Cerh ve tadil By: sidretül münteha Date: 08 Ekim 2011, 15:20:44
Cerh Ve Ta'dil:
Maddelerinde ayrý ayrý ve geniþ olarak görüldüðü gibi cerh, terim olarak, hafýz ve mutkin bir hadis aliminin, ravide veya rivayetinde bulunan kadih bir illet sebebiyle rivayetini reddetmesi; ta'dil ise ayný mertebede bulunan alimin bir ravinin adalet vasfýna sahip olduðuna hükmetmesidir.
Cerh ve ta'dil, Ýslâm þeriatýný korumak, onu hatadan, yalan yanlýþ rivayetlerden uzak tutmak endiþesinden doðmuþtur; zira dini hükümlere mesnet teþkil eden hadislerin sýhhati, her þeyden önce onlarý rivayet eden ravilerin adalet ve zabt sebebi, dürüst ve güvenilir olmalarýna baðlýdýr. Hadis sahih olmalýdýr ki o hadise dayanýlarak verilen hüküm sahih olsun. Ravi de kusursuz olacaktýr ki rivayet ettiði hadis sahih olabilsin.
Aslýnda bir haberin kaynaðýný araþtýrmak, Kur'an-ý Kerim'de Mü’minlere verilen ilahi emirler arasýndadýr:
“Ey iman edenler! Size yoldan çýkmýþ (fasýk) birisi bir haber getirirse onun doðruluðunu araþtýrýn. Yoksa bilmeyerek bir topluluða karþý kötülük edersiniz. Sonra da yaptýðýnýza piþman olursunuz.”142 Tabi'î alim Muhammed b. Þirin de dinî nakillerin kimlerden alýndýðýna dikkat edilmesi gereðine iþaret ederek þunlarý söylemiþtir: “Hadisler dinin ta kendisidir. Bu itibarla kiþi dinini kimlerden aldýðýna dikkat etmelidir.” 143
Önce ayetten, daha sonra tâbi'î âlimlerinden birinin sözlerinden anlaþýlmaktadýr ki, hadislerin sýhhatine hükmedebilmek için ilk evvel onlarý nakleden ravilerin güvenilir kimseler olup olmadýklarýnýn tesbit edilmesi gerekir. Bunun için hadis âlimleri hadislerin sahih ve makbul olanlarýný zayýflarýndan ve Hz. Peygambere ait olmayan uydurmalarýndan ayýrd edebilmek için ravilerin kimliklerini, kiþiliklerini, hadis rivayet kaidelerine ne derece riayet ettiklerini, rivayet ettikleri hadisleri hýfzetmekte olduðu kadar baþkalarýna nakletmekteki dikkat ve itinalarýný, nihayet Ýslâm Dini'nin emir ve yasaklarýna riayet derecelerini titiz ve tarafsýz bir anlayýþla tenkide tâbi tutmuþlardýr. Bu tenkit sonucu rivayetleri makbul görülenlerle naklettiði hadislere itibar edilemiyecek olan raviler tesbit edilmiþtir. Cerh ve ta'dil, bir bakýma bu tesbittir.
Hz. Osman'ýn þehit edilmesiyle baþlayan siyasî ihtilaflar da hadis rivayet edenlerin tenkidini zaruri hale getirmiþtir; zira siyasî fikir ve görüþ ayrýlýklarý sonucu ortaya çýkan fýrkalarýn herbiri kendisini destekleyecek ve hasýmlarýna karþý savunmasýný yapacak hadisler uydurmaya baþlamýþtýr. Bu durumda hadisleri kimlerin rivayet etmiþ olduðu, üzerinde durulmasý gereken mühim bir konu haline gelmiþtir. Yine Ýbn Sîrîn'e göre “fitne kopuncaya kadar kimse kimseye hadisi kimden rivayet ettiðini sormamýþtýr. Ne var ki, fitne baþlayýnca hadis ravilerini inceleme de baþlamýþtýr. Bu inceleme sonunda Ehl-i Sünnetten olanlarýn hadisleri kabul edilmiþ; bidat ehli olanlarýn hadisleri reddedilmiþtir.” 144
Ýbn Abbas'ýn þu sözleri de her önüne gelenin hadis rivayet etmeye baþlamasý üzerine isteyen herkese rivayet etmemek suretiyle bir çeþit cerh ve ta'dil uygulamasý yapýldýðýný gösterir. “Hz. Peygamber adýna önceleri yalan söylenmediði için bizler ondan hadis rivayet eder dururduk. Lakin her önüne gelen her duyduðunu rivayet etmeye baþlayýnca biz de rivayeti býraktýk.” 145
Rivayetine itibar edilip edilmeyeceðini belirlemek üzere ravinin tenkide tâbi tutulmasý neticesi cerh edilmesi veya adaletli olduðuna hükmedilmesi þeklinde özetlenebilecek cerh ve ta'dil, dinî rivayetleri deðerlendirme ölçüsü ortaya koyduðu için son derece önemlidir. Ýslâm âlimleri cerh ve ta'dile büyük önem vermiþler ve onu Hadis Ýlminin en mühim dalý kabul etmiþlerdir. Söz geliþi el-Hatîbu'l-Baðdâdî, cerh ve tadili Hadis Ýlminin semeresi ve en büyük kolu saymýþtýr.146
Öte yandan hadis rivayeti dinle ilgilidir. Öyle olunca ravilerin cerh ve ta'dili büyük önem taþýr. Lüzumsuz bir iþ olmadýðý gibi haram olan dedikodu veya gýybet de sayýlamaz. Aksine vacip bir iþtir.147
Hadis Ýlminde böylesine önemli bir yer tutan cerh ve ta'dilin Hz. Peygamber (s.a.s) zamanýnda baþladýðý söylenir, gerçekten ondan ve daha sonra sa-habîlerden cerh ya da ta'dil sayýlabilecek sözler nakledilmiþtir. Bununla birlikte gerçek mânâda cerh veya ta'dil denebilecek tenkidlere daha çok tabiiler devrinde rastlanýr.
Cerh ve ta'dilin geçerli olabilmesi için bazý kaidelere uygun olmasý þarttýr. Ravinin cerhinin yahut adaletine hükmedilmesinin belli esaslar dahilinde yapýlmasýný saðlamak üzere konulmuþ bu kaidelere cerh ve ta'dil kaideleri adý verilir. Bellibaþlýlarý þunlardýr:
1. Hem cerh hem de ta'dil, cerh veya ta'dile sebep olan halleri iyi bilen adaletli, dikkatli ve uyanýk bir âlim tarafýndan yapýlmýþ olmalýdýr. Bununla birlikte bir ravinin cerhine veya adaletine hükmeden alimin keskin zekâ sahibi, görüþü kuvvetli ve araþtýrýcý olmasý gerekir. Aslýnda cerh ya da ta'dil bu niteliklere sahip olan bir âlimden geldiðinde kabul edilir. Rastgele bir hadisçinin cerhi de ta'dili de kabul edilmez.
Bununla birlikte cerh ve ta'dil âliminin ravi hakkýnda araþtýrmadan, kolayca ve delilsiz olarak hüküm veren kimselerden olmamasý gerekir; zira bir ravi hakkýnda kolayca ve delilsiz bir þekilde ta'dil hükmü verdiði zaman kendince sabit olmayan bir hüküm vermiþ olur. Ravinin adaleti hususunda galib zanla hükmetmediði için de yalan ihtimalini tasdik etme durumuna düþer. Ayný þekilde dikkatsizce veya ihtiyata riayet etmeksizin kolayca cerhe kalkýþýnca da aslýnda ta'ndan beri olan bir müslümana ta'n etmiþ ve onu lekelemiþ olur. Bu durumlara bazen garazla düþülür. Bilhassa mezheb ve akide ayrýlýðý yüzünden yapýlan insafsýz cerh veya ta'nlar pek çoktur. Nitekim Ehli Sünnetten pek çok ravi þiilik, haricilik veya diðer bir fýrkaya mensup olma ithamýyla cerhedilmiþtir. Halbuki böyleleri arasýnda zahiren adalet sahibi olanlar hayli fazladýr. Buna karþýlýk Rafýzî ve Nâsibî âlimler Ehli Sünnetten olan ravilere itibar etmezler. Bu fýrkalarýn mutaassýp cahil mensuplarý Ehl-i Sünnet ravilere kâfir bile demiþlerdir. Bundan dolayýdýr ki, bid'at ehlinin rivayetlerinin hangilerinin kabul edileceði: hangilerinin reddolunacaðýna dair kaideler koymaya lüzum görülmüþtür.
2. Ta'dil, yani ravinin adalet sahibi olduðuna hükmedilmesi açýklama yapmadan kabul edildiði halde cerh, cerhe sebep olan hal veya haller açýklanmadýkça kabul edilmez; çünkü ravinin, ilk bakýþta aksini gösteren bir hali bulunmadýkça adaletli olduðu söylenebilirse de açýklama yapýlmadan cerhe layýk olduðu söylenemez. Bu, Ýslâm alimlerinin büyük çoðunluðu tarafýndan kabul edilmiþ bir kaidedir. Bununla birlikte ayný konuda üç deðiþik görüþ daha vardýr. Bunlardan birincisi, ötekinin aksinedir. Buna göre cerh, sebebi açýklanmadan kabul edilebilir. Ta'dil ise ancak sebebi açýklandýðý sürece kabul edilir. Ýkincisi, cerh olsun, ta'dîl olsun sebep açýklanmadan kabul edilmez. Bu görüþü el-Hâtîbu'1-Baðdâdî ve bazý usul âlimleri naklederler. Üçüncü görüþe göre ise bir raviyi cerheden veya adaletli olduðuna hükmeden, cerh ve ta'dil ilmini iyi bilen, görüþü saðlam ve yetenekli bir âlim ise ne cerh, ne de ta'dil için sebep göstermesine gerek yoktur. Ravi hakkýnda verdiði hükmün kabul edilmesi gerekir. El-Bakýllânî, el-Cuveynî, Ýmam Gazâlî gibi alimler bu görüþtedirler, el-Ýrâkî ile el-Bulkînî bu görüþün sahih olduðunu söylemiþlerdir.
3. Hem cerh hem ta'dil her ikisi de, cerh ve ta'dil ilmini iyi bilen tek bir âlimin sözüyle sabit olur. Baþkalarýnýn onun görüþüne katýlmalarýna lüzum yoktur.
4. Bir ravide cerh ve ta'dil birleþtiði takdirde ta'dil hükmü verenler çoðunlukta bile olsa cerh, ta'dile tercih edilir, el-Hatibu'l-Baðdadi bu kaideyi “alimler, bir veya birkaç alim tarafýndan cerhedildiði halde bir o kadar âlimin ta'dil ettiði ravinin cerhinin münasip olduðunda görüþ birliðine varmýþlardýr” diyerek vermiþ ve bu konuda icmâ olduðuna iþaret etmiþtir. 148
Bir ravi hakkýnda verilen cerh ve ta'dil hükümlerinin birleþmesi; bir baþka deyiþle bazý âlimlerin cerhettiði ravinin bazýlarý adalet sahibi olduðuna hükmetmeleri halinde cerhin tercih edilmesinin sebebi þudur: Cerheden âlim, adaletine hükmeden âlime nisbetle o ravi hakkýnda daha fazla bilgiye sahiptir; zira, ta'dil için sebep göstermek gerekmediði halde cerh için sebep göstermek gerekir. Öyle olmadýkça cerh kabul edilmez. Bu itibarla cerh hükmünü verirken mutlaka bilgiye dayanmak zorundadýr. Bir de böyle durumda bir raviyi cerheden âlim, onun adaletini kabul etmekle birlikte, adaletli olduðunu söyleyen âlimin gözünden kaçan bir halini haber veriyor demektir. Bu ise dikkate alýnmaya deðer bir husustur.
Bununla birlikte Fýkýh âlimlerine göre ayný ravi hakkýnda verilen cerh ve ta'dil hükümlerinin birleþmesi halinde adaletine hükmeden âlim, cerheden âlimin cerhine gösterdiði sebepleri makul delillerle çürüttüðü takdirde ta'dil cerhe tercih edilir. Söz geliþi ravinin adaletine hükmeden âlim, cerh eden âlimin cerhe gösterdiði sebepleri bilindiði; ancak sonradan tevbe edip halini düzelttiðini söylerse, tevbe makul bir delil olur ve adalet hükmü cerhe tercih edilir. Ancak, bu takdirde ravinin yalan ithamýna maruz kalan bir kimse olmamasý gerekir; zira onun bir kere bile yalan söylediði sabit olursa tevbe etse bile rivayeti kabul edilmez.
Þu da var ki, cerh ve ta'dil hükümlerinin bir ravide birleþmesi halinde meselenin tafsil edilmesi görüþünde olan alimler de vardýr. Onlara göre ta'dile karþý olarak yapýlan cerh, cerh sebeplerini bilen âlim tarafýndan açýklamalý bir þekilde yapýlmýþsa ta'dile takdim edilir. Mücmel olarak sadýr olmuþsa adil ravinin adaletine kadh edilemez; çünkü muhaddisler cerh sebepleri üzerinde ihtilaf edebilirler. Ayrýca carihin aslýnda cerh için yeterli olmayan bir sebebi yeterli görme ihtimali de her zaman için vardýr. Buna binaen adaleti sabit olan ravi hakkýnda açýklama yapýlmayan cerhin, âlim biri tarafýndan yapýlmýþ bile olsa, kýymeti yoktur. Âlim olmayan kimse tarafýndan yapýlan cerhin merdud olduðunda icmâ vardýr.
Bu görüþlerin yanýnda cerh ve ta'dilin bir ravide birleþmesi konusunda üç görüþ daha vardýr. Bunlardan birincisine göre cerh ile ta'dil birbirlerine zýt düþtükleri takdirde, ta'dil edenler tercih edenlerden çoksa ta'dil takdim edilir; zira ravinin adaletine hükmedenlerin sayýca çok oluþu onun halini kuvvetlendirir ve verilen adalet haberiyle amel etmeyi vacip kýlar. Raviyi cerhedenlerin sayýca ta'dil edenlerden az oluþlarý ise verdikleri cerh haberinin zayýf olmasýný gerektirir. Ancak böyle bir zan vehimden ibarettir: Zira raviyi ta'dil edenler ne kadar çok olurlarsa olsunlar, cerhedenlerin haber verdikleri halin ravide olmadýðýný haber vermiþ olmazlar.
Ýkincisine göre cerh ve ta'dilin ravide birleþmesi halinde cerh edenlerle ta'dil edenlerin hangileri Hadis Ýlminde daha ileri derecede iseler onlarýn görüþleri tercih edilir. Bu görüþ kabul edilmemiþtir.
Üçüncüsüne göre ise cerh ve ta'dilin hiçbiri kabul edilmez. Bu durumda cerh ve ta'dil çatýþmasý olduðu gibi kalýr. Bu görüþü Mâliki hadisciler nakletmiþlerdir. Ancak kaydetmek gerekir ki, yukarýda da iþaret edildiði gibi icmâ bunun aksinedir.
5. Sika ravinin þeyhini, ismini söylemeksizin, haddesenî's-sika, haddesenî men lâ ettehimu gibi lafýzlarla ibhâm etmesi, sahih olan görüþe nazaran kim olduðunu sonradan açýklamadýkça, onu ta'dile kafi gelmez; zira ismi mübhem býrakýlan þeyhin, ibhâm edene göre sika olmakla birlikte baþkalarýnca cerhi gerektiren bir sebeple mecruh olmasý ihtimali vardýr. Sika ravinin, þeyhinin ismini söylememesi bile onun hakkýnda kalbe þüphe verebilir. Hatta el-Hatîbu'l-Baðdâdî'nin dediði gibi, sika ravi, “Benim bütün þeyhlerim sikadýr” diye açýklama yapmýþ olsa bile o þeyhinin ismini açýklamadýðýna göre onu tezkiye ettiði malum olmamýþtýr. Bu, ismini söylese
adaletsizlikle itham edileceðinden þüphe ediyor manasýna gelir.
Diðer bir görüþe göre sika bir ravinin “benim bütün þeyhlerim sikadýrlar” demesi, ismini mübhem býraktýðý þeyhini ta'dil için kâfidir; zira kendisi sika olduðundan þeyhinin adýný söylese de söylemese de herhalde kendisine güvenilir. Böyle diyen kimse müctehid bir âlim ise sözü, bazý âlimlere göre yalnýzca kendi mezhebinden olanlarý ta'dile kâfi gelir; çünkü o müctehid kendisine karþý olmayanlara karþý o haberle ihticac etmez. Yalnýz kendi mezhebinde olanlara bahsettiði bir hüküm halikýnda kendisine göre delil olduðunu haber verir. Lakin bu görüþte olanlarýn bir kýsmý “ismini zikretmeksizin kendisinden rivayette bulunduðum her þahýs adaletlidir.” demedikçe kâfi gelmez demiþlerdir. Bunun sebebi, ismi mübhem býrakýlan raviler içinde Ýmam Mâlik'in ismini ibham ederek rivayette bulunduðu Abdulkerim b. Ebi'l-Muhârik gibi zayýf ravilerin de bulunabileceði ihtimalidir.
6. Adalet sahibi bir ravinin ismini söylediði þeyhten rivayette bulunmasý, hiçbir zaman onu ta'dil manasýna gelmez. Sahih olan görüþ budur. Nitekim Sufyânu's-Sevri, el-Kelbî'den rivayetten men etmesi üzerine, “Sen de ondan rivayette bulunuyorsun” itirazýna uðrayýnca, “Ben onun rivayetlerinin doðru olanlarýný yalanlarýndan ayýrýrým” demiþtir. Rivayete göre Þa'bî, el-Hâris isimli bir raviden rivayette bulunurken, onun yalancýlýðýna þehadeti isnadýna ekler ve “haddesenâ'l-Hâris ve eþhedu bi'llâhi innehû kâne kezzâben” (el-Hâris bize tahdis etti. Allah'ý þahit tutarým ki o aþýrý bir yalancý idi) dermiþ. Bir baþka rivayete göre Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ma'înin “Ma’ýner, an Ebân, an Enes” senediyle gelen defteri yazmakla meþgul olduðunu, yanýna biri gelince hemen sakladýðýný görür. “Ne yapýyorsun, mevzu olduðunu bile bile Ma’ýner, an Ebân, an Enes isnadýyla gelen sahifeyi mi yazýyorsun. Biri çýksa “Ebân hakkýnda söz söylüyorsun, yine de hadislerini yazýyorsun” dese ne yaparsýn?” der. O da “Mevzu olduðunu bile bile bu sahifeyi yazýp ezberliyeceðim. Biri çýkýp Ebân yerine Sâbit'i koyup “an Ma’ýner, an Sabit, an Enes” isnadiyle bu hadisleri rivayet edecek olursa ona, “Yalan söylüyorsun. Bu hadisler Sabit'ten deðil, Ebân'dandýr” diyebilmek için de ezberleyeceðim” cevabýný verir.
Bazý muhaddisler adalet sahibi ravinin ismini söylediði þeyhten rivayette bulunmasýnýn onu ta'dil etmesi manasýna alýnmasý lazým geldiðini söylemiþler, bu görüþlerine delil olarak ravinin, þeyhinde cerhi gerektiren bir hale muttali olduðu takdirde onu söylemesi gerektiðini ileri sürmüþlerdir. Ancak bu görüþe itiraz edilmiþtir.
Bu konuda bir üçüncü görüþ daha vardýr ki o da þöyledir: Sika ravi, adalet sahibi olan kimselerden baþkasýndan rivayet etmemeyi prensip haline getirmiþse þeyhinin ismini söylemesi onu ta'dil manasýnadýr. Adaletli kimselerden olduðu kadar adalet vasfýna sahip olmayanlardan da rivayette bulunuyorsa ta'dil deðildir.
7. Bir âlimin rivayet ettiði hadisle amel etmesi ve gerektiðinde onunla fetva vermesi, ne hadisi sahih olarak kabul ettiði manasýna gelir, ne de ravilerini ta'dil etmesi demektir. Bunun gibi hadisle amel etmemesi onun sahih olmadýðý manasýna gelmez, ravilerinin cerhi anlamý da taþýmaz.
8. Meçhul ravilerin rivayetleri kabul edilmez. Bu kaideye göre gerek kimliði bilinmesin, baþka deyiþle mechûlu'1-ayn olsun, gerekse cerh ve ta'dil yönünden hakkýnda verilmiþ olan hüküm belli olmasýn farketmez; ravinin rivayeti reddedilir. Mestur denilen ve isnadda ismi kapalý geçen ravinin hadisi de öyledir.
9. Hadis ilminin inceliklerini bilen köle ile kadýnýn, bir ravinin adaletine hükmetmeleri makbul sayýlýr. Bununla birlikte Medineli fakihlerin çoðu kadýnlarýn rivayet ve þehadette ta'dillerinin kabul edilmeyeceði görüþündedirler. Ancak, kadýnlarýn verdikleri haberler kabul edildikten sonra cerh ve ta'dil sebeplerini iyi bilmeleri þartýyla tadilleri de kabul edilmek gerekir.
10. Kendisi ve adaleti bilinen, ancak ismi ve nesebi bilinmeyen ravinin rivayeti dinî konularda delil olabilir. Böyle bir ravinin isminin bilinmemesi adaletini gidermez. Bu görüþte olanlar, Hz. Aiþe'nin bir hadisini delil getirirler. Nakledildiðine göre Muhadramundan Sumâme b. Hazn, Hz. Aiþe'ye gelerek þýra içmenin hükmünü sorar. Mü’minlerin Annesi, orada bulunan Habeþli Cariyeyi çaðýrarak “bu der; Hz. Peygamber (s.a.s)'e hizmet etti, ona sor.” Adý bugün bile bilinmeyen cariye soryu cevaplandýrarak þunlarý söyler: “Hz. Peygamber (s.a.s)'in þýrasýný geceden sýkar, bir tuluma koyar, aðzýný baðlayýp asardým. Allah Resulü sabah olunca ondan içerdi.” 149
11. Adalet sahibi bir ravinin adaleti sabit iki ravi ismi söyleyerek þüpheli bir ifadeyle “bana falanca veya falanca haber verdi” diyerek rivayet ettiði hadis, dinî konularda hüccet sayýlýr; çünkü böyle demekle her ne kadar rivayetin kimden olduðunu açýklamýþ olmazsa da bu iki kiþiden baþkasýndan olmadýðýný açýklýða kavuþturmuþ demektir. Dolayýsýyle rivayeti hangisinden olursa olsun, adaletli ravidendir. Ancak, böyle durumda þüpheli ifadeyle isimlerini zikrettiði iki raviden birinin adaleti meçhul olur veya ravi “bana fülan veya baþka biri haber verdi” gibi bir tabirle ikinci þeyhi mübhem býrakýrsa rivayeti hüccet olmaz.
12. Mübtedi' denilen bid'at ehlinden olan ravinin rivayetlerinin kabul edilip edilmeyeceði konusunda deðiþik görüþler vardýr. Bunlar, Ehlu'l-Bid'a baþlýðý altýnda geniþ çapta ele alýnmýþtýr.
13. Fýþkýndan tevbe ettiði açýða çýkan ravinin rivayeti makbul sayýlýr. Ancak Hz. Peygamber'in aðzýndan yalan söylediði, bir diðer deyiþle hadis uydurduðu belirlenen ravi, bu günahýndan tevbe etmiþ bile olsa, cerhedilir. Rivayeti kabul olunmaz.
14. Bir sika ravi diðer bir sika raviden hadis rivayet ettikten sonra þeyh olan ravi cezm sigasýyla “ben bunu ona rivayet etmedim” veya “yalan söylüyor” gibi bir sözle rivayetini inkâr edecek olsa bazý son devir alimlerine göre o rivayet reddedilir.
15. Bir ravi bir hadisi rivayet ettikten sonra unutursa hadis, fýkýh ve kelam alimlerinin büyük çoðunluðuna göre o hadisle amel etmek caiz olur.
16. Hadis rivayeti için para alan kimsenin rivayeti- alimlerin çoðunluðuna göre kabul edilmez.
17. Hadis dinlerken gevþek davranan, dikkatsizlik eden ve bu adet haline getiren ravinin rivayeti reddedilir.
18. Buluð çaðma ermiþ müslüman ravinin, müslüman olmadan ve erginlik çaðýna ermeden önceki devrelere ait rivayetleri kabul olunabilir. 150