Din ve Gelenek By: seymanur K Date: 31 Temmuz 2011, 14:27:32
Din ve Gelenek
Onlara: 'Allah ne indirdiyse, ona uyun' denildi mi, 'Hayýr! Biz atalarýmýzý neye uymuþ bulduysak ona uyarýz' derler. Ya þeytan onlan yakýcý ateþin azabýna çaðýrmýþsa, yine de atalarýna mý uyacaklar? Kirn bütün benliðiyle Allah'a teslim olur, iyilik ve güzelliði de huy edinirse, o gerçekten en saðlam kulpa yapýþmýþ demektir. Ýþlerin sonu Allah'a varýp dayanýr. [404]
Sahip olunan inanç ve hayat tarzýnýn referansý durumundaki bilginin niteliði, Kur'an'm hemen hiçbir zaman gündemden düþürmediði bir konu olmuþtur. Kur'an, kendisiyle insanlara sunulan esenlik dini Ýslâm'ýn hak ve doðru oluþunu veya diðer dinlerin yanlýþlýðýný anlatýrken, hep bilginin niteliði üzerinde durmuþtur, insanýn iç (enfusî) ve dýþ (afakî) tabiatýnda mevcut yasa ve ilkelerle (ayet) uyumlu olan Ýslâm'ýn, insaný gerçek anlamda dünya ve ahiret esenliðine ulaþtýrýcý olmasýna karþýlýk; diðer tüm dinlerin insana hem dünyada ve hem de ahirette esenlik saðlayamadýðýnýn ve saðlayamayacaðýnýn delili olarak gerek Ýslâm'ýn ve gerekse diðerlerinin referanslarý olan bilginin niteliðine dikkat çekmiþtir. Ýslâm'ýn ilme dayanmasýna karþýlýk, diðerlerinin zanna dayandýðýný çok sayýda örnekle göstermiþ ve açýklamýþtýr. Bu açýdan ilim-zan karþýtlýðý þeklinde açýlým kazanan bilginin niteliði Kur'an'm üzerinde ýsrarla durduðu bir konu olmuþtur. Konuya iliþkin nihai hüküm ise, bir ayetle þöyle açýklanmýþtýr: 'Din konusunda onlara açýk deliller verdik. Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra, aralarýndaki kýskançlýklar yüzünden ayrýlýða düþtüler. $üphesiz Rabbin, ayrýlýða düþtükleri þeyler hakkýnda kýyamet günü aralarýnda hükmünü verecektir.[405]
Risâlet sürecinde Mekke'de tekrar vücut bulan insanlýðýn ilk ve asli dini olan Ýslâm'ýn, hakikati temsil ediyor olmanýn verdiði özgüvenle kendisine ve diðer dinlere iliþkin bu radikal ve cesur deðerlendirmelerine karþýlýk, þirk dini ve mensuplarý için durum çok daha baþkaydý. Müþrikler, þirke dayanan inançlarýnýn ve bu inançlarýnýn çevresinde oluþan hayat tarzlarýnýn ilme uzak oluþu, zan tarafýnda yer alýþý nedeniyle, Ýslâm'ýn veya kendi dinlerinin temelini teþkil eden bilginin niteliðini gündeme getirmemeye büyük özen gösterdiler. Ilim-zan farklýlýðý gibi bir konunun gündeme gelmesinden özenle kaçýndýlar. Yoksa bütün eksiklik ve yanlýþlýklarýnýn açýða çýkacaðýný biliyorlardý. Ancak istemeden bilgi konusunda bir þeyler söylemek zorunda kaldýklarý zaman, bunu ancak vahyin kendi inanç ve hayat tarzlarý konusundaki tespit ve deðerlendirmelerine karþý çýkarken veya îslâm davetini gözden düþürmek isterlerken yapýyorlardý. Bunu yaparken de konuyu ciddi bir þekilde ele alýp deðerlendirmiyorlardý. Konuya iliþkin görüþlerinin ya arkasýný getirmeyip sadece o aný kurtarma amacý taþýyan ve iftira niteliðinde olan bazý iddialarda bulunuyorlar, ya da sorgulanmasýný hiçbir þekilde onaylamadýklarý çeliþkilerle dolu zihniyetlerinin gerektirdiði bazý saçma-sapan ifadeler sarf ediyorlardý. Resulüllah'a gelen vahyin Kaynaðý veya kendi dinlerinin dayanaðý ile ilgili ifadeleri konunun örneklerini teþkil etmektedir. Vahiyle ve vahyin elçisiyle ilgili olarak 'Bu Kur'an Muhammed'in uydurduðu yalandan baþkasý deðildir, bunu uydurmada baþka bir topluluk da ona yardým etmiþtir' veya 'Bu ayetler, eskilerin masallarýdýr, onlarý baþkasýna yazdýrýyor, sabah akþam kendisine okunup duruyor! [406] iddiasýnda bulunurlarken, kendileriyle ilgili olarak da ýBiz atalarýmýzý belli bir inanç üzerinde bulduk ve ancak onlarýn izinden giderek doðru yolu buluyoruz [407] diyorlardý.
Mekke müþrikleri inançlarýnýn ve hayat tarzlarýnýn referansý olarak geleneðe sýðýnýrlarken, esasen þirk dininin deðiþmeyen bir özelliðine göre davranmýþ oluyorlardý. Çünkü, önceki hakikat elçilerinin risâlet süreçlerinde de zanna dayanan mevcut gidiþatlarýný sürdürme kararlýlýðým dile getiren müþriklerin hakikat karþýsýndaki tutumlarý hep ayný olmuþtu. Onlar da inanç ve hayat tarzlarýnýn temeli ve hatta daha da önemlisi doðruluk delili olarak hep geleneðe sýðýnmýþlardý. Kur'an bunu þöyle açýkladý: 'Ey Muhammedi senden önce hangi memlekete bir uyarýcý gön-derdiysek, oranýn hali vakti yerinde olan eþrafý þöyle dedi: 'Doðrusu biz babalarýmýzý bir hâl ve inanç üzerinde bulduk ve biz de onlarýn izinden gideriz'. Peygamberleri onlara dedi ki: 'Ben size, babalarýnýzdan kalma dininizden daha doðrusunu getirecek olsam da, yine babalarýnýzýn yolunu mu tutarsýnýz?' Onlar da: 'Biz senin getirdiðin þeyleri tanýmýyoruz' dediler.[408]
Kur'an'ýn tanýkhðýyla öðreniyoruz ki müþrikler, inanç ve hayat tarzýnýn dayanaðý olmasý gereken bilgiyi geleneklerinde bulmuþlar ve geleneði ilim olarak kabul etmiþlerdi. Onlara göre ilim gelenekti; geleneðin dýþýnda veya ona aykýrý bir bilgi hiçbir þekilde ilim niteliði kazanamazdý. Böylelikle, geleneðin bilgisini gerçek ilim olan vahyin karþýsýna yerleþtiriyorlardý. Onlar, bu karþýtlýkta ilmi gelenek tarafýna ait kýlarlarken, bu kanaatlerinin dayanaðý olarak tecrübe edilmiþlik-edil-memiþlik durumunu kendileri için mutlak ölçü kýlýyorlardý. Nesiller boyunca inanýlan veya uygulanan olmasý nedeniyle, geleneklerini tecrübe edilmiþ ve doðruluðu anlaþýlmýþ kategorisine dahil ederlerken; vahyi ise tecrübe edilmemiþ bir bilgi olarak deðerlendiriyorlardý. Bu görünüþte doðru bir yaklaþýmdý. Ama Kur'an hemen sürece müdahale etti ve birçok defa, vahyin sadece o anki elçinin þahsýnda ilk defa insanlýða sunulan bir þey olmadýðýný, ilk insandan itibaren hep var olan ve insanlýðýn ilk tanýyýp bildiði gerçek ilim olduðunu deðiþik vesilelerle açýkladý. Þu ayetler bunun örneklerinden bazýlarýdýr:
Allah, Nuh'a öðütlediðini, sana vahyettiðini, ibrahim'e, Musa'ya ve Ýsa'ya ögüt-ledigini, size de hak-hukuk düzeni kýldý. Öyleyse dini dosdoðru ayakta tutun ve onun hakkýnda hiçbir ayrýlýða düþmeyin. Allah'a ortak koþanlarý davet ettiðin bu düzen, kendilerine çok büyük ve çok aðýr gelmektedir. Ama Allah, dilediði kimseyi kendisine peygamber seçer ve kendisine yönelenleri de dilediði þekilde doðru yoluna ulaþtýrýr. [409]
Musa ile Harun'a, Allah'a karþý sorumluluk bilinci taþýyan kimseler için, doðruyu eðriden ayýrmaya yarayan bir ölçü, ýþýk saçan bir kaynak ve bir uyarýcý, ha-týrlatýcý olarak kitabý verdik. [410] Daha önceki milletlere nice peygamberler göndermiþtik. [411]
Bu ve benzeri ayetlerle, müþriklerin baþlattýðý ve tecrübe edilmiþ þeyle hiç tecrübe edilmemiþ þey ayrýmý, Kur'an tarafýndan gerçek ilmin ne olduðunu gösteren bir yaklaþýma dayanak kýlýnýyordu. Müþriklerin iddialarýný kendi aleyhlerine olmak üzere yanlýþlýklarýnýn delili olarak kullanýyordu. Fakat müþrikler yine de polemikçi tutumlarýný sürdürmeye devam ettiler. Kur'an'm anlattýklarý için 'eskilerin masallarý [412] Resulüllah için ise 'Bu Kur'an'ý kendisi uydurdu [413] 'Allah'a karþý yalan uyduruyor [414] dediler. Onlarýn bu polemikçi yaklaþýmlarýný eleþtiren bir ayet, onlarýn vahye karþý uygulamaya koyduklarý oyunun kendi aleyhlerine bir süreci inþa ettiðine dikkat çekerken, ayný zamanda ilim-zan taraflarýnýn kimler olduðunu da bir kez daha açýkça gösterdi. Söz konusu ayet þöyledir: 'Peygamberleri kendilerine apaçýk delillerle gelince, kendilerinde bulunan tüm boþ bilgi ve becerilerine güvenip küstahça böbürlendiler de, böylece alay ettikleri þey baþlarýna geliverdi.[415]
Mekke'nin müþrik liderleri islâm'a karþý haklý, doðru gerekçelerle cevap veremeyince, polemiði tercih ettiler. Kendi inanç ve hayat tarzlarýnýn dayanaðý olan geleneklerini gözden geçirmeleri gerekirken; geleneklerini gözden geçirmeden, her haliyle doðru ve mutlak anlamda ilim kabul ettiler. Ve bu geleneklerinden kalkarak islâm'a yönelik saldýrýlarda bulundular. Bunu yaparken de kendilerini haklý gösterebilmek için hemen her zaman atalarýnda sembolleþen geleneklerinin eleþtirilmiþ olmasýný, Ýslâm davetine yönelik tepkilerinin en önemli gerekçesi olarak ileri sürdüler. Kendi aralarýndaki konuþmalarda, Resulüllah'a çýkýþmalarýnda veya Ebû Talib'e þikayetlerinde hep ayný gerekçeyi dile getirdiler. Örneðin Ebû Talib'e þikayet için gittiklerinde 'Yeðenine engel olmalýsýn. Çünkü o, atalarýmýzýn doðru yolda olmadýklarým söylüyor' dediler. Onlar, bu sözleriyle, Ýslâm davetini asice ve nankörce giriþilmiþ bir atalarý aþaðýlama veya geleneði reddetme hareketi olarak deðerlendirdiklerini ifade etmiþ oluyorlardý.
Geçmiþte yaþamýþ selefleri gibi, Mekke müþrikleri için de inanç ve hayat tarzýnýn ölçüsü, ahlâkî erdemlerin kaynaðý birey deðil, toplumdu. Toplumsal tecrübeydi; gelenekti. Onlara göre ancak nesiller boyu sürekliliðe sahip þeyler bir deðer ifade ederdi. Yoksa bir anda yaygýnlýk kazanan þeylerin, sadece bir kiþinin bildirdiði þeylerin bir kýymeti olamazdý. Kaynaðý ne olursa olsun, geleneði hesaba katmayan veya gelenekle çatýþan þeylerin bir kýymeti yoktu. Bu tür þeyler doðruluk vasfý kazanamazdý. Bu durum özdeyiþlerde, þiirlerde sýklýkla dile getirdikleri ve kutsadýklarý bir ölçüydü. 'Þanýmýz bize atalardan mirastýr. Biz de iþte onu böyle yükselttik' diyen Mekkeli müþrik þair Muhabir b. Ebî Amr, bu þiiriyle söz konusu inancý dile getiriyordu. Bir diðer þair Lebid de þiirlerinden birisinde ayný konuya deðinmiþti:
Onlar bir kavmin bir ferdidir ve atalarý, Onlara bir hayat yolu çizmiþtir. Her kavmin kendine özgü bir yolu, Geleneksel bir hayat tarzý vardýr; Her kavmin taklit edeceði þeyleri vardýr.
Mekke eþrafý, Ýslâm davetinin geleneklerini reddetmek anlamýna geldiðini düþünürlerken veya söylerlerken elbette ki yanlýþ düþünmüyor veya yalan söylemiyorlardý. Görünüþ itibarýyla düþüncelerinde haklýydýlar. Zira, gerek doðrudan kendilerinden ve geleneklerinden bahseden birçok ayette ve gerekse önceki bazý toplumlardan bahseden ayetlerde hiçbir geleneðin inanç ve hayat tarzý için yegâne ölçü kabul edilemeyeceði bildirilmiþti. Bu ayetleri ya Resulüllah'm bizzat kendisinden veya diðer müminlerden duymuþlar ve duymaya da devam ediyorlardý. Bunlardan birisinde bizzat kendilerine seslenilmiþ ve geleneklerinin gerçeði dile getirmediði, gerçeðe dayanmadýðý; daha da önemlisi boþ inançlar, kavramlar yýðýný olduðu açýkça ifade edilmiþti: 'Siz Allah'ý býrakýp, sadece sizin ve atalarýnýzýn taptýðý birtakým boþ isimlere tapýyorsunuz. Halbuki Allah onlarýn haklýlýðý hakkýnda hiçbir belge ve delil indirmemiþtir. Neyin eðri, neyin doðru olduðu konusunda hüküm yalnýzca Allah'a aittir. O, kendisinden baþkasýna kulluk etmemenizi buyuruyor, iþte dosdoðru olan tek din budur. Ama insanlarýn çoðu bilmezler.[416]
Mekke müþrikleri geleneðin ilim kabul edilemeyeceði uyarýsýný iþitmiþler, ama þunu fark etmemiþler veya fark etmek istememiþlerdi: Kur'an'm doðrudan gelenekle ilgili herhangi bir problemi yoktu. Kur'an'm ýsrarla üzerinde durduðu konu, sorumluluðun bireysel olduðu, dolayýsýyla geçmiþe uyup-uymamanm deðil; neye uyulduðunun ve uyulan þeylerin ne oranda doðru olduðunun dikkate alýnmasý konusuydu. Kur'an, geleneði deðil, geleneði bilinçsiz bir yaklaþýmla taklit eden sýð gelenekçi zihniyeti eleþtiriyor ve reddediyordu. Kur'an'm tepkisi, kör taklitçi zihniyetin temsil ettiði gelenekçiliðeydi. Bu nedenle de zihinleri harekete geçirmek için soruyordu: 'Onlara: 'Allah ne indirdiyse, ona uyun' denildi mi, 'Hayýr' derler. 'Biz atalarýmýzý neye uymuþ bulduysak ona uyarýz.' Ya þeytan onlarý yakýcý ateþin azabýna çaðýrmýþsa, yine de atalarýna mý uyacaklar?.[417] 'Onlara, 'Allah'ýn indirdiðine ve Resûl'e gelin' denildiði vakit, 'Babalarýmýzý üzerinde bulduðumuz (yol/gelenek) bize yeter' derler. Atalarý hiçbir þey bilmiyor ve doðru yol üzerinde bulunmuyor iseler de mi?.[418] 'Onlara 'Allah'ýn indirdiðine uyun' denildiði zaman onlar, 'Hayýr! Biz atalarýmýzý üzerinde bulduðumuz yola (geleneðe) uyarýz' dediler. Ya atalarý bir þey anlamamýþ, doðruyu da bulamamýþ kimselerse?.[419] 'Onlara açýk açýk ayetlerimiz okunduðu zaman: 'Doðru iseniz, babalarýmýzý dirilterek getirin bakalým' demelerinden baþka, öne sürecekleri bir delilleri yoktur.[420] Bazý ayetlerde ise, atalarýn þahsýnda geleneðe uymanýn ne kadar geçersiz olduðu, önemli olanýn atalara veya onlarýn þahsýnda anlam kazanan geleneðe deðil, ilâhî hakikatlere uymak olduðu çarpýcý ifadelerle açýklandý. Sýrf atalarýna uyduklarý iddiasýyla hak yolda olduklarýný, dolayýsýyla kurtuluþa erip, ebedî saadete ulaþacaklarýný zannedenlerin kendilerini nasýl aldattýklarý birçok ayette ayrýntýlarýyla anlatýlýp, açýklandý:
Kendi asýlsýz uydurmalarýný, Allah'a yakýþtýran ya da Allah'ýn ayetlerini yalanlamaya kalkýþan kimselerden daha zalim kim olabilir? Onlara hayatta nasip olarak her ne yazýlmýþsa, kendilerini bulacaktýr. Sonunda canlarýný almak için elçilerimiz geldiklerinde: 'Hani nerede Allah'tan baþka çaðýrýp durduðunuz varlýklar?' diyecekler, O günahkarlar 'Bizi yüzüstü býraktýlar' diye karþýlýk verecekler. Böylece Allah'tan gelen gerçekleri örtbas eden kâfir kimseler olduklarýna, kendileri kendi aleyhlerine tanýklýk etmiþ olacaklar. Bunun üzerine Allah diyecek ki: 'Girin öyleyse ateþe, sizden evvel gömülüp giden insan ve cin topluluklarý arasýna'. Ve her bir gurup ateþe girerken, kendi yandaþlarýna lanet edecek. O kadar ki, onlarýn hepsi birbiri ardýnca oraya doluþtuklarýnda, sonrakiler önden gidenler için þöyle diyecek: 'Ey Rabbimizl Bizi yoldan çýkaran iþte bunlardý, öyleyse onlara ateþle kat kat azap et.' Allah: 'Hepinize kat kat azap vardýr, ama bunu bilmiyor ve anlamýyorsunuz' buyuracak. Ve Öncekiler sonrakilere þöyle diyecek: 'Demek ki, bizim hatalarýmýzdan ders almadýðýnýzdan dolayý, bize karþý bir üstünlüðünüz yok. Öyleyse yaptýðýnýz tüm o kötülükler için tadýn bu azabý'. [421]
Gelenekçi zihniyetin önemli özelliklerinden birisi, kutsayýp dinleþtirdiði geleneðin somut dayanaðý olan geçmiþ nesilleri her zaman olumlu, güzel, doðru, iyi, mükemmel kimseler olarak algýlama eðiliminde olmasýdýr. Gelenekçi zihniyet geçmiþ nesillerde/atalarda hiçbir þekilde herhangi bir kusur, eksiklik görmez. Ancak bu aslýnda geleneðe temiz, iyi, doðru bir zemin inþa edebilmek için farkýna varmadan veya bilerek oynanan bir oyundur. Kendini aldatma durumudur. Kur'an dikkatleri buraya çekerek, esasýnda haklarýnda çok fazla bilgi bulunmayan veya birebir tanýnmayan geçmiþ nesillerin de halihazýrdakilerden farksýz olduðunu, hatta içlerinde son derece yanlýþ iþler yapanlarýn bulunduðunu açýklayarak, gelenekçi zihniyetin bir yanlýþlýðýný daha deþifre etmiþtir: 'Þüphe yok ki, onlar atalarýný sapýtmýþ bir halde buldular da, babalarýnýn izinde koþup gittiler. Onlardan önce gelip geçmiþ eski toplumlarýn çoðu da sapýtmýþtýr. Halbuki kendilerine uyarýcýlar göndermiþtik. Bak da gör, uyarýlanlarýn sonucu ne oldu?[422] Bu kitap: 'Allah kendine bir çocuk edindi' iddiasýnda bulunanlarý da uyarmak içindir. Allah çocuk edindi iddiasýyla ilgili, ne kendilerinin, ne de babalarýnýn doðru bir bilgisi var. Ne aðýr bir söz bu aðýzlarýndan çýkan. Yalandan baþka bir þey söylemiyorlar.[423] Müþrikler bunlarý duyduklarý zaman öfkelendiler. Bu ayetler inançlarýnýn ve hayat tarzlarýnýn tüm dayanaklarýný yýkýyordu. Dayanabilecekleri, tutu-nabilecekleri saðlam hiçbir þey býrakmýyor; daha önce dayanýp tutunduklarý her þeyin sahte, yalan olduðunu ilan ediyordu.
Kur'an, kaynaðý ve niteliði belli olmayan þeyleri sahiplenmenin ve onlara göre davranmanýn, insanýn temel özelliði olmasý gereken akýlla, bilinçle uyumlu olmadýðým ifade ediyordu. Fakat geçmiþi tamamen silmiyordu. Kur'an, niteliðine bakmaksýzýn geçmiþi tamamýyla olumsuz deðerlendirmek gibi bir yaklaþýma destek vermiyordu. Geçmiþe iliþkin topyekün yaklaþým müþriklerin, vahye karþý geleneði ölçü kabul edenlerin yaklaþýmýydý. Kur'an bu yaklaþýmý eleþtirirken, geleneðe tamamen sýrt dönmüyordu. Geleneðe topyekün karþý çýkmýyor, hatta niteliði belli olan bir geleneði de savunuyordu. Niteliði ve kaynaðý bilindikten sonra geçmiþten yararlanýlabileceðini ifade ediyordu. Geçmiþte yaþayanlar arasýnda takip edilmesi, örnek alýnmasý gereken þahsiyetler bulunduðunu bildiriyordu. Fakat bunlar herhangi kimseler deðil, özel kimselerdi. Kur'an'a göre, eðer birilerine uyulmasý gerekiyorsa, birileri örnek alýnmasý gerekiyorsa, bunlarýn gerçekten uyulmaya layýk þahsiyetler olmalýydýlar. Bunlarýn bu özellikleri ise ancak vahiyle doðrulanabilir olmalýydý. Elbette ki bunlar Peygamberlerdi, salihlerdi, sýddýklardý. Bu konuda bizzat bir peygamberin sözleri olarak ölçü þöyle açýklandý: "Atalarým ibrahim, Ishak ve Ya'kub'un dinine uydum. Allah'a herhangi bir þeyi ortak koþmak bize yakýþmaz; bu tevhid inancý Allah'ýn bize ve insanlara bir lütfudur. Ama insanlarýn çoðu, bu lütfün deðerini bilmez de onun için þükretmezler.[424] Ancak þurasý da önemliydi ki, kendilerine uyulmasý gereken salihler ve sýddýklar, insanlarýn kendiliklerinden öyle olduðuna inandýklarý kimselere deðil, vahyin salih ve sýddýk olduðuna þahitlik ettiði kimselerdi.
Geleneðe yönelik eleþtirel yaklaþým tüm müþrikleri rahatsýz etti. Özellikle de þirk toplumunun eþrafýný rahatsýz etti. Onlar, atalarýndan kendilerine ulaþmýþ inanç ve uygulamalarýn, bir diðer isimlendirmeyle geleneklerinin eleþtirilmesini kabul edemediler. Geleneklerinde yer alan bazý özelliklerin ve konularýn reddedilmesini bir türlü içlerine sindiremediler. Zira sahip olduklarý inançlarýnýn, toplumsal sistemlerinin, ekonomik ve siyasî imkânlarýnýn ve imtiyazlarýnýn, toplumsal konumlarýnýn, sürdürdükleri hayat tarzýnýn meþruluk dayanaklarý atalarýydý; alalarýnda sembolleþtirdikleri ve kutsadýklarý gelenekleriydi. Gelenekleri, çoðu toplumlarda olduðu gibi inançlarýnýn ve hayat tarzlarýnýn en önemli referansý, yegâne meþruluk dayanaðýydý. Dolayýsýyla gelenekleri, savunmalarý gereken en yüce deðeri ifade ediyordu. Onlara göre gelenekleri ilimdi; gerçekti. Bu geleneðin sorgulanmasý ve büyük oranda reddedilmesi ise, sahip olduklarý inançlarýnýn, bütün imkân ve imtiyazlarýnýn, prestijlerinin, gidiþatlarýnýn dayanaksýz olduðunu, meþru olmadýðýný ilandan baþka bir anlama gelmiyordu.
Ayrýca ve daha da önemlisi, Resulüllah'm, risâletin ilk gününden itibaren insanlara teblið ve beyan ettiði, kabul ve uygulamaya çaðýrdýðý ilâhî esaslar, Mekke geleneðinin onaylamadýðý esaslardý. Bunlar Mekke geleneðiyle çatýþan þeylerdi. Ekonomik gelirlerinin ve toplumsal prestijlerinin yegâne kaynaðý ve inançlarýnýn esasý olan putlar reddediliyor, o putlarýn bir sineði dahi yaratamayacak, kendisine seslenildiðinde bunu duyamayacak, kendisine yapýlan ibadetlerden haberdar olmayacak, kendisini dahi korumaktan aciz odun ve taþ parçalan olduðunun ilan edildiðini duyuyorlardý. Kabe, putçuluðun kutsal merkezi olmaktan çýkarýlýyor, bütün putlarý ve her çeþidiyle putçuluðu reddeden tevhidin merkezi ve simgesi ilan ediliyordu. Mekke eþrafý kadýnlarýn ve kölelerin bir deðeri olduðunu düþünmüyorlardý. Ýnsanî deðeri sadece hür erkeklerin temsil ettiði kanaatin dey diler. Fakat, Ýslâm, kadýnlarý ve köleleri insanlýk onurunu temsil eden birer insan kabul ediyordu; kadm-erkek, köle-hür, yoksul-zengin arasýnda insanî boyutta hiçbir ayrým yapmýyor ve bu insanî boyutu toplumsal hayatýn her alanýna yansýtmanýn çabasýný sürdürüyordu. Hatta, yakýn zamana kadar hayvanlar gibi çalýþtýrdýklarý, hiçbir þekilde insan olarak görmedikleri ve düþünmedikleri birçok kölenin Müslüman olmasýyla kendilerine tercih edildiðini bizzat her durumda açýkça görüyorlardý. Kadm-erkek, köle-hür, siyah-beyaz, Arap-Arap olmayan... her çeþidiyle bütün insanlarýn ayný anne ve babanýn çocuklarý olduðu ilanýný istemese de sýk sýk duyuyorlardý. Kendileri gibi izzet ve þerefin, üstünlüðün temsilcisi olan seçkin þahsiyetlerin kölelerle, kadýnlarla, Arap olmayanlarla ayný soydan olmasý kabul edebilecekleri þey deðildi, iþte bütün bunlar geleneklerine tersti ve onlar ise geleneklerine göre inanýp, geleneklerine göre yaþýyorlardý. Ayrýca, bunlar yetmiyor- gibi, hiçbir þekilde insanî deðere sahip olmadýðýna inandýklarý, hatta ileride bir þerefsizlik nedeni olabileceðini düþündükleri ve bu nedenlerle öldürdükleri kýz çocuklarýnýn hesabý soruluyordu. [425] Kendilerini diðer toplumlardan ayýran her türlü ahmesîliklerinin [426] hiçbir dayanaðý olmadýðý ilan ediliyor, bu ilanlarla bütün ayrýcalýklarýný yitirme tehlikesi yaþýyorlardý. Bütün Mekke halkýndan, çevre toplumlara ve hatta ülkelere mensup insanlardan, valilerden, krallardan dahi saygý gören, izzet ve ikramla karþýlanan kendilerinin esasýnda menfaatperest, çýkarcý, bencil, zorba, zalim... kiþiler olarak ilan edildiklerini ve ileri gelen olmalarýnýn bütün geleneksel dayanaklarýnýn reddedildiðine þahit oluyorlardý. Kimlik ve kiþilikleri deþifre edilip duruyordu. Tüm bu ve diðer bazý nedenlerle, Mekke'nin müþrik liderleri islâm davetine karþýydýlar; vahyin konuþan dili, yaþayan bedeni olan Resulüllah'a katlanamýyorlardý.[404] Lokman sûresi, 31:21,22
[405] Casiye, 45:17
[406] Furkan, 25:4,5
[407] Zuhruf, 43:22
[408] Zuhruf, 43:23,24
[409] Þura, 42:13
[410] Enbiya, 21:48
[411] Zuhruf, 43:6
[412] Kalem, 68:15
[413] Tur, 52:33
[414] Þura, 42:24
[415] Mü'min, 40:83
[416] Yusuf, 12:40
[417] Lokman, 31:21
[418] Maide, 5:104
[419] Bakara, 2:170
[420] Câsiye, 45:25
[421] Araf, 7:37-39
[422] Sajjat, 37:69-73
[423] Kehj, 18:4-6
[424] Yusuf, 12:38
[425] Tekvir sûresi, 81:8,9
[426] Kureyþ kabilesi, kendilerine bir yýðýn ekonomik, siyasî, toplumsal ayrýcalýklar saðlayan bir inancýn mensubuydular. Bu ayrýcalýklar hayatlarýnýn birçok alanýnda güçlü bir þekilde kolaylýkla gözlenebiliyordu. Kendilerini asilzade (ahmesî) olarak niteliyorlardý. Bu ayrýcalýklarýný da diðer toplumlara kabul ettirmiþlerdi. 'Ahmes' (çoðulu 'hums') üstünlük anlamlarýna geliyordu. Kureyþliler kendi üstünlüklerinin, ahmesi-liklerinin dayanaðý olarak Hz. ibrahim'in çocuklarý olmalarýný ve Kabe'nin mütevellileri olmalarýný ifade ediyorlardý. Bunu da her vesilede ifade etmekten gurur duyuyorlardý: 'Biz Ýbrahim'in oðluyuz, hürmete layýk insanlarýz. Kabe'nin mütevellisiyiz. Bu itibarla diðer Araplarýn bizim kadar hürmete layýk olmamalarý gerekir. Hac vazifesini ifa ederken, menâsik-i hac'da bizim onlardan farklý olmamýz gerekir" diyorlardý. Kendilerine þeref kazandýran ayrýcalýklarýný ise Hac'da göstermeleri son derece manidardýr. Hac, diðer toplumlarýn gözlerinin önünde olduklarý bir zamandý ve 'þereflerini' onlara büyük bir gururla gösterebiliyorlardý. Hac sýrasýnda herkesten farklý olarak Arafat yerine Müzdelife'de durmak, yaðsýz peynir (ekýt/çökelek) ve yanmýþ yiyecek yememek, yün eðirmemek ve çorap dokumamak, ihramda bulunduklarý sürece kýldan yapýlmýþ çadýrlarda kalmayýp sadece deri çadýrlarda kalmak gibi uygulamalarla kendilerini diðer insanlardan ayrýcalýklý kýlmýþlardý. Bunlara ek olarak, diðer insanlar için bazý kurallar da oluþturmuþlardý: Baþka bölgelerden gelen hacýlarýn yanlarýnda getirdikleri yiyecekleri yemelerinin yasak olmasý, bu hacýlarýn tavafý ancak ahmesîlerden emanet veya kirayla aldýklarý giysilerle yapabilmeleri, eðer elbise kiralayamamýþ veya emanet alamamiþlarsa Kabe'yi çýplak tavaf etmeleri, eðer muhakkak kendi elbisesiyle tavaf etmek isterse tavaf sonrasýnda elbisesini çýkarýp Kabe yakýnýndaki bir yere atarak bir daha giymemeleri Kureyþ'in oluþturduðu bazý Önemli kurallardý. Kureyþ kabilesine mensup olanlar Hacc aylarýný istedikleri gibi deðiþtirebiliyorlar ve diðer toplumlar da onlarýn bu kararma Ýtirazsýz uyuyorlardý. Eðer bir kiþi adam dövmek, yaralamak veya öldürmek gibi bir suç iþler de Harem aðaçlarýnýn kabuklarýndan bir gerdanlýk yaparsa ona kimse dokunmazdý. Bir de günlük hayatta uygulaya geldikleri bazý ayrýcalýklarý vardý. Bu konuda kaynaklarda yer alanlardan en ilginç ve þaþkýnlýk uyandýraný, bazý durumlarda evlerine veya çadýrlarýna arka kapýdan girmeleriydi. Eðer evin veya çadýrýn arkasýnda kapý yoksa evin veya çadýrýn arkasýný delmek zorunda kalýyorlardý. Bunu ise daha çok Hac sýrasýnda ihramlýyken yapýyorlardý. Böylelikle þereflerinin arttýðýna inanýyorlardý.