Kapaktakiler
Pages: 1
Safa Getirip Safa Bulurduk By: reyyan Date: 23 Temmuz 2011, 12:48:07
Safa Getirip Safa Bulurduk


Þubat 2010 - 134.sayý

Ali YURTGEZEN kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.

Aralarýndaki kardeþlik ve dostluðun dünya iþleriyle gölgelenmediði zamanlarda, müminler birbirlerini arar sorar, türlü vesilelerle sýk sýk ziyaret ederlerdi. Sýla-i rahimde bulunmak ihmal edilemez bir vazifeydi onlar için. Sýrf Allah Tealâ’nýn rýzasýný kazanmak ümidiyle bir arada olmayý istediklerinden, gelen hoþ gelir, safa getirir; hoþluk ve safa bulurdu.

Selamlaþmadan sonraki “– Hoþ geldin, safalar getirdin. – Hoþ bulduk, safalar bulduk.” mükâlemesi laf olsun diye söylenmiþ sözler deðildi. Bugün misafir karþýlama faslýnýn sadece adet olmuþ bir nezaket kaidesi zannettiðimiz bu sözler, dostluðumuzun ve ziyaretimizin mahiyetini, neyi gözettiðimizi, birbirimizden ne beklediðimizi de anlatýyordu.

Bu seremoniyi, mana ve maksadýný unutup kuru bir söz halinde günümüze taþýdýðýmýz için olmalý, münasebetlerimiz zayýfladý, dostluklarýmýz yavanlaþtý. Hakiki dostluk bir safa halini icap ettiriyordu çünkü ve dünyalýk hesaplarla yapýlan ziyaretlerde safaya yer olamazdý.

Tasavvufun maksadý

Birisini “hoþ geldin, safa getirdin” iltifatýyla karþýlamak, o kiþinin ziyaretinden dolayý hoþnut olduðumuzu, güzellik ve huzur bulduðumuzu, zevk aldýðýmýzý beyan etmektir. Buradan hareketle safanýn “üzüntü ve kederden uzak olma hali, endiþesizlik, rahatlýk, huzur, gönül ferahlýðý, memnuniyet” manalarýna geldiði düþünülebilir. Doðrudur, fakat bunlar safa halinin kendisi deðil, tezahürleridir. Safa, “saflýk, halislik, duruluk, latiflik, þeffaflýk, maddeden arýnmýþlýk hali”dir. “Bulanýklýk, maddenin aðýrlýk ve kesafetiyle malûl olmak” manasýna “keder”in zýddýdýr. Safa Âlem-i Ervah’ta; keder Âlem-i Esbâb’da, yani bu dünyada yaþadýðýmýz haldir. Safa âdemiyetten, keder beþeriyetten sâdýr olur.

Ceddimizin, “kesif”in zýddý olan “latif”e “güzel”, yahut “safa”ya “hoþnutluk” manasýný yükleyen irfaný, güzellik ve hoþluðun ancak safa haliyle yaþanabileceðine iþaret ediyor. Dostlar safa getirdiði için hoþnutluk getiriyor; safa bulduðu için hoþnutluk buluyor. Tabii ki getirilen veya bulunan safanýn, bihakkýn yaþanan bir hal olmasý gerekmiyor baþlangýçta. Müminlerin birbirlerine ayna olup safa haline yönelme yolunda birbirlerini gözetmesi, teþvik etmesi de neticede safa getirip safa bulduruyor.

Öte yandan demek ki dostun dosta ihsaný, sunabileceði en kýymetli hediye safadýr. Tasavvuf bu ihsan ve hediyenin imkaný olduðu içindir ki geçmiþte yetmiþ iki millete bir göz ile bakabilenler tarafýndan yaygýnlaþtýrýlmýþ bir tasfiye, yani saflaþtýrma, safa haline ulaþtýrma metodudur. Sufi’nin safa’dan geldiði, “safa ehli” olduðundan böyle adlandýrýldýðý söylenir. Hatta Hucvirî, “Keþfü’l-Mahcûb” adlý eserinde, “Safâ, mana ve maksattýr; tasavvuf bu mananýn nakl ve hikâye edilmesidir” der.

Bir kalp tasfiyesi iþlemi olan tasavvufta, günahlardan sakýndýrmakla, tevbe ile, zikir ile kalplerin temizlenmesi, mutlak hakikate ve güzelliklere mazhar olabilecek bir duruluk kazanmasý esastýr. Safa, heva ve hevesten kurtulma, vahdeti müþahede eyleme, ölmeden evvel ölüp Hakk’ýn huzurunda zehabý ve zevali olmayan bir huzura eriþme halidir ki ancak temizlenmiþ bir kalple yaþanabilmektedir.

Sýddîk-i Ekber gibi dost

Safa getirip safa bulmanýn bu vechesi dost ziyaretlerinin nasýl bir maksat gözetilerek, hangi çerçevede yapýlacaðýna iþaret ediyor. Ayný tabir dostun tarifini de veriyor. Safa halini kemâl mertebesinde yaþayan Allah dostlarýna, “saf hale gelmiþ, maddeden arýnmýþ, nefsinin tasallutundan kurtulmuþ” manasýna “asfiya” denir. Kastedilen, hususen evliyanýn ilimde mütebahhir olan müçtehit ve muhakkikleridir ama asýl asfiya “sýddîk”lerdir. Çünkü Elest Meclisi’ndeki ahdimize sadýk kalmakla ulaþýlýr safa haline. Sýdk ve sadakatin timsali Hz. Ebubekir r.a. asfiyanýn en büyüðüdür bu sebeple. Sýddîklere mahsus sadakatin alameti, Dost’un gayba dair verdiði haberlere þeksiz þüphesiz inanmaktýr. Sorulan keyfiyeti müþahede etmemesine raðmen “O söylüyorsa doðrudur!” diyebilecek kadar dostundan emin olmaktýr. Her badirede dostunun yanýbaþýnda bulunmak, O’na asla muhalefet etmemek, O’nu tehlikelere karþý korurken yaþadýðý acýya raðmen “of” bile dememektir. Böyle bir dostluk elbette Allah’a dost olmanýn eseridir. Cenab-ý Hakk’ý dost edinenler O’nun dostlarýný da dost edinecektir.

Þu halde dost ziyaretlerinde daha çok bir temenni sadedinde söylenen “– Safa getirdin. – Safa bulduk.” sözleri Hz. Ebubekir r.a.’in örneklediði dostluðun talep edilmesidir ayný zamanda. Hz. Ebubekir r.a.’ýn dostluðu asfiya olmanýn neticesidir madem, evvelemirde safa halinin aranmasýný gerektirir. Safa arayýþý, temenni seviyesinde bile Sýddîk-i Ekber’e benzeme gayretinin, O’nun gibi bir dost olma niyetinin ifadesidir. Böyle bir niyet samimiyse eðer, mutat ziyaretlerdeki temenni ile yetinmeyecek, safa halinin hakikaten yaþandýðý Allah dostlarýnýn meclislerine akacaktýr. Dost orada belli olur. Kibir, enaniyet ve iradesini terk edip bütün aðýrlýklarýný atabiliyor, soyunup vahdet denizine dalabiliyorsa dosttur; safa bulmuþtur. Gittiði her yere safa götürecektir artýk.

Safadan sefahate

Hal böyle iken bugün “safa” deyince çoðu insanýn nefsanî bir hazzý, zevki yahut eðlenceyi kastettiði de bir vakýa. Tasavvurlarýmýzdaki kaymanýn, neyi yitirdiðimizi, yerine neyi ikame ettiðimizi gösteren çok önemli bir deðiþim bu. “Safa sürmek, zevk ü safa içinde yaþamak” deyimleri süflî bir konforu anlatýyor þimdilerde. Safa gitmiþ, yerine sefahat gelmiþ. Dolayýsýyla dostluk, sevgi, merhamet, himaye gitmiþ; birbirinin kurdu olan insanlar peyda olmuþ.

“Safa vereni al, keder vereni býrak” manasýyla tasavvufî bir yönlendirmeyi ifade eden ve Arapça bir kelam-ý kibar olan “huz mâ-safâ, da’ mâ-keder” sözü hayli zaman önce iþret meclislerine düþmüþ. Fakat öte yandan safa bulmak adýna hiçbir þeye aldýrmayýp hayatýn tadýný çýkarmak üzere zevk ve eðlence peþinde koþanlar dünyevî ölçekte dahi huzur ve mutluluk bulamamýþlar. Böyle bir anlayýþýn hoþnutluk getirmesi mümkün deðil çünkü. Ahmaklýktan, akledememekten kaynaklanan ölçüsüz ve manasýz bir eðlence düþkünlüðü demek olan sefahat huzur getirmez. Sefahati artanýn dünyaya baðlýlýðý artar, ölüm korkusu büyür; bu korku her türlü lüks ve eðlenceye raðmen hayatý zehir eder insana.

Dünyadaki safa ve huzur, nefsin hevasýný tatmin için koþturmakla deðil, ölüm sonrasýna hazýrlanýp ölüm korkusundan sýyrýlmakla temin edilir. Kaldý ki mümin, ölümün bir tasfiye olduðunun farkýndadýr. Azrail mümine hoþ gelmiþ, safa getirmiþtir. “Safa getirdin”le hoþça karþýlanan bir ölüm, safa bulduran bir ölümdür.

Eskisi gibi yeniden safalar getirip safalar bulmak, hakikaten safa sürmek istiyorsak eðer, safa tasavvurumuzu tasfiyenin vaktidir.


radyobeyan