> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > Hadis Eserleri >  el İtisam > Fasıl
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Fasıl  (Okunma Sayısı 1136 defa)
03 Haziran 2011, 15:06:48
ღAşkullahღ
Muhabbetullah
Admin
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bay
Mesaj Sayısı: 25.839


Site
« : 03 Haziran 2011, 15:06:48 »



Fasıl


Sonra o iddianın sahibi olan kişi, iddiasının doğruluğuna dair bir başka istidlal sekli daha ortaya koydu ki o da şudur: Genel olarak duanın teşviki mevcut olmasına ve bu teşvikle amel edilmesine rağmen, bu şekilde toplu duayı yasaklayıcı herhangi bir şer'i delil gelmemiştir. Selefi sâlihin toplu dua yapmadığı sabit olsa bile, bir şeyin yapılmamış olması o şey hakkında herhangi bir hükmü gerek­tirmez, ancak terkin cevazını ve özellikle bu konuda herhangi bir güçlüğün bulunmadığını ifade eder, yoksa haramlığını veya mekruhluğunu ifade etmez.
Onun söylediği şeylerin tamamı ilmin kurallarına, özellikle ibadetler konusundaki -ki bizim sorunumuz da odur- ilmi kurallara tamamen aykırıdır. Çünkü Allah'ın yarattıklarından hiç kimse şeriat konusunda kendi kafasından şeriatten delili olmayan hiçbir şeyi uyduramaz. Çünkü böyle bir şey yapmak bid'atin ta kendisidir. Bu da böyledir. Çünkü namazların arkasından sürekli olarak cemaat, için sesli dua yapmanın şeriatte delili yoktur. Şeriatte konulan ölçüye göre, mademki bu ölçünün dışına çıkan kimse müslümanların cemaatinin dışına çıkmış sayılmaktadır, o halde hakkında delil bulunmayan her şey bir bid'attir.
Buna göre, her ne kadar caiz olan iki şeyden birisini ifade etse bile bu söz, sonradan gelen taklitçilere uymanın önceki sâlih kişilere uymaktan daha hayırlı olduğu zannmı vermektedir. Birincisinin doğruluğu kesin, diğeri şüpheli iki şey söz konusu olduğunda şüpheli olana tâbi olup, kesin olanı terk eden kimsenin hâli nice olur?
Sonra bir şeyin yapılmamış olması onun terkinin cevazından başka bir hüküm gerektirmez diye mutlak bir söz söylemesi şeriatın kesin esaslarına da uygun düşmemektedir. Biz deriz ki:
Burada bu meselenin dayandığı bir asıl vardır. Belki Allah Teala, kendiliğinden hakkı gözeten kimseyi bu asıldan yararlandırabilir. O da şudur: Şâriin herhangi bir mesele hakkında sükût etmesi veya herhangi bir şeyden dolayı o hükmü terk etmesi iki şekilde olur.
Birincisi: Hükmü gerektirici veya hükmün belirlenmesini gerektirici bir sebebin bulunmayışından dolayı Şâriin hüküm hak­kında sükût etmesi veya onu terk etmesidir. Meselâ Hz. Peygamber'in vefatından sonra meydana gelen birtakım olaylar gibi. Çünkü bunlar (daha önce) mevcut değildiler. Daha sonra ortaya çıktıkların­da da onlarla ilgili bir şey söylenmemişti. Bu olaylar bundan sonra ortaya çıktı. O halde müctehit âlimlerin bu olaylar üzerinde düşünüp inceleme yapması ve onları dinin kendileriyle tamam olduğu küllî prensipler ışığında karara bağlaması gerekir. Özellikle manası akılla kavranabilen şeylerden Rasulullah'ın (s.a) sünnetinde yer almayan bütün konularda selef-i salibin, takibettiği yol, bu bölümle ilgilidir. Meselâ sanatkârın (telef ettiği bir şeyi) tazmin etmesi konusu, bir adamın karısına "sen bana haramsın" demesi konusu, dedenin ölenin kardeşiyle birlikte bulunduğunda mirastaki durumu ve mirasta avl meselesi bu kısmın örneklerindendir. Mushaf'ın toplanması ve şer'i hükümlerin tedvini gibi meseleler de bunlardandır. Rasulullah (s.a) zamanında bunlarla ilgili hükümlerin belirlenmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Fakat şeriatte bunlara dair hükümlerin çıkartılacağı külli esaslar mevcuttur. Bunlar hakkındaki hükmün sebepleri ortaya çıkmayınca ve Rasulullah'tan (s.a) da bunlarla ilgili bir fetva bulunmayınca bunlara ait özel hükümler de zikredilmemiştir.
Bu kısma giren şeyler şayet âdetler cinsinden ise veya haklarında hüküm verilirken sadece işitmeye/nakile dayalı delillerle yetinilmesi mümkün olmayan yönüyle ibadetler cinsinden ise sebepleri ortaya çıkınca üzerlerinde düşünülmesi ve usulüne uygun bir şekilde karara bağlanması gerekir. İbadetlerin icrasında karşı­laşılan dalgınlık ve unutkanlık gibi meseleler bu kısmın örneklerin­dendir. Bu kısımda herhangi bir problem yoktur. Çünkü şeriatın usûlü hazır önümüzdedir. Bu hükümlerin sebepleri ise vahiy esnasında mevcut değildi. Özel olarak söz konusu meselede şeriatın sükut etmiş olması onun terkini veya başka bir şeyin cevazını gerektirici bir hükmü ifade etmez. Bilakis birtakım yeni meselelerle karsı karşıya kalındığında şeriatın esaslarına müracaat edilir ve o esasların içerisinde o meselenin hükmü aranır, bulunur. Bunu da müetehit olmayanlar değil, ancak fıkıh usulü ilminde tanımı yapılan müttehitler bulabilir.
İkincisi: Vahiy esnasında veya daha sonra o hükmü gerektirici bir sebep mevcut olduğu, ancak emsalleri hakkında var olan genel hükmün üzerine ilave bir emirle sınırlama ve eksiltme yapmadığı halde Şâriin özel bir hüküm hakkında sükût etmesi ve herhangi bir durumu (hükümsüz) bırakmasıdır. Çünkü özel akli bir hükmün meşruluğunu gerektirici bir mana mevcut olup da sonra bu hüküm meşru kılmmamışsa ve hüküm istinbatına da işaret edilmemişse burada sâbit ve mevcut olanın üzerine yapılacak herhangi bir ilavenin bid'at olacağı gayet açıktır.
Mâlik ibn Enes'in Eşheb'ten ve İbn Nâfi'den dinlediği (rivayet­lerin) içinde buna dair bir örnek nakledilmiştir ki tam da bizim konumuzla ilgilidir. Mâlik ibn Enes şükür secdelerinin mekruh olduğu ve meşru olmadığı görüşündedir. Sözlerini de bu görüşü üzerine bina etmiştir. ef-Utbiyye'de dedi ki:
İmam Mâlik'e, hoşuna giden bir şeyle karşılaşıp da Allah'a şükür secdesi yapan adamın durumu sorulmuştu. Dedi ki:
Geçmişte kimsenin yapmadığı böyle bir şeyi o da yapamaz. Ona denildi ki:
Rivayete göre Ebû Bekir es-Sıddık Yemame günü Allah'a şükür secdesi yaptı. Sen bunu duydun mu? Dedi ki: Ben böyle bir şey duymadım. Öyle inanıyorum ki bunu söyleyenler Ebu Bekir'e yalan isnat etmişlerdir. Bir kimsenin kendisi bir şey söyleyip de sonra dönüp: Sen benden böyle bir şey duymadın demesi doğru değildir. Allah Teala, Peygamberine de, ondan sonra­kilere de fetihler nasib etti. Sen onlardan böyle bir şey yapan hiç kimseyi duydun mu? Çünkü insanların içinde ve onların önünde herhangi bir şey cereyan etmiş olsa buna dair bir şey mutlaka duyulurdu. Senin de bununla amel etmen gerekirdi. Şayet olsaydı anlatılırdı. Çünkü bu, insanların içinde bulundukları bir durumdur. Sen, onlardan hiç kimsenin secde ettiğini duydun mu? Bu, icmadır. Sen bilmediğin bir şeyle karşılaşırsan onu bırak... -Rivayet bu şekilde devam eder ve tamamlanır- Bu rivayet aşağıdaki şekilde kurgulanacak bir soru ve cevabı da ihtiva eder.
Sorunun düzenlenmesi -meselâ- bid'at konusunda şöyle söylenmesidir: Bu öyle bir fiildir ki, Şâri, onun yapılması veya terki konu­sunda herhangi bir hüküm belirtmemiştir, ona dair özel bir hüküm koymamıştır. Asıl olan şey, onun yapılmasının da terk edilmesinin de caiz olmasıdır. Çünkü bu, caizin manasıdır. Onun genel bir aslı varsa (yani delilin genel anlamı içerisinde onun cevazı da anlaşıhyorşa), yasaklığına veya mekruhluğuna dair bir delil gelmedikçe onun yapılmasının caiz olması daha uygundur. Böyle olunca da burada Şâriin maksadına karşı bir muhalefet de yoktur. Burada böyle bir anlayış tarzına aykırı bir delil de yoktur. Bilakis bizim sözünü ettiğimiz şey, Şâri katında hakknıda herhangi bir şey söylenmemiş şeydir. Şâri katında hakkında sükût edilen şey ne muhalefeti ne de muvafakati gerektirir (yani o şeyin yapılması veya terk edilmesi bir zorunluluk değildir.) Şâri onun yapılmasının veya yapılmamasının dışında herhangi bir maksad belirlememiştir. Hal böyle olunca böyle bir şeyi yapmak şeriate aykırı olmaz. Çünkü şeriatte ona dair bir yasak sabit olmamıştır.
Buna verilecek cevap da şöyle düzenlenir: Mâlik'in söylediği şeyin anlamı bunun cevabıdır. Yani burada bir şeyin yapılması veya yapılmamasına dair herhangi bir hükmün belirtilmemiş olması, bu hükmü belirtmeyenlerin hepsinin mevcut olana herhangi bir ilave yapılmamasında icma ettikleri anlamını gerekli kılar. Çünkü şayet bu, yapılması şer'an uygun olan veya izin verilen bir şey olsaydı onu yaparlardı. Onlar, yani sahabîler onu anlamaya ve herkesten önce onu yapmaya daha lâyık kişilerdir. Meseleye maslahat açısından baktığımızda bu olaylarda bir maslahat ya vardır veya yoktur.
İkincisini söyleyen kimse yoktur. Şayet bir maslahat varsa bu maslahat, ya teklif zamanındaki mevcut maslahatı pekiştirici bir maslahattır veya değildir. Bid'atin teklifin yükünü artırıcı özelliği varken teklif zamanındaki maslahatı pekiştirici bir maslahata sahip olması mümkün değildir. Hatta sonraki nesillerin gayretlerinin azlığı ve tembellikleri bilindiği için onların yükümlülüklerinin azal­tılması ve hafifletilmesi maslahata daha uygundur. Çünkü yükümlü­lüğün ağırlaştırılması Hz. Peygamberin (s.a) "hoşgörülü bir tevhid anlayışı ile gönderilişine" ve ümmetten güçlüğü kaldırmış olmasına aykırıdır. Bu, ibadetlerle ilgili yükümlülüklerde söz konusudur. Çünkü âdetler -ileride de anlatılacağı gibi- başka şeydir. Geriye şu anda görülen maslahatın teşri esnasındaki maslahatla aynı seviyede veya ondan daha zayıf olma durumu kalır ki o zaman da bu olaylar sonradan çıkarılan şeyler birer lüzumsuzluk/abesle iştigal veya Şâriin eksikliğini tamamlama (küstahlığın) dan öteye gitmez. Çünkü teşri esnasında mevcut olan bu maslahat bu ilaveler olmaksızın öncekiler için gerçekleşebiliyorsa pekiştirici maslahat arayışı ve iddiası abesle iştigalden ibarettir. Çünkü öncekiler için hâsıl olan maslahatın sonrakiler için hasıl olmaması mümkün değildir. O halde bu ilave, öncekilerin yararlanamadıkları bir şeyden sonrakilerin yararlanmak iddiasıyle Şâri'den sonra yaptıkları bir tesridir. O zaman da bu ilave yapılmaksızın dinin tamam olmayacağı anlamı çıkar ki Allah Teala böyle bir anlayıştan bizleri korusun.
Genel deliller bir fiilin yapılabileceğine cevaz vermesine, yapılabilme imkan ve şartları mevcut olmasına rağmen ilk Müslü­manların herhangi bir gerekçe ortaya koymaksızın onu terk etmiş olmaları bu fiilin yapılmaması gerektiğinin delilidir ve onların sözkonusu fiili terk etmede icma ettiklerini gösterir. Bunun bizim üzerinde durduğumuz kon...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Fasıl
« Posted on: 20 Nisan 2024, 01:41:20 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Fasıl rüya tabiri,Fasıl mekke canlı, Fasıl kabe canlı yayın, Fasıl Üç boyutlu kuran oku Fasıl kuran ı kerim, Fasıl peygamber kıssaları,Fasıl ilitam ders soruları, Fasılönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes