Veda Geceleri By: reyyan Date: 13 Temmuz 2011, 07:40:18
Veda Geceleri
Eylül 2010 - 141.sayý
Semerkand Dergisi kaleme aldý, KAPAKTAKÝLER bölümünde yayýnlandý.
Ramazan gidiyor. Eski padiþahlarýmýzdan birinin dediði gibi “Senenin onbir ayý hasreti çekilen” bu kýsa gufran devresi, bu sefer kimse farkýna varmadan, nihayete eriyor. Dün gece minarelerden “elveda” sesleri duyuldu. O zaman anladým ki mübarek ayýn sonundayýz. - Yakup Kadri Karaosmanoðlu
Yakup Kadri Kimdir?
Güçlü bir nesir yazarý olan Yakup Kadri, 1889 yýlýnda Kahire’de doðmuþtur. Ýlk öðrenimini Manisa’da gördükten sonra, Ýzmir Ýdadisi’ni bitirmeden ayrýlmýþtýr. Mýsýr’da Frerler Mektebi’nde Fransýzca okumuþtur. Kiralýk Konak, Nur Baba, Sodom ve Gomore, Yaban gibi eserleri ile meþhurdur.
Karaosmanoðlu’nun bir yaný Ziya Gökalp’e dayanan, diðer yandan Fransýz yazar Maurice Barres’e dayanan millî bir edebiyat anlayýþý vardýr. Ayný þekilde sosyal hayattan fikri hayata Batýcýlýk’ý savunan bir þahsiyettir. Hayranlýða varacak kadar bir Batý ve Antik Yunan medeniyeti takipçisidir.
Cumhuriyet’in kuruluþuna ve sonrasýnda inkýlaplara fikirleriyle tesir eden Halide Edip, Ziya Gökalp, Reþat Nuri ve Refik Halid gibi yazarlar kuþaðýndandýr.
Çocukluðumda ramazanýn yirmisinden itibaren beni garip bir hüzün kaplardý. Oyunlarýma bir neþesizlik, çalýþmalarýma bir isteksizlik gelirdi. Her sabah yataðým içinden kalbime “Bir gün daha gitti, bir gece daha gitti. Bugün yirmi beþi, yarýn yirmi altýsý, öbür gün...” daha ziyade sayamazdým. Bu bana yakýnýmdan birinin öleceði günü hesap etmek gibi muzlim (eziyet verici) ve acayip görünürdü.
Vakýa, bir zamanlar salih, abit müslüman evlerinde ramazanýn son günleri bir hastanýn sekerat demleri kadar müellimdi (elemli idi). Herkeste sanki aile rüesasýndan (büyüklerinden) biri ölüm döþeðine yatmýþ gibi bir his hasýl olurdu. Teneffüs edilen havada mukaddem (gelmekte olan) bir yas kokusu sezilirdi. Ve camilere gidilip aðlanýrdý. Oralarý hüzün ile taþan gönüllerin alabildiðine boþandýðý yerlerdi.
Hiç unutmam bir gün -ramazanýn sonlarýna doðru idi- evimizin yakýnýnda bir küçük camiye gitmiþtik. Beyaz sakallý küçücük bir ihtiyar hoca vaaz ediyordu. Cemaat çok deðildi. Fakat kürsünün etrafý pek samimi bir halka ile çevrilmiþti. Vaizle sâmîler (dinleyenler) adeta tatlý bir hasbihale dalmýþ gibiydiler. Beyaz sakallý hoca diyordu ki:
“Ey din kardeþlerim! Ýþte ramazan-ý þerifin sonuna eriyoruz. Mübarek ay bizi terk edip gidiyor. Fakat bana öyle geliyor ki, o bu yýl bizden küskün ve muðber (gücenmiþ) olarak ayrýlýyor. Zira bu yýl geçen yýllardan daha çok günah iþledik. Gelecek yýl günahlarýmýz daha ziyade artacak. Zira devirler deðiþiyor. Devirlerle beraber gönüller de deðiþiyor. Gitgide hepimizden Allah korkusu kalkýyor. Peygamberin emrine itaat azalýyor. Bir takým bid’atlar eski adetlerin yerini tutuyor. Ahkâm-ý Kur’aniyye (Kur’an’ýn hükümleri) yerine bir takým bâtýl kitaplara itikat ediliyor. Gençlerimizde ulü’l-emre itaat kalmadý. Büyüklerimizin kalbinde sýdk ve hulûstan (doðruluk ve samimiyetten), þefkat ve merhametten eser yok.
Ey din kardeþlerim, günahlarýmýz baþýmýzdan aþtý. Mübarek ayýn huzur-ý Rab’de bizim için þefaate yüzü kalmadý. Vay halimize, vay halimize!”
Ve cemaatin arasýnda diðer bir ihtiyar baþýný iki elleri arasýna almýþ hýçkýrarak aðlýyordu. Diðerleri “Allah, Allah! Allah, Allah!” diyordu. Beni de uhrevî bir korku ile karýþýk derin bir hüzün istila etti ve içimden kendi kendime ahdettim ki ömrümün sonuna kadar Allah’ýn emirlerine münkad kalacaðým (itaat edeceðim).
Fakat çocukluðumdaki ahdlerin birçoðu gibi bittabi bunu da tutmadým. Sýtmalý bir gençlik rüzgârý, devrin girdaplarýyla karýþarak bende iyi, saf ve masum ne varsa aldý götürdü. Ben derken biliniz ki mensup olduðum nesil namýna söz söylüyorum. Bu neslin hiçbir þeye itikadý yoktu ve ihtirasatý (hýrslarý) lâyetenâhî (sonsuz) idi. Mihver-i hareketi (hareket merkezi) ya bir kin, ya bir arzu idi. Kalbi tevessü etmiþ (geniþlemiþ) bir mideye benzerdi. Ne verseniz doymayacak gibi görünürdü. Fakat ilk lokmada týkanýr kalýrdý. Kendinden evvelki nesle karþý kaba insafsýz ve müstahkardý (hakaret ediciydi). Babamýz lâkýrdý söylerken kahkahalarla gülmeyi zekâmýzýn bir hakký zannederdik.
Ve henüz on sekiz yaþýmýzda iken vâlidimize (babamýza) bir çocuk muamelesi ederdik. Dinî hayata karþý mübalâtsýzlýðý (özensizliði) ise þerefli bir þey sanýrdýk. Namaz kýlmayý bilmiyoruz demeyi âlimâne bir söz, alenen oruç yemeyi kahramâne bir hareket ve büyük babamýza Voltaire’den bahsetmeyi bir ulüvv-i cenâp (büyüklük) telakki eylerdik. Validemizin bir kese içinde baþ ucumuza astýðý Kur’an-ý Kerim’i yerinden indirip ve kýlýfýndan çýkarýp alelâde kitaplarýn arasýna sokmayý en asrî ve en asîl ve en zarif hareketlerden sayardýk.
Yegâne inandýðýmýz, yegâne hürmet ettiðimiz þey “asýr”dý, asrýn ilmî terekkiyâtý (bilimsel geliþmeleri) idi. Birbirimize ikide bir “Yirminci asýrdayýz! Düþününüz efendim yirminci asýr!” derdik. Yirminci asýr bizi aldattý ve ramazan aylarý bize küstü.
Þimdi ne yapmalý? Nereye gitmeli? Dün gece odamýn penceresinden minarelerdeki “elveda” seslerini dinlerken birdenbire çocukluðumun ramazan sonlarýna doðru gönlümü kaplayan o eski hüzne düþtüm ve küçük camideki beyaz sakallý hocanýn sözlerini ve ondan sonra gençliðimin, gençliðimizin ilk devresini teþkil eden o kýymetsiz, o adi ve kaba yýllarý hatýrladým.
Çocukluðumdaki son vaazý dinlediðim günden bu son ramazana kadar geçen zaman zarfýnda dünyaya ve ahirete layýk ne iþledik, diye kendi kendime sordum. Arkamýzda býraktýðýmýz bu uzun yolda þüpheden, tereddüdden, yeis (ümitsizlik) ve elemden, tatmin edilmemiþ iþtihalardan ve bir sürü küfür ve maasiden (günahlardan) baþka ne var? Yüksek, asil ve ulvî sýfatlarýna müstahak nasýl bir eser býraktýk? Bugüne kadar bütün ömrümüzün hulasa-i manasý hep þûr ve þûriþ (þamata), hep fitne ve nifak deðil midir?
Elveda ey ramazan, elveda! Asýr bizi aldattý, sen bize küstün. Hâlimiz ne olacak? Nerede þifa, nerede gufran bulacaðýz? Bu yýl milyonlarca müslümanýn gözlerinden çeþmeler akan sular gibi yaþlar boþanýyor. Senelerden beri çeþmelerden akan sular gibi milyonlarca müslümanýn damarlarýndan oluk oluk kanlar aktý. Bu yaþlar, bu kanlar günahlarýmýzý silmeye kâfi gelmiyor mu?