Suskun Deniz By: reyyan Date: 17 Eylül 2011, 08:18:39
Suskun Deniz
Mayýs 2007 - 101.say
Faruk GÜRBÜZ kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Suskun Deniz • OCAK 2001 • SAYI 25
Derin denizlerin sükûtu büyüler beni. Ýçimi bir heybet hissi kaplar. Benliðimi haþyet duygularý istilâ eder. Kalbim ürpermelerle dolar. Dalgalý denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana. Göklerin suskunluðu da öyle. Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düþünmüþümdür hep. Sükût her zaman daha manalý, daha derindir.
“Ulvî olan sükûttur, gayrisi zaaftýr” diyor Vigny. Þair bir kurt avýnda bunu fark eder. Diþisiyle birlikte iki yavrusunu kurtarmak için, ay ýþýðýnýn alaca karanlýðýnda vahþi bir ormanda bir erkek kurdun verdiði asil savaþtan çok etkilenir þair. Erkek kurt kendisine ve yavrularýna saldýrmak üzere olan avcýlarý hissetmiþtir. Kurdun bütün kaçýþ yollarý kesilmiþtir. Karþý koymak ve hayatýndan kahramanca feragat etmekten baþka çaresi yoktur. Pençelerini, az sonra kendisine mezar olacak karlara saplar ve bekler. Av köpeklerinin en yavuzunu gözüne kestirir ve onu haklar. Köpeðin boynu erkek kurdun diþleri arasýndadýr. Avcýlar habire ateþ ederler. Kamalarýný kurdun böðrüne kabzalarýna kadar saplarlar. Fakat kurt hiç inlemeden, ýzdýrabýný sessizce yudumlayýp, öylece düþmanlarýna bakmaktadýr.
Kurdun gözlerinde sükûtun heybeti belirmiþtir. Bu heybet þaire, aðlamanýn, inlemenin ve yalvarmanýn ancak bir zillet olduðunu anlatýr. Erkek kurt kaderin kendisine yüklediði vazifeyi ifa etmiþ, ýzdýrap çekmiþ; ama inlemeden ölmüþtür.
Bu asil hayvan, þaire, sevdiklerini yaþatmak için, hayattan feragat etmeyi, fedakârlýðý da öðretmiþtir.
Evet; hiçbir þiir ve söz, sükût ve amel kadar tesirli olamaz. Bir Ýngiliz atasözü, “Hareketler kelimelerden daha gür sesle konuþur.” diyor. Kalbe sözden çok sükûttan manalar akar. Ýnsan evrendeki sükûtu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktý. Ýnsanlar sükûtun dilinden anlayacak, derin ve manalý bakýþlarla konuþacaklardý. Ve ses, sükûtun heybetini bozamayacaktý.
Konuþtuðum zamanlar hep acze düþmüþümdür de ondan kelâma sarýlmýþýmdýr. Evrendeki her varlýkta sükûtu bir süs, bir hikmet olarak algýlamýþýmdýr. Sözü ise
ancak bir zaruret...
Allah’ýn kelâmý var. Peygamberler de konuþmuþ. Ama bu, sükûtun sakladýðý engin sýrlarýn teyidi. Hissiz kalabalýklara sesini duyuramayanlar, þamatada vaaz
etmekten vazgeçmiþ, sükûta sýðýnmýþlar hep. Ýsrafl arýn en kötüsü, sözü israf etmektir çünkü...
Öfkelerini mukaddes bir çýðlýða dönüþtüremeyenler, sükûtun o manalý ve mütevekkil zýrhýna bürünürler.
Zulüm karþýsýnda hayretten fal taþý gibi açýlmýþ gözler yuvalarýnda münzevileþir, derin ve ürkütücü bir sükûta bürünür.
Sükûtta tevekkülü, sükûtta cümle iþlerin Allah’a havalesini okur gibi olurum.
Allah’ýn varlýðýna birer iþaret parmaðý gibi, “O var” diye uzanan alemler konuþabilseydi, daha mý heybetli olurlardý? Denizler dile gelseydi, çaðlayanlar ilâhiler mýrýldansaydý mesela... Yunus gibi sarý çiçekle konuþabilseydik, güllerin, karanfillerin sesten, sözden kelâmlarý olsaydý mesela... Daha mý büyüleyici olurlardý? Kanaatimce hayýr! Çiçekler de susunca güzeldirler. Sýr saklayan her þey caziptir. Sýrrý olan her þey derin ve güzel...
Mukaddes nidalara karþý boynum kýldan ince olmakla birlikte, evrende Vigny gibi ben de hep sükûtu ulvî bulmuþumdur. Bazen bir çýðlýk bin çýð koparabilir; fakat bir mazlumun biçare sükûtu kýyamet saatini erkene alabilir.
Sözden, riyakâr hitabelerden nefret ettiðim bir merhalede, sükûtun girdabýna kapýldýðým zamanlarý hatýrlýyorum þimdi. Gafl etten kaskatý kesilmiþ kalplere sözün deðil, sükûtun tesirine þahit olmuþumdur. Benim de hayatýmýn istikametini söz deðil, sükût deðiþtirmiþtir.
Þuursuz çýðlýklarýn karanlýk ormanlarýnda derin bir sükût içerisinde yol ararken, kalbime þu mýsralar dökülüvermiþti.
“Uyur ýzdýraplarým gönlümde bir yar gibi / Aðlar, halime aðlar, düþüp eriyen karlar. / Kulaklarým gaibden bir davet duyar gibi / Sanýrým uzaklardan beni bir çaðýran var...”
Çok geçmeden o davet beni çekti ve sükûtun heybetini mübârek yüzünde bulduðum bir Allah dostunun kýyýsýna vardým.
Onun dudaklarýndan yýllarca tek bir sohbet iþitemedim. Hep derin denizler kadar heybetli bir sükût dinledim ondan. Sanki durgun ve derin bir ummanýn kýyýsýna
varmýþtým. Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediði bir deniz bulmuþtum. Hayatýn hiçbir kasýrgasý, hadiselerin hiçbir fýrtýnasý onu dalgalandýramýyordu. O denize imrendiðim an, gözlerim Necip Fazýl’ýn þu mýsralarýna takýlmýþtý:
“Gittim, gittim, denizin, / Sýnýr yerine vardým. / Halin bana da geçsin! / Diye ona yalvardým.
Bir çýlgýn vesvesede, / Ýçim didiklense de, / Olaydým o cüssede, / O’nun gibi susardým...”
Gerçekten de öyle olmuþtu. Sonsuza götüren bir denizin kýyýsýna varmýþtým.
O zaman anladým ki, susmak bir cüsse iþi. Derin denizlerin iþi. Sýð sularý en hafif rüzgârlar bile coþturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin sevdalar...
Anladým ki, derin ve esrarengiz olan her þey susuyor. Anladým ki susan her þey derin ve heybetli.