Askere Dil Dersleri By: reyyan Date: 02 Ekim 2011, 17:27:20
Askere Dil Dersleri
Þubat 2006 - 86.sayý
Ali YURTGEZEN kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Biz, en azýndan “millet” olarak davul zurnalarla, ellerinde kýnalarla, “Ya gazi ol, ya þehid” dualarýyla asker ocaðýna uðurladýðýmýz çocuklarýmýzý “er”, “nefer” yahut “Mehmetçik” diye vasfederken elbette dinin belirlediði bir arka plandan yola çýkýyoruz. Birilerinin paþa gönlü öyle istiyor diye bu kavramlarýn dinî ve tarihî muhtevasýný silip atacak deðiliz.
Sizin de kulaðýnýza çalýnmýþ bir fýkradýr: Yüksek rütbeli bir subayýn cenaze namazý için imam efendi “Er kiþi niyetine!” deyince, her nasýlsa cemaat arasýnda bulunan baþka bir yüksek rütbeli, “Aman hoca” demiþ, “ne yapýyorsun; o er deðil general idi.”
Böyle, kullanýlan sözün tahsisini bile-isteye dikkate almamak üzerine bina edilmiþ hayli fýkra vardýr. Muhatabý gülümsetmeye matuf bu fýkralarda mizah unsuru, söze, çok bilinen fakat kastedilmeyen baþka bir manâsýnýn taammüden verilmesiyle vücut bulur. Hadise umumiyetle uydurmadýr, bir mizansenden ibarettir. Dolayýsýyla meselâ bu fýkrada yüksek rütbeli askerleri küçük düþürmek gibi bir niyet yoktur. Aksini düþünmek, yani hakikaten böyle bir hadisenin yaþandýðýna ihtimâl vermek, meseleyi kötü bir þaka olmaktan dahi çýkarýr, aðlanacak hâle getirir. Zira bir cehâletin ifþâsý söz konusudur ve bu “cehl”, sahibinin mevkîi ile asla tevil edilemeyecek derecede korkunçtur.
Sabit ayaðýmýzý kaybetmenin, þirazeden çýkmanýn tabii bir neticesi olarak zaman zaman uydurma mizansenlere taþ çýkartacak vak’alar yaþanmýyor deðil. “Güleriz aðlanacak hâlimize”nin fevkinde bir hâl bu. Kanýmýz donuyor; gülmek bir tarafa, þöyle aðýz tadýyla aðlayamýyoruz bile. Týpký son zamanlarda maruz kaldýðýmýz “general þakasý” cinsinden beyanlar karþýsýnda olduðu gibi...
Biz, en azýndan “millet” olarak davul zurnalarla, ellerinde kýnalarla, “Ya gazi ol, ya þehid” dualarýyla asker ocaðýna uðurladýðýmýz çocuklarýmýzý “er”, “nefer” yahut “Mehmetçik” diye vasfederken elbette dinin belirlediði bir arka plandan yola çýkýyoruz. Birilerinin paþa gönlü öyle istiyor diye bu kavramlarýn dinî ve tarihî muhtevasýný silip atacak deðiliz. Ama laikliði hâlâ ve ýsrarla “millet-i hâkime”nin akidesinden imtina þeklinde anlama hatasý sadece biz Müslümanlarý incitmekle kalmýyor, böylece korunduðu zannedilen müesseselere de zarar veriyor. Siz ordunun aslî unsuru olan “rütbesiz asker”e neden er, nefer veya Mehmetçik denildiðini bilmez, yahut bilir de bunlarý redde kalkýþýrsanýz, o müessesenin manâ ve muhtevasýný da yok etmiþ olursunuz.
“Er”lik kemâle yönelmedir
Türk Dil Kurumu’nun hazýrladýðý sözlüðün deðiþik baskýlarýna bir daha baktým: “Er” kelimesinin “mürþid, insân-ý kâmil” karþýlýðýný ta baþtan beri es geçmiþler. Yani Yunus’un “Er eteði tuttun ise” mýsraýndaki “er”in kim yahut ne olduðu bilinmesin istenmiþ sanki. Tamam, “er” kelimesinin Arapçadaki “fetâ”, veya Farsçadaki “civanmerd” müterâdifi olarak “erkek kiþi, rütbesiz asker, yiðit, (kadýna göre) koca, âdem yahut adam” gibi birçok manâsý var fakat bunlar birbiriyle irtibatsýz deðil. Hepsi de en yukarýda “insân-ý kâmil” manâsýnda buluþuyor.
Nitekim biz askerimizin “er”liði ile onun cinsiyetini deðil, yiðitlik ve cesaretini anlatmak isteriz. Askerlik bir “ocak” olarak bu yiðitleri piþirir “adam” eyler. Anadolu’da hâlâ birçok yerde askerliðini yapmayanlara “adam olmamýþ” gözüyle bakar, “koca”lýða münasip görmez, kýz vermezler. Adam olmak, insân-ý kâmil olmaktýr. Asker ancak bu manâda “er” olabildiði vakit “þahâdet”e koþabilir. Þahâdet en yüksek rütbe ise, ki öyledir, “er”, yani insân-ý kâmil olmadan bu rütbeye ulaþýlabilir mi? Ýnsan fî-sebîlillâh yerinden yurdundan olup i’lâ-yý kelimetullâh için tâ Anadolu ve Rum ellerine sefer eyler mi? “Er” tesmiyesi bize Anadolu’nun manevî fâtihleri “Horasan erleri”nden mirastýr.
“Er”lerimiz neden hep “Mehmet”tir?
Herkes bilir ki “Mehmet”, Efendimiz s.a.v.’in ism-i þerîfi olan “Muhammed”in muhaffefidir. Galat demeye dilim varmýyor. Zira bu telâffuz deðiþikliðinin Peygamberimiz s.a.v.’e ve O’nun ismine gösterilen hürmetin icâbý, -ola ki bu ismi taþýyanlar bir yanlýþý iþlerler düþüncesiyle- bilerek yapýldýðýný düþünüyorum. Ýslâm’la þereflendikten sonra erkek çocuklarýmýza verdiðimiz en yaygýn isim dün “Mehemmed”di, bugün “Mehmet”. Bu, Rasûl-i zî-þâna duyulan muhabbetin, hürmetin ve çocuklarýmýzýn O’nu örnek almasý arzusunun ifadesidir. Tabiatýyla, Orhan Gazi zamanýnda “yaya” ve “müsellem” olarak teþkil edilen ilk düzenli orduya Anadolu’dan koþa koþa katýlan yiðitlerin, bugün olduðu gibi büyük ekseriyetinin “Mehmet” ismini taþýdýðýný tahmin zor deðil. Þu halde “bizim” askerimiz o zamandan beri Mehmetçik’tir. Kelimenin sonundaki ek “küçültme” manâsýndan ziyade, bu hitâbý kullananlarýn askerimize olan muhabbet, þefkat ve rikkatini aksettirmektedir.
Bu meselede serdedilebilecek baþka bir görüþ, Ýstanbul’un fethiyle alâkalýdýr. Malûm, Hadîs-i Þerîf’le Ýstanbul’un fethi müjdelenmiþ; fâtihleri komutan ve askerler övülmüþtür. Muhammed, kelime manâsý itibariyle “övülmüþ” demektir ki kutlu bir tevâfuk eseri fethin kendisine müyesser kýlýndýðý Osmanlý sultanýnýn adý da Mehemmed’dir. Hangi ismi taþýrlarsa taþýsýnlar, fethe iþtirak eden bütün askerlerimiz, Efendimiz s.a.v.’in övgüsüne mahzar olmakla “Muhammed”dir, yani “övülmüþ”lerdir.
Ýzah þekli deðiþse de “Mehmetçik”in Hz. Peygamber s.a.v.’le râbýtasý deðiþmemektedir vesselam.
Hz. Ebûbekir’in neferliði
“Koþmak, ileri atýlmak, seferber olmak” manâsýna Arapça “ne-fe-re” fiilinden müþtak bir de “nefer” kelimesi var. Kur’ân-ý Kerîm’de hem bu fiilin deðiþik sîgalarý hem de “ekip, grup, küçük birlik” karþýlýðý “nefer” ismi kullanýlýyor. Lügatte “fert” ve “erkek kiþi” manâlarý da bulunuyor ki biz “nefer”i daha ziyade bu muhtevasýyla biliyoruz. Gerçi eskiden umûmî seferberlik için “nefîr-i âmm” deniliyordu ama þimdilerde pek bilinmiyor. Ýnsanlarýn bir yere toplanmasý için üflenen “sûr”un bir adýnýn da “nefîr” olmasý yine buradan kaynaklanýyor.
“Nefer”in isim yahut sýfat olarak “asker” karþýlýðý isti’mâline Kur’an-ý Kerîm’de rastlamýyoruz. Fakat öte yandan “nefer”e bugünkü “asker” veya “er” manâsýnýn yüklenmesi de Kur’ân-ý Kerîm’deki ne-fe-re fiilinin zikredildiði âyetlerdeki husûsî sebebi yahut baðlamý çerçevesinde mümkün olabiliyor ancak. Meselâ Tevbe Sûresi’nin 38. âyetindeki “infirû fî-sebîlillâh” ibâresi tek baþýna “Allah yolunda seferber olun!” þeklinde karþýlanabiliyor. Tefsirler, bu ibârenin yer aldýðý âyetin Tebük Seferi’ne müteallik olduðunu ifade etmekte ve þu izâhý yapmaktadýr: “Hicret’in 9. senesindeki Tebük Seferi öncesinde Müslümanlar Huneyn ve Tâif seferlerinden henüz dönmüþtür. Kýtlýk senesidir ve yaz mevsiminin en sýcak günleri yaþanmaktadýr. Tebük, o güne kadar sefer edilen yerlerin en uzaðýdýr. Karþýda iyi techiz edilmiþ, sayýca kalabalýk ve kavi bir düþman ordusu vardýr. Beri tarafta Medine’nin hurmalarý olgunlaþmýþ, gölgeleri güzelleþmiþtir.” Böyle bir vasatta sefer emri gelince bazý bedevî kabileleri ile münâfýklar iþi aðýrdan alýr, yüzlerini ekþitir, gönülsüz davranýrlar. Hatta mühim bir kýsmý türlü bahanelerle bu sefere katýlmaz. Mezkur âyet, böyle davranan Müslümanlarý tekdir sadedindedir. Ayný emir karþýsýnda örnek davranýþlar sergileyen hakikî mü’minler de vardýr. Sefer hazýrlýklarý için malýnýn tamamýný veren Hz. Ebûbekir r.a. bunlardan biridir ve Efendimiz s.a.v.’in “Peki aile efrâdýna ne býraktýn ey Ebûbekir?” suâline “Allah ve Rasûlü’nü býraktým.” dedirten bir ihlâs ve teslimiyetin timsâlidir.
Demek ki her devirde olabileceði gibi o zaman da Allah’ýn “infirû” emri karþýsýnda bir kýsým Müslümanlar “yerlerinden fýrlayýp ileri atýlmýþ”, Müslüman olduklarýný iddia edenlerin bir kýsmý da dünyaya baðlýlýklarý sebebiyle yerlerinde çakýlýp kalmýþlardýr. Ýþte böyle “evlerinden çýkýp bir yere toplanan cemaat”e “nefir”, “onlardan her biri”ne de “nefer” denmiþtir bilâhare. Þu halde “nefer”, Allah ve Rasûlü’nün sefer emrine muhatap olunca hiç sorgulamadan koþup gelen, fethin veya zâlimi alt etmenin arzu ve heyecanýyla yerinde duramayan, dünyayý elinin tersiyle itip þartlara aldýrmadan cepheye seðirten “er” demektir.
Neferlik, Hz. Ebûbekir r.a.’ýn makâmýna talip olmaktýr yani.
Bu iþin daha “gazilik” ve “þehitlik” bahisleri var. Onu da bilenler bilmeyenlere anlatsýn.