Salih Peygamberin Devesi By: saniyenur Date: 20 Temmuz 2011, 13:22:23
SALÝH PEYGAMBERÝN DEVESÝ
Salih’in devesi görünüþte deveydi, o zalim kavim, bilgisizlik yüzünden deveyi kestiler. Su için deveye düþman olduklarýndan kendileri, mezara su ve ekmek oldular. ( helak olup mezarý doyurdular).
Tanrý devesi, ýrmaktan buluttan su içmekteydi. Onlar, Hakk’ýn suyunu Hak’tan esirgediler Salih’in devesi, salih kiþilerin cisimleri gibidir; onlar kötülerin helaki için tuzaktýr. Neticede” Tanrý devesinden ve içeceðinden çekinin” hükmü, o ümmeti ne dertlere uðrattý, onlarý nasýl helak etti! Tanrý kahrýnýn þahnesi, bir devenin kanýna diyet olarak onlardan bütün bir þehri diledi.
Ruh, Salih gibidir,ten de deveye benzer. Ruh vuslattadýr ten ihtiyaç içindedir. Temiz ruha zarar vermenin imkaný yoktur. Tanrý yaralanmaz. Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye deðil. Temiz ruha zarar vermenin imkaný yoktur. Tanrý’nýn nuru, kafirlere maðlup olmaz. Can, topraða mensup cisme, kötü kiþiler, incitsinler de Tanrý imtihanýný görsünler diye ulaþtý, bu yüzden cisimle baðdaþtý, birleþti.
Caný inciten kiþinin, bu incitmenin Tanrý’yý incitme olduðundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ýrmak suyu ile birleþmiþtir. Tanrý bütün aleme penah olsun diye bir cisme alaka baðlamýþtýr.
Onlarýn gönüllerine kimse muzaffer olamaz. Sedefe zarar gelir, inciye gelmez. Tanrý velisinin cisim devesine kul ol ki Salih Peygamberle kapý yoldaþý olasýn.
Salih peygamber, “ Madem ki haset ettiniz, bu iþi yaptýnýz, üç gün sonra Tanrýdan azap eriþecek. Ondan üç gün sonra da can alýcý Tanrýdan baþka bir afet gelecek ki onun üç alameti vardýr: Hepinizin yüzünüzün rengi deðiþir. Birbirinize bakýnca yüzlerinizi türlü türlü renklerde görürsünüz. Ýlk günlerde yüzleriniz safran gibi sararýr; ikinci günü erguvan gibi kýzarýr. Üçüncü günü yüzleriniz tamamý ile kararýr, ondan sonra da Tanrýnýn kahrý gelir, çatar. Eðer bu tehdide benden delil isterseniz devenin yavrusunu daha doðru kovalayýn!
Eðer tutabilirseniz derdinize çare bulunur. Tutamazsanýz ümit kuþu uzaktan kaçtý, gitti!” dedi.
Bu sözü duyunca hepsi birden köpek gibi onun ardýndan seðirtmeðe baþladýlar. Kimse yavruya eriþmedi; daðlar arasýna dalýp kayboldu.
Temiz ruh gibi ten ayýbýndan, nimet ve ihsan sahibi Tanrý’ya kaçýp gitmekteydi.
Salih dedi ki: “Gördünüz mü Tanrýnýn bu kazasý nasýl geldi? Artýk ümidin boynunu vurdu.” Devenin yavrusu nedir? Salih? Peygamberin gönlü. Onun hatýrýný ele alýn, onun isteðini yerine getirin. Onun gönlünü alýrsanýz azaptan kurtuldunuz yoksa, piþman olduðunuzun, ümitsizliðe düþtüðünüzün günüdür.
Salih’ten bu bulanýk vadi duyduklarý gibi azaba göz dikip beklemeye baþladýlar. Birinci gün yüzlerinin sarardýðýný gördüler.Ümitsizlikle soðuk ,soðuk ah etmeye baþladýlar. Ýkinci günü hepsinin yüzü kýzardý. Artýk ümit ve tövbe nöbeti kayboldu. Üçüncü gün hepsinin yüzü kapkara kesildi. Salih Peygamberin hükmü: cenksiz, cidalsiz doðru çýktý. Hepsi de ümitsiz bir hale gelince kuþlar gibi ayaklarýný altlarýna alýp iki dizlerinin üstlerine çöktüler.
Cibril-i Emin, bu diz çökmeyi Peygambere “Casimin” ayetini getirerek Kuran’da anlattý. Sana diz çökmeyi öðrettikleri ve seni bu çeþit diz çökmeden korkuttuklarý vakit, yani bela gelmeden diz çök!
Salih’in kavmi, Tanrý kahrýnýn zahmýný beklediler: o kahýr ve azap da gelip o þehri yok etti. Salih, halvetten çýkýp þehre doðru gitti; gördü ki þehir duman ve ateþ içinde. Onlarýn hak ile yeksan olmuþ cüzülerinden bile feryat ve figanlarýný duyuyordu; feryat duyulmaktaydý ama ortada feryat eden yok! Kemiklerinden iniltiler, sýzýntýlar duydu; canlarý çið taneleri gibi yaþ döküyor, aðlýyordu. Salih bunu duyup aðlamaya baþladý: feryat edenlere feryat etmeye koyuldu:”Ey batýl yolda yaþayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrýya þikayet etmiþ aðlamýþtým.
Tanrý, bana “Onlarýn eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadý” demiþti. Ben cefalarý eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, saflýktan coþup akar” demiþtim. Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarýmda dondu. Tanrý, bana “Ben sana lütuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarým” buyurdu. Hak, gönlümü gök gibi saf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin cefalarýnýzý sildi, süpürdü.
Yine size nasihatler vermeye, þeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye baþladým. Þekerden taze süt çýkarýp balla þekeri sözlerime katmaya, size tatlý, tatlý öðütler vermeye koyuldum. O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baþtan aþaðý zehir membaý, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz. Nasýl gamlanayým ki gam baþ aþaðý yuvarlanýp gitti.
Ey inatçý kavim! Gam sizdiniz. Gamýn ölümüne aðlayýp feryat eden olur mu? Baþtaki yara iyileþince bu yüzden saçýný sakalýný yolan bulunur mu?” Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye deðmez!”
Ey Kuran’ý doðru okuyan! Eðri okuma. Zalim kavmin ardýndan nasýl yas tutayým? Fakat yine gözünden, gönlünden yaþlar akmaya baþladý. Onda sebepsiz bir merhamet hasýl oldu. Gözyaþý damarlarý (yaðmur gibi) yaðmaktaydý, kendisi de þaþýrmýþtý. Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarýydý.
O aðlarken aklý diyordu ki: “Bu aðlama neden? Seninle eðlenen o çeþit bir kavme aðlamak reva mý? Neye aðlýyorsun söyle. Yaptýklarý iþlere mi? O gidiþleri kötü kin askerine mi? Onlarýn paslý karanlýk gönüllerine mi, yýlan gibi zehirli dillerine mi? Onlarýn Segsar’larýnkine benzeyen nefes ve diþlerine mi? Akrep yataðý olan aðýz ve gözlerine mi? Ýnatlarýna mý, alaylarýna mý, kýnamalarýna mý? Þükret; bak, Tanrý onlarý nasýl hapsetti, helak eyledi! Elleri eðri, ayaklarý eðri, gözleri eðri, bakýþlarý eðri, savaþlarý eðri, öfkeleri eðri...
Onlar, geçmiþleri taklit edip nakil ettikleri reylere uyduklarýndan bu akýl pirinin baþýna ayak bastýlar. Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygýsý ile hür ihtiyar olmadýlar, kart eþek oldular. Tanrý cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”
Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkanda otururlar. Aralarýnda bir perde vardýr, birbirlerine karýþmazlar. Nar ehliyle nur ehli, görünüþte karýþýktýr ama aralarýnda kaf daðý çekilmiþtir.
Bunlar, madende toprakla altýnýn birbirine karýþmasýna benzerler. Toprakla altýn karýþýktýr ama aralarýnda yüzlerce ova, yüzlerce konak var! Bu, bir dizide hakiki inci ile yalancý incinin bir gecelik konuk gibi misafir olmasýna benzer. Denizin yarýsý þeker gibi tatlý, lezzetli, rengi ay gibi parlak; Diðer yarýsý, yýlan zehri gibi acý,lezzetsiz, rengi de katran gibi kara.
Cennetlikle cehennemlik olanlar da deniz gibi alttan üstten, dalgalanýp dururlar. Dar ve küçük bir cisimden dalgalarýn birbiri ardýnca zuhuru da canlarýn barýþta, savaþta birbirlerine karýþmalarýna benzer. Barýþ dalgalarý kopar, gönüllerden kinleri giderir. Bunun aksine savaþ dalgalarý kopar, sevgileri altüst eder. Sevgi acýlarý tatlýya çeker, tatlýlaþtýrýr. Çünkü sevgilerin aslý, doðru yola götürmedir. Kahýr ise, tatlýyý acýlýða çekmektedir. Acý, tatlý ile bir arada bulunur, baðdaþýr mý? Acý tatlý;bu gözle görünmez. Basiret ehli, onlarý, akýbet penceresinden görmeyi bilir. Akýbeti gören göz, doðuyu görebilir. Ahiri gören göz ise gururdan, körlükten ibarettir.
Nice tatlýlar vardýr ki þeker gibidir, fakat o þeker içinde zehir gizlidir. Aklý en üstün, anlayýþý en keskin olan, kokudan anlar. Öbürüyse ancak dudaðýna, diþine deðince fark eder. Þeytan “Yiyin” diye baðýrýr ama o adamýn dudaðý zehri, boðazýna varmadan reddeder. Baþka biri boðazýna varýnca anlar, bir baþkasý yer, bedenini berbat edince anlar. Zehir; diðer birisinde abdest bozarken yanýþ yapar; zaman, zaman ciðerini delen bir acý peyda eder.
Bir baþkasýnda zehrin eseri; günler, aylar geçtikten sonra görünür. Diðer birisinde ise ölümden ve sur üfürüldükten sonra meydana çýkar. Eðer o kiþiye mezarda mühlet verirlerse mutlaka mahþer günü azap ederler.
Her otun, her þekerin zamanede bir oluþ müddeti vardýr. Lalin, güneþin tesiriyle renk, parlaklýk ve letafet elde etmesi için yýllarýn geçmesi gerektir. Alelade otlar, iki ay içinde yetiþir. Fakat kýrmýzý gül, ancak bir yýlda yetiþir gül verir. Yüce ve Ulu Tanrý, bunun için eceli, yani her þeyin müddetini En’am suresinde anlatmýþtýr. Bunu duydun ya; her kýlýn kulak kesilsin...
Bu duyduðun abýhayattýr, afiyet olsun! Bu söze söz deme, abýhayat de. Bu sözü, eski harfler teninde yepyeni bir ruh olarak gör. Arkadaþ; baþka bir nükte daha duy. Bu nükte can gibi hem apaçýk, meydandadýr, hem gayet ince ve gizli. Bir yer olur ki bu yýlan zehri, Tanrýnýn tasarruflarýyla gayet tatlý ve lezzetli bir hale gelir. Bir yerde zehirdir, bir yerde ilaç... Bir yerde küfürdü, bir yerde tam layýk ve yerinde. Orada cana zarar verir ama burada derman kesilir. Su koruk içinde ekþidir; fakat üzüme gelince tatlýlaþýr, güzelleþir. Sonra küpün içine girince acýr, haram olur...Sirke olunca ne güzel katýktýr!
Veli, zehir yese bal olur, fakat talip yese aklý kararýr zarara uðrar. Süleyman”Rabbi hebli” demiþ, yani “”Benden baþkasýna bu saltanatý verme.” Yahut benden baþkasýna bu lütufta, bu ihsanda bulunma” diye niyaz etmiþtir. Bu hasede benzer ama deðildir.
La yenbaðý nüktesini candan oku. Benden sonra bu saltanatý kimseye verme sýrrýný onun nekesliðinden bilme. Hatta o, saltanatta yüzlerce zarar ve tehlike gördü. Cihan saltanatý, kýldan kýla, baþtanbaþa can kaygýsýndan, baþ korkusundan ibarettir. Baþ korkusuyla can ve din korkusu... Bize bunun gibi bir imtihan daha olamaz.
Süleyman himmetli birisi gerektir ki bu yüz binlerce renkten, kokudan vazgeçsin. Kuvvet ve kudretiyle beraber o saltanatýn dalgasý Süleyman’ýn bile nefesini týkýyordu. Bu keder yüzünden üstüne toz, toprak konunca bütün cihan padiþahlarýna acýdý da. Þefaat edip”Bana verdiðin bu saltanatý, kemal sahibi olanlara da ver. Bu saltanatý, kerem edip kime verir, kime baðýþlarsan Süleyman odur, o da benim.
O benden sonra kimseye verme hükmüne dahil deðildir; benimledir. Hatta benimle ne demek? O kiþi, davasýz, nizasýz benim” dedi.