Tabiat Ve Sebebler...... By: Nursima Date: 29 Eylül 2011, 17:48:45
TABÝAT, TABÝAT KANUNLARI VE SEBEPLER NÝÇÝN YARATILMIÞTIR?
1- Kanunlar ve sebepler, birer vasýta ve perde olup, yukardan gelen emir ve talimât, bu vasýtalarýn perdedarlýðý arkasýnda taallûk noktalarýna ulaþýr.
Cenâb-ý Hakk, madde âlemini yaratýrken, tabiatýn ayrýlmaz zâtî bir vasfý ve özelliði olarak, tabiat kanunlarýyla sebepleri de beraber yaratmýþtýr. Ýlk yaratýlýþa verilen “Ol” emriyle varlýk sahasýna girenler, ayný zamanda bu hususiyetle de mücehhez olarak bu sahaya girerler. “Ve, ona herþeyden bir sebep verdik” (Kehf, 18/84) âyeti de, bu hakikatý ifade etmektedir.
Ancak bütün bu sebep ve kanunlar, Cenâb-ý Hakk'ýn izzet ve azametine birer perde olup, onlarýn ardýnda hakiki icraatta bulunan ve varlýðý -sebepler dahil- yaratan, yine Allah (cc)'dýr. Kanun ve sebepler, o Kudret'ten gelen hakikî tasarruf ve tesirleri neþr ve ilân etmekle vazifeli, O’nun izzetini aklýn zâhirî deðerlendirmelerine karþý muhafaza eden tenteneli birer perde hükmündedir.
Ýnsanlar arasýnda bulunan makam sahiplerinin bile bir izzet, azamet ve haysiyetleri vardýr ve bundan dolayýdýr ki, bir takým vasýtalarla ve perde arkasýndan icraatta bulunurlar. Her dairede yapýlan iþlere bizzat müdahele edip, ortada görünmezler ve izzet ve azametleri adýna iþleri baþkalarýna gördürüp, baþkalarýný kullanýrlar. Sözgelimi, bir devlet baþkaný, belediye zabýtasý gibi elinde makbuz çarþý-pazarý bizzat denetlemez; zira makam ve mevkii, buna müsaade etmez. Bir general, koðuþlarýn temizliði, karavana taþýnmasý ve silah bakýmý gibi vazifeleri erlere gördürür ve kendisi, rütbe ve makamý adýna o vazifelerde bizzat görünmez. -Teþbihte hata olmasýn- aynen bunun gibi, Kâinatýn ve bütün mevcudatýn tek sahip ve hâkimi olan Allah (cc) de, kâinatta cereyan eden bütün hâdiseleri, kanun ve sebepleri perde yaparak sevk ve idare etmektedir. Zirâ izzet ve azamet, bunu gerektirir. Bir farkla ki, Allah (cc)’ýn izzet ve azemetine perde yaptýðý þeyler için hakîkî te’sir bahis mevzûu deðildir.
Demek oluyor ki, kanun ve sebepler, hükümetin bir kalem dairesi hükmünde olup, yukarýdan gelen emir ve talimâtýn tatbiki o daireden, o vasýta ve sebeplerle irtibatlandýrýlmaktadýr. Gerçekte bütün iþleri gören ve gördüren ise, Allah (cc)’dýr.
2- Tabiat kanunlarý ve sebepler, haksýz þikâyetlere ilk hedef olsunlar diye yaratýlmýþtýr:
Eþya ve hâdiselerin iki yönü vardýr: Mülk ve Melekût, diðer bir ifadeyle, iç ve dýþ.. týpký ayna gibi. Onun bir yüzü þeffaf, berrak, kirsiz, temiz, güzel ve kusursuz; diðer yüzü ise kesif, kirli, çirkin ve kusurludur. Bunun gibi, eþya ve hâdiselerin de melekût yönü dediðimiz iç yüzünde kanun ve sebepler bulunmadýðý için, o yüzde kir, çirkinlik ve kusur yoktur. Burada herþey berrak, pýrýl-pýrýl ve tertemizdir. Hayat, nur ve rahmet, bu yüze sadece üç misâldir.. Mülk yönü dediðimiz dýþ yüzünde ise, Cenâb-ý Hakk'ýn izzet ve azametine, kemâl ve cemâline muhalif, göze, kulaða ve buruna, hattâ hayâl ve düþünceye hoþ gelmeyen bir takým haller bulunur ki, iþte kanun ve sebepler, bu gibi durumlarda perde, bazan da hedef olsunlar diye yaratýlmýþlardýr. Cenâb-ý Hakk, icraatýný bu sebep ve perdelerin verâsýnda sürdürmektedir. Ayrýca, haksýz ve yersiz þikâyetlerin doðrudan doðruya Cenâb-ý Hakk’a karþý yapýlmamasýný te’min hikmeti de, sebep ve kanunlarýn yaratýlmasýný iktiza etmiþtir. Zira, gafil ve cahil kimseler, çok defa eþya ve hâdiselerdeki ince ve derin hikmetleri, neticede saklý nice güzellikleri göremediklerinden, þikâyetlerini bizzat Cenâb-ý Hakk'a tevcih eder ve O'ndan þikâyette bulunurlar. Halbuki böyle bir þikâyet, þikâyet edilen husustan daha büyük bir felâkettir. Evet, çok defa þikâyete sebep olan felâket, kendinden daha büyük yeni bir felâket getirir. Ýþte, Rahmân ve Rahîm olan Yüce Zât (cc), sonsuz bir rahmet eseri olarak, icraatýný esbap ve perdelere sarýp sarmalamakla kullarýnýn hakikî felâketten kurtulmalarýný dilemiþ ve onlara mazeretler bahþetmiþtir.
Bunun içindir ki, gönül meyvesini kaybetmiþ baðrý yanýk ananýn feryadýnda gizli olan þikâyet, hastalýk ve musibet perdesine sarýlmýþ ve böylece o ana, evlâdýný kaybetmekten daha büyük bir felâket olan Cenâb-ý Hakk'a karþý küstahlýktan kurtarýlmýþtýr. Kullarýna karþý bu kadar þefkatli davranan Rabbimiz ne büyük ve büyüklük ifadesi, O’nun gerçek büyüklüðü yanýnda ne kadar küçüktür!..
3- Tabiat kanunlarý ve sebepler, sonsuz Ýlâhî san’- atý nazara vermek için yaratýlmýþtýr:
San’atkârýn büyüklüðü, eserinin kýymetiyle takdir edilir. Cývýl cývýl kuþlar, rengârenk çiçekler ve en küçük varlýkta müþahede edilen hârika san’at incelikleri ve daha neler neler!. Evet, bütün bunlarda Allah (cc), tabiat diliyle isim ve sýfatlarýný terennüm ettiriyor ve bu isim ve sýfatlarýn tecellilerini sebepler adý altýnda teþhir ederek, þuurlu varlýklarýna seyrettiriyor.. Kendisi de, onlarýn hayret ve hayranlýklarýný seyrediyor.
Her cemâl ve kemâl sahibi, kendi cemâl ve kemâlini görmek ve göstermek ister. Dünyada, beþerin pür-kusur san’-atkârlarýnda dahi görülen böyle bir hazza meftuniyet, galeri ve sergiler adý altýnda teþhir ediliyor ve bu galeri ve sergilerden hergün biri kapanýp, diðeri açýlýyor. Halbuki beþerdeki cemâl ve kemâl, Mutlak Cemâl ve Kemâl Sahibi’ni anlamada bir ölçü birimi olarak, hem de en asgari seviyede bulunmaktadýr. Bununla beraber, böyle bir ölçü adesesiyle dahi olsa, Mutlak Cemâl ve Kemâl sahibi olan Cenâb-ý Hakk’ýn kendi cemâl ve kemâlini görme ve gösterme isteðiyle tabiatý bir teþhir salonu hâline getirmesindeki yüce irade ve meþîetini idrak edip anlamak, her zaman mümkündür. Bu idrak ve anlayýþtýr ki, insaný O’nun tesbih ve takdisine sevkeder. Cenâb-ý Hakk'ý tesbih ve takdis etmek, ibadet ve kulluk þuurundan kaynaklanýr. Böyle bir kulluk ise, insanýn, hattâ bütün varlýðýn yaratýlýþ gayesidir. Ýþte sebepler merdiveni, bizi böyle bir gayeye doðru yol aldýrýp ufka yaklaþtýrmasý bakýmýndan da önemlidir..
4- Tabiat kanunu ve sebeplerde tedricîlik:
Tabiat kanunu ve sebeplerde tedricilik esastýr. Bu da, Ýlâhî san’atýn büyüklüðünü isbat eden en sýrlý delillerindendir. Çünkü, her kademe ve her safhada ayrý ayrý isimlerin tecellilerini göstermesi ve bütünde var olan san’at harikalýðýnýn bir organizmanýn deðiþik teþekkül safhalarýný meydana getiren bütün bölümlerinde de bulunmasý, sadece Cenâb-ý Hakk'ýn san’atýna has ve O yüce san’atkâra mahsus bir özelliktir. Böyle bir hususiyeti baþka hiçbir san’at eserinde görmek ve göstermek mümkün deðildir.
5- Tabiat kanunlarý ve sebepler, hikmet yurdunda bulunmamýzýn muktezasý ve neticesidir:
Ahiret dârü’l-kudret, dünya ise dârü’l-hikmettir. Yani, ahirette daha çok kudret hakimken, dünyada ise hikmet hakimdir. Dolayýsýyla, ahirette kanun ve sebepler devre dýþý býrakýlacaktýr; fakat dünyada, hikmetin gereði olarak kanunlar ve sebepler devrede bulunmaktadýr.
Cenâb-ý Hakk'ýn Hâlýk, Rezzak, Þâfî, Mukaddir, Musavvir... gibi isimlerinin yanýnda bir de Hakîm ismi vardýr. Bu mubarek isimle O, hikmetle iþ yapar; hikmetle yaratýr, hikmetle sebep ve kanunlarý icraatýna vesile kýlar; hikmetle, illet-malül, sebep-netice arasýnda kurduðu münasebetler çervesinde varlýk dantelasýný örer..
Ahirette ise kudret hâkim olduðundan, Cenâb-ý Hakk kudretiyle muamele edecek; fanî ve geçici olan dünyayý, içinde cereyan etmekte olan kanun ve sebepleriyle beraber yýkýp, yeni ve tamamen baþka ma’nâlarýn esas olduðu bambaþka bir mesken yapacaktýr. Ve o âlemde, dünyaya mahsus ne kadar deðer ölçüsü varsa hepsi silinecek ve varlýk deðiþik bir hüviyete bürünerek kudret tezgâhýna sevkedilecektir.
Kudretin hâkim olduðu bu ebedî âlemde, Cennet meyvelerini yemek için topraðýn sürülmesine, tohumun ekilmesine ihtiyaç yoktur. Cennet elbiseleri de, terzinin iðnesiyle makasýna ihtiyaç duyulmadan dikilmiþ bir halde sahibini bürüyecektir. Orada eskime, pörsüme, ihtiyarlama ve ölme de olmayacaðýndan, bu neticeye götürücü sebepler de bulunmayacaktýr. Dünya hizmet yeri, ukbâ ise ücret evidir. Dolayýsýyla, oradaki nimetlere nâil olmak için burada çalýþmak ve sebeplere sarýlmak gerektir. Fakat âhirette bu sebep de diðer sebeplerin maruz kaldýðý akibete uðrayarak ortadan kalkacak, evet, orada çalýþma da olmayacaktýr..
6- Tabiat kanunu ve sebepler, sýrr-ý teklif ve imtihan için yaratýlmýþtýr:
Sebepler ve kanunlar birer perdedir. Gayba imân edenlerle etmeyenleri birbirinden tefrik için, gözlerimizle gayb arasýna çekilmiþ olan bu perdeler, mü'minin kâfirden ayrýlmasýna yardým eder. Gayba imân, mü'minin en mümeyyiz vasfýdýr. Burada þu hususa da dikkat etmek gerektir:
Cenâb-ý Hakk, dileseydi kanunlarý yaratmayabilirdi. Söz gelimi, dünyayý bizim de görebileceðimiz bir meleðin sýrtýna yükler ve bize yerçekimi kanunundan bahsettirmezdi. Veya çocuðun teþekkülü için sadece bir gece yapýlacak duâyý þart koþardý da, insan, çocuðu kapýsýnýn önünde hazýr bulurdu. Yine Allah dileseydi, gökyüzündeki yýldýzlarý birer harf gibi kullanýr ve herkesin okuyacaðý þekilde bu yýldýzdan harflerle adýný yazar ve Zâtýný bizlere duyururdu. Veya Cenâb-ý Hakk, her insanla bizzat konuþur ve ta baþtan insaný o kabiliyetle donatýlmýþ olarak yaratýrdý.. Bütün bu saydýklarýmýz ve saymadýklarýmýzýn hepsi mümkündü. Ancak bu takdirde, esas gayeden sapýlmýþ olurdu. Çünkü insanýn yaratýlýþ gayesi imtihandýr. Eðer bu dediklerimiz olsaydý, ne aklýn varlýðýnýn bir hikmeti kalýrdý, ne de kulluk teklifinin bir ma'nâsý olurdu. Bu, ayný zamanda insan iradesinin zorla elinden alýnýp, insanlarýn ister istemez inanmaya mecbur edilmesi demek olurdu ki, sorumluluk ve mükellefiyet ruhuyla te’lif edilmesi mümkün deðildir. Evet, eðer öyle olsaydý, elmas ruhlu Ebû Bekirlerle kömür ruhlu Ebû Cehiller birbirinden ayrýlmazdý. Ýmtihan sýrrý kalmadýðýndan dolayý da, melekleri geride býrakmaya namzet insanýn makamý sabit kalýr ve insanýn yaratýlmasýnýn bir ma'nâsý olmazdý. Zira insan yaratýlmadan önce de, makamý sabit melekler mevcuttu.
7- Tabiat kanunlarý ve sebepler, fikirlerin geliþmesi, ilim ve medeniyetlerin teþekkülü için yaratýlmýþtýr:
Ýnsanoðlu, var olduðu günden beri merak ve tecessüsünü Cenâb-ý Hakk'ýn yarattýðý madde üzerine teksif etmiþ ve bunun neticesi olarak da, üstü kapalý yaratýlan eþya ve hâdiseleri keþfederek gün yüzüne çýkarmýþ.. medeniyet ve teknoloji de, onun bu gayretiyle günümüzdeki seviyesine ulaþmýþtýr. Halbuki iþin baþýndan beri herþey apaçýk vaz’edilmiþ olsaydý, merak ve tecessüs kalmayacaðýndan araþtýrma, inceleme de olmayacak ve insanlar ilk bulduklarý ortamda sadece herþeyi malûm olma zemininde hayret ve hayranlýk hislerinden uzak bir þekilde, dünyadan gelip-geçme sýralarýný savmaya çalýþacaklardý. Doðduðu gün öleceði günü beklemekten baþka iþi olmayan böyle bir zavallýnýn hazin hali, hepimizin deðiþmeyen kaderi olurdu ki, herhalde bunun adý da þimdikinden baþka olacaktý. Öyle olmadýðý için, olmayana isim de veremiyoruz..
8- Tabiat kanunlarý ve sebepler, belli bir ülfet, ünsiyet ve alýþkanlýk hasýl ederek, hayatý sevimli hale getirirler:
Ýfrat ve tefritten arýnmýþ ülfet ve alýþkanlýklar, hayatý zevkle yaþanýr hale getirmenin ayrýlmaz vasýflarýdýr. Bu vasýflardan mahrum bir hayatýn hiç de istenecek ve sevilecek bir durumu yoktur. Zira, yarýn nasýl bir gün ile karþýlaþacaðýný bilmeyen bir insanýn, hayatýný belli bir plân ve programla disipline etmesinden söz edilemez.. ve hârikalar cümbüþü ortasýnda hayatýný her an yeni bir harikayla koyun koyuna geçiren insanýn þaþkýnlýðý ve bu þaþkýnlýðýn bitmek bilmemesi de, hiç arzu edilecek bir þey deðildir. Bir de, insanýn bizzat kendisinin dünyaya geliþ keyfiyeti deðiþseydi.. ve bugünün keyfiyetiyle dün ve yarýn arasýnda hiçbir münasebet olmasaydý, sonra buna ölümün keyfiyeti de katýlsaydý, bir düþünün insan ne hale gelirdi? Evet, dünyada sebep ve kanunlarla tasarruf yapýlmamýþ olsaydý, denge ve düzen gibi hayatý hayat yapan bütün sabit deðerler de ortadan kalkardý ve onlarsýz bir hayat da hayat olmaktan çýkardý..
Ülfet ve alýþkanlýðýn orta yolu, düþünerek ve tefekkür ederek yaþamak; ifratý, tefekkürü öldürmek ve tefriti de, hayatý zehir etmektir. Mü'min ise, her mevzûda olduðu gibi bu mevzûda da orta yolu seçendir.
M.F.GULEN
radyobeyan