaktır. Çünkü bir zarar yoktur. Bu, kasm yoluyla olmuştur. Zira kadın nevbetinin geleceğinden emindir." demiştir.

Fakat Nehir sahibi bunun söz götürdüğünü söylemiş.»; "Mutlak surette zarar olmadığını söylemek söz götürür." demiştir.

Ben derim ki: Keza nevbetinin geleceğine emin bulunmak, bir sene gibi uzun bir müddette olamaz. Çünkü ya erkeğin yahut kadının ölmesi ihtimali vardır. Bununla beraber kasmin meşru kılındığı mânâ -ki görüşüp konuşmak, muhabbet etmektir- kaybolmaktadır.

METİN

Musannıf diyor ki: «Bunların incelemelerinin zâhirinden anlaşıldığına göre, ikisi de Hulâsa´daki üç gün kaydını görmemişler. Nitekim biz Muhtasar´da buna itimat ettik.» Allahu a´lem.

FER´Î MESELELER: Erkeğin işi bekçilik gibi geceleyin olursa, Şâfiîler onun gündüz kasm yapacağını söylemişlerdir. Bu güzeldir. Erkeğin karısı üzerindeki hakkı, ona emrettiği her mübah fiil hususunda kendisine itaat etmesidir. Erkek karısını; iplik bükmekten, kokusu eziyet veren şeyleri yemekten, hattâ kokusundan eziyet duyarsa kına ve nakış gibi şeylerden men edebilir. Nehir. Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım hâşiyededir.

İZAH

"Bunlar"dan murad; Fetih ve Bahır sahipleridir.

«Üç gün kaydı...» Biliyorsun ki bu kayda aykırı sözler geçti.

«Bu güzeldir.» Nehir sahibi de böyle demiştir.

«Her mübah fiil hususunda» ifadesinin zâhirinden anlaşıldığna göre, kocası emretiği zaman o işi yapmak kadına vâcip olur. Nasılki sultanın emrini tutmak ahaliye vâciptir. T.

«Kokusu eziyet veren» sarımsak, soğan gibi şeyleri yemekten men edebilir. Bundan şu çıkarılır ki; meşhur tütün kokusundan hoşlanmazsa, karısını tütün içmekten de men edebilir.

«Tamamı Mültekâ üzerine yazdığım hâşiyededir.» Hâniyye´den alınan ibaresi şöyledir: «Bir kimsenin bir karısıyla cariyeleri bulunursa; her dört günün bir günle gecesini karısının yanında geçirmesi emrolunur. Kalan günleri cariyelerden dilediğinin yanında geçirebilir. Keza üç karısı olsa; herbirinin yanında bir gün bir gece geçirmesi emrolunur. Bir günle bir geceyi de cariyelerinden dilediğinin yanında geçirir. Dört karısı varsa; herbirinin yanında bir gün bir gece geçirir. Cariyelerine, yanlarından geçerken uğramak kalır. Bir adamın yanında aklı eren çocuk veya kör yahut karısının ortağı veya kendisinin yahut karısının cariyesi bulunduğu halde karısına yakınlık etmesi rnekruhtur.» Sonra sözüne devamla şunlarısöylemiştir: «Ortak kadınlar bir yere getirilemez. Meğerki rızalarıyla olsun. Kadın; ben senin cariyenle beraber oturamam; derse buna hakkı yoktur. Cariyenin yanında bir gün kalır da arkacığından âzâd olursa, hürrenin yanında bir gün kalır. Aksi de böyledir.» Yani hürrenin yanında bir gün kalır da sonra cariye olan karısı âzâd olursa, âzâd olana geçer. Hürre olan karısı için iki günü tamamlamaz. Bunu hürriyeti başlangıçtaki yerine tutarak yapar. Nitekim Mi´râc´da beyan edilmiştir.

Ben derim ki: Musannıfın evvelâ Müntekâ´dan nakIettiği İmam Hasan´ın rivayetine mebnîdir ki, bu rivayetten dönülmüştür. Nitekim hür kadın için her dört günden bir gün bir gece ayrılacağı yukarıda gecti. Benim böyle hatırıma geldi. Sonra gördüm ki Şurunbulâlî bunu, "Teceddüdü´1-Mesarrât..." adlı risalesinde açıklamış ve, "Buna tembih eden kimse görmedim" diyor. Bu risalenin aslı bir suale cevaptır. Söyle ki: Bir adamın iki karısı ve birkac carivesi bulunursa: iki karısı arasında kasm yapar, sonra cariyelerinden dilediğinin yanında geceleyerek tekrar karılarına döner de onlara kasm mi yapar? diye sorulmuş: O da Kemal b. Hümam´ın, "Lazım olan şudur ki: karılarından birinin yanında bir gece kaldığı vakit ötekinin yanında da o kadar kalmalıdır. Herbirinin yanında daima gecelemek vacip değildir. Çünkü bazı geceler hepsinin yanında gecelemeyi terk edip yalnız kalsa bundan men edilmez." ifadesinden alarak caizdir diye cevap vermiştir. Yani onların nevbeti tamam olduktan sonra demek istemiştir. Yalnız başına kalmasıyla yanında cariyelerinin bulunması, hükümde müsavidir. Allahu a´lem.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 ... 5 6 7 [8] 9 10   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes