Tatilde Huzur Aramak By: reyyan Date: 10 Ekim 2011, 17:21:44
Tatilde Huzur Aramak
Haziran 2006 - 90.sayý
Ali YURTGEZEN kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Tatil, aslýnda göründüðü ve zannedildiði gibi bir dinlenme metodu da deðil. Daha çok, manasýný kaybetmiþ bir hayatý sorgulama, metafizik kaygýlara cevap arama korkusunun, yani bir trajedinin bastýrýlmasý çabasý gibi. Ýnsanlarýn akletmesini geçici bir süre de olsa engelleyen bir çeþit uyuþturucu sanki.
Ýnsanýz... Yorulduðumuz, bunaldýðýmýz; çaresiz dertlerle, üstesinden gelinemeyen meþakkatlerle karþýlaþtýðýmýz olur. Bedenen de zihnen de yýpranýr, sabrý ve tahammülü tüketiriz bazen.
Böyle durumlarda dünyanýn faniliðini unutmuþ, “rýzâ”ya yabancýlaþmýþ, rüyada olduðu ve bir gün uyanacaðý hakikatini kaybetmiþ ise insan, aczini trajedi yapar da, dayanýlmaz acýlara muhatap kýlar kendini. Kaçmaktan, problemlerin üzerini örtmekten, kendini kandýrmaktan baþka çaresi kalmamýþtýr.
Modern insanýn bugün yaptýðý, neredeyse bütün imkân ve mesaisini harcayarak yapmaya çalýþtýðý budur. Bu sebeple uyuþturucu, içki ve eðlence iptilasý en çok modern toplumlarda arz-ý endam etmektedir. “Öte”den habersiz insan, bütün tekebbürüne raðmen aczini fark edip dehþete düþmekte, çaresizliðin paniðiyle hýrçýnlaþýp küstahlaþmakta, âdeta çýrpýndýkça batmaktadýr. Böyle bir zilletin adý olan “trajedi” Batýlý bir kavramdýr; Müslümanýn lügatinde yer almaz.
Modernizmin temelindeki kabullere, imaný gereði muhalefet eden Müslüman fert veya topluluklar, modern anlayýþýn belirlediði bir hayat tarzýna fiilen yeterince direnmemektedir. Teoride, ikrar ve söylem planýnda reddettiðimiz bir yýðýn kavram, pratikte, hâl ve eylem planýnda hayatýmýzýn en mahrem mýntýkalarýnda dahi cirit atmaktadýr. Temel kabulleri icabý Batýlý için normal sayýlabilecek bazý problemler ile bunlarýn halli için geliþtirilen uygulamalar, lüzumlu ve masum yenilikler gibi Müslüman topluluklarca da benimsenebilmektedir. Olmayan bir vâkýanýn yansýmalarýný hayatlarýna aktarýp buradan hareketle moderniteye mahsus trajedileri inþaya giriþmek, Müslümanlarý trajik deðil, ama traji-komik bir tutumun faili yapmaktadýr.
Ýnsan kendini “tatil” edemez
Sözü, giderek bir eðlence sektörüne dönüþen “tatil”e getirmek istiyoruz.
Hayatý birbiriyle irtibatsýz kompartýmanlara ayýran ve insaný “makine” olarak gören bir anlayýþýn ihtiyaç saydýðý tatil, sanayi inkýlâbýndan sonra Batý’da ortaya çýkan bir kavram. Aslýnda göründüðü ve zannedildiði gibi bir dinlenme metodu da deðil. Daha çok, manasýný kaybetmiþ bir hayatý sorgulama, metafizik kaygýlara cevap arama korkusunun, yani bir trajedinin bastýrýlmasý çabasý gibi. Ýnsanlarýn akletmesini geçici bir süre de olsa engelleyen bir çeþit uyuþturucu sanki.
Ýslâm’da elbette bu manada bir tatil yok. Cuma dahi tatil deðil, bayramdýr. Cuma günlerinin tatil edilmesi, Batý’ya yöneldikten, Batýlýlarý örnek almaya baþladýktan sonradýr. Esasen Arapça bir kelime olan “tatil”in lügatteki manalarýný dikkate alanlar, bu kavramýn insan için kullanýldýðýnda hep bir tezyifi ifade ettiðini görür.
Tatil, “iþsiz kalmak, iþ görmekten mahrum olmak” manasýna “a-ta-le” fiilinden türemedir. “Kullanýlmayan, faydalanýlamayan, çalýþmaz halde olan” karþýlýðý “âtýl” ile “tembellik” demek olan “atâlet” de ayný kökten gelir. Artýk iþe yaramadýðý için terk edilen nesneler “muattal”dýr. Araplar damgasýz deveye, yularsýz ata, iffetsiz kadýna, edepten nasipsiz kiþiye “el-utl” derler. “Muattil” ise dinsiz, ateist demektir.
Bir müessese tatile girebilir. Bir iþ, bir faaliyet, bir meþguliyet tatil edilebilir. “Tatil kabul edilmiþ bir zamaný deðerlendirmek” yahut “yapýlagelen bir faaliyete ara verilmesi sebebiyle bir müddet o iþle meþgul olmamak” manasýna “tatile girmek”, “tatil yapmak” tabirlerini kullanýlmakta da bir beis yok. Ama bu tatil zamanlarýnda insanýn kendini tatil etmemesi kaydýyla... Nitekim “tatil” insanýn þahsî tercihi olduðunda veya insan için kullanýldýðýnda hep müsbet bir donanýmýn zayiini ifade etmektedir.
Mesken “meskenet”e yol açmamalý
Ýslâm’da tatil yoksa Müslümanlar ölesiye çalýþsýn mý peki? Elbette hayýr. Ýslâm’da tatil yok ama “istirahat” var. Müslümanýn istirahati “uyku”dur. Furkan Sûresi 47. âyette Allahu Tealâ’nýn bizim için “geceyi örtü, uykuyu istirahat, gündüzü de çalýþma zamaný yaptýðý” haber verilir.
Bu âyetteki “istirahat” manasý “sübât” kelimesinden çýkarýlmaktadýr. Sübât, “bir akýþý kesmek, bir faaliyeti durdurmak, sona erdirmek” demek olan “se-be-te” fiilinden türemedir ve “istirahat, sükûnet” manasýndan baþka “ölüm” manasýna da gelir. Uykunun “küçük ölüm” þeklinde vasfedildiði malumdur. Sýradan insanlarda bir þuur ve idrak kapanmasý olduðu için de “gaflet”tir. Fakat Cenab-ý Hak buna raðmen istirahatimiz için uykuyu meþrû kýlmýþtýr. Meþruiyyeti yanýnda uykunun bir nevi ölüm veya gaflet hali olmasý, çok uzatýlmamasýný, miktarýna riayeti icap ettirir.
“Sübât”ý insanýn tatili olarak anlayabiliriz. Ama bu, gecelere münhasýr ve ölçülü, hatta az olaný makbul bir tatil. Nahl Sûresi’nin 80. âyetinde de “Allah size evlerinizde bir dinlenme yeri yaptý.” buyurulur. Âyette “dinlenme yeri”mizin “ev”imiz olduðu vurgusu kadar, “dinlenme” karþýlýðý “sekenen” lafzýnýn kullanýlmasý da önemlidir. Bu sebeple evlerimize mekan ismi olarak “mesken” deriz ki, ayný köktendir.
Ev, hususen Müslümanýn “dinlenme yeri”dir. Sekînet, sükûnet, teskin, müsekkin kelimeleri de yine “se-ke-ne”den gelir. Ama sübât gibi bunu da uzatmamak, ölçüsünü kaçýrmamak gerekir. Aksi halde “meskenet”e, yani tembelliðe düçar olma tehlikesi vardýr; zemmedilmiþtir.
‘Boþ kaldýðýnda yeni bir iþe sarýl!’
Kýsacasý, Müslüman evinde sükûnet bulur, geceleri uyku için tahsis edilmiþ zamanda uyuyarak dinlenir. Ýstirahat etmek adýna tatil beldelerine gidip haftalarca, aylarca tembelleþmesi, en azýndan fýtrata aykýrýdýr. Kaldý ki “çalýþma”yý sadece bedenî faaliyetlerden ibaret görmek de yanlýþtýr. Ýnþirah Sûresi’nin 7. âyetindeki “Bir iþi bitirdiðinde (boþ kaldýðýnda, kalk, yeni bir iþe sarýlarak) yorul!” emri, Hz. Peygamber s.a.v.’in þahsýnda bütün Müslümanlar için geçerlidir.
Âyetteki “yeniden ve yeni bir iþe sarýlarak yorul” manasýna “fensab” lafzý ile “nasib” ayný kökten gelir. Demek ki çalýþmak “nasibimizi aramak”týr. Nasib ise hem maddî hem manevî olabilir. Ýster tatil zamaný olsun, ister mesai zamaný, maddî-manevî nasibimizi aramak, bunun için yorgunluða, meþakkate talip olmak gerekir.
Esasýnda yorgunluk fizikî olmaktan ziyade psikolojik bir problemdir. Ýþtiyaksýzlýktan neþet eder. Ýþtiyakla yaklaþýldýðýnda ise Cenâb-ý Hakk’ýn “her zorluk için bir kolaylýk” vaadi tahakkuk eder. Bize düþen, uyku zamaný dýþýnda, tatil ilan edilmiþ vakitler de dahil, tembelliði arzulamadan, yorulma korkusu taþýmadan hayýrlý bir “nasib” peþinde koþmaktýr.
Hâl böyleyken býrakýn hiçbir þey yapmamayý, tembelliði; hayâyý rafa kaldýrmak, mesuliyetlerimizi ihmâl etmek, israfa ve günaha batmak, nefs-i emmâreye teslim olup kendimizi unutmak tarzýndaki bir tatilden istirahat veya huzur gibi bir hayýr umulabilir mi?
Tasavvufun hediyesi bir kavram: Huzur
Kâfirlerin temel problemi Rahman ve Rahîm olan bir Allah tasavvuruna sahip olamamalarýdýr. Bu sebeple huzursuz ve hýrçýndýrlar. Onlara göre ilahî ölçüler insanýn hürriyetini sýnýrlamakta, terakkisini engellemektedir. Bu ölçülerden sýyrýlýp nefislerini ve beþeriyetlerini ön plana çýkardýkça hem kendilerini sýnýrlayan “rakip bir tanrý”dan intikam aldýklarýný, hem de hür olduklarýný düþünüp rahatladýklarýný zannederler. Sahte bir “huzur” duygusudur bu. Ýçlerinden bir ses yanlýþ yaptýklarýný fýsýldar durur ama bu defa o sesi de bastýrmak için daha büyük çýlgýnlýklara tevessül ederler.
Gayr-i Müslimlerin modernizmin trajedisi diyebileceðimiz bu huzursuzluðu yaþamalarý da, bunu tatil gibi çýlgýnlýklarla bastýrmaya çalýþmalarý da anlaþýlabilir. Müslümanlara ne demeli peki? Onlar niye “huzur”u böyle seviyesizliklerde, böyle denaetlerde aramaya çalýþýyor? Huzur, Âlemlerin Rabb’i önünde günde beþ vakit eðilen Müslümanýn yitiði deðil ki...
Huzur, “bir yerde hazýr olmak, birinin veya bir þeyin yanýnda, yakýnýnda bulunmak” demek aslýnda. Mukaddes ve mübarek varlýklarýn isimlerinin yanýnda, hürmet ifadesi olarak kullandýðýmýz “hazret” kelimesi de ayný kökten türetilmiþ. Birisini “hazret” ünvanýyla anýyorsak, bir yandan onun, huzurunda bulunmakla bize þeref bahþettiðini anlatmýþ, bir yandan da sanki hakikaten o varlýðýn önündeymiþ gibi hürmetkâr davrandýðýmýzý ifade etmiþ oluruz. Barýþ, sulh manâsýna “hazar” ile medenî manasýna “hadarî”nin kökü de “huzur”la ayný.
Þunu anlatmak istiyoruz: “Huzur” kelimesinin bugün söylendiðinde akla ilk gelen “gönül rahatlýðý, kalp itminâný” manasý lügatlarda yok. Sonradan kazanýlmýþ bir mana bu ve bir tasavvuf terimi. Baþka bir deyiþle “gönül rahatlýðý” manasýna “huzur”, tasavvufun dilimize hediye ettiði bir kavramdýr. Tasavvufta huzur, sufinin Hakk ile hâzýr olmasý, O’nun katýnda bulunmasý “hâl”idir. Zikrin kalbi istilâ etmesiyle husûle gelir, derler. Ýnsanýn ruhlar âleminde, Elest Meclisi’nde “nur daðýný yayladýðý” zamandaki sürûr ve sükûnuna benzetilir.
Þu halde Müslüman beþeriyetinden sýyrýldýðý, nefsini yendiði, masivadan uzaklaþtýðý nispette Hakk’ýn huzuruna yaklaþabilecek, gerçekten huzur bulabilecektir. Huzursuzsak eðer, huzuru doðru yerde aramak gerekiyor. Bir eðlence sektörü olan tatillerde huzur aramak sadece parayý deðil aklý da israf etmektir.
Müslümanlar olarak bizim tatile deðil, “þerh-i sadr” ihsânýna ihtiyacýmýz var. Bunun için Fâtihâ’daki “ihdinâ” niyazýna samimiyetle devam!