> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Fıkhı Eseleri > Hanefi Fıkhı > Hacc
Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 9   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Hacc  (Okunma Sayısı 10342 defa)
21 Mart 2010, 01:10:18
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #5 : 21 Mart 2010, 01:10:18 »



MİKÂTLAR



METİN


Mikâtlar, yani Mekke´ye girmek isteyen kimsenin ihramsız geçemeyeceği yerler beştir: 1) Zülhuleyfe: Medine´den altı mil, Mekke´dense on konak mesafede bulunan bir yerdir. Avam takımı ona Ebyâr-ı Ali (Ali Kuyuları) adını verirler. Bu kuyuların bazılarında Hz. Ali (r.a.)´ın cinlerle harb ettiğini söylerler ki, yalandır. 2) Zâtü Irk: Mekke´ye iki konaktır. 3) Cuhfe: Rabığ´a üç konak mesafedir. 4) Karn: Mekke´ye iki konak mesafededir. Bu kelimeyi "Karen" şeklinde okumak hatadır. Üveys´i ona nisbet etmek ise ikinci bir hatadır. 5) Yelemlem: Bu da iki konak mesafede bir dağdır. Bunlar Medineli; Iraklı ve Şamlı´nın - yani Medine´ye uğramayan Iraklı ile Şamlı´nın "demektir. Buna karine aşağıdakidir. Necdli ve Yemenli´nin mikâtlarıdır. Musannıf leffü neşri mürettep yapmıştır.

İZAH

«Mîkâtlar...», ´mikât´ın cemidir. Mikât, sınırlanmış vakit mânâsına gelir; ama yer için istiare edilmiştir. Yani "ihram yeri" mânâsına alınmıştır. Nasıl ki; "Orada müminler imtihan edilirler." âyet-i kerîmesinde, ´yer´ ´vakit´ mânâsına istiare edilmiştir. Cevherî´nin, "Mikât, ihram yeridir." demesi buna aykırı değildir. Çünkü onun maksadı, hakikatla mecaz arasında fark yapmak değildir. Galiba Bahır sahibi Sıhah´ın zâhirine bakarak, bu kelimenin, ´ vakit´le ´ muayyen yer´ arasında müşterek olduğunu söylemiş, "murad ikincisidir" demiştir. O, ulemanın yukarıda geçen sözlerinden ayrılmıştır. Ama sen vâkiin ne olduğunu anladın. Nehir. Sonra bilmiş ol ki, yer mikâtı insanlara göre değişir. Çünkü insanlar üç sınıftır: Uzaktan gelen, ´ hıll ´de (yani mikât içinde) yaşayan ve Harem´de yaşayanlar. Musannıf da onları bu tertip üzerine zikretmiştir.

«Mekke´ye girmek isteyen...» Yani velev ki ticaret gibi hacc ibadetle olmayan bir şey için girsin. Nitekim gelecektir.

"İhramsız..." Yani hacc veya umreye ihramlanmadan giremeyeceği yerdir.

"Huleyfe" kelimesi, ´halefe´nin ismi tasğîridir ve suda yetişen bir ottur. (Türkçe´si, ´ Kandıra Otu´dur.)

«Medine´den altı mil mesafededir.» Bazıları yedi, bazıları dört mil olduğunu söylemişlerdir. Allame Kutbî, Mensik´inde şöyle diyor: «Bundan zapt edilen Seyyid Nûreddin Ali Semhudî´nin tarihinde söylediğidir. Diyor ki: Ben bunu ölçtüm. Mescid-i Nebevî´nin Bâbüsselam adlı kapısının eşiğinden Zülhuleyfe´deki Mescid-i Şeceran´ın eşiğine kadar 19. 000 arşın; el arşını ile 732,5 arşın geldi.»

Ben derim ki: Bu beş milden azdır. Çünkü bize göre bir mil halen kullanılan demir arşınla 4.000 arşındır. Allah´u a´lem.

«On konak» yahut dokuz konaktır. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir.

«Ki kalandır.» Bunu Bahır sahibi, muhakkık İbn-i Emîr Hâcc Halebî´nin Menâsik adlı kitabından naklen söylemiştir.

«Zâtü Irk» hakkında Kutbî´nin Mensik´inde şöyle denilmektedir: «Bu adın verilmesi, ırk orada bulunduğundandır. ´ Irk ´ bir dağdır. Burası bir köy olup, şimdi harap haldedir. Irk Akîk´a bakan bir dağdır. Akîk bir vâdi olup, suyu Tihâme alçaklarına akar. Bunu Ezherî söylemiştir.» Onun için Lübab´ta şöyle denilmiştir: "Efdal olan, Akîk´ten ihrama girmektir. Burası Zâtü Irk´tan bir veya iki konak öncedir."

«Cuhfe», kıyıda su kalıntısı mânâsına gelir. Bu yere bu ismin verilmesi, bir zamanlar sel gelip ahalisini götürdüğü içindir. Asıl adı "Mehyea"dır. Lâkin söylendiğine göre, nişanları kalmamış; yalnız bazı gizli kalıntıları vardır ki, onları da hemen hemen bazı Bedevîler´den başka kimse tanıyamaz. Onun için Allah´u a´lem, hacılar ihtiyaten Râbıd denilen yerden ihrama girmeyi tercih etmişlerdir. Bazıları buna ´ Râbiğ ´ derler. Zira Cuhfe´den yarım konak yahut buna yakın bir mesafe önce gelir. Bahır. Kutbî diyor ki: «Ben gerçekten bu yerin Araplarından bu işi bilen bir cemaata sordum da; Râbiğ´den Mekke´ye doğru, sağ taraftan, aşağı-yukarı bir mil yürüdükten sonra bana bir tepe gösterdiler.»

"Karn", Arafat üzerine uzanan bir dağdır. Böyle okunduğunda, hadis, fıkıh, lügat ve tarihçilerle başkaları arasında ihtilâf yoktur. Bunu Nehir sahibi Tehzîbü´l-Esmâ ve´l-lügât´tan nakletmiştir.

«Bu kelimeyi ´Karen´ şeklinde okumak hatâdır.» Kâmus sahibi diyor ki: «Cevherî bu kelimeyi ´Karen´ diye harekelemekte ve Üveys-i Karenî´yi buna nisbet etmekte yanılmıştır. Çünkü Üveys, dedelerinden biri olan Karen b. Rûmân b. Nâciye b. Murâd´a mensuptur.»

"Yelemlem"e ´ Elemlem ´de denilir ki, asıl olan da budur. ´ Yâ ´ ile okunması, onu kolaylaştırmak içindir.

«İki konak mesafede bir dağdır.» Tihâme´de olup, zamanımızda ´Sa´diyye´ adı ile meşhurdur. Bunu bazı menâsik şârihleri söylemiştir. Bahır sahibi diyor ki: «Bu mikâtların Zâtü Irk´tan maadası, Buhârî ile Müslim´de sabittir. Zâtü Irk da, Müslim´in sahihi ile Ebû Dâvûd´un "Sünen"inde mevcuttur.»

"Iraklı"dan murad, Basra ve Kûfe ahalisidir. ´ Ehl-i Irakayn ´ bunlardır. Sair Şarklılar da öyledir.

"Şamlı" ya, Mısırlı ve Tebük yolundan gelen Mağripli de katılmalıdır; zira bunlar da onun gibidir. Lübab ve şerhi.

"Medine´ye uğramayan Iraklı ile Şamlı" sözü ile demek istiyor ki: Zâtü Irk´ın Iraklılara, Cuhfe´nin de Şamlılara mahsus olması, Medine´ye uğramadıklarına göredir. Oraya uğrarlarsa, onların mikâtı da oralıların mikâtı, yani Zülhuleyfe´dir. Bu, efdal olanı beyandır. Çünkü oralardan gelenlere, Medineliler gibi, Zülhuleyfe´den ihrama girmek vâcip değildir. Nitekim izahı gelecektir.

«Karîne aşağıdaki...» Keza bunlar oralı olmayıp, oraya uğrayanlar için de mikâttırlar; ifadesidir. H.

"Necidlî"den murad, Yemen´in Necd´i, Hicâz´ın Necd´i ve Tihâme´nin Necd´inde yaşayandır.

"Yemenli"den murad, diğer Yemenlilerle Tihâmeliler´dir. Lübab.

METİN

Bu mikâtları, şâirin şu beyti toplamaktadır:

«Irak´ın: Irk´ı, Yemen´in Yelemlem´i

Zülhuleyfe´de ihramlanır Medineli

Şam için eğer uğrarsan Cuhfe´dir.

Necdli´ye de Karn´dır iyi ayır!» Keza bunlar oralı olmayıp, oraya uğrayanlar için de mikâttırlar. Meselâ Medineliler´in mikâtına uğrayan Şamlı gibi ki, onun mikâtı da orasıdır. Bunu Şâfii olan Nevevî ile başkaları söylemişlerdir. Ulemamız demişlerdir ki: Bir kimse iki mikâta uğrarsa, uzak olanından ihrama girmesi efdal olur. Ama ihramı ikinci mikâta bırakırsa, mezhebe göre kendisine bir şey lâzım gelmez. Lübab´ın ibaresi, "Kurban cezası ondan sâkıt olur." şeklindedir.

İZAH

Mikâtları, Şeyh Ebülbeka dahi Bahr-ı Amîk´de şu beytinde toplamıştır:

«Bil ki, Yemen, Necd, Irak, Şam ve Medineliler´in mikâtları

Yelemlem, Karn, Zâtü Irk´tır. Nebiyyi Ekrem´in mikâtı da Huleyfe´dir.» "Bunu Şâfiî olan Nevevî ve başkaları söylemişlerdir." Bazı nüshalardan bu cümle düşmüştür ki, doğrusu da budur. Çünkü bu mesele mezhebin, gerek metin, gerek şerh bütün kitaplarında açıklanmıştır. Binaenaleyh onu Nevevî (r.)den nakle hacet yoktur. H. Buna cevap verilmiş ve, "Şârih bununla meselenin ittifâkî olduğuna işaret etmiştir." denilmiştir.

«Bir kimse iki mikata uğrasa...» Mesela bir Medineli Zülhuleyfe´ye uğrayıp sonra Cuhfe´ye varsa, Mekke´ye uzak olanından ihrama girmesi daha faziletli olur. Yani Zülhuleyfe´den girmelidir. Lâkin Lübab Şerhi´nde İbn-i Emîr Hâcc´dan naklen bildirildiğine göre, efdal olan ihramı geçiktirmektir. Sonra bu iki kavlin arasını bulmuş; «Birincinin efdal olması, onda ulemanın ihtilafından çıkmak ve taata koşmak bulunduğundandır. İkincisinin efdal olması, harama düşmek onda daha az olduğundandır. Çünkü zaman bozulduğu için, günah çok işlenir. Binaenaleyh yukarıda zikredilene aykırı olmadığı gibi; Bedâyı´daki, "Bir kimse bir mikâttan diğerine ihramsız geçerse caiz olur; şu kadar var ki müstehap olan, birinciden ihrama girmektir. Keza Ebû Hanife´den rivayet olunmuştur ki, Medineli olmayanlar hakkında: Medine´ye uğrarlar da, oradan Cuhfe´ye geçerlerse, bunda bir beis yoktur. Ama benceZülhuleyfa´den ihrama girmeleri daha makbuldür. Çünkü bunlar birinci mikâta vardıklarında, onun hürmetini muhafaza etmeleri lâzım gelir. Binaenaleyh onu terk etmeleri mekruh olur." ifadesine de aykırı değildir. Bunun benzerini Kudûrî, Şerh´inde zikretmiştir. Şu kadar var ki, İmam-ı Azam´ın Medineliler´den başkaları hakkındaki bu sözünde, Medineli´nin böyle olmadığına işaret vardır. Bu suretle Hz. İmam´dan ceza kurbanı vâcip olacağına ve olmayacağına dair nakledilen iki rivayetin arası bulunmuş olur; yani ´vâciptir´ rivayeti Medineli´ye; ´değildir´ rivayeti Medineli olmayana yorumlanır.» demiştir.

Ben derim ki: Lâkin Fetih´te nakledildiğine göre, Medineli Cuhfe´ye geçer de, orada ihrama girerse, bir beis yoktur. Ama efdal olan, Zülhuleyfe´den ihrama girmektir. Fetih sahibi bundan önce Hâkim´in Kâfî´sinden - ki İmam Muhammed´in sözlerini zahir rivayet kitaplarına o toplamıştır - şunu nakletmiştir: «Bir kimse mikâtını ihramsız olarak geçer de, başka bir mikâta vararak orada ihrama girerse kâfi gelir. Ama ilk mikâtta ihrama girse bence daha iyi olurdu.» İşte Medineliye bir şey lâzım gelmediği hususunda bunların birincisi açık, ikincisi zahirdir. Binaenaleyh anlaşılıyor ki, Hz. İmam´ın, "Medinelilerden başkaları uğrarsa" sözü, tesadüfîdir; ihtirâzî bir kayıt değildir. Ve zâhir rivayette Medineli ile başkası arasında fark yoktur.

Hidâye´nin, "Mikât tayininin, yani beş mikâtla sınırlandırmanın faydası, ihramı bunlardan sonraya bırakmanın yasak olduğunu bildirmektir. Çünkü mikâttan önce ihrama girmek bil ittifak caizdir." ifadesine gelince: Fetih sahibi buna itiraz etmiş ve, "Buna göre, Medinelinin ihramını Zülhuleyfe´den sonraya bırakması caiz değildir. Halbuki yazılanlar bunun hilâfıdır." demiştir. Evet, İmamı Âzam´dan rivayet olunduğuna göre, o kimseye ceza kurbanı lâzımdır. Lâkin ondan nakledilen zâhir rivayet birincisidir. Nehir sahibi diyor ki: «Cevap şudur: Geciktirmeyi men etmek, son mi...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Hacc
« Posted on: 27 Nisan 2024, 11:21:53 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Hacc rüya tabiri,Hacc mekke canlı, Hacc kabe canlı yayın, Hacc Üç boyutlu kuran oku Hacc kuran ı kerim, Hacc peygamber kıssaları,Hacc ilitam ders soruları, Haccönlisans arapça,
Logged
21 Mart 2010, 01:25:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #6 : 21 Mart 2010, 01:25:03 »

İHRAM VE ÎFRAD HACCI YAPMANIN SIFATI HAKKINDA BİR FASIL



METİN


İhrama girmek isteyen kimse abdest alır; yıkanması daha makbuldür. Hacc ibadetlerinin sahih olması için ihram şarttır; iftitah tekbiri gibidir. Namazla haccın, tahrîm ve tahlilleri vardır. Oruçla zekât böyle değildir. Sonra hacc iki vecihten daha kuvvetlidir. Birincisi; o mutlak surette kaza olunur; velev ki zanlı olsun. Namaz öyle değildir. İkincisi; hacc veya umrede ihramı tamamladığında, ondan ancak ihrama girdiği amel ile çıkar. Velev ki bozmuş olsun. Ancak vaktini geçirirse, ondan umre ile; ihsar vuku bulursa, ondan da hedy kurbanını kesmekle çıkar.

Yıkanmak temizlik içindir; abdestli bulunmak için değildir. Binaenaleyh hayızlı ile nifaslı ve çocuk hakkında da müstehap görülür.

İZAH

İhramı mikâtlardan sonra getirmenin munasebeti açıktır. Hiçbir kimsenin onları ihramsız geçmesi caiz değildir. Lügatta İhram; "Ayaklar altına alınamayan bir hürmete girdi" mânâsına gelen "ahreme" fiilinin mastarıdır. İhrama girene "harâm" denir ki, "ihrama girmiş" mânâsınadır. Sıhâh´ta böyle denilmiştir.

Şer´an ihram; hususi birtakım hürmetlere girmek, yani onları iltizam etmektir. Ancak ihram şer´an zikirle veya hususiyetle birlikte niyet olmazsa, tahakkuk etmez. Fetih´te böyle denilmiştir. Şu halde ihramın tahakkuku için bu iki şey şarttır; Bahır sahibinin tevehhüm ettiği gibi, hakikatının cüz´ü değillerdir. O İhramı, "Hacc veya umre ibadetlerini zikir veya hususiyetle birlikte yapmaya niyet etmektir." diye tarif etmiştir. Nehir. Zikir´den murad, telbiye ve benzeridir. Hususiyet´ten, murad ise; bunun yerini tutan hedy kurbanı göndermek veya deveye gerdanlık takmak gibi şeylerdir. Binaenaleyh telbiye veya onun yerini tutan bir şey mutlaka lâzımdır. Niyet eder de telbiye yapmazsa; yahut aksini yaparsa (yani telbiye yapar niyet etmezse) ihrama girmiş olmaz. Acaba bir kimse niyet ve telbiye ile; yahut bunlardan birini diğerini de yapmak şartı ile yaparsa, ihrama girmiş olur mu? Burada mutemet olan kavil, Husâm-ı şehid´in kavlidir ki şudur: "İhrama niyetle girilir. Ama bu, telbiye ederek olur. Nasıl ki namaza niyetle girilir, ama tekbir almak şartı iledir. Sadece tekbirle girilmez. Nitekim Lübab Şerhi´nde böyledir. Onun sahih olması için, zaman, mekân, hey´et ve hal şart değildir. Dikişli elbise giyerek veya cima ederek ihrama girse, birincide ihram sahih olarak; ikincide ise fâsit olarak münakit sayılır. Nitekim Lubab´da beyan olunmuştur."

«İhram için yıkanmak daha makbuldür.» Çünkü sünnet-i müekkededir. Abdest onun yerini, müstehap olan sünnetin yapılması hususunda tutar; fazilet hususunda tutamaz. Lübab ve Şerhi. Lakin Kuhistânî´de her ikisinin müstehap olduğu bildirilmiştir.

«İfrad haccı yapmanın sıfatı» Yani ifrad haccı yapan kimsenin, ona başladığı tahakkukettikten sonra yapacağı vasıflar demektir. Musannıf´ın işe kırân ve temettudan önce ifraddan başlaması, bunun mürekkebe nisbetle müfred hükmünde olmasındandır. ´Nüsük´; ´ibadet demektir. Sonra bu kelime ekseriyetle hacc veya umre ibadetleri mânâsında "kullanılmaya başlanmıştır.

«İftitah tekbiri gibidir.» Bundan murad, duasız zikirdir. Çünkü tekbir lâfzı şart değil, vâciptir.

«Tahrîm ve tahlilleri vardır.» Burada Şârih, benzerliği te´kîd için ´tahlîl´ kelimesini ziyade etmiştir. Namazın tahlîli (yani çıkmanın helal olması), selâm ve benzeri şeylerle olur. Haccın tahlîli ise ileride geleceği vecihle tıraş ve tavafladır.

«Hacc iki vecihten daha kuvvetlidir.» Yani hacc namazdan daha kuvvetlidir. "Efdaldir" demedi. Çünkü zekât bahsinin başında Tahrîr ve şerhinden naklen arz etmiştik ki, efdal olan namazdır. Sonra zekât, sonra oruç, sonra hacc, sonra umre, cihâd ve îtikaf gelir.

«Velev ki zanlı olsun.» cümlesi, mutlakın beyanıdır. Bir kimse, üzerime farzdır zannı ile hacc için ihrama girer de, sonra farz olmadığı anlaşılırsa, o hacca devamı vâcip olur. Bozarsa kazası lâzımdır. Namaz hakkındaki zan böyle değildir. Zira onu bozarsa kaza lâzım gelmez. Bahır. Mahsur olan hacıya, kaza vâcip olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Esah kavle göre ona da vaciptir. Nitekim bâbında söyleyeceğiz.

«İhrama girdiği amel ile çıkar.» Namaz böyle değildir. Ondan, namaza

zıt her fiille çıkar. Bir de bozulan namaza devam etmek haramdır. Haccda ise, sahihinde olduğu gibi, bozulanında da vakfeden önce cima ederek devam vâcip olur.

«Vaktini geçirirse, ondan umre ile» çıkar. Çünkü vakti geçmiştir. Gelecek sene haccetmesi gerekir.

"İhsar vuku bulursa" ondan da hedy kurbanını Harem´de kesmekle çıkar.

«Hayızlı ile nifaslı ve çocuk hakkında da müstehap görülür.» Yani bu kadınların kanları kesilmezden evvel demektir. Buna karîne, meselenin tefri edilişidir. Çünkü kan kesildikten sonra yıkanmak, hem temlik, hem de abdest olur. Tefri´den murad ise, abdest bulunmayan temizlik suretidir. Tâ ki yalnız onun için meşru olmadığı bilinsin. Bu ibare, Kuhistânî´nin sözünü te´yîd eder. Ancak hayızlı ile nifaslı ve başkaları arasında fark görülür; yahut "müstehap görülür" ´sözünden "sünnettir" mânası kastedilirse o başka! Çünkü sünnet olan bir şey, şâriin sevdiği iştir.

"Çocuğu" Fetih sahibi ve başkaları açıkça kaydetmişlerdir. Lakin çocuk aklı erer yaşta ise, onun yıkanması, abdest olur. Zira bundan murad, cünüplükten temizlenmek değil, namaz için temizliktir. Çünkü cuma ve bayramlar için yıkanmak, hem temizlik, hem abdest içindir. Nitekim Nehir´de böyle denilmiştir. Halbuki bu gusül, cünüp olmayana da sünnettir. O zaman çocuğu hayızlının üzerine atfetmek, yıkanmasının sadece temizlik için olduğu zannını verir; ve burada ondan, aklı ermeyen çocuk kastedilmesi taayyün eder. Binaenaleyh onu zikretmek, Nehir sahibinin şu sözüne işaret olur: «Bilmiş ol ki, yıkanmak, arkadaşı namına niyetlenen kimseye; yahut küçük olduğu için çocuğu namına niyetlenen babaya da mendup olmak gerekir. Çünkü ulema ihramın, bayılan ve küçük olan kimse ile kaim olduğunu; ihrama girenle kaim olmadığını söylemişlerdir. Zira başkası namına ihram, kendisi için yaptığı ihramla birlikte yapılabilir. Bunun her ihramlı için mendup olduğu tekerrür etmiştir.» Anla!

METİN

Sudan âciz kaldığında, ihram için teyemmüm etmek meşru değildir. Çünkü teyemmüm kirleticidir. Cuma ve bayram bunun hilâfınadır. Bunu Zeylâî ve başkaları söylemişlerdir. Lâkin Kâfî sahibi, cuma ve bayramla ihramı bir tutmuştur. Nehir sahibi bu kavli tercih etmiştir. Sünnet sevabına nail olmak için, abdestli olarak ihrama girmesi şart kılınmıştır. Keza ihrama girmek isteyen kimsenin tırnaklarını kesmesi, bıyıklarını alması, koltuk altlarını temizlemesi ve âdeti ise başını tıraş etmesi, değilse taraması; beraberinde olup hayız gibi bir mâni yoksa, karısı veya câriyesi ile cima etmesi; göbeğinden diz kapağına kadar bir peştamal ve sırtına bir örtü alması da müstehaptır. Bu örtüyü sağ koltuğunun altından geçirerek sol omuzunun üstüne koyması sünnettir. Şayet ilikler veya açar; yahut düğümlerse, kötü bir iş yapmış olur; ama ceza kurbanı icap etmez. Örtü ile peştemalın yeni veya yıkanmış, temiz ve kefeni kifâyet gibi beyaz olmaları gerekir. Bu, sünnetin beyanıdır. Yoksa avret yerini örtmesi kâfidir.

İZAH

«İhram için teyemmüm meşru değildir.» Bunu, Zeylâî, Bahır, Nehir ve Fetih sahipleri gibi birçok ulema kesinlikle beyan etmişlerdir. Bu, İmâdî´nin Menâsik´indeki, "Eğer bunlardan âciz kalırsa, teyemmüm eder." sözünü reddeder. Meğer ki bu söz ihram namazını kılmak isteyene yorumlana!

"Cuma ve bayram bunun hilâfınadır." Bahır sahibi diyor ki: «Yani bunlarda yıkanmak, abdest içindir; temizlik için değildir. Onun için âciz halinde bunlar için teyemmüm meşrudur.»

«Lâkin Kâfî sahibi...» teyemmümün meşru olmaması hususunda, bunlarla ihramı bir tutmuştur.

«Nehir sahibi bu kavlî tercih etmiştir.» Nehir sahibi şöyle demiştir: «Tahkik budur. Keza Bahır sahibi Zeylâî´ye itiraz etmiş; âciz halinde cuma ve bayram için cünüplük ve benzerinden temiz olan kimseye teyemmüm meşru kılınmamıştır. Sözümüz ise teyemmümdedir. Çünkü o kirletici ve tozlayıcıdır. Lâkin namazın edası zaruretinden dolayı abdest sayılmıştır. Bunlarda zaruret yoktur. Onun için Musannıf, Kâfî´de ihramla cuma ve bayramları bir saymıştır, demiştir.»

«Sünnet sevabına nail olmak için, abdestli ihrama girmek şarttır.» yani o ancak ihram içinmeşru kılınmıştır. Hattâ yıkanıp sonra abdestini bozsa, sonra ihrama girip abdest alsa, sevabına nail olamaz. Cevâmiul-Fıkh´a nisbet edilerek, Binaye´de böyle denilmiştir. Nehir.

«Keza ihrama girmek isteyen kimsenin tırnaklarını kesmesi ilh...» ´Yıkanmazdan önce´ mânâsınadır. Nitekim Kuhistânî, Lübab ve Sirâc´da böyle denilmektedir. Zeylâi´de ise, «Yıkandıktan sonra» denilmiştir. ´Düşün!

«Temizlenmesi» tabiri, tırnak kesmeye, bıyık almaya, kasık tıraş etmeye veya yolmaya yahut ağda kullanmaya şâmildir. Koltuk altı yolmak da öyledir. ´Kasık´tan murad, kadın ve erkeğin avret yerindeki kıllardır. Makattaki kıllar da bunun gibidir. Hattâ yok edilmeye daha lâyıktır. Tâ ki taşla taharetlenirken, çıkan pislikten bir şey yapışmasın.

«Âdeti ise başını tıraş etmesi» ifadesi Bahır, Nehir ve diğer kitaplarda hep böyledir. Lübab Şerhi´nde buna muhalif olarak, bu iş avamın fiilierinden sayılmıştır.

«Peştamal ve sırtına örtü» almak erkeğe mahsustur. «Göbeğinden diz kapağına kadar» ifadesi, peştamalın tefsiridir. Burada gaye, yani diz kapaklar örtülmekte dahildir; çünkü diz avrettendir.

«Örtü» hakkında Bahır´da şöyle denilmiştir: "Örtü, sırtla omuzlara ve göğüse örtülür."

«Şayet iliklerse...» keza ip ve benzeri bir şeyle bağlarsa, kötülük etmiş olur. Çünkü o zaman korumaya ihtiyacı kalmamasına bakarak, dikişli elbise giymişe benzer. Beline kemer bağl...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

21 Mart 2010, 01:30:09
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #7 : 21 Mart 2010, 01:30:09 »

METİN

Sonra her namazın ardından telbiye getirir, bununla haccı niyet eder. Bu söz, en mükemmel şeklini beyandır. Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur. Velev ki kalbiyle olsun. Lâkin bu niyetin tesbih ve tehlil gibi tazim için söylenen bir zikirle beraber olması şarttır. Mezhebe göre, velev ki Arapçayı ve telbiyeyi güzelce bildiği halde Farsça söylesin. Telbiye şudur:

Lebbeyk allahümme lebbeyk la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde venni´mete leke vel mülk la şerike lek.

"İnne" kelimesinin hemzesi "esre" ve "üstün" okunabilir. "Venni´mete" kelimesi de "fetha" ile okunur. Yahut, müpteda ve haberdir.

İZAH


«Bununla haccı niyet eder.» Nehir´de şöyle denilmiştir: «Burada, niyetin "Allahım! Ben haccetmek istiyorum ilh..." cümlesi ile tamam olmadığına işaret vardır. Çünkü niyet, istekten ötede ayrı bir şeydir. İstek, bir şeyi yapmaya azmetmektir. Nitekim Bezzazî böyle demiştir. Râgıb´ın sözü bunu açıklamıştır. O şöyle demiştir: "Şüphesiz ki, insanı bir şeyi yapmaya teşvik eden sebepler, derece derecedir. Evvelâ sanîh, sonra hatır, sonra fikir, sonra irade, sonra himmet, sonra azim gelir. Bir kimse dili ile ´ Hacca niyet ettim ve ona ihrama girdim Lebbeyk ilh...´ derse iyi olur. Çünkü kalple dil bir araya gelir." Zeylâî´de böyle denilmiştir.» Fetih sahibi, «Namazın şartlarında arz ettiklerimize kıyasen en iyisi, sözü ile azimeti bir araya gelmemektir; bir araya gelmek değildir. Peygamber (s.a.v.)´in hacc ibadetlerini rivayet edenlerden hiç birinin, "Ben onu umreye veya hacca niyet ettim´ derken işittim" dediğini bilmiyoruz. Onun için ulemamız dille söylemek iyidir, tâ ki kalbe uysun demişlerdir.» diyor.

Bahır sahibi şunları söylemiştir: «Hâsılı niyeti dille söylemek, bütün ibadetlerde mutlak surette bidattır.» Lâkin kendisine Rahmetî, Sahih-i Buhârî´de Enes (r.a.)´den rivayet olunan şu hadisle itiraz etmiştir: «Ben Ashab´ı her ikisini açık söylerken işittim.» Yine Enes (r.a.)´den rivayet edildiğine göre, «Sonra hacc ve umreye niyetlendi. Cemaat da bunların ikisine niyetlendiler.» demiştir. Bunun gibi daha birçok hadislerde, niyet mânâsını ifade eden sözler söylediği bildirilmiştir. Ama niyetin hususi bir sözle, alettayin yapılmasının vâcip veya mendup olduğunu söyleyen yoktur. O halde nasıl olur da niyet râvîlerden hiçbirinin rivayetinde bulunmamıştır denilebilir.

Ben derim ki: Şöyle cevap verilebilir: Murad, hacca niyet ettim sözü ile açıklama bulunmadığıdır. Zikredilen niyet hususunda rivayet edilen kolaylık ve kabul duasının zımnındakidır. Biliyorsun ki bu niyet değildir. Niyet ancak Musannıf´ın da işaret ettiği gibi, telbiye zamanındaki sözdür. Yahut telbiyedeki sözlerdir. Şu halde Lübab ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Niyet ederken, yani yüksek sesle telbiye yaparken, hacca mı, yoksa umreye mi niyetlendiğini söylemesi müstehaptır. Hacc için ´ Lebbeyk ´ demelidir.» Bedâyi´de de böyle denilmiştir; Düşün!

«Yoksa hacc mutlak niyetle de sahih olur.» Yani ´ hacc ´ veya ´ umreye´ demeden hacc ibadetlerine niyet etmekle de olur. Sonra tavaf etmeden tayin ederse ne âlâ; etmezse umre mânâsına alınır. Nitekim gelecektir. Lübab´da şöyle denilmektedir: «Hacc ibadetlerini tayin şart değildir. Binaenaleyh müphem niyetlenmek ve başkalarının niyetlendiğine niyetlenmek de sahihtir.» Lübab´ın başka bir yerinde de şöyle denilmiştir: «Başkasının niyetlendiğine niyet etse, bu müphem olur ve kendisine bir hacc veya umre lâzım gelir. Lübab şârihi bunu, "Başkasının niyetlendiğini bilmediği zaman" diye kayıtlamıştır.»

Hacc niyetini mutlak söylerse; keza farz hacc anlaşılır. Tamamı az ileride gelecektir.

«Velev ki kalbiyle olsun.» Çünkü ´ hacca ´ veya ´ umreye ´ diye niyeti dille söylemek şart değildir. Nitekim namazda da öyledir. Zeylâî.

«Tâzim için söylenen...» Yani sahih rivayete göre, velev dua ile karışık zikirle olsun, yapılması şarttır. Lübab şerhi. Hâniyye´de şöyle denilmektedir: « ´Allahım ´ dese de, başka bir şey söylemese, İmam İbn-i Fadıl bunun namaza başlamaktaki ihtilâf gibi ihtitâflı olduğunu söylemiştir. Hâsılı niyetin hâssaten telbiye ile beraber yapılması şart değil sünnettir. Şart olan, niyetin herhangi bir zikirle beraber yapılmasıdır. Telbiye getirirse, bunun dille olması lâbuttur.» Lübab´da, "Telbiyeyi kalbi ile yaparsa bu sayılmaz. Dilsizin de dilini kıpırdatması lâzımdır. Bazıları bunun, lâzım değil, müstehap olduğunu söylemişlerdir." denilmiştir. Lübab şârihi ikinci kavle meyletmiştir. Çünkü esah olan, dilsize namazda kıraat için dilini kıpırdatmanın lâzım gelmemesidir. Haccda lâzım gelmemesi evleviyette kalır. Çünkü hacc daha geniştir. Bir de namazda kıraat kesin bir farzdır. Müttefekun aleyhtir. Telbiye böyle değildir.

«Velev ki Farsça söylesin.» Yani Arapçadan başka Türkçe ve Hintçe gibi bir dille söylesin. Nitekim Lübab´da böyle denilmiştir. Şârih burada Arapça söylemenin efdal olduğuna işaret etmiştir. Nitekim Hâniyye´de de böyle denilmiştir.

«Velev ki Arapçayı ve telbiyeyi iyi bilsin.» Yani namaz bunun hilâfınadır. Çünkü hacc bâbı daha geniştir. Hattâ onda, deveye gerdan takmak gibi zikir olmayan şey zikir yerine geçmiştir. Bunu Şurunbulâliyye´den naklen Halebî söylemiştir. Yine orada beyan edildiğine göre, namaza Arapçaya kudreti olduğu, halde Farsça başlamak sahihtir. Şârih orada bu meseleyi öne almış; Şurunbulâlî ve diğer zevatın şüpheye düştüklerine işaret etmiştir. Zira başlamayı kıraat gibi saymışlardır. T.

«Telbiye şudur.» Yani "AIIahım! Senin kapına tekrar tekrar geldim, senin davetine tekrar tekrar icabettim. Senin şerikin yoktur, Hamd sana mahsustur. Nîmet senindir. Mülk de senindir. Senin şerikin yoktur" demektir. Bu cümlelerdeki ´ Lebbeyk ´ sözü, tekrarı ifade etmek için tesniye sîgası ile söylenir. Nitekim Mülk Sûresinde, "Gözü iki defa çevir," buyrulmuştur. Yani "çok defalar bak" demektir. Sözün tekrar edilmesi, bu işi te´kîd içindir. Bazı nüshalarda "Allahümme Lebbeyk"ten sonra ikinci bir defa ´ Lebbeyk ´ söylenmiştir. Münasip olan da budur. Çünkü Kenz, Hidâye, Cevhere, Lübab ve diğer kitaplarda hep böyledir. Binaenaleyh ´ Lebbeyk ´ sözünü üçüncü defa tekrarlamak, te´kîdi mubalâğa içindir. Hâşiye yazarlarından biri diyor ki: «Şâfiîler, cümledeki üçüncü ´ Lebbeyk ´ üzerinde durulmasının güzel olduğunu söylemişlerdir. Ama ben bunun bizim imamlarımızdan naklini görmedim. İmdi araştır!»

Ben derim ki: Kuhistânî´nin sözü, ikinci ´Lebbeyk´ üzerinde durulmasını gerektirmektedir. Çünkü o ´ Lebbeyk´, "Allahümme Lebbeyk" cümlesi üzerinde söz etmiş, sonra yeni bir cümle olmak üzere "Lebbeyk lâ şerîke lek" demiştir. Bu sözün ifade ettiği mânâ, üçüncü lebbeyk ile yeni cümleye başlamasıdır. Lübab Şerhi´nde ifade edilen de budur.

«İnne kelimesinin hemzesi esre ve üstün okunabilir.» Efdal olan, esre ile ´ inne ´ okumaktır. Muhit sahibi, "Çünkü Peygamber (s.a.v.) böyle okumuştur." demiş, fakat Binaye sahibi bunu reddederek, "Bu belli değildir." demiştir. Evet ekseri ulema efdal oluşunu; çünkü senaya yeniden başlamaktır diye illetlendirmişlerdir. Şu halde telbiye zât için olur. Kelime fetha ile okunursa, bunun hilâfınadır. Çünkü telbiyenin ta´lîli olur. Yani "Sana iki defa icabet ederim. Çünkü hamd sanadır. Nîmet ve mülk senindir" demek olur. Sonu olmayan icabeti zâta tâlik etmek, sıfat itibariyle bundan evlâdır. Fakat bu söze itiraz edilmiş; «İnne okunursa, cümle yine söz başı diye ta´lîl edilebilir. "Hem onlara dua eyle, çünkü senin duan onlar için rahatlıktır." âyeti ile "Oğluna ilmi öğret, çünkü ilim faydalıdır." sözleri de bu kabildendir.» denilmiştir. Buna da şöyle cevap verilmiştir: Burada bunların ikisi de caiz olmakla beraber, evleviyetinden dolayı istinaf mânâsına hamledilir. Fetha ile okumak bunun hilâfınadır. Çünkü onda ta´lîlden başka bir şey yoktur. Şârihler İmam-ı Âzam´dan bu kelimenin ´ enne ´ okunduğunu; İmam Muhammed ile Kisâ-i ve Ferra´dan ´inne´ okunduğunu rivayet etmişlerdir. Şu kadar var ki, Keşşafta zikredilen, İmam-ı Âzam´ın ´ inne ´; Şâfiî´nin ise ´ enne ´ okuduğudur. Sözlerinin zâhiri bunu göstermektedir. Nehir.

«Venni´mete kelimesi de fetha ile okunur.» Doğrusu budur. Çünkü bu kelime mebni değil, mu´rebdir. Nehir´in ibaresi, "Meşhura göre mensup okunur. Ama merfu okunması da caizdir." şeklindedir.

«Velmülke» kelimesi mansup okunmalıdır. Ama ´ velmülku ´ şeklinde merfu okunması da caizdir. Her iki takdire göre haberi atılmıştır. Bu kelimenin üzerinde durmak iyi görülmüştür. Tâ ki ondan sonra gelenin haberi sanılmasın. Lübab Şerhi. Bazıları, bunun üzerinde durmanın, dört mezhebin imamlarına göre müstehap olduğunu nakletmişlerdir.

TEMBİH: Lübab ve şerhinde beyan olunduğuna göre, telbiyeyi evvekî yüksek sesle yaparak, sonra alçaltmak ve Peygamber (s.a.v.)´e salâvat getirmek; daha sonra dilediği duayı okumak müstehaptır. Burada rivayet olunan dua şudur:

"Allahım! Ben senden rızanı ve Cennet´i dilerim; gazabından ve Cehennemden sana sığınırım." Yine Lübab´da beyan edildiğine göre, telbîyeyi ilk mecliste tekrarlamak sünnettir. Başka meclislerde tekrarlamak da öyledir. Haller değiştikçe, tekrarlamak ise müekket şekilde müstehaptır. Mutlak surette çok telbiye getirmek menduptur. Bir defa başlayınca, telbiyeyi üç defa tekrarlamak ve dünya sözüyle aralarını kesmemek de müstehaptır.

METİN

Telbiyeye mendup olarak ziyade yap. Yani kelimelerinin arasına değil de sonuna, dilediğin duayı ilave et. Ama bu telbiyeyi noksan bırakma. Çünkü kerahet-i tahrimiyye ile mekruhtur. Ulema onun bir defa şart olduğunu söylemişlerdir. Fazlası sünnettir. Gerek telbiyeyi, gerekse onu yüksek sesle söylemeyi terk eden kötülük işlemiş olur.

İZAH


«Telbiyeye mendup olarak ziyade yap.» Ama rivayet edilmemiş duaları ziyade etmen müstehap olmaz. Nitekim İnâye´de bildirilmiştir. Nehir´in ifadesi bunun hilâf...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

21 Mart 2010, 17:47:53
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #8 : 21 Mart 2010, 17:47:53 »

Hacı Ne İle Muhrîm Olur?



METİN


Hacc fiili niyet ederek telbiye getirir veya hedy kurbanı gönderir; yahut gerdanlık takar, yani kurbanlık devenin boynuna gerdanlık asar; yahut haremde yahut eskiden ihram halindeyken öldürdüğü bir avın cezası olarak bir deveye gerdanlık takar veya cinayet, nezir, müt´a ve kırân gibi bir vâcibin cezası olarak kurban gönderir veya boynuna gerdanlık takar da, hacca niyet ederek onunla birlikte yola çıkarsa - acaba "umre de böyle midir" denilirse, evet ´ cevabı vermek gerekir - yahut kurbanı gönderir de sonra yola revan olur ve mikatdan önce o hayvana yetişirse, - mikâttan sonra yetişirse, mikattan telbiye ederek ihrama girmesi lâzım gelir - yahut kurbanı müt´a veya kırân için gönderir ve gerek gerdanlık takmak, gerekse yola revan olmak hacc aylarında bulunursa - zira bulunmazsa kurbana yetişinceye kadar ihramlı sayılmaz - ve ihram niyeti ile yola revan olursa, hayvana yetişmese bile istihsanen ihrama girmiş olur. Çünkü emre icabet tazim bildiren her zikirle olduğu gibi; ihrama mahsus her fiille de olur. Sonra ihramın sahih olması, hacc ibadeti niyetine bağlı değildir. Çünkü o kimse ihramı müphem yapsa da tavafın bir şavtını eda etse, bu umre sayılır. Hacc niyetini mutlak yapsa, farz hacc sayılır. Ama ´ nâfile ´ diye tayin ederse nâfile olur. Velev ki farz haccını îfa etmemiş olsun. Bu, Fetih´ten naklen Şurunbulâliyye´de bildirilmiştir.

İZAH

«Hacc fiili niyet ederek telbiye getirirse...» Deniliyor ki burada Musannıf, "Telbiye getirerek niyetlendiği vakit" demeliydi. Çünkü Musannıf´ın ibaresi, "Niyet şartıyla telbiye getirirse hacca başlamış olur." mânâsını ifade etmektedir. Halbuki vâkı bunun aksinedir. Yani bâbımızn başında geçtiği vecihle, Hüsam-ı Şehid´in dediği gibidir. Cevap şudur ki: Zeylâî´ye tebean Fetih´te de böyle denilmiştîr. Bu ibareden ancak o kimsenin niyet ve telbiye anında ihramlı sayılacağı anlaşılmaktadır. Bunların her ikisiyle; yahut diğeri de bulunmak şartıyla birisiyle ihrama girmek anlaşılmaktadır. Şu halde her ibare, Nehir sahibinin söylediği gibi bir mânâda dır.

«Hacc fiili»nden murad, hacc, ve umre gibi muayyen olanı; yahut yukarda beyan edildiği vecihle müphem olanıdır. Şu da gelecektir ki, ihramın sahih olması, hacc ibadeti niyetine, yani o ibadetin tayinine bağlı değildir. Ama bu aslâ hacc ibâdeti niyetine bağlı değildir mânâsına gelmez.

«Veya hedy kurbanı gönderirse» cümlesi, telbiye yerine geçen fiillerden birinin beyanıdır. Nitekim gelecektir. Lâkin Musannıf bunu atsa da, yalnız "veya deveye gerdanlık taksa" cümlesiyle iktifa etseydi, daha kısa ve daha açık olurdu. Nitekim Kenz sahibi öyle yapmıştır. Çünkü ´ hedy ´ sözü koyuna da şâmildir. ´ Bedene ´ sözü böyle değildir. O, deve ile sığıra mahsustur. Hacı, koyuna gerdanlık takarsa, ihrama girmiş sayılmaz. Velev ki onu göndermişolsun. Nitekim bu cihet Bahır´da açıklanmıştır. Kitabımızda da gelecektir. Bundan dolayıdır ki, Lübab şarihi "Hedy kurbanına gerdanlık takmak telbiye yerini tutar." sözüne itiraz ederek, "Bunun hakkı, ´hedy´ yerine ´bedene´ tabirinî kullanmaktı." demiştir.

Meselenin hulasası Lübab şerhi´nde olduğu gibi şöyledir: Deveyi telbiye yerine tutmak için bazı şartlar vardır. Onlardan biri niyet, biri deveyi göndermek veya onunla birlikte yola çıkmak yahut yolda yetişmektir. Bu, yalnız müt´a ve kırân devesinde böyle değildir. Kurbanlığına gerdanlık takar da göndermezse; yahut gönderir de onunla beraber yola çıkmaz, sonra hacc ibadeti niyeti ile yola çıkarsa, deve müt´a ve kırândan başkası içinse, ona yetişmedikçe ihramlı sayılmaz. Ona yetişir de gönderirse, ihramlı olur.

«Boynuna gerdanlık asarsa.» Bunun şekli, yünden yahut kıldan yapma bir ip bükerek, onunla bir ayakkabı veya bir tulum emziği, yahut ağaç kabuğu gibi bir şey bağlayarak o hayvanın hedy kurbanı olduğuna nişan yapmaktır. Tâ ki hayvana kimse musallat olmasın. Topallayarak kesilirse, ondan zengin yemesin

«Eski ihram...» sözü, bir kayıttır. Bu kayıda sebep, yeni ihrama girmek ancak bu alâmeti asmakla tamam olacağı içindir. T.

«Veya cinayet» Yani "Geçen sene işlediği bir cinayet için kurban gönderirse" demektir. Dürer.

«Onunla beraber yola çıkarsa» Yani "Ondan önce yola çıkarsa" demektir. Kirmânî diyor ki: «Hedy kurbanı göndermekle beraber, yola çıkarken tekbir almak ve,

"Allah en büyüktür. Allah´tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür.. Hamd Allah´a mahsustur." demek müstehaptır.» Lübab Şerhi.

«Hacca niyet ederek» demesi, doğru olan kavle göre bununla birlikte mutlaka niyet lâzım geldiği içindir. Nitekim Ashab bunu açıklamışlardır. Lübab Şerhi.

«Evet cevabı vermek gerekir.» Bahsi eden, Şurunbulâlîdir. Lübab Şerhi´nin ibaresi, "İki ibadetten birine ihrama girmeyi niyet ederek" şeklinde olup, bu hususta açıktır.

«Yahut kurbanlığı gönderir de sonra yola revan olursa» cümlesi, "kurbanlıkla beraber yola çıkarsa" cümlesi üzerine atfedilmiştir. Böylece iki şeyden birinin şart olduğa ifade edilmektedir. Ya kurbanlığı gönderip o da beraberinde gidecektir; yahut evvela kurbanlığı gönderip, arkadan ona yetişecek ve beraber gidecektir. Bu şart, müt´a ile kırândan başkaları içindir. Müt´a ile kırânda, kurbanlıkla beraber gitmek veya ona sonradan yetişmek gibi şeyler şart değildir.

«Mikâttan önce o hayvana yetişirse» cümlesinde, Musannıf yetişmeyi söylemekle yetinmiştir. Çünkü yetişmek bilittifak şarttır. Ondan sonra, hayvanı göndermek meselesinde ise ihtilâf vardır. Cami-i Sagîr´de bu şart koşulmamış, Asıl adlı kitapta ise şart koşulmuş ve, "Hayvanı gönderir ve onunla beraber yola çıkar." denilmiştir. Fahru´l-İslâm, "Bu, ittifâki bir iştir, şart ancak yetişmek hususundadır." demiş; Kâfî´de ise, «Şemsü´l-Eimme Serahsî´nin Mebsût´ta beyanına göre, bu meselede Ashab ihtilâf etmişler; kimisi "hayvana gerdanlığı takmakla ihrama girmiş olur" demiş, kimisi hayvanın ardından yola çıkarsa ihramlı sayılacağını söylemiş; birtakımları da, "hayvana yetişir ve onu gönderirse muhrîm sayılır´´ demişlerdir.»

Biz bunların yüzde yüz malûm olanı ile amel eder ve deriz ki: Hayvana yetişir de onu gönderirse ihramlı olur. Çünkü Ashab buna ittifak etmişlerdir. Lübab Şerhi.

«Mikâttan telbiye ederek ihrama girmesi lâzım gelir» Çünkü o kimse mikâta vardığı zaman hayvana gerdanlık asmakla ihrama girmiş sayılmaz. Kurbanlığa yetişmemiştir. Mikâtı ihramsız geçmesi de caiz değildir. Binaenaleyh telbiye ile ihrama girmesi lâzım gelir. Rahmetî.

«Hacc aylarında» diye kayıtlaması; hedy kurbanına gerdanlık hacc aylarında asılmazsa geçersiz olacağı içindir. Çünkü bu takdirde gerdanlık takması müt´a fiillerinden bir fiil olur. Hacc aylarından önce yapılan müt´a fiilleri ise geçersizdir. Nâfile olur. Nâfile kurbanında, ona yetişmedikçe yahut onunla beraber yürümedikçe ihrama girmiş sayılmaz. Kâdıhan´ın Câmi-i Sagîr Şerhi´nde böyle denilmiştir. Zeylâî.

«Zira bulunmazsa» Yani hayvanı göndermek ve yola revan olmak hacc aylarında bulunmazsa; yahut yola revan olmak bulunur da, göndermek bulunmazsa, mikâttan önce hayvana yetişmedikçe ihramlı sayılmaz. T.

«İhram niyetiyle yola revan olursa.» cümlesi, bu söylenenlerin ancak zikir yerini tuttuğunu; niyet yerine geçmediğini ifade etmektedir. T.

«Sonra ihramın sahih olması» muayyen bir hacc ibadeti niyetine bağlı değildir. Bahır sahibi diyor ki: "İhramı müphem yapar; hangi fiil için olduğunu tayin etmezse, caiz olur. Fiillere başlamazdan önce tayin etmesi gerekir. Tayin etmeden bir şavt tavaf yaparsa, umre için olur. Keza hacc fiillerinden önce haccdan men olunarak, kurban kesmek suretiyle ihramdan çıkarsa, yaptıkları yine umre için olur ve umrenin kazası icabeder. Haccı kaza etmez. Keza cima yaparak haccı bozarsa, umreye devamı vâcip olur."

«Bu umre sayılır.» Hacca gelince: Hacc sayılmak için, hacc fiillerine başlamazdan önce mutlaka onu tayin etmesi lâzım gelir. Nitekim Bahır´da beyan edilmiştir. Lâkin Lübab ile şerhinde şöyle denilmiştir: «Tavaftan önce Arafat´ta vakfe yaparsa, ihramı hacc için olduğu taayyün eder. Velev ki vakfesi esnasında hacca niyet etmemiş olsun.»

«Hacc niyetini mutlak yapsa» Meselâ ´ hacca ´ diye niyetlense de, farz veya nâfile olduğunu tayin etmese, farz hacc sayılır.

«Ama ´nâfile´ diye tayin ederse nâfile olur.» Keza başkası namına hacca veya nezir haccına niyet ederse niyeti geçerlidir. Velev ki kendi farz haccını eda etmiş olmasın. Bunu birçok ulema söylemişlerdir ki sahih, mutemet ve Ebû Hanife ile Ebû Yusuf´tan açık olarak nakledilen budur. Nâfile niyeti ile farz eda edilmez. İmam Muhammed´den bir rivayete göre, bu hacc o kimseye farz olan hacc yerine geçer, İmam Şâfiî´nin mezhebi de budur. Galiba o bunu oruca kıyas etmiş olacaktır. Lâkin aralarında fark vardır. Ramazan, farz olan oruç için mi´yardır. Hacc vakti böyle değildir. O ömrün sonuna kadar geniş bir zamandır. Bunun bir benzeri de namaz vaktidir. Lübab şerhi. Evet hacc vaktinin, bir senede, iki hacc sığmamasına bakarak mi´yara benzeyişi vardır. Onun için mutlak niyetle eda edilir. Meselâ öğlenin farzına niyet etmek bunun gibi değildir. Çünkü onun vakti her yönden zarftır.

[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

21 Mart 2010, 17:50:03
Zehibe

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 31.681



Site
« Yanıtla #9 : 21 Mart 2010, 17:50:03 »

İhrama Girmekle Haram Olan Ve Olmayan Şeyler



METİN


Şayet sol hörgücünü yaralamak suretiyle deveyi nişanlar veya üzerine çul koymak suretiyle çullar; yahut müt´a ile kırândan başka bir fiil için gönderir de, yukarıda geçtiği gibi ona yetişmezse; yahut koyun boynuna gerdanlık takarsa, ihrama girmiş sayılmaz. Çünkü bunlar hacc fiillerine mahsus şeyler değillerdir. Bundan sonra, yani ihrama girdikten sonra mühletsiz olarak rafesten, yani cimadan yahut kadınların yanında onu anmaktan, füsuktan yani Allah´a taattan çıkmaktan, cidalden sakınır. Çünkü muhrîm kimsenin bu işleri yapması daha çirkindir.

İZAH

«Deveyi nişanlamak» İmam-ı Azam´a göre mekruhtur. Çünkü bunu herkes beceremez. Bu suretle hayvana eziyet edilmiş olur. T. musannıf nişan vurmanın deveye has olduğuna işaret etmiştir.

«Müt´a ile kırândan başka bir fiil için» Keza hacc aylarından önce olursa, müt´a ile kırân için gönderirse, ihrama girmiş sayılmaz. Rahmeti.

«Çünkü bunlar hacc fiillerine mahsus şeyler değillerdir.» Nişan vurmak bazen tedavi için olabilir. Hayvanı çullamak, soğuktan, sıcaktan ve eziyetten korumak için olur. Bir de yollanırken elinde gönderecek hedy kurbanı yoksa, mücerret bir niyetten başka bir şey bulunmamış olur. Bununla ise ihrama girmiş sayılmaz. Koyuna gerdanlık takmak âdet olmamıştır, sünnet de değildir. Rahmetî.

«Mühletsiz olarak» sözü ile Şârih, Musannıf´ın burada takibe delâlet eden ´fe´ edatını kullanması daha doğru olacağına işaret etmektedir. Nitekim Kudûrî ile Kenz´de böyle yapılmıştır. Şu da var ki, Nehir´de şöyle denilmiştir: «Bilmiş ol ki, Musannıf´ın bu sözünden, bazılarının dediği gibi Peygamber (s.a.v.)´in, "Her kim hacceder de cimada bulunmaz, Allah´a taattan çıkmazsa; günahlarından, annesinden doğduğu gün gibi çıkar." hadisinin mânâsı, ihrama girdiğinden itibaren demektir. Çünkü daha önce o kimseye ´ hacı ´ denilmez.»

«Yani cimadan» sözü, cumhur-u ulemanındır. Lübab Şerhi. Çünkü AIIah Teâlâ, "Oruç gecesi size, kadınlarınıza rafes helâl kılınmıştır." buyurmuştur. Bahır.

«Kadınların yanında onu anmaktan» sözü, ibn-i Abbas´ındır. Bazıları, cimaın zikri ve mutlak surette ona sebep olan şeyler olduğunu söylemişlerdir. "Esah olan" budur diyenler vardır. Lübab Şerhi. Birçok ulemanın sözlerinin zâhirine bakılırsa, İbn-i Abbas´tan rivayet edilen kavli tercih ettikleri anlaşılır. Nehir.

Ben derîm ki: Zâhir olan, kadınlar´ tabirinin helâl olanlara şümulüdür. Çünkü cima sebeplerinden biri, kadının helâl oluşudur. Düşün!

«Cidal» yol arkadaşları ile, hizmetçilerle ve kiracılarla kavga etmektir. Bahır. A´meş´tenrivayet olunduğuna göre, "Deveciyi dövmek, haccın tamamındandır." demiştir. Bunun te´vîlinde, "kelime failine muzaftır" denilmişse de; Nikâye Şerhi´nde beyan olunduğuna göre, Hz. Ebû Bekir (r.a.) yolda kusur ettiği için devecisini dövmüştür.

Ben derim ki; Şu halde onun dövmesi kavga için değil, te´dip ve vazifesini bildirmek içindir. Herhalde lâftan anlamamıştır. Böylece iyiliği emir, kötülüğü yasaklama kabilinden olduğu için, haccın tamamından sayılması doğru olur. Düşün!

«Bu îşleri» Yani zikredilen üç şeyi yapması daha çirkindir. "İhramlı kimsenin bu işleri yapması daha çirkindir" diye açıklamasında, ayete uyarak bunları niçin söylediğine işaret vardır. Meselâ ipek giymek gibi. İpek giymek mutlak olarak haramdır. Fakat namazda daha çirkindir.

METİN

Kara avını öldürmekten - deniz avını değil - ve görülen ava işaret etmekten, gaipte olana delâlette bulunmaktan da sakınmalıdır. Bunların haram olması, ihramlı bilmediğine göredir. İhramlı bilirse, esah kavle göre işaret ve delâlet haram değildir. Kasdetmese bile, koku sürünmekten dahi sakınmalıdır. Koklaması ise mekruhtur. Tırnak kesmek ve yüzünü tamamen yahut bir kısmını, mesela ağzını, çenesini ve başını örtmekten de sakınmalıdır. Evet Hâniyye´de, "Elini burnuna koymakta bir beis yoktur" denilmiştir. Ölü ile bedenin sair kısımları bunun hilâfınadır. Hacı, başının üzerinde elbise taşırsa, bu örtünmek sayılır. Bir gün veya bir gece devam etmedikçe, yük ve tabak taşımak örtünmek sayılmaz. Binaenaleyh sadaka vermesi lâzım gelir. Ulemanın söylediklerine göre, hacı Kâbe örtüsünün altına girer de, örtü başına veya yüzüne gelirse, mekruh olur. Aksi takdirde bir beis yoktur.

İZAH

«Kara avını öldürmekten» Yani diri olarak tuttuğu avı öldürmekten sakınmalıdır. Burada Musannıf´ın ´kesmekten´ demeyip, "öldürmekten sakınmalıdır" demesi, ´öldürmek´ kelimesi ekseriyetle haram olan şeyde kullanıldığı içindir. Bu da haramdır. Hattâ o avı kesmiş olsa lâşe olur.

«Deniz avını» yenmese bile avlayabilir. Çünkü Teâlâ Hazretleri, "Size deniz avı helâl kılınmıştır." buyurmuştur.

«Görülen» ve "gaipte olan" tabirleriyle Şârih işaretle delâlet arasında fark olduğunu göstermek istemiştir.

Ben derim ki: Bir fark da, işaretin elle, delâletin dille ve yürüyerek gitmek gibi şeylerle yapılmasıdır.

«İhramlı bilmediğine göredir.» Nehir´de böyle denilmiştir. Maksat kendisine gösterilen kimsedir. En doğrusu böyle demektir. Sirâc sahibi diyor ki: «Sonra delâlet ancakarkacığından avı tuttuğu ve kendisine gösterilen kimse avın yerini bilmediği zaman geçerli olur. O kimseyi delâletinde tasdik etmeli ve izinden gitmelidir. Yoksa onun delâletini yalanlar ve izinden gitmezse, başka biri delâlet edip onu tasdik ettiği ve izinden giderek avı öldürdüğü takdirde, delalet edene bir ceza yoktur.

T E T İ M M E :
Delâlet eden kimseye yardımda bulunmak, meselâ ona bıçağını, ok veya kamçısını vermek dahi delâlet hükmündedir. Avı ürkütmesi, yumurtasını ve bacaklarını, kanatlarını kırması, sütünü sağması, o avı alıp satması ve yemesi de aynı hükümde olduğu gibi; bit öldürmek veya atmak yahut başkasına vermek, biti öldürmeyi emretmek, işarette bulunmak - şayet işaret edilen kimse biti öldürürse - elbisesini - bitler ölsün diye - güneşe koymak veya yıkamak dahi böyledir. Lübab.

«Kast etmese bile koku sürünmek» ifadesi üzerine söz edilmiş, "kastı olmayan kimseye korunmayı emretmenin bir manâsı yoktur." Denilmişse de, buna şöyle cevap Verilir: Maksat koku sürünmeyi kast etmemektir. O kimse kokuyu tedavi için sürünebilir: Bununla beraber yine memnudur, korunması gerekir. Rahmeti.

«Koklaması ise mekruhtur.» Yani hûküm bundan ibarettir. Bir ceza ödemesi icabetmez. Nitekim Hâniyye´de beyan edilmiştir. Şârih bununla kokulanmaktan muradın, kokuyu elbise ve bedende kullanmak olduğuna işaret etmektedir. Ulemanın beyanlarına göre, hacı buharlı elbise giyse bir şey lâzım gelmez. Çünkü kokudan bir cüz kullanılmış değildir. O ancak burnu ile kokuyu duymuştur. Bundan dolayı Hâniyye´de, "Hacı kokulanmış bir eve girer de, elbisesine ondan bir şey bulaşırsa, hiçbir ceza icabetmez." denilmiştir. Nehir.

«Tırnak kesmek» Velev ki bir tanesini olsun, Keza kendisi yahut kendi emriyle başkası kessin veya başkasının tırnaklarını kessin aynı hükümdedir. Meğer ki bir daha büyümeyecek şekilde kırılmış olsun. Bunda bir beis yoktur. Bunu Tahtavî Kuhistânî´den nakletmiştir.

«Yüzünü tamamen yahut bir kısmını örtmekten sakınmalıdır.» Lakin bir gün veya bir gece, yüzün veya başın bütününü örtmek kurban icabeder. Bunların dörtte biri bütünü gibidir. Bir günden veya dörtte birden daha az örtülürse, sadaka lâzım gelir. Nitekim Lübab´da beyan edilmiştir. Musannıf mutlak ifade etmiştir. Binaenaleyh sözü ´kadına´ da şâmildir. Zîra Bahır´da Gâyetü´l-Beyan´dan naklen, kadının bilittifak yüzünü kapamayacağı beyan edilmiştir. Yani o ancak yüzünü ecnebilerden örtmek için üzerine değmeyecek bir şey sarkıtır. Nitekim bu bâbın sonunda gelecektir. İbn-i Kemâl´in Hidâye Şerhi´nde söylediklerine gelince: O, "Kadın yüzünü çarşafı veya baş örtüsü ile örtebilir. Ona yasak edilen şey, ancak peçe ve yüz örtüsü gibi ayrı bir şeyle yüzünü örtmektir." demiştir ki, acaip bir inceleme yahut işittiğin icma muhalif garip bir nakildir. Keza bu bâbın sonunda Bahır´dan ve diğer kitaplardan nakil edeceklerimize de muhaliftir. Sonra ulemadan birinin el yazısı ile bu şerhinkenarında gördüm ki, "Bu söz, müellifin yalnız başına kaldığı sözlerdendir. Ulemamızdan bilinen bunun hilâfıdır ki, o da kadının yüzüne bir şey değmemesinin vâcip olmasıdır." diyor. Daha sonra Kutbî´nin Mensik´inden naklen buna benzer bir söz gördüm.

«Evet Hâniyye´de iIh...» sözü, "yahut bir kısmını" ifadesi üzerine istidraktır. Çünkü bu söz bunun da memnu olduğu zannını verir. Halbuki Lübab´da bu, ihramın mübahlarından sayılmıştır. "Beis yoktur" sözüne gelince: Bu söz daima kerahet bildirmez. Şârih´in aşağıda gelen "Aksi takdirde bir beis yoktur" sözü de bu kabildendir.

"Başını örtmekten" tabiri erkeğe mahsustur. Kadının hükmünü ileride göreceksin.

«Ölü bunun hilâfınadır.» Yani bir kimse ihramlı olarak ölürse başı ve yüzü örtülür. Çünkü ölmekle onun ihramı bâtıl olmuştur. Rasulullah (s.a.v.), "Âdemoğlu öldüğü vakit bütün amelleri kesilir. Ancak üç şeyden müstesna!" buyurmuştur. İhram da bir ameldir. Onun da hükmü bitmiştir. Bundan dolayıdır ki, başkası namına hacceden bir kimse, ölenin ihramı üzerine bilittifak ihram yapamaz. Devesinden düşerek boynu kırılan bedevî hikâyesine gelince: Onun hakkında Peygamber (s.a.v.) "Onun başını ve yüzünü örtmeyin. Çünkü kıyamet gününde o telbiye ederek gelecektir." buyurmuştur. Yani o, bu hükümden Peygamber (s.a.v.)´in haber vermesiyle tahsis edilmiştir. Onun ihramı bâkidir. Başkasında bu hüküm yoktur. Bu sebeple ölünce ihramı kesildiğini söylüyoruz. Bunu Bahır sahibi ve başkaları ifade etmişlerdir ve böylece iki hadisin arasını bulmak mümkün olmaktadır. Bunu, hadisdeki "Çünkü kıyamet gününde o telbiye ederek gelecektir" cümlesi te´yid etmektedir. Cümle bir vakıayı anlatmaktadır,...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Sayfa: 1 [2] 3 4 5 ... 9   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes