Kalbi Baharla Diriltmek By: reyyan Date: 29 Aðustos 2011, 14:13:56
Kalbi Baharla Diriltmek
Aðustos 2008 - 116.sayý
T. Ziya ERGUNEL kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
“Hevâ-yý aþka uyup kûy-i yâra dek gideriz,
Nesîm-i subha refîkiz, bahâra dek gideriz.” (Nâilî-i Kadîm)
[Aþk’ýn hevâsýna uyarak sevgilinin bulunduðu yere kadar gideriz.
Sabah esintisine yoldaþýz; (ona eþlik ederek) bahara ulaþýrýz.]
Nailî, Divan edebiyatýnýn önemli þairlerinden biri. 16. asrýn ilk yarýsýnda Ýstanbul’da yaþamýþ.
Þairimiz, âþýklara mahsus bir kararlýlýðý, bir nevi meydan okumayý yansýtan yukarýdaki beytinin her iki mýsraýnda, söz konusu kararlýlýðý pekiþtirmek için ayný þeyleri farklý kelimelerle tekrar etmiþ. Aþkýn hevâsýna, yani âþýðý mâþukuna meylettiren heveslenmelere uyup sevgilinin semtine yönelmek de, nesîm-i subh’a (sabah esintisine) eþlik edip bahara doðru yol almak da ayný kapýya çýkýyor.
Çünkü âþýðýn baharý sevgilinin bulunduðu yerdedir. Hayatý, canlýlýðý, gönlü okþayan latif ses ve kokularý, bütün güzellikleri ancak “kûy-i yâr”da bulur âþýk.
Bu meyanda sevgilinin bulunduðu semtin âþýk için taþýdýðý tehlikelerden, buna raðmen göze alýnmasýndan, âþýðýn “aþk”a kapýlýp iradesini tamamen yitirmesinden ve nihayet hafif bir esinti önünde sürüklenecek kadar zayýf düþmüþ olmasýndan bahsedilebilir.
Bunlar beytin ilk bakýþta görünen zahirî manalarýdýr. Halbuki Divan þiiri “mazmun”larla kurulur. Mazmun, “içine baþka bir mananýn gizlendiði söz” demektir. Bu gizlenmiþ manalar beyitlerin bâtýnýný, hakikatini teþkil eder. Nitekim Nailî’nin bu beytindeki “kûy-i yâr”, “nesîm-i subh”, “bahâr” hatta “refîk” sözleri birer mazmundur.
Mazmunlar arasýndaki irtibat yahut bunlarýn tedaileri zihinde ayrýca bir tasavvur oluþturur ki bu tasavvura da “beytin mazmûnu” denir. Ayný zamanda bir Halvetî olan þairimizin bu beytinde “Asr-ý Saadet” mazmunu vardýr. Ýzah edelim:
Bahar, “adl eyyamý”dýr; günleri mutedil bir mevsimdir. Havasý ne çok soðuk ne de çok sýcak olur. Gecesi ile gündüzü müsavidir. Hem bu itidali hem de yeniden diriliþin örneði olmasý bakýmýndan Ýslâm’ýn sembolüdür. Ýslâm da din-i adl’dir. Küfürle, þirkle, günahlar ve sapkýnlýklarla kalplerini öldürmüþ insanlar için yeniden hayat bulmanýn imkânýdýr. Peygamberlerin tebliðle vazifeli kýlýnmasý manasýna gelen “bi’set”, bu sebeple ayný zamanda “ölülerin diriltilmesi” demektir.
Nesim-i subh yahut saba rüzgârý, baharda seher vakti esen, ferahlatýcý, hafif bir rüzgârdýr. Baharý müjdeleyen çiçek ve yapraklar bu rüzgârýn tesiriyle açýlýr. Bahar onunla gelir yani. Onun için saba rüzgârý nübüvvettir; Rasulullah s.a.v.’e iþarettir. Nesim-i subh’un nefhasý “vahiy”; bunun baharý ya da diriliþi, imanýn feyz ve bereketini, Ýslâm’ýn güzelliklerini mümkün kýlmak üzere hayata taþýnmasý “nübüvvet”tir. Hz. Peygamber s.a.v.’in ilâhi bir nefha olan vahyi saba rüzgârý gibi getirip cahiliyyenin en karanlýk devrini bahar kýlmasý, yahut Ýslâm’la yeþertip nurlandýrmasý, kâmil manada Asr-ý Saadet’te yaþanmýþtýr. Öyleyse bahar Ýslâm’dýr ama hususen Asr-ý Saadet’te yaþanan Ýslâm’dýr.
Bu münasebet, Kur’an-ý Kerim’deki bazý ayetlerden hareketle de kurulur. Rum suresinin 50. âyetinde “Allah’ýn rahmetinin eserlerinden biri” olarak “bahar”a, baharda “arzýn, öldükten sonra yeniden diriltilmesine” iþaret edilir. Yeniden bir diriliþ için, ebedî bir hayat için, Cenab-ý Hakk’ýn insanlara ihsan eylediði en büyük rahmet eseri ise Rasul-i Ekrem s.a.v.’dir. Zira Enbiya suresinin 107. ayetinde Habib-i Kibriya’nýn “Âlemlere rahmet olarak gönderildiði” beyan buyurulmaktadýr.
“Saba rüzgârý” Hz. Peygamber s.a.v., “bahar” Asr-ý Saadet’te yaþanan Ýslâm olunca, “refik” de Sahabe-i Kirâm Efendilerimiz olur. Arkadaþ veya yoldaþ manalarýna gelen “refik”, aslýnda “bir þeye dayanarak onu hem tutmak hem de ona tutunmak suretiyle ve tam bir teslimiyet içinde o þeyle beraber yol alan kiþi” demektir.
Böylece ikinci mýsrada söylenmek istenen þudur: Sahabe-i Kirâm’ýn teslimiyetiyle Allah Rasûlü s.a.v.’e tabi olanlar, vahyin belirlediði çizgide þaþmadan yürüyenler, Ýslâm’ý Asr-ý Saadet’teki gibi kemâl mertebesinde yaþayabilirler. Bu teslimiyet ve refakat, sonraki devirlerde Hz. Peygamber s.a.v.’in vârisi hükmündeki âlimlere, velilere refik olmakla da tahakkuk eder.
Ýslâm’ý kemâl mertebesinde yaþamaktan murat, “saadet” nitelemesinden de anlaþýlacaðý gibi kalbin mutlak manada huzur ve sükun bulmasý, Allahu Tealâ ile mülaki olmasýdýr. Mümin dünyaya gelmezden evvel Âlem-i Ervah’ta, Elest Meclisi’nde daha önce bu safayý sürmüþtür. Öyleyse Allah Rasulü s.a.v.’e ve O’nun vârislerine uyarak, onlarýn hayata taþýdýðý ilâhi nefhalarýn mazharý olarak ulaþacaðýmýz “bahar”, Âlem-i Ervâh’ta yahut Cennet’te yaþadýðýmýz “hâl”dir; ebedî bir diriliktir. Bu sebeple tasavvuf dilinde bahar “bâtýnda ruhaniyyetin zuhuru” demektir.
Þimdi buradan ilk mýsradaki “kûy-i yâr”e yol bulabiliriz. Çünkü sözün baþýnda þairin her iki mýsrada da ayný þeyi farklý kelimelerle tekrar ettiðini söylemiþtik. Kûy-i yâr, Sevgili’nin bulunduðu yerdir. Bu terkiple ruhlar âlemi kastedilse de asýl anlatýlmak istenen bir “yer” deðil, daha önce farklý bir âlemde Cenâb-ý Hak’la hemhâl olma keyfiyetidir. Allahu Tealâ mekandan münezzehtir ve elbette her yerdedir. Ýþte bu marifet ve þuur, yani vahdet idraki, “kûy-i yâr”da olmak demektir. Vahdet idraki kalpte olur. Kalp, Cenâb-ý Hakk’ýn sýfatlarýnýn tecelligâhýdýr. Onun içindir ki müminin kalbi kûy-i yârdýr; beytullahtýr.
Böyle bir kalp hakiki manada diri kýlýnmýþ, bahara çevrilmiþtir. Huzur ve sükûn içinde cennetin ya da Elest Bezmi’nin sefasýný sürmektedir. Fakat aþka uyup dünya varýný terk etmeden, saba rüzgârýnýn esintisine ram olmayý engelleyen aðýrlýklardan kurtulmadan böyle bir kalp fethine, böyle bir diriliþ yahut bahara eriþmek mümkün deðildir.
Sevgiliye kavuþmanýn yegâne vasýtasý aþktýr. Aþk, Sevgili’den gelen talimata kayýtsýz þartsýz teslimiyeti icap ettirir. Sahabe-i Kirâm’ýn asrý, bu aþk ve teslimiyetten dolayý “Asr-ý Saadet” olmuþtur.