Sufilerin Hadis Anlayýþý
Pages: 1
Mevzu Hadis By: saniyenur Date: 17 Ekim 2011, 21:54:18
b. Mevzu Hadis

Hz. Peygamber (a.s.) adýna uydurulmuþ rivayetlere mevzu hadis denir. Aslýnda buna hadis demek doðru deðildir. Hadis diye uydurulmuþ söz" tabi­rini kullanmak daha yerinde olur. Buna hadis denilmesi uyduranýn iddiasýna göredir. Mevzu hadisler konusu fevkalâde Önemli olduðundan Ýlgili eserlerde üzerinde titizlikle durulmuþtur.[470]

Bursevî'nin hadis ilimlerinden daha çok tasavvufî Ýlimlerle uðraþmasý, sözden daha ziyade öze baðlanmasý, elde ettiði her eserden iyi niyetle naklllerde bulunmasý gibi sebepler yüzünden binlerce sayfayý tutan kitaplarýnda kullandýðý hadislerin niteliði üzerinde bazan pek isabet edemediði görülmek­tedir. Hadisler hususunda son derece mütesâhil ve müsamahalý davranan Bursevî, gerek Þerhu Nuhbeti'l-fiker'de, [471] gerekse vefatýndan kýsa bir süre önce yazdýðý Þerhu'1-Erbaîn'de bu tavrýný açýkça ifade etmiþtir. Nitekim, "Bir nesne ki hüdâdtr, onunla amel ediniz. Gerek ben onu diyem ve ge­rek dimeyem. Ve bir nesne ki redîdir, onunla amel etmeyin. Zira benden helake müeddî kelâm sâdýr olmaz" hadisinin devamýnda;

"Bundan fehmolundu ki bazý ehâdis ki, mazmunu hayr-ý sarihtir, onu mevzudur deyu hükmetmemek gerekir. Zira ehâdis huffâzýn mahfuzundan ekserdir ve gaibe hüküm olmaz. Belki ehâdis-i sahîhayý inkar lazým gele. Ni­tekim Þeyhu'þ-Þâfü Vekî b. el-Cerrâh'ýn mezhebi budur [472] demektedir.

Gerçekten içinde hidâyet bulunan, kiþiyi pratik hayatýnda hayýrlý iþlere yönelten her sözle amel etmek doðru ve güzel bir prensiptir. Zira, "Hikmet müminin kaybolmuþ malýdýr, her nerede bulursa onu almalýdýr. [473] Fakat hadis konusunda bir sözün Hz. Peygamber'e ait olup olmadýðýnýn tes­piti son derece önem arzetmektedir. Bugün mevcut hadis kaynaklarýnda sa­hih hadislerin yanýnda sahih olmayan mânalarý doðru, kelimeleri uyumlu, metinleri öz, pek çok söz vardýr. Nitekim Ebû Cafer el-Haþimî adýndaki bir zât mânasý doðru güzel sözler uydurur ve bunlarý hadis diye rivayet ederdi.[474] Mânasýnýn doðruluðu bir sözün hadis olmasýný gerektirmez. Hadis olduðu ancak güvenilir bir isnadýnýn bulunmasýyla anlaþýlýr. Peygamber (a.s.) adýna uydurulan bu sözler insaný salih amellere teþvik edebilirler. Nitekim sûrelerin faziletleriyle ilgili böyle bir çok hadis uydurulmuþtur.

Baþlangýç itibariyle akla uygun gibi gelen bu tür bir anlayýþ sonuçta, her çeþit hadisle sevap elde etmek amacýyla insanlarý amele yönlendirmekte, on­larý mevzu hadislerin rivayetinde tesâhüle yani gevþekliðe ve dikkatsizliðe sevketmektedir. Bu kabil uydurma hadisler, zamanla yerleþerek dinin birer parçasý haline gelmektedir. Oysa hadislerin ancak tesebbütten, iyi bir araþ­týrmadan sonra nakledilmesini tavsiye eden rivayetler, Peygamber (a.s.) adý­na yalan düzenleri tehdit eden sahih hadisler vardýr. Bu hadislerden bazýlarý meâlen þöyledir: "Benim üzerimden yalan uydurmayýn. Her kim, benim üzerimden yalan uydurursa cehennemi boylar.[475] "Þüphesiz ki benim üzerim­den söylenen bir yalan, baþka birinin üzerinden söylenen yalan gibi deðildir. Kim, kasýtlý olarak benim üzerimden yalan söylerse cehennemdeki yerine hazýr olsun.[476] Bu konuda hadisçiler ve onlarýn yollarýný tutanlar böyle tehli­keli bir ortama düþmekten uzak kalmýþlardýr. Zira onlarýn yolu sünnetin ve hadisin ruhuna en uygun yoldur. Fakat ne yazýk ki çoðu zâhid ve sûfiler, mevzu hadisler karþýsýnda ciddi bir tavýr takinmamakla itham edilmiþlerdir. Meselâ, dünya zevklerine Önem vermeyen deðerli bir zahid olarak tanýnan Meysere b. Abdirabbih vefat ettiði gün, cenazesine katýlabilmek için Baðdat çarþýlarý tamamen kapanmýþtýr. Böyle bir zahid olmasýna raðmen Meysere, hadis uydurmakla Ýtham edilmiþtir. Vefat edeceði sýrada "Rabbinden ümituar ol" dedikleri zaman, "Nasýl olmam ki, Hz. Ali'nin faziletleri hakkýnda yetmiþ hadis uydurdum" diye cevap vermiþtir.[477] Süyûtî (ö.911/1505)'nin verdiði daha baþka bilgilere göre Ebû Dâvûd en-Nehaî (ö.III/IX. asýr) geceleri ibadet etmesi, gündüzleri de oruç tutmasýyla þöhret bulan bir zattý. Buna raðmen hadis uydururdu. Ebû Biþr, Ahmed b. Muhammed el-Fakîh el-Mervezî, za­manýnda sünneti en çok müdafaa eden, muhaliflere karþý amansýz mücadele veren birisiydi. Böyle iken hadis uydurmaktan çekinmezdi. Yine Vehb b. Hafs (Ö.250/864), salihlerden bir zattý. Yirmi sene hiç kimseyle konuþmadan durmasýna raðmen, hadis uydurmaktan da geri durmazdý. [478] Genellikle ta­savvuf çevreleri arasýnda görülen bu anlayýþ, Bursevî'de de görülmektedir. Bursevî, biraz önce naklettiðimiz sözlerinin yanýsýra Rûhu'l-beyân'da mevzu hadisler konusundaki görüþlerini daha cesaretli bir tarzda gündeme getirmiþ­tir. Bursevî'nin uydurma hadislerle ilgili olarak Rûhu'l-beyân'da söylediði sözler, konunun daha iyi anlaþýlmasýný kolaylaþtýracaðýndan oradaki cümleleri buraya olduðu gibi aktarmak niyetindeyiz. Bursevî, Tevbe Sûresi'nin sonun­da þöyle demektedir:

"Bil ki, Keþþaf sahibi Zemahþerî (Ö.538/1143) ve ona uyarak büyük müfessirlerden Kadý el-Beyzâuî (6.685/1286) ile Ebü's-Suûd (Ö.982/1574) Efendi'nin sûre sonlarýnda zikrettikleri hadisler konusunda ulema bir hayli söz söylemiþtir. Onlardan kimi, bu hadislerin eserlerde zikredilmesine taraftar olurken kimi de Ýmam Saðaný (6.650/1252) gibi, mevzu olduðu gerekçesiyle bunlarýn tamamýyla nefyine kail olmuþtur. Kadir olan Allah affetsin, bu fakir kulun gönlüne doðan þey ise þudur:

Bu hadisler ya sahih, veya zayýf ya da mevzu durlar. Eðer bu hadisler gerçekten sahih iseler, bunda bir problem söz konusu deðildir. Þayet isnadlarý zayýf ise, muhaddisler terðib ve terhibte ilgili konularda zayýf hadisle amel edilmesinde ittifak etmiþlerdir. Nitekim Nevevi (ö.676/1277)'nin Ezkar'mda, Ali b. Burhaneddin el-Halebî (ö.lO44/1634)'nin Ýnsanu'l-uyun'unda ve Ýbn Fahreddin er-Rumî'nin Esrâr-ý Muhammediyye'sinde böy­ledir. Eðer mevzu yani uydurma iseler, Hâkim (Ö.405/1014) ve daha baþka­larý þunu zikretmiþlerdir:

Zahidlerden bir adam, Kur'an ve Kur'an süreleriyle ilgili olarak bazý hadisler uydurduðunda ona niçin böyle yaptýðý sorulmuþ, o da bu soruya þöyle cevap vermiþtir: "Ben, halkýn Kur'an'a olan baðlýlýklarýnýn azaldýðýný görünce onlan Kur'an okumaya teþvik etmek istedim."Ona Resûtullah (s.a.)'in "Kim bile bile bana yalan Ýsnad ederse cehennemdeki yerine hazýrlansýn [479] buyurduðu hatýrlatýldýðý zaman da "ama ben onun aleyhine deðil, lehine yalan söyledim" demiþtir. Terðib ve Terhîb'Ýn þerhi olan Fethu't-kartb adlý eserde de böyledir. O zahid burada þunu anlatmak istemiþtir: Resûlullah (s.a.)'in aleyhine söylenen yalan Ýslâm'ýn ana esaslarýnýn yýkýlma­sýna, þeriatýn ve dini hükümlerin tahrif edilmesine yol açar. Halbuki onun lehine söylenen yalan böyle deðildir. [480] Zira bunda Resûl-i Ekrem'in þeria­týna tabi olmaya, onun yoluna uymaya teþvik vardýr. Nitekim Þeyh Izzüddin b. Abdüsselam (Ö.660/1262) þöyle demiþtir: "Söz, maksada ulaþtýran bir vesi­ledir. Güzel olan bir maksada hem doðru hem de yalanla ulaþmak mümkün ise, orada yalan haramdýr. Þayet ona doðru ile deðil de yalnýz yalanla ulaþilý-yorsa o takdirde elde edilen bu maksud mubah ise orada yalan mubah, eðer vacip ise, orada yalan da vacip olur. Bu kuralý iyi anla. [481]

Sonuç olarak kiþi, bu meselede muhayyerdir. Ýsterse büyük âlimlere hüsn-i zan besleyerek, bu hadislerle amel eder. Zira bu âlimler, deðerli tefsir kitapîannda sûrelerin faziletleri ile ilgili olan bu gibi hadisleri zikretmiþlerdir. Zahire bakýlýrsa, onlar derin araþtýrma yapmadan eserlerine bir harf bile koymamýþlardýr. Dilerse, bu hadislerle ameli terkeder. Böylece bir çok hayýr­dan mahrum kalýr. Bu hususta tartýþmaya gerek yoktur. Bazan muhaddîsler, bazý hadislerin sýhhati üzerinde ittifak ederler. Halbuki iþin özünde o hadisler sahih deðildir. Zira insan, hata ve unutmadan mürekkep bir varlýktýr. Ýlmin hakikati ise Allah katmdadýr. [482]

Bundan sonra Bursevî, daha önce sened konusunda geçen [483] Þeyh-i Ekber'in halife hakkýndaki görüþlerini naklederek sözlerini tamamlamýþtýr. [484]

Görüldüðü gibi Bursevî, hayýrlý Ýþlere teþvik eden mevzu hadislerin nak­ledilmesinde bunun caiz olabileceðini savunmaktadýr. Halbuki hemen hemen her konuda rehber edindiði meþhur mutasavvýf Ýbn Arabî, bu meselede farklý düþünmektedir. O, el-Fütûhâtu'1-Mekkiyye adlý eserinde bu meseleye temas etmiþ, þeytanî vesveselerin bilinmesine dair olan ellibeþinci bölümde, mevzu hadislerle ilgili görüþlerini net bir þekilde ortaya koymuþtur. Ýbn Arabi'ye gö­re, þeytanlarýn kendilerine aslýnda sahih olduðunda þüphe olmayan bir yolla vesvese verdiði bir grup vardýr ki bunlar, Hz. Peygamber'in "Kim iyi bir çýðýr açarsa bu kiþiye onun ve onunla amel edenlerin sevabý vardýr [485] hadisine dayanarak bazý insanlar, hayra olan gayretleri ve onunla amel edenlerin se­vaplarýný elde etmek amacýyla harekete geçerler. Bu çeþit insanlar, kendileri­ne ait olan iyi bir sünnet ortaya koysalar ve bunu da kendilerine nispet etse­ler bilirler ki bu durumda, halk nazarýnda itibar görmeyeceklerdir. Ama Hz. Peygamber'in hadisi olduðu takdirde ise bunun kabul edileceðine inanýr, dolayýsýyla bunu hadis olarak uydurur. Bu hareketini de yukarýdaki hadisle tevil eder. Hatta bu iþi usûlün desteklemesiyle de bir hayýr zanneder. Ona Hz. Peygamber adýna yalan uydurmanýn vebaliyle ilgili hadisler hatýrlatýldýðý za­man da bunu tevil derek, "Bu dalâlet durumunda söz konusudur. Halbuki ben sadece hayýr olan bir sünnet çýkardým" der. Bu kiþi iyi bir sünnet koydu­ðundan sevap kazandýðý kesin olmakla birlikte, Hz Peygamber'e yalan isnad ettiðinden dolayý da günahkardýr. Zira bu kiþi, Peygamber (a.s.)'m böyle bir þey demediðini açýkça bilmektedir. [486] Ýbn Arabi'den önce Gazâlî (0.505/ 1111) de mevzu hadisler konusundaki olumsuz düþüncelerini þu sözleriyle açýklamýþtýr:

"Bazýlarý amellerin fazileti ve günahlarýn þiddeti hakkýnda hadis uydur­manýn caiz ve bundan maksadýn sahih olduðunu sandýlar. Bu ise sýrf hatadýr. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.) þöyle buyurmuþtur: "Benim üzerime kasten yalan uyduran, cehennemdeki yerine hazýrlansýn. [487] Yalan, zarurette irtikap edilir, halbuki burada zaruret yoktur. Zira doðruda yalandan uzaklaþ­ma vardýr. Âyet ve hadislerden vârid olanlar kâfidir. Yenilerini uydurmaya ihtiyaç yoktur. Asýl hadisler okuna okuna alýþýldý, onlarla ünsiyet peyda edildi. Bundan dolayý da tesirleri azaldý. Yeni buluþ ve icatlar daha etkili olur. Bu­nun için terðîb ve terhîb konularýnda hadis uydurulur diyene de deriz ki; Se­nin bu sözün boþ ve tehlikeli bir sözdür. Zira bu gerekçe Allah ve Resulüne isnad edilen yalanýn mahzurunu ortadan kaldýrmaz. Ayný zamanda þer'î hü­kümleri karýþtýran bir takým kapýlara da yol açmýþ olur. Bunun hayrý þerrini asla karþýlayamaz. Resûluilah (s.a.)'e yalan isnad etmek hiç bir þeyin karþýla­yamayacaðý en büyük günahlardandýr.[488] Nitekim Ýbnü'l-Cevzî (ö.597/1200) de mevzu hadislerin uydurma olduðunu belirtmeden rivayet edilmesini þeytanýn hilelerinden ve þeriata karþý iþlenmiþ cinayetlerden saymaktadýr. [489]

Yukarýda da görüldüðü gibi Bursevî'nin zayýf hadislerden baþka bir de uydurma hadislerin naklini benimsemesi, Peygamber (a.s.)'ýn lehine yalan söylemenin þeriata uymaya, Resûluilah (s.a.)'i örnek almaya teþvik ettiðini iddia etmesi, bu tezine destek olarak Ýzz b. Abdüsselam (ö.660/1262)'in "Söz maksada ulaþtýran bir vesiledir. Güzel bir maksada ulaþmak doðru ile deðil de yalanla mümkün oluyorsa orada yalan söz mubahtýr" sözlerini, surelerin faziletleri konusunda uydurulan mevzu hadislerin rivayet ve nakline dayanak olarak göstermesi, Ýslâm âlimlerinin sert eleþtirilerine sebep olmuþtur. [490]

Abdülfettah Ebû Gudde (Ö.1997), Ýbn Abdüsselam'ýn bu sözünün hakký gasbedüen birinin hakkýný elde etmek veya bir zulmü defetmek gibi yerlerde geçerli olduðunu, Bursevî'nin bu istidlalinde hata ettiðini, "Kim benim de­mediðim birþeyi derse ateþteki yerine haztrtansm [491] hadisinin lehteki ve aleyhteki her türlü yalaný kapsadýðýný, aksi takdirde her hadisin lehte ol­masý ihtimalinden dolayý sünnet-i seniyyeye olan itimadýn ortadan kalkaca­ðýný belirtmiþ;

Fakih ve usülcü olan bir âlimden bu tür sözler nasýl çýktý bilemiyorum. Herhalde tasavvuftaki taassup ona bu gibi þeyler söylemeyi zararsýz bir þey gibi göstermiþ olmalýdýr [492] demiþtir. Benzer eleþtirileri Yusuf el-Karadâvî de yapmýþtýr. Karadâvî Bursevî için þunlarý söylemiþtir:

Ýnsan, böylesi bir sözün kendisini Allah'ýn kitabýný tefsir edenler arasýna katan ve bazýlarýnýn fakih ve usulcü dedikleri bir âlimden sadýr olmasýna son derece þaþýrmadan edemiyor! Tahkik ehli âlimler yanýnda öncelikle bilinmesi gerekenleri dahi bilmeyen birisinde hangi fýkýh vardýr acaba? Sûfi meþrepli bu þeyh bilmiyor ki, Allah bizim için dinini kemale erdirmiþ, bizim üzerimize nimetini tamamlamýþtýr. Dolayýsýyla birisinin kendi uydurduðu hadislerle bi­zim dinimizi tamamlamaya kalkýþmasýna ihtiyacýmýz yoktur. Sanki o hâþâ, Allah Teâlâ'nm eksikliklerini telafi ediyor, Muhammed (a.s.)'a güya yaptýðý iyiliði hatýrlatarak þöyle diyor:

Ben senin noksan olan dinini tamamlamak ondaki açýklýklarý kapatmak iðin uydurduðum hadislerle senin lehine yalan söylüyorum!." Ýmam Izzüddin b. Abdüsselam'm sözüne gelince, o bundan baþka bir konu ile alâkalý olup savaþ, arabuluculuk, kendini kovalayan bir zalimden kaçan bir suçsuzu kur­tarma ve bunun gibi yerlerde yalana ruhsat veren hadislerle Ýlgilidir ki, ben­zer sözler bu konularýn bulunabileceði yerlerde de zikrolunan þeylerdir. Kaldý ki, Ýbn Abdissefam'm ayný sözü, bu Ýddia sahibinin iddiasýný reddediyor. Çünkü o, iyi görülen maksada hem doðru hem de yanlýþ ile ulaþmasý müm­kün ise orada yalanýn haram olduðunu zikretmiþtir. Öyle ise burada þunu rahatlýkla söyleyebiliriz: "Yalan hadislerin raðbet ettirdiði bütün faziletlere, korkutup sakýndýrdýðý tüm rezaletlere sahih ve hasen hadislerle de ulaþmak þüphesiz mümkündür. Öyle ise yalan kesin olarak haramdýr, hatta büyük günahlarýn en baþýndadýr. [493]

Bursevî'nin "men kezebe aleyye" hadisinden hareketle Resûlullah (s.a.)'in aleyhine söylenen yalanýn Ýslâm'ýn prensiplerinin yok olmasýna, þer'î hükümlerin kaybolmasýna sebep olduðunu söylemesine raðmen, onun lehine yalan söylemenin onun þeriatýna uymaya ve onu örnek almaya teþvik ettiðini belirtmesi gerçekten büyük bir hatadýr. [494] Böyle bir anlayýþ, Ýslâm tarihinde Ehl-i sünnet'e muhalif mezheplerden biri olan Zeydiyye'ye baðlý Mutarrifiyye mezhebi taraftarlan ile bidat ehlinden sayýlan Kerrâmiyye mezhebi mensupla-nnda görülmüþ, halký iyiliklere yöneltmek ve kötülüklerden sakýndýrmak mak­sadýyla hadis uydurmanýn mubah olduðunu iddia ettikleri belirtilmiþtir. [495] Bunun yanýnda bazý mutasavvýflarýn ve kýyas-ý celiye uygun olan sözleri Hz. Peygamber'e nispet etmeye cevaz veren bir kýsým reycilerin de bu görüþe taraftar oÝduklan rivayet edilmiþtir. [496]

Buna karþýlýk Ýslâm âlimleri, özellikle hadis ilmi otoriteleri bu fikri þiddet­le reddetmiþlerdir. Nevevî (ö.676/1277), ahkam hakkýnda hadis uydurmakla terðîb-terhîb konusunda hadis uydurma arasýnda hiç bir fark bulunmadýðý­ný, hepsinin ayný derecede haram ve çirkin bir hareket olduðunu söylemiþ­tir. [497] Ýbn Hacer (Ö.852/1448) de bu hadisin her türlü yalana þamil bulundu­ðunu, yalandan mutlak surette nehyedilmesinden dolayý "Resûlullah (s.a.)'in lehine yalan" gibi bir meselenin tasavvur olunamayacaðýný önem­le belirtmiþ, bazýlarýnýn terðib ve terhib mevzuunda þeriata destek oluyoruz zannýyla buna aldandýklanni, hangi konuda olursa olsun hadislerin þer'î bir hüküm ifade ettiðini, Resûlullah (s.a.)'e isnad olunan bir yalanýn gerçekte Allah'a karþý yapýldýðýný ifade etmiþtir. [498]

Ne yazýktýr ki rnuhaddislerin dinin ruhuna uygun olan bu açýklamalarý­na raðmen, yukarýda izah edildiði gibi farklý düþüncelere meyledenler de ol­muþtur. Zühd ve takva ehlinin Hz. Peygamber'e ve onun hadislerine olan sevgileri, sünnet üzerindeki titizlikleri takdir edilmekle birlikte, mevzu hadisler hususunda ehl-i hadisin yolundan uzaklaþtýklarý, hadislerin sýhhati konusun­da fazla titiz davranmadýklarý, bazý cahil zahid ve sûfilerin iyiliðe teþvik ediyo­ruz zannýyla hadis bile uydurduklarý görülmektedir. Bursevî'nin mevzu hadis­ler konusunda neden böyle son derece müsamahalý bir tutum takýndýðýnýn bazý sebepleri vardýr. Bu sebeplerden biri Bursevî'nin kendinden önce yaþa­mýþ âlimlerin yolunu izlemesidir.

Bursevî, mevzu hadislerin kullanýmýnda genellikle kendinden önceki müelliflere, bilhassa vehbî ilimleriyle þöhret bulan âlimlere ve onlarýn eserle­rine itimat etmiþtir. Birinci bölümün sonlarýnda yer alan "Büyük Veli ve Alimlerin Eserlerinde Bulunan Hadisler" baþlýklý kýsýmda, Bursevî'nin hangi âlimlere itimat ettiðini örneklerle göstereceðiz. Bir kaç Ýsim saymak ge­rekirse Ebû Talib el-Mekkî (Ö.386/996), Gazâlî (Ö.505/1111), Zemahþerî (Ö.538/Ý143), Ýbn Arabî (Ö.638/1240), Konevî (Ö.673/1274) bunlar arasýn­dadýr. Ona göre bu âlimler "Derin araþtýrmalar yapmadan kitaplarýna bir harf bile koymamýþlardýr. [499] Fakat yapýlan ilmî araþtýrmalar müfessir, fakih ve sûfilerin bazan bir tetkik yapmadan kendilerinden önceki eserlere tâbi olarak naklettikleri bazý hadislerin uydurma olduðunu, bu âlimlerin dindeki deðerle­rinin büyük, mertebelerinin yüksek olmasýna raðmen kitaplarýnda mevzu ha­dislerin bulunduðunu ortaya koymuþtur.[500] Nitekim Hintli meþhur muhaddis Leknevî (ö.1304/1886) bu konu üzerinde þu deðerlendirmelerde bulunmuþtur:

Þayet biri çýkýp, "Dinde ileri gelen büyü/c âlimlerin kitaplarýnda naklet-tikleri hadislere güvenmek yeterlidir. Zira onlarýn þanlarý büyük, makamlarý ise yüksektir" dese, deriz ki; Ýsnadý olmadan velev ki, mutemet âlimler bile olsalar, naklettikleri hadislere itimat edilmez. Özellikle bu âlimler, hadis mü­nekkitlerinden deðilseler durum böyledir. Onlarýn eserlerine aldýklarý hadisler iðin, o hadislerin tamamýnýn sahih olduðu kabul edilemez. Görmez misin Ýh­ya sahibi Gazâlî, deðerli bir âlim olmasýna raðmen kitabýna aslý olmayan ha­disler almýþtýr. Bunu hafýz IrâkVnÝn tahricinden rahatlýkla anlayabilirsin. Böyle otorite âlimlerin eserlerine bu çeþit hadisleri almalarý, bunlarýn asýlsýz oldukla­rýný bildikleri halde olmamýþ, sadece baþkalarýnýn o hadisler üzerindeki açýk­lamalarýna aldanmalarýndan kaynaklanmýþtýr. Zira muhaddis olmadýklarýn­dan, bu rivayetlerin sahih olanla olmayanlarýn arasýný ayýramamýþlardýr. [501]

Bütün bunlara raðmen her nedense Bursevî, yine de isimleri zikredilen bu âlimlere tâbi olmayý daha selametli bir yol olarak görmektedir. Zira ona göre muhaddislerin mevzu saydýklarý hadisler konusunda aralarýnda bir gö­rüþ birliði yoktur. Kimisinin mevzu dediðine kimisi sahih demekte, bazan bunun aksi de olmaktadýr. Bundan dolayý o muhaddisleri sert bir dille eleþtirerek;

"Muhaddislerin zanna uyarak bilgisizce ellerinin yazdýklarýndan dolayý vay onlarýn haline [502] demekte, mevzu hadisler konusunda eser yazan mü­elliflere, hakkýnda mevzu olduðuna dair kesin delil bulunmayan hadisleri mevzu hadisler arasýnda deðil, belki bunlarý zayýf hadisler içinde zikretmele­rinin daha doðru olacaðýný tavsiye etmektedir. [503] Aslýnda bu fikirleri Bursevî'den önceki âlîmierin eserlerinde de görmek­teyiz. Meselâ, mevzu hadisler konusunda en geniþ çalýþmalardan birini Ebu'l-Ferec Abdurrahman b. el-Cevzî (Ö.597/1200) yapmýþtýr. Ne var ki Ýbnü'l-Cevzî bu kitabýnda biraz aþýrý gitmiþ, mevzu olduðuna kesin delil bulunmayan bazý zayýf, hatta hasen ve sahih hadisleri bile uydurma olduðu gerekçesiyle eserine almýþtýr. Onun bu durumunu tasvip etmeyen Ýbnu's-Salâh (0.643/ 1245), "Ýbnü'l-Cevzî'nin hakký böyle hadisleri mutlak surette zayýf hadisler içinde zikretmekti [504] demiþtir.

Ýbnü'l-Cevzî'nin mevzu olmayan bir takým hadisleri aþýrý giderek mevzu hadisler Üstesine almasý ile, Bursevî'nin hayýrlý amellere teþvik ettiðini söyle­yerek uydurma olduðuna dikkat çekilmiþ rivayetleri sahih hadismiþ gibi kabul

 etmesi pek tutarlý deðildir. Bu iki tür anlayýþ da orta yoldan uzaktýr. Bu du­rumda Ýbnü'l-Cevzî ve Bursevî gibi gibi düþünenlere daha mutedil ve Ýhtiyatlý olmalarý, meseleye geniþ açýdan ilmî bir anlayýþla yaklaþmalarý tavsiye edil­melidir.

Bursevî'nin uydurma hadisler konusunda müsamahalý davranmasýnýn diðer bir sebebi de bu hadislerin hayra teþvik ettiðini iddia etmesidir. Bursevî, bir çok eserinde Râgýb (ö.502/1108)'ýn Zerîa'smda zikredilen; "Size benden hidâyete götüren ya da kötülükten meneden bir badis ulaþtýðýnda, ister ben onu söylemiþ olayým, ister söylememiþ olayým onunla a-mel edin. Þayet hidâyetten dalâlete sürükleyen bir hadis gelirse onu da kabul etmeyin. Zira ben haktan baþka bir þey söylemem [505] hadi­sine atýfta bulunmak suretiyle bu hadisi sýkça kullanmaktadýr. Burada söz konusu hadisin sýhhati üzerinde söylenen leh ve aleyhteki görüþleri incele­memiz gerekmektedir:

Hatîb el-Baðdadî (Ö.463/1071) Târihu Baðdâd'mda, Câbir b. Abdul­lah'tan þu hadisi tahriç etmiþtir: "Kim, Allah'tan kendisine içinde fazilet bulu­nan bir þey ulaþýr da ona iman ederek ve sevabýný da umarak onu alýrsa, Al­lah o kiþiye bunun sevabýný verir. Gerçekte o þey öyle olmasa da. [506] Bu ha-dÝsÝ Câbir (r.a.)'den Ebü'þ-Þeyh b. Hayyân, Mekârimu'l-ahlâk adlý eserinde rivayet etmiþ, seneddeki bazý ravilerin tenkit edildiðini belirtmiþtir. [507] Ýbn Abdülber (Ö.463/1071) ile Ýbn Adî (ö.365/975)'nin Enes b. Mâlik'ten rivayet ettikleri ayný hadis, münker olarak da deðerlendirilmiþtir.[508] Taberânî (ö. 360/971) ve Deylemî (ö.558/1163)'nin yine Enes (r.a.)'den naklettikleri baþ­ka bir hadiste ise; "Kime, Allah'tan bir fazilet gelir de onu tasdik edip doðru-Ýamazsa, ona nail olamaz [509] denilmiþtir. Ýbn Hibbân (ö.354/965)'m yine Hz. Enes'ten tahriç ettiði bir hadiste de þöyle buyurulmuþtur: "Her kime Allah'tan ya da Resulullah'tan bir fazilet ulaþýr da sevabýný umarak onunla amelde bu­lunursa, Allah ona onun sevabýný verir." Ýbn Hibbân, bu hadisin sahih olma­dýðýný söylemiþtir. [510] Dârekutnî (ö.385/995)'nin Ýbn Ömer'den naklettiði bir baþka hadis de ayný mânadadýr.[511] Ýbnü'l-Cevzî (ö.597/1200) ve Ýbn Hacer (ö.852/1448), yukarýda Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen hadisin mevzu ol­duðunu söylemiþlerdir. [512]

Bütün bu rivayetler karþýsýnda Ýbn Abdülbcr, muhaddislerin fedâilu'f-a'mâl, yani amellerin faziletleri konusundaki hadislerin rivayetinde daha müsamahalý davrandýklarýný söylemiþ, zayýf hadislerle amel meselesinde ule­manýn koyduðu hadisin sübûtuna kesin olarak inanmama ilkesinin koruna­madýðý þeklindeki bir iddiaya karþý da þöyle cevap vermiþtir:

Böyle durumlarda muhaddis sübûtu tam olarak tespit edilemeyen zayýf hadisi, sahih hadis üzerine hamieder. Ya da sabit olduðu ihtimalini göz önünde bulundurarak, sened yönünden deðil de muhteva yönünden o hadisi, Ýslâm'ýn genel prensiplerinden birinin altýnda mütalaa eder. [513] Sehavî (ö.902/1496) de hayýrlý iþlere ve faziletli amellere teþvik eden hadisin Ýbn Abbas, Ýbn Ömer ve Ebû Hureyre'den nakledilen rivayetlerde benzerinin bulunduðunu söylemiþtir. [514] Nitekim Süyûtî (ö.911/1505) el-Camiu's-saðîr-de, Taberanî (ö.385/971)'nin rivayet ettiði hadisi zayýf olarak kabul etmiþ­tir. [515] Bu konuda en son sözü ise AlÝyyü'1-Karî (ö.1014/1605), "iþin neticesi hadis zayýftýr [516] demek suretiyle, hadis hakkýndaki münakaþalarý bir hükme baðlama yoluna gitmiþ ve "Hadisin bir aslý vardýr [517] demiþtir.

Bütün bu bilgiler ýþýðý altýnda þunlarý söyleyebiliriz; Bursevî'nÝn, Raðýb el-Isfahanî (ö.502/1108)'nin Zerîa adlý eserine dayanarak naklettiði hadis üzerinde Ýhtilaflar olmasýna raðmen muhaddislerin ekseriyeti, hadisin en a-zýndan bir aslýnýn bulunduðu kanaatindedirler. Tabiatýyla muhaddislerin bile eserlerinde müstaðni kalamadýklarý bu hadis, diðer Ýlim mensuplarý tarafýndan daha rahatlýkla kabul görecektir. Fakat iþin tehlikeli yönü, bu hadise dayan­mak suretiyle kesin mevzu olduðu bilinen bir takým rivayetleri yaygýnlaþtýr­maya çalýþmak, ciddiyetten uzak laubali bir tavýr takýnmak da ilim anlayýþý ve Ýslâm ahlâký ile baðdaþtýrýlmasý mümkün olmayan bir zaaf olmalýdýr. Bu nok­tadan hareketle her mümin kesin uydurma olduðu bilinen düzmece bir takým rivayetleri sahih hadismiþ gibi kullanmaktan kaçýnmalýdýr. Zira muhaddislere olan güvenin sarsýlmamasý ve hadis Ýlminin selameti açýsýndan böyle bir yo­lun izlenmesi son derece zaruridir. Bursevî yukarýda hayýrlý amellere teþvik eden hadisten baþka, bir muhaddisin baþýndan geçen þu olayý da anlatmak suretiyle kendi tezini desteklemeye çalýþýr:

Muhaddislerden biri, "Her kim cumartesi ve çarþamba günü kan aldýrýr da sonra baras hastalýðýna yakalanýrsa, kendinden baþka kimseyi kýnamasýn [518] þeklinde Hz. Peygamber'den rivayet edilen hadise Ýtibar etmeyip cumartesi günü kan aldýrýr ve baras hastalýðýna yakalanýr. Ara­dan geçen zaman içinde bir gece rüyasýnda, Resûlullah (s.a.)'Ý görür ve ona hastalýðýndan þikâyet eder. Resûl-i Ekrem ona niçin cumartesi günü kan al­dýrdýðýný, bu konudaki hadisine neden kulak asmadýðýný sorar. Muhaddis de söz konusu hadisin ravisinîn zayýflýðý sebebiyle sahih bulmadýðýný, bundan dolayý da amel etmediðini söyler. Resûl-i Ekrem ona: "O hadis benden rivayet edilme­miþ miydi?" diyerek bir bakýma onu azarlar. Bunun üzerine muhaddis yaptýðýn­dan piþman olur, özür diler. Resûl-i Ekrem de adama hastalýðýndan kurtulmasý için dua eder. Muhaddis de hastalýðýndan þifa bularak eski haline döner. [519] Bursevî'nÝn ismini vermediði bu muhaddis Ebû Cafer en-Neysaburî adýndaki bir zattýr. Deylemî'nin rivayetine göre Ebû Cafer þöyle demiþtir:

"Bir gün ben, bu hadisin sahih olmadýðýný söyledim. Bundan dolayý da çar­þamba günü kan aldýrdým. Derken baras hastalýðýna yakalandým. Rüyada Resûlullah (s.a.)'i gördüm de ona halimden þikâyet ettim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) bana: "lyyâke ve'l-istihânete hadisimi hafife almaktan sahn" buyurdu, demiþ ve baþýndan geçeni yukanda olduðu gibi anlatmýþtýr. [520]

Bu hadisin sahih olmadýðý konusunda Ebû Cafer'in görüþüne muhad­dislerden Ýbn Hibbân (Ö.354/965), Ýbnü'l-Cevzî (Ö.597/1200) ve Zehebî (Ö.748/1347) de katýlmýþtýr. Fakat diðer yandan Ahmed b. Hanbe! (0.241/ 856), bu hadisten dolayý çarþamba ve cumartesi günleri kan aldýrmayý mek­ruh görmüþ, Hakim en-Neysaburî (Ö.405/1014), Beyhakî (Ö.458/1066) ve Deylemî (Ö.558/1163) gibi âlimler bu hadisi tahriç etmiþ, Süyûfî (0.911/ 1505) de hadisi sahih kabul ederek eserine almýþtýr. [521] Üzerinde böylesine ciddi Ýhtilafla­rýn bulunduðu hadislerin sýhhatini tespitte hiç bir zaman acele etmeyip, ihtiyatla davranmanýn önemi yukarýdaki olay neticesinde daha iyi anlaþýlmaktadýr.

Diðer taraftan Bursevî, meþhur sûfi Cüneyd el-Baðdâdî (ö.297/909)nin söylediði [522] "Ýnsan kalbini hakka tahrik eden her þey mubahtýr.[523] sözünü, "Bu bir emr-i küllidir ki altýnda cüz'iyyât-ý kesîresi vardýr, arife gizli deðildir [524] þeklinde yorumlayarak, gayet geniþ bir kapý açmýþtýr. Öyle inaný­yoruz ki, mânasý sahih olan mevzu hadislerin kiþiyi hakka yönelteceði düþün­cesiyle Bursevî tarafýndan lehte olanlarýn nakli mubah görülmüþ olmalýdýr. Bütün müslümanlann Peygamber (a.s.) nâmýna yalaný haram kabul ettikleri böylesine nazik bir konuda sonuca bakarak böyle bir tavýr takýnmak hiç de doðru olmamýþtýr. Zira zahid ve sûfiler halkýn sevip saydýðý, sözlerine ve eser­lerine güven beslediði kiþilerdir. Onlarýn kitaplarýnda, sohbet ve vaazlarýnda kullandýklarý hadisler gerek bu eserleri mütalaa edenler ve gerekse bu sohbet­leri dinleyenler tarafýndan hüsn-i kabul görecek, aksi bir duruma ihtimal dahi verilmeyecektir.[525] Böyle bir anlayýþ, bu tür eserlerdeki hadislerin yüzde yüz sahih olduðu kanaatini doðuracaktýr. Halbuki gerçek bunun tersinedir.

Tasavvuf literatüründeki bir kýsým hadislerin muhaddislere göre sabit olmadýðý, hadis olarak gösterilen bazý metinlerin kibâr-ý mutasavvýfe sözleri olduðu tespit edilmiþtir. [526] Ýzmirli Ýsmail Hakký (Ö.1365/1946), mutasavvýflara göre sahih olduðu halde muhaddislere göre sabit olmayan otuza yakýn hadi­sin listesini vermiþtir. Bu hadislerden bir çoðunu Bursevî de eserlerinde merfû hadis olarak kullanmýþtýr. Mutasavvýflarla muhaddisler arasýnda ihtilaf konusu olan bu hadisler þunlardýr:

"Leseat hayyetu'I-hevâ kebidî: Heva yýlaný ciðerimi ýsýrdý" mýsraý ile baþlayan Ýki beytin mevzu olduðunda, muhaddislerin görüþ birliðinde olduk­larý nakledilmektedir.[527] "Ene ýnde'l-münkesirati kulûbuhum min eclî: Ben kalpleri benim yüzümden kýrýk olanlarýn yanýndayým." Hadisin merfû hadis olmadýðý belirtilmektedir.[528] "el-Kalbu beytu'r-rab: Kalp, Rabb'in evidir." Zerkeþî, (5794/1391), Sehâvî (Ö.902/1496), Süyûtî (0.911/ 1505) ve Karî (ö.1014/1605) gibi âlimler hadisin aslýnýn bulunmadýðý kanaatindedir-ler.[529] "Hubbu'd-dünyâ ra'sü külli hatîe: Dünya sevgisi bütün günahlarýn baþýdýr." Hadisin sahih olup olmadýðý konusunda tam bir netlik bulunma­makta birlikte, yüzde yüz uydurma olduðunu söylemek de mümkün deðil­dir. [530] "Ýnde zikri's-salihîn ienzilü'r-rahme: Salih insanlar anýldýðý zaman oraya rahmet iner." Irakî (6.806/1403) ve Ýbn Hacer (0.852/ 1448), hadisin aslýnýn bulunmadýðýný iddia etmelerine karþý, Ýbnu's-Salâh (0.643/ 1245) ve Karî gibi âlimler ise, hadisin bir asla dayandýðýný söylemektedirler.[531] "es-Selâmetti fi'1-uzle: Selamet uzlettedir." Karî hadis olmadýðýný söylerken, hadisin diðer sahih hadisler kapsamýna girdiðini ifade edenler de vardýr.[532] "Küllü mâ þeðaleke anillahi azze ve celle min mâlin ev veledin fehüve aleyke þü'mun: Seni Allah Teâlâ'dan alýkoyan mal, ya da çocuk sana karþý bir uðursuzluktur." Ýbnü'l-Cevzî (ö.597/1200), Sýfatü's-safve adlý eserinde bu sözü, Ebû Süleyman ed-Darânî (ö.215/830)'ye nispet etmekte­dir.[533] "Ýnne m ine'1-ismeti en lâ takdir (tecid): istediðin her þeye güç yetirememen, günahtan korunmuþ olmanýn alametidir." Sûfiyyeden Avf b. Malik tarafýndan söylendiði belirtilmektedir.[534] "ed-Dünya cîfetün ve tullâ-buha kilâb: Dünya bir cife, leþtir. Onu isteyenler de köpektir." Saðaný (Ö.650/1251)'nin mevzu dediði bu haber, Hz. Ali'den mevkuf ve merfû ola­rak da rivayet olunmaktadýr.[535] "ed-Dünya kantaratu'l-ahira: Dünya, ahiretin köprüsüdür." Deylemî (ö.558/1163)'nÝn el-Firdevs adlý eserinde zik­redilmektedir.[536] "el-Firâru mimmâ la yutak min süneni'l-mürselîn: Güç yetirilemeyen þeylerden uzak durmak, peygamberlerin sünnetlerinden-dir" Hadisin aslýnýn olmadýðý Ýfade edilmektedir.[537] "Mâ bekeytu min dehrin, illâ bekeytu aleyh: Geçen her zamana üzülür, aðlarým." Sehâvî (Ö.902/1496), Ýbn Abbas (r.a.) tarafýndan söylendiðini ifade etmektedir.[538] "Efdalu'MbâdetÝ ahmezuhâ: ibadetlerin en faziletlisi, meþakkati en fazla olanýdýr." Zerkeþî (ö.794/1391), Ýbn Kayyým el-Cevziyye (ö.751/1350) aslýnýn olmadýðýný söylemektedirler.[539] "Ýzâ sadakati'1-mehabbetu sekatat þurûtu'I-edeb: Sevgi samimi olduðu zaman, edep kaidelerine riâyet aranmaz." Cüneyd el-Baðdadî (Ö.297/909) ile Müberred (0.286/ 899)'e ait olduðu ifade edilmektedir.[540] "el-Mukadderu kâin; Takdir edilen þey olacaktýr." Merfû olduðu ihtilaflý olan bu hadise benzer hadisler zikrolunmaktadýr.[541] "el-Ðýnâ rukyetu'z-zinâ: Þarký söylemek zinanýn rukyesidir." Fudayl b. Iyâz (0.187/ 803) tarafýndan söylendiði belirtilmektedir.[542]

Ýzmirli'nin verdiði listede daha baþka hadisler de vardýr. Ýkinci bölümde bu hadisler hakkýnda geniþ bilgi vereceðimizden burada sadece hadislere iþaret etmekle yetineceðiz. Bu hadisler þunlardýr:

Lî maallahi vakt", "Mâ vesianî semaî",  "Men arafe nefseh", Küntü kenzen", "eþ-Þeyhu fi kavmih", "el-Fakru fahrî, "Levlâke levlâke", "Hasenâtu'l-ebrâr", "Izâ tehayyertum fi'1-umûr", "en-Nâsu niyâm".

Yukarýda Ýsmail Hakký Ýzmirli (ö.l365/1946)'ye dayanarak saydýðýmýz bu hadislerin tasavvuf kitaplarýnda çokça zikredildikleri açýk bir gerçektir. Bu hadislerden bazýlannm þerhine Ýleride, tezin Ýkinci bölümünde daha geniþ bir þekilde yer vereceðiz.

Özetlemek gerekirse aslýnda Bursevî, temelde mevzu hadislere karþýdýr. O, Hz. Peygamber (a.s.) adýna yalan uydurulmasýný yalanlann en büyükle­rinden olarak isimlendirmiþ, büyük günahlarý açýklayan Þerhu'l-kebâir adlý eserinde bununla ilgili olarak þunlarý söylemiþtir:

"Bir amel Ýçin sevab ve fazilet beyân ve vaz etmek enbiyâ (a.s.)'a mah­sûstur. Zira onlar ucûr-t a'mâl ve fedâii-i ezkârý vahy-i ilâhi ile bilirler. Ol nesne ki vahye mevkuftur, tahmîn-i ukûl ile hasýl olmaz. Onun için fedâil-i a'mâl ve ezkâr bâbmda vaz-ý ehâdis edenler cahil ve müfteri olurlar... Vaz-ý ehâdis edenler küffâr-ý mecûstan beterdir. Böyle taðlizden ötürü vaz-ý hadisi eþedd-i kebâirden addetmiþlerdir. [543]

Görüldüðü gibi Bursevî, Hz. Peygamber adýna yalan uydurulmasýna þiddetle karþýdýr. Fakat hadis kitaplarýnda mevzu olduðu iddia edilen hadisler konusunda kendisinde çoðu zaman tam bir netlik bulunmamaktadýr. MuhaddislerÝn ayný hadis üzerinde birbirlerine aykýrý, çeliþkili ifadeleri vardýr. Öyle ise iyi niyete dayalý olarak bu hadislerle amel edilmeli, bunlarýn seva­býndan mahrum kalýnmamalýdýr. Ýhtimal ki bunlar arasýnda sahih hadisler bulunabilir. Aslýnda bu bîr bakýma hadislerde vadedilen þeyleri, en küçük ecirleri bile zayi etmemeye yönelik takdire þayan bir anlayýþtýr. Nitekim Bursevî, "Hadis uydurmakla, hüsn-i zatýna binâen mevzu hadisle ti­me/ arasýnda fark vardýr [544] derken herhalde bunu kastetmiþ olmalýdýr. Fakat yine de bu þaibeli bir yoldur. Gönül isterdi ki Bursevî, kendi eserlerinde ifade ettiði;

"Elhâsýl ekmel odur ki, haline galip ola ve her mubah ile amel etme­ye [545] prensibini bu meselede de tatbik etmiþ olsaydý. Zira terðîb, terhîb, a-mellerin faziletleri ve daha baþka konularda mevzu haberlerin kullanýlabile­ceði þeklindeki görüþlerin müslümanlara özellikle zühd ve takva ehli olan ta­savvuf camiasýna büyük zarar vereceði, mevcut ihtilaflarý körükleyeceði açýk­týr. Kaldý ki Ýslâm'ýn ku kabil haberlere ihtiyacý yoktur. Eðer bir meselede teþvik ve uyarý gerekiyorsa bunun bütün müslümanlarýn üzerinde birleþtiði sahih rivayetlerin kullanýlarak yapýlmasý mümkündür ve bu yol daha saðlýklý ve daha saðlam bir yoldur.

Buraya kadar geçen bilgiler içinde Bursevî'nin mevzu hadisler konu­sunda bu hadislerin terðib ve terhîbe yol açtýklarýný, bu hadislerin önceki u-lemânýn eserlerinde zikredilmiþ olduklarýný sebep göstererek, mevzu hadisle­rin rivayetine pek fazla karþý olmadýðý anlaþýlmaktadýr.

Bursevî'de görülen kâmil velilerin eserlerine ve sözlerine karþý böylesine aþýrý sevgi ve güven yalnýz bu zâtlarýn eserlerine münhasýr kalmamýþ, onlarýn siretlerine uymaya, yollarýna tâbi olmaya kadar varmýþtýr. Zira Bursevî'ye göre bu insanlar verese-i enbiyâdýr. Onlarýn sîretleri, örf ve adetleri Hz. Peygamber'in sünnetini hatýra getirmektedir.

[470]Ýbnu's-Salâh, s. 98-101; Kâsýmî, 150-183; Ebû Zehv, s. 479-489; Itr, s. 301-319; Ahmed Naim, I, 282-294; Subhi Salih, s. 225-236; Koçyiðit, s. 225-234; Kandemir, Mevzu Hadisler Anka­ra 1980.

[471]ÞerhuNuhbe,nr.35,vr.2a,44b.

[472] Hadis-i Erbain, s. 231. Bursevî, Vekî b. el-Cerrâh (ö. 198/813)'ýn: "Ehâdis-i þerife halkýn zapt ve hýfz ettiðinden çoktur. Onun için þeriatýn zahirine muhalif olmayan hadise bu mevzudur veya batýldýr dememek gerekir" dediðini nakleder. Þerh-i Pend, s. 71.

[473] Aclûnî, I, 435.

[474] Hatîb,X, 172.

[475] Buhârî, ilim 38, cenâiz 33; Müslim, mukaddime 2, zühd 72; Ebû Dâvûd, ilim 4; Tirmizî, fiten 70, ilim 8,13; Ýbn Mâce, mukaddime 4; Dârimî, mukaddime 25, 46; Müsned, fi, 47, 83, 123, 150. bk. Buhârî, enbiyâ 50, edeb 109; Müslim, mukaddime 2; Tirmizî, menakýb 19; Müsned, I, 70, 78, 101, 130.

[476] Müslim, mukaddime 2.

[477] SüyÛtî, I, 283.

[478] Süyûtî, I, 283.

[479] Buhârî, enbiya 50; Müslim, mukaddime 2.

[480] Men kezebe aleyye: Kim faenîm üzerimden ya/an söylerse" hadisinde yer alan "aleyye" kelimesini aleyhimde þeklinde anlayanlara göre, Hz. Peygamber'in aleyhine yalan söylemek caiz deðildir. Fakat Peygamber (a.s.)'ýn lehine hadis uydurmak Ýslâm'a hizmet maksadý taþý­dýðýndan bu þekildeki yalan caizdir. Süyûtî, I, 283.

[481] Bursevî'nin Ýzz b. Abdüsselam'dan naklettiði bu sözler daha önce Gazali tarafýndan ifade edilmiþtir. Ýhya, 111,137.

[482] Rûh, III, 548.

[483] Birinci bölümün baþýndaki "Sened" konusuna bakýnýz.

[484] Rûh, ffl, 547-548.

[485] Müslim, zekat 69, ilim 15; Ýbn Mâce, mukaddime 14.

[486] Fütuhat, I, 282.

[487] Buhârî, ilim 38; Müslim, mukaddime 2.

[488] Gazâlî, III, 139.

[489]Ýbnü'l-Cevzî, Telbîsü Ýblts, s. 118.

[490] Rûh, III, 548; Ferah, II, 81; Þerhu'l-Erbaîn, s. 3.

[491] Buhârî, ilim 238, Müslim, zühd 72; Ebû Dâvûd, Ýlim 4; Tirmizî, fiten 70; Ýbn Mâce, mukad­dime 25; Müsned, I, 70.

[492] Leknevî, Ecvibe, s. 134-135 (Ebû Ðudde'nin dipnotu).

[493] Karadavî, Keyfe neteâmel mea's-sünneti'n-nebeu'tý/ye (çev. Bünyamin Erol, Sünneti Anla­mada Yöntem), s. 31-32.

[494] Rûh, 111,548.

[495] Kerrâmiyye, Muhammed b. Kerram es-SÝcistanî adýnda abid ve zahid bir þahsa nispet edilen bidat fýrkalarýndan bir mezheptir. Süyûtî, 1,283.

[496] Nevevî, Þerhu Müslim, 1, 95; Kandemir, s. 65.

[497] Nevevî, I, 95.

[498] Ýbn Hacer, 1,199-200.

[499] RÛh,IlI,548.

[500] Karî, s. 94 {Ebû Ðudde'nin dipnotu).

[501] Leknevî, Hatibe, s. 33-34; Leknevî, ayný görüþlerini mevzu hadisler konusunda yazdýðý el-Âsâru'l-merfûa adlý eserinde (s. 8-9) de tekrar etmiþtir.

[502]Þerhu Nuhbe, nr. 36, vr. 79a.

[503]Þerhu Nuhbe, nr. 36, vr. 78b.

[504]ÝbnuVSalDh, s. 99.

[505] Hadis-i Erbain, s. 231; Þerhu Nufý6e, nr. 35, vr. 44b, nr. 36, vr. 78b.

[506] Haîîb, VIII, 296; Deylemî, III, 559-560.

[507] Sehâvî, s. 402.

[508] Sehâvî, s. 403.

[509] Deylemî, III, 560; Sehâvî, s. 403.

[510]Ýbn Arrâk, I, 265.

[511]Ýbn Arrâk, 65.

[512] Münâvî, VI, 95.

[513] Sehâvî, s. 403.

[514] Sehâvî, s. 403; Ýbn Arrâk, I, 265.

[515] Münâvî, VI, 95.

[516] AciÛnî, II, 310.

[517] AciÛnî, II, 310.

[518] Münâvî, VI, 35.

[519]ÞerhuNuhbe,™. 36, vr. 78b.

[520] Münâvî, VI, 35.

[521] Deylemî, III, 608; Ýbn Arrâk, II, 358.

[522] Ebü'l-Kasým Cüneyd b. Muhammed el-Hazzâz el-Kavarîrî el-Baðdâdî, ilk devir tasavvufu­nun en güçiü temsilcilerinden olan meþhur bir sûfýdîr. Baðdat'ta doðup orada yaþamýþ, kü­çük yaþta tahsile baþlamýþ, Ebû AH e!-Hasan b. Arefe baþta olmak üzere bazý âlimlerden ha­dis dinlemiþ, dayýsý Seri es-Sakatî gibi sûfilerin sohbetinde bulunmuþtur. Tasavvufun yanýn­da, þer'i ilimlere vakýf olduðundan dolayý "Tavusu'I-ulemâ" ve "Seyyidü't-tâifc" gibi unvanlarla anýlmýþtýr. Sûfý tabakat kitaplannda önemli bir yer tutan Cüneyd'e bütün tarikat mensuplarý büyük bir veli nazarýyla bakmýþlardýr. Cüneyd 297/909 yýlýnda vefat etmiþtir. Sülemî, Tabakât, s. 155-163; Hatîb, VII, 241-249; Hucvirî, s. 229-232; Cami, s. 131-135, Ýbnü'-Imâd, II, 228-230; Ateþ, Xüneyd-i Baðdadi", DM., 119-121.

[523] Silsile, s. 52.

[524] Silsile, s. 52.

[525] KandemÝr, s. 79.

[526]Ýzmirli, s. 13.

[527] Sehâvî, s. 337; Acfönî, II, 184.

[528] Sehâvî, s. 114; Aclûnî, I, 234; Kitabü'n-Netice, II, 8, 367.

[529] Sehâvî, s. 308; Karî, Esrar, s. 260; Aclûnî, II, 129.

[530] Sehâvî, s. 194; Aclûnî, I, 412-413.

[531] Sehâvî, s. 298-299; Karî, s.125; Aclûnî, II, 91.

[532] Sehâvî, s. 252; Karî, s. 111; Aclûnî, I, 551-552.

[533] Aclûnî, II, 168.

[534] Karî, s. 69; Aclûnî, I, 299-300.

[535] Deylemî, nr. 502; Aclûnî, 1,492.

[536] DeyÝemî,nr.31Ol.

[537] Aclûnî, II, 110.

[538] Sehâvî, s. 365.

[539] Sehâvî, s. 89; Karî, s. 57; Aclûnî, 1,175.

[540] Sehâvî, s. 61; Karî, s. 54; Aclûnî, I, 95-96.

[541] Sehâvî, s. 388,465; Aclûnî, II, 505.

[542] Kari, s. 203; Aclûnî, II, 106.

[543]Þerhu'l-kebâir, s. 52; Þerhu Nuhbe, nr. 36, vr. 63a.

[544]Þerhu Nuhbe, 36, vr. 78b.

[545] Silsile, s. 52.



radyobeyan