Miþkatul Mesabih
Pages: 1
Ilim bahsi II By: sumeyye Date: 27 Haziran 2011, 14:18:26
Ilim bahsi II



Ýzahat
 
Râvî Ebî Ümâmetül Bâhilî (R.A) in tercüme-i hâli, birinci cildin 139. sahifesinde yazýlmýþtýr.

Hadîsi þerifde Âlim ile âbidin fazilet mukayesesi yapýlmýþ ve Re­sulü ekrem efendimizin, tevâzû olarak beyan edib kendisinin, bu üm­metin en aþaðýsýna üstünlüðü ne ise, âliminde âbid üzerine üstünlüðü aynýdýr. Âlim kiþinin, âbid kiþiye üstünlüðü, Peygamberin ümmetine üstünlüðü gibidir.

Öyle ise, her müslüman ve âbid, âlime saygý ve hürmetini, Peygam­bere hürmet ettiði gibi etmelidir. Bu þekilde davranmasý, Peygamber tavsiyesidiT. Âlime saygýlý olanda, Peygambere saygýlý kimse gibidir.

Âlime, bütün varlýklarýn hayýr duada bulunmasý ise, âlimin men­faat ve iyiliði, âbidden daha þümullü ve daha geniþ olmasýndandýr. Bütün varlýklarýn duasý, ancak ilmi nâfî sahibi, din ve þeriat ilmine âlim olub, bildiði ile amel ederek bilmeyen kimselerede tâlim edib öðreten âlimedir. Yoksa ilmi kendine fayda vermeyen ve baþka-larmada öðretmeyen, ilmi ile kibirlenen kimseye, hayýr duâ edilmediði gibi, ilâhî azabýn en eþeddîde ona olacaktýr. Zira varlýklarýn en þerlileri­dir. Bak, ileride 267-268 hadîsi þerife ye îzâhma.

Netekim bir hadîsi nebevide þöyle buyurulmuþtur :


«Kýyamet gününde azabýn en þiddetlisi, bir âlimdirki, Allâhü teâlâ ona ilminin menfaatini (ilmi ile amel etmesini) lutfetmemiþtir.»[83]

Resulü ekrem efendimizin, «insanlara hayýr (din, îman ve güzel ahlak) öðreten mualime dua ederler.» Buyurmasýnda ise, çok mühim bir kayýt vardýr.

Zira «hayýr öðreten muallim» buyurmakla, insanlara, dinlerini, þeriat hükümlerinin her þeyini, ahlak ve faziletle ilgili iyilikleri öðreten, din, ahlak ve fazilet hocasýna dua edilmektedir.

Þer öðreten muallim ve hocalar ise, bu duadan mahrum olduðu gibi, bütün varlýklarýn bedduasý ve Allanýn belâ ve azabý onlaradýr. Belki cenabu hak dünyada mühlet verir, fakat âhirette þiddetli azab ile cezalandýrýr.

Ýlim melcisi olan fýkýh tâlimi meclisi ile zikir ve dua meclislerinin birer fazilet olduðu ve fakat bu iki meclisden ilim meclisinin daha ef-dal olub Resulü ekrem efendimizin bizzat ilmi fýkýhla meþkul olanlarýn meclisini tercih edib oturduðu, ileride iki yüz elli yedi (257) inci hadîsi þerifde beyan buyurulmuþtur.

Tercümesi:


214 (17) Yukardaki hadîsi Dârimî, Mekmýl (R.A) den mürsei olarak rivayet etmiþtir, ve hadisdeki, iki adam, hükmünü ifâde eden cümleleri zikretmemiþtir ve Resûlüllahdan hikâye ederek mekhul (R.A) dedi:                             

«Âlimin âbid üzerine fazileti, benim sizin, ednânýz üzerine faziletim gibidir, sonra þu meâldaki âyeti kerimeyi okudu :

«Allahdan, kullan Ýçinde ancak (ben azimüþþaný) hakký ile bilen âlimler korkar.» (Fatýr sûresi, 28)                                                         

Mekhul (R.A), hadisi þerifi âhirine kadar serd edip okumuþtur. [84]

 

Ýzahat

 

Râvî mekhul (R.A), tabiînin ulularmdandýr ve evzâînin hocasýdýr. Zührî (R.A) dedi : Alimler, dört adetdir; Ibni Müseyyib medinede, þâbî küfede, Hasaný Basrî Basrada ve Mekhul Samdadýr. Yani, bunlar, devir ve zamanlarýnýn en bilgin kiþileri, demektir.

Mekhul (RA), zamanýnda ondan daha basiretli fetva veren yoktu ve kendisi fetvayý vermezden evvel, «lâ havle velâ kuvvete illâbillâh» der, ondan sonra fetva verirdi ve iþte bu benim reyimdir. Rey (görüþ ve fetva) ise, hata ve isabetli olabilir, derdi.[85]             

Muhyiddîn en Nevevî merhum «Tehzibül esma» isimli eserinde þu satýrlarý yazýyor : Mekhul (R.A) tabiînin fakihlerinden, Ebu Abdillah mekhul bin zeyd dir. Kendisi pek çok sahabeden hadis rivayet etmiþ­tir ve ondanda, ibni müseyyib gibi zatlar ve bir çok halk hadis rivayet etmiþlerdir. Kendisinin îtimad edilir âlim olduðuna, pek çok ulemâ ve sulaha ittifak etmiþlerdir.

Samda sakin olmuþ ve yüz onsekiz (118) târihinde yine Samda vefat etmiþtir. Allah ondan razý olsun.

Hadîsi Þerifde, Resulü ekrem efendimiz âlim ile âbidin üstünlük mukayesesini yapýyor. Câhil, sefih, abdestsiz, namazsýz, karýsý ve kýzý açýk çýplak þekilde yabancý erkeklerin huzurunda sözde ilim okuyan ve erkeklerle tokalaþib karma karýþýk vaziyette oturan ve bir tarafdan-da ehli lakva geçinen sapýklarla mukayese buyurmayor.

Zira âbid; seccadeye, mescid ve emsali ibâdet ve zikri ilâhî yapýlan yerlere baðlý, baþka kimselerle ve dünya ile fazla ilgilenmez. Ancak . zarurî ihtiyaçlarýný temin edecek kadar dünya ile meþkul olýfr. Her zaman ve mekanda, ibâdet ve itaâtla meþkul olan bir zattýr.

Alim ise, bildiði ile amel eder ve bildiðini baþkalarýna, tâlim, terbi­ye, Vâzu nasihat, hitabet, talebe okutan, eser yazýp ilmini yayan ve böylece insanlýða çok ve çok faydalý olan bir kiþidir.

îþte böylece âbidin iyilik ve hizmeti þahsýna inhisar edib, âlimin iyilik ve hizmeti ise, bütün insanlýðýn kurtuluþ ve selâmetine Þâmil olduðundan, âlim abidden üstün oluyor. Resulü ekrem efendimizde;

«Alimin, âbide üstünlüðü, benim sizin (hiç hesaba almadýðýnýz) en aþaðýnýza üstünlüðüm gibidir.» cümleleri ile, açýklamaya çalýþtýðýmýz hakikatlarý beyan buyurmaktadýr.

- Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem, bu sözünden sonra Sûre-i fâtýrdaki âyeti kerimeyi okumaklada, Allahdan hakký ile korkanlann, Allahü teâlânm zat ve sýfatlarýný, emir ve nehiylerini, dünya ve âhiret hükümlerini hakký ile bilen âlimler olduðu beyan buyurulmuþtur.

Allahdan en çok korkan kimselerinde, Allâhýn en sevgili ve velî kullarý olduðuda muhakkakdýr.

Bu hususu beyan eden Kur'an âyetleride þöyledir ;

«Muhakkakki, Allah katýnda sizin en iyiniz, Allahdan en çok kor-kanlarýmzdýr.» (Hucurat sûresi, 13)                                                     

Diðer âyet meâlide þöyledir :

«Onun (Allâhýn) dostlarý ise, ancak Allahdan çok korkan müttekî-lerdir.» (Enfal sûresi, 34)                                                                       

Diðer âyet meali:

«Velîler, o kimselerdirki, Alâha îman edib, emirlerine itaat edib yasaklarýndan sakýnýrlar.» (Yûnus sûresi, 63)                                       

Bu âyeti kerimelerde belirtildiði üzere, Allâhýn dostlarý = velîleri, Allâha îman-edib ondan hakký ile korkan müttekî kimselerdir. Allah­dan hakký ile gerçekden kuikanlarda", Allahülealayi en iyi bilen kimse­lerdir. Yani, ilim, korkulu îcab ettirir. Bilgisizlik ve cehil ise, isyan ve günah iþlettirir.

Hayatý tehlikeye atan veya atacak olan zehirli bir maddenin zehir-leyiciliðini bilen kiþi, ondan sakýnýr, kendisini tehlikeye atmaz. Bilmeyen kimse ise, sakýnmaz hayatýný helak eder. Birde bildiði halde zehiri yu­tarsa, oda kendisinin, hem dünyasýný ve hem uhrasmý periþan edib he­lak etmiþtir. Zira zehirin öldürücü bir madde olduðunu bildiði halde içip kendini intihar suretiyle Öldürenin günah ve vebalý, bir maddenin zehir olduðunu bilmeden içipde zehirlenerek ölen kimsenin günahýndan daha eþettir. Ahirette cezasýda katmerlidir.

Bu sebebden denilmiþtir : «Veylun lilcâhili merreten ve veyltin li-lâiimi seb'a merrât-CâhÝl için bir defa helak ve fakat âlim için yedi defa helakdýr.» [86]                                                       

Selefi sâlihin, mutabakata varmýþlardýrki, bir kimse, Allâha isyan ederse, iþte o kimse câhildir.

Zira cenâbu hak þöyle buyurmuþtur :

«Ancak Allâhýn kabul edceði tevbe, o kimselerin tevbesidirkÝ, bit cahillikle her hanki bir kabahat iþlerler, sonrada çok geçmeden tevbe ederler,» (Nisa sûresi, 17)

Ýþte âyeti kerimede beyan edildiði üzere, kabahat ve kötülüðü, câ­hiller iþlerler veya o kötülüðün kötülük olduðunu bilir ve fakat ken­disini bilmez yerine koyub bilmezmiþ gibi günahý iþlerler.

Þu halde Âlândan hakký ile korkub günah iþlemekden kaçýnanlar, Allâhü teâlayý iyi bilip emir ve nehiylerine riâyet edenler, Allâhm en sevgili velî kullarýdýrlar.

Ýlim ve irfandan mahrum câhil kimseler ise, dâima isyan ve fena­lýða kendilerini atabilen veya atabilecek olan bir çok faziletlerden mahrum maneviyat fukarasý kimselerdir. Ve bu zavallý câhilleri, Allâhü teâla dost-da edinmez.

Netekim Ýmam-ý Þâfi-î merhum þöyle demiþtir : «Eðer âlimler, Allâhm dostlarý olub evliya olmazlarsa, Allah (c.c.) için velî yoktur. Zira Allâhü teâla câhil kimseyi velî (dost) edinmez.[87]

Seyyid Ahmed el Rufâ-î merhumda «Elbürhânül müeyyed» isimli eserinde þöyle yazmýþtýr:

«Allâhü teâla, Câhil kimseyi veli (dost) lamýmýz.»

Büyüklerin býi sözleri, kitap ve sünnete týpa týp uyan hükünýleâ ihtiva eden bir cevherdirler.

Ýlmi ile âmil ulemânýn deðrleri, görüldüðü üzere âbidden çok ve çoK üstün iken, pek çok câhil kiþiler ve þeytanýn maskarasý sapýk ve zýndýklar, bir fýrka ve topluluk teþkil edib, sohbet, nafile namaz ve bir mikdar teþbih ve tehlil de bulundularmý, hemen kendileri gibi olmayan veya kendilerine iltihak edib fýrkacýlýða yanaþmayan, imam-müezzin, vaiz, müfti, kur'an kursu ve emsali din hizmetinde bulunan âlimlere, hakaret etmeyi, kötülemeyi ve hatta çeþitli iftirada bulunmayý, bir marifet gibi, iþleynler olmuþ ve bu kötü hal ve hareketleri, ayný þekilde yapanlar gün geçdikçe çoðalmaktadýr.

Allâhü teâla, Peygamber (S.A.V) efendimiz ve onun saf ümmetleri, ilmi ile âmil, hak mücahidi âlimler, takdir edib yüksek mertebe sahibi olduklarýný beyan buyurmakda, bu tip sapýklarda ilk vazifeleri, «zâhirci hoca, þeriatçý âlim, o hoca kabýkla meþkuldur gibi..» ifâdelerle hakaret etmektedirler.

Ýlmi ile âmil ilim adamý ile, Allâha ýhlasla ibâdet eden-âbidier, dâ­ima hak yolunda derece ve mertebelerini bilerek hayata devam etmiþ­lerdir. Fasýk ve sapýklarda, böyle müfsidliklerine devam etmiþlerdir.

Þimdi buraya kadar naklettiðiniz bir Kaç delil ve hükümlere dik­kat edelim, birde günümüzün bâzý sapýk düþünce sahihlerine bakalým.

Adam îmanýn þartlarýnýn, islâmýn þartlarýndan olan aldýðý abdes-tin, kýldýðý namazýn, verdiði zekat-m, tuttuðu oruç ve hac gibi farz olan amellerin, kur'an ve sünnetden delillerini bilmez. Hattâ bu ibâdetlerin farz, vacib, sünnet, müstehab, mekruh ve fesatlarýný gereði þekilde bil­mez, kalbin zîneti ve ruhun yüksek deðeri olan güzel huyun ne demek ve neler olduðunu bilmez, bilmeyince yaþayamaz, sâdece bir kaç büyüðün hayatýný okuyub, uydurlan ve üelkide islâmýn esaslarýna ayký-rî Kýssa ve hikâyeleri ezberlemekle, bir kaç rekat nafile namaz kýlmak­la, bir miktar teþbih ve tehlil çekerek zikri ilâhide bulunmakla, sanki tütün faziletlere sahib olan ve ilmi ile amel eden âlimlerden üstün bir kiþi olmuþtur! Herkez onun elini öpmelidir. Çünkü etrafýna bir takým robutlarý toplamýþtýr. Onlar, bu câhilin uydurma kerametinden bah­sederler, falan filan daha neler ve neler, iþledikleri saymakla bitmez.

Bu tip câhilleri, velîyyüllah tanýyan zavallý câhillerden bâzýlarý, üstadlanmýza sorarlarmýþ, ayný þeyleri zaman zaman bize soranlara tesadüf ediyoruz. Diyorlarki : «Efendim hanki tarikata münteþirsiniz veya hangi fari!cnîdasmýz?..gibL» cümlelorlý; bontyorîar.

Üsýadlanmfzm verdikleri þu cevabla cevablaýýdýrýyoruz : «-Elendim biz bütün müslümaniarýn baðlanýb intisab ettiði tarikatý muhammedi-yedeyiz veya kýsaca, tarikatý Muhammeddiyedeyiz. Peygamberin yo­lundayýz., gibi.»

Tek yol islâm yolu ve Hz. Muhammedin tarikatýdýr. Onun yolun­dan baþka yollar, ya batýl yollardýr veya ana caddeyi býrakýb ya bir dibsiz yola veya talî yollardan dolaþýb ana yola gelmek gibidir.

Hemen burada birinci cildde geçen 166. hadîsi neDeviiii tekrar oku­yalým :

«Abdullah bin Mes'ud Radýyallahu anhden mervîdir, dediki: — Resûlüllah (S.A.V) bize bir çizgi çizdi, sonra buyurdu : «Ýþte bu dosdoðru çizgi, Allâhm yoludur.»

—' Sonra Resûlüllah (S.A.V) o doðru çizginin saðma, soluna çizgi­ler çizdi ve buyurdu:

«Ýþte bu çizgiler, (ana yolun etrafýndaki) yollardýr. Bu yollarýn her birinin üzerinde bir þeytan vardýrki, o hatýl yola (insanlarý) davet eder.»

—  Ve resûlüriah (S.A.V) þu mealdakl âyeti kerimeyi okudu : «Þu emrettiðim yol, benim dosdoðru yolumdur. Dâima ona uyun.

Baþka (bâtýl) yollara ve dinlere uyub gitmeyinkl, sizi onun (Allahýn) yolundan sapdýnp parçalamasýnlar..,»                     (En'am Sûresi, 153)

Yine birinci cildde 191. hadisi, 399 - 400 sahifelerden okumayý tav­siye ederiz.

Sonradan zuhur eden veya edecek olan tarikatlar (yollar) hak? kýnda büyüklerden ve ehli tasavvufun önderlerinden, tarikat ve hakikat erbabýnýn îmamý Cüneydi baðdadî rahîmahüllah þöyle demiþtir :

«Tarikatlarýn (yollarýn) hepsi, kapalýdýr (Batýldýr). Ancak Peygam­ber sallallâhü aleyhi vesellemin izine uyanlarýn yolu açýktýr.

—  Bir kimse. Kuranýn hakkýný (hüküm ve beyanlarýný) hýfzetmez (belleyib amel etmez) ve hadîsi nebeviyide yazmazsa, bu iþde (tarikat yolculuðunda) o adama iktida edilmez. Zira bizim Ýlmimiz ve bu gitti­ðimiz yol (tasavvuf ve takva yolu) kitap ve sünnetle kayýtlýdýr.»

(Keza, bak, Tarikatý Muhammediye, Bid'at faslý)

Yine bu sözlerirý þerhini beyandan sonra ayný eserin Sarihlerinden «Receb efendi» ismiyle mâruf olub Berikanm kenarýnda Tarikat isim­leriyle, bunlarýn içinden sapýklarýnýn iddia ve amellerini þöyle yaz­maktadýr :'

«Sen bilmelisinki, Muhakkak ehli tasavvuf, on iki (12) fýrkaya ay­rýlmýþtýr.

1) Bunlardan birisi, Sünnî (sünnete uygun) olandýr. Onlarda, bütün ulemanýn (âlimlerin) medhü senada bulunduklarý kimselerdir (Yani, Peygamber efendimizin izine tabî olup sünnet vech üzere olan­lardýr) .

—  Bu tarîki müþtekimde olan sünnîlerden baþkalanda, Hulûliyye, Hâliyye, Evliyaiyye, Þemrâhiyye, Hibbiyye veya Hubbiyye, Hûriyye, Ýbâhiyye, mütekâsiliyye, Mütecâhiliyye, vakýfiyye ve îlhâmiyye   dir.

2 ) Ehli tasavvufdan sayýlanlarýn ikincisi, HulûlÝyyedÝr. Bunlar; kadýnlardan ve emredlerden (yüzünde sakal bitmemiþ olanlardan) yü­zü güzel olana bakmak helaldir, Çünkü o güzel yüzde hak teâlamn sýfatý vardýr, derler (Bâtýl akide ve tarîkatda olduklarý, gayet açýktýr).

3 ) Hâliyye : Bunlarda, Raksý ve el þakýrtatýb vurmayý helal ve Þerîatda vasýflandýrýlamýyacak hal, Þeyh için helaldir, derler.

4 ) Evliyaiyye : Bunlar; Kul, velilik mertebesine ulaþtýðý zaman, ondan teklif (Abdest, namaz ve emsali ibâdetler) sakýt olur ye velî, ne-bîden efdaldýr, çünkü nebinin ilmi-Cebrâil vâsýtasý iledir, velînin ilmi ise Vasýtasýzdýr, derler (bunlarýn sapýklýk ve dalâletleride meydandadýr).

5 ) Þemrâhiyye : Bunlar, sohbet, Ýcadimdir ve bu sohbetle kiþi­den emir ve nehiy sakýt olur, derler. Böylece bütün çalgýlý hayatý ve yasak olanlarý helal sayarlar. {Yani, ibâdat ve kulluk sohbetden ibaret­tir. Baþka ibâdet yoktur, diyerek her türlü kötülükleri helal sayarlar. Bunlarýn mülhidlikleride aþikardýr).

6 ) Hubbiyye veya Hibbiyye : Bunlarda, kul, Allanýn yanýnda mehabbet derecesine vasýl olduðu zaman, Bütün þer'î teklifler ondan sakýt olur, derler. Ve kendi aralarýnda avret yerlerini örtmezler (sakýn­mazlar, namuslarýný kýskanmazlar.)

7 ) Hûriyye : Veya Havariyye : Bunlar; yukarda geçen hâliyye-lerin dediklerini derler. Ancak bunlar, iddia edilen mertebeleriki, Þey­hin hâline ulaþýldýðýnda kadýnlarý cima etmeyi' iddia ederler. Þeyhin hâlinden (iddia ettikleri cezbeden) ifâkat bulub kurtulduklarýnda gusl­ederler (Bunlarýn bâtýl hayatlarýný yaþayanlarý ve karþýlaþanlarý dinle­diðimiz olmuþtur).

8 ) Ýbâhiyye: Bunlar, emri bilmarufu (iyiyi emretmeyi) ve neh-yi anilmünkeri (kötüden men etmeyi) terk etmeyi, söylerler.

(Alemin doðrusu senmisin? deyib hakký tavsiye edenleri sustur­maya çalýþanlar, bunlarýn cemaatýdýrlar). Ayný zamanda bunlar, ha­ramlarýn helalliðin iddia ederler.

9 ) Mütekâsiliyye : Bunlar, çalýþmayý terk ederler, bütün kapý­lardan dilenirler ve dünyayý terk ettikleri iddiasýnda bulunurlar {Din ve dünya iþleriyle meþkul olmayýb tembel yatan ve bütün insanlarýn sýrtýndan geçinen veya geçinmeye çalýþan lübcü sýnýfýndan   adamlar, bunlardandýr).

10 ) Mütecâhiliyye : Câhil sýnýfýndan olan bu adamlar, üzer­lerine âþýklarýn elbiseleri, diyerek þýk giyinirler ve bârýn mâna zahir mânanýn hilâfýna old»uðunu iddia ederler.

11 ) Vâkýfiyye : Bunlar, marifeti (Allâhü teâla ve bir þey hak-~ kýnda bilgiyi) terk ederler ve Allâh-ý (c.c), Allâhdan baþka kimse kat'-iyyen bilemez, derler.

12 ) Îlhâmiyye : Bunlarda, ilim ve ders okuyub öðrenmeyi terk ederler ve «Kur'an bir perdedir, þiirler (Kaside ve ilâhîler) tarikatýn Kur'anýdýr» derler. Böylece Kur'an okuyub okutmayý terk ederler ve þiirler (Kaside ve ilâhîler) öðrenirler. Bu sebeblede helak olub giderler.

îþte bunlar (ehli sünnetin dýþýnda kalan on bir tane tarikatçýlar) m hepsi, sapýklýk üzerinedir. Çünkü bunlar, Þeriatý mutahharaya tazim etmiyorlar. Sîreti Ahmediyye denilen tarikatý muhammediyenin eserine uynýrvorlar. Doðru millet olarak yaþayan, kitap ve sünnet ile amel eden elýli sünnet velcemaat milletinin amel ettikleri üzere amel etme­mektedirler.

—  îþte bu sebebden ehli irþaddan (mürþidden) iktida, edilib uygula-cak kimse, pek az bulunmaktadýr. Bu mürþid için iki þâhid (delil) var­dýr. Birisi, Zahir mâna, diðeri bâtýn mânadýr.

—  Binâenaleyh zahir mâna, Þeriatý mutahharayý hâkim kýlýb amel ettirmektedir. Bâtýn mâna ise, basiret üzere þeriatý mutahhara yolunda ehlinden öðrenib amele hulusla sülük etmektedir.

—  Bu takdirde iktîda etmek için görüleck tek Þahýs, nebiyyi muh­terem sallallâhüaleyhi vesellemdir. Peygamber  aleyhisselam  (Yani, onun sünneti) o kiþi ile Allah arasýnda bir vasýta (elçi) olarak tâyin edilmelidir. Tâki tâkib edilib sülük edilecek yol, körlemesine olmasýn.»[88]

Yukarda naklettiðimiz sapýk tarikatçý sözde mutasavvýflar, geçmiþ zamanda bâzý þahýs ve isimlere izafeten söylenmiþ ve bâtýl îtikad ve ameller pirensib edinmiþlerdir.

Ayný þekilde çeþitli þahýs ve isimlere nisbet edilen ve yukardaki zýndýklarýn îtikad ve amellerini, belkide daha eþedlerini savunanlara, türkiyede ve baþka memleketlerde karþýlaþýb mücâdele ettiklerimiz ol­muþtur. Tarikat ehillerinden bâzý sapýk takýmý tipinden olanlar, ehli tak­va olarak bilinen 'kimseleri, siyâsi emellerine âlet edip, tarikatla fýr­kacýlýðý birleþtirenlerde vardýr. Fetvada caiz olmayan þeyleri, takvada caiz gibi beyanlarda bulunuyorlar.

Meselâ : «Sen bizim tarikata gir, ben sana evrad vereyim, Kur'aru okumaya lüzum yok», «Bizim tarikata girersen, sen ölürken Ýmansýz ölsen, þeyhimiz sana kabirde îmaný yetiþtirir», «Bizler, haftada bir veya iki sefer sohbet toplantýsý yaparýz, tefekkür ve tezekkürde bulunuruz, namaz ve ibâdeti yapmayýz. Çünkü namaz, hamlarýn ibâdetidir, bizler eriþkinleriz v.s.» Ayný sapýk tarikatçýlarýn ifâdeleridir.

Bu cümlelerle yukarda naklettiðimiz sapýk tasavvufcularm iddia ve sözleri, islâmla hiç bir surette baðdaþmamaktadýr. Binaenaleyh bu bâ­týl iddialar, kimde ve nerede yazýlýr ve söylenirse söylensin,   bâtýldýr.

Bu naklettiðimiz bâtýl cümleler, bir kaç misaldan ibarettir. Bugün Konyada «Mevlâna ayinleri» adý altýnda senede bir sefer belli günler­de «Ýhtifal» yapýlmaktadýr. Gelenlerin ekserisi ya kâfir veya sarhoþlar­dýr. Ýhtifali yöneten ve yapanlar, ud, cura, kanun keman ve sazdan tutunda ne kadar çalgý âleti var ise, hepsi neyle beraber çalýnmakta

dýr. Beþ vakit camiye gelmeyen, hatta dine îmana söven ve müslüman-lara «Þeriatçýlar, gericiler... gibi...» Sözleri söyleyenler, buraya gelmek­tedirler. Beþerî müeyyideler de yasaklandýðý halde, sýratý müstaki­me darbe oian bu ameller ve haller harýl harýl iþlenmektedir. Dînî hiç bir yönü ve îzahý yoktur.

Burada iþlenen kadýnlý erkekli, müslümanlý kâfirli, Bid'atlý ve batýl-lý kötülükleri saymak çok uzayacðmdan, kýsa bir dikkat çekib saf ve câhil müslümanlan, uyarmakla iktifa ediyoruz. Mevlâna Celâleddîni Rûmî hazretlerini istismar edib, para ve kan için kurulmuþ bir tuzak-dan ibarettir. Nefis ve þehvetlerine düþkünlerin iþledikleri cürüm ve cinâeytler, sayýlmayacak kadar çoktur.

Bu fenalýk ve bâtýl inanç ve ameller gibilerinin bâzýlarým, «Ýslama sokulan Bid'at ve Hurafeler.» Ýle «îslâmöa Evliya Meselesi ve Hârikalar»

adlý eserimizde zikredib îzâh ettiðimizi bildiririz.

Ýþte ey îmaný kâmil, sâlih ve ahlaký hasene âþýklýsý mümin kardeþ­lerimiz! Yukarda naklettiðimiz hadîsi Þerifde beyan edilen ve ana cadde olarak vasýflandýrýlan «Sýratý müþtekime (Tarikatý Muhamme-diyeye)» ve bu yolu tâkib edib týpa týp uyan ehli sünnet vel cemaat yoluna tâbi olalým. Ana caddeden ayrýlýb tâli yollara uymuþ ve þey­tanýn maskarasý hâline gelmiþ olan, bâtýl yollardan ve o yollarýn sâhib ve sâliklerinden þiddetle kaçýnalým.

Bir âyeti kerimede Duyurulmuþtur:

«(Dünya ve âhiretde) selamet (ve saadet), hidâyete (doðru yola) tâhi olanlaradýr.» (Tana sûresi, 47)                                                     

Diðer âyeti kerime meali:

«Kim, (aziz olan) benim hidayetime (kitabýma) uyarsa, iþte o kim­se (dünyada) sapýtmaz ve (âhiretde} periþan olmaz.»(Tana sûresi, 123)

Tercümesi:

215- (18)   Ebî Saîd el Hudrî (KA) den mervidir, dedi:

Resûlüüah (S.A.V) buyurdu:

«Muhakkakki insanlar, size tabî olucudurlar. Elbette arzýn çeþidi! yerlerinden size (hakiki mücâhid ve mütevazý) adamlar, dinde lakin olmalarý için gelirler. Þayet size gelirlerse, hemen onlara, hayýr tavsi­ye ediniz.»

(Hadîsi, Tirfnizî rivayet etmiþtir. Keza ibni Mâcedede vardýr.) [89]

 

Îzahat
 

Hadîsi þerifin, «Muhakkak insanlar, size tabî olucudurlar.» Cümle­sinin izahýnda, Þârih Aliyyülkârî merhum þu satýrlarý yazýyor ;

- «Yani ey ashabým! elbette insanlar. Sizin fiillerinize ve sözlerinize tabî olurlar. Zira siz, benden güzel ahlaký aldýnýz.

— Muhakkak ki Þeriat benim sözlerimdir. Tarikat benim fiillerim-dir ve hakikat, benim hal ve ahvâlimdir.» [90]               

Bundan bir evvel geçen hadîsi þerifin îzahmdada belirttiðimiz üze­re, müslümanlann tabî olacaðý yol, Peygamber efendimizin yolu olan tarikatý muhammediyedir. Þeriat, tarikat ve hakikat, Peygamber efen­dimizin yolunda mündemicdir. Þeriatýn esasý olan kitab ve sünnetin hüküm ve buyruklarýna, inanýb amel etmek suretiyle hal ve ahvâli düzeltmek, tek doðru inanç, amel ve harekettir.

Üstadlarýmýz buyururlardý ki; «Evladým, kýl beþi, gör iþi, þükret Al­larýma!»

Evet îman sahibi bir kiþi, islâmýn þartlarý ile amel edecektir. Fakir olsun, zengin olsun, câhil olsun, âlim olsun, mükellef olan her müslü-mana beþ vakit namaz farzdýr. Ýslâmýn diðer þartlanda, bulunduðu za­man mükelejf olanlar, yapmak mecburiyetindedirler.

Hal böyle iken, hak yol olan tarikatý muhammediyeden baþka isimler altýna giren bâzý tarikat ehillerinden,' beþ vakit namazý kýlma­yan, orucu tutmayan ve hatta cuma ve Bayram namazýna gitmeyen zýndýklara tesadüf, ediyoruz. Bu tip sapýklar, nâzý tefekkür ve tezekkür­le günlerini geçiriri bir çok haramlarý kendi görüþ ve düþünceleri ile helal deyib, dinden çýkararak yaþamaktadýrlar.

Helal ve haram mefhûmu, onlarýn arasýndan kalkarmýþ, onlar eriþ­miþler, ibâdet ve emsali vazifeler sakýt olmuþ, maalesef bunlarla mü­nakaþa yapýlmýþtýr. Cenâbu hak böyle zýndýklardan, bütün müslüman kardeþlerimizi koruyub kurtarsýn. Amin.

Camiye gitmeyib, Cuma ve Bayram namazlarýný kýlmak için þart­larýn bulunmadýðým iddia edenlere, birinci cildde «Türkiyenin dâri Ýs­lâm» olduðunu ve Cumanýn þahinliðini beyan ettiðimizi hatýrlatýrýz.

Son devrin fakihleri böyleleri hakkýnda þu görüþü beyan etmiþtir : Fukahaya göre kutta-ý tarîk, olda sofiyye güruhu tahkik.

Hadimi merhum «Eyyühel Veled Þerhi» adlý eserinde þöyle demiþ­tir:

«Elbette Câhilin sofusu, þeytanýn maskarasýdýr.» Mehmet Akil merhumda þöyle diyor: Kitabý, Sünneti, icma-ý kaldýnb attýk. __Havâssý maskara yaptýk, avamý aldattýk.

Bütün bu hüküm ve beyanlardan sonra, ey hak yolcusu mümin kardeþler! Peygamberimizin mübarek sözlerine iyi dikkat edelim. Onun ashâhmm hayatýný biliyorsak veya bilenimiz var ise, bu hususa dik-katla sarýlalým. Kitab, sünnet, icmâ-ý ümmet ve kýyasý fukahayý kanun-laþtýrýb hayatîç tatbik edile gelen en isabetli hüküm ve amel kaynaðý, ilmi fýkhýnýn hükümleridir.

Öyle ise, islam þeriatýnýn her hükmünü havî ve câmî olan bu il­me ve bu ilmi beyan eden saðlam kaynaklara, âlim olmalýyýz veya bu ilmi bilinde amel eden ehline müracaat edib yolumuzu düzeltmeliyiz.

Netekim hadîsi nebevinin devamýnda, ümmetin, 6arzm muhtelif yerlerinden gelib ashaba ilmi fýkýh (þeriat ilminin) esaslarýndan sor­maya gelenlerin olacaðý beyan buyurulmaktadýr.

Yer yüzünün yýldýzlarý mesabesinde olan mübarek ashabý kirama, din ve þeriat ilminden sual sormaya gelenlere hak ve hayýr tavsiyede bulunmalarýný buyurarak þöyle demiþtir :

«Þayet size gelirlerse, hemen onlara hayýr tavsiye ediniz.»

Þu halde ashabý kirama gelecek kimselerin, din ve þeriat ilmini öðrenmek maksadý ile geleceklerinin ve ashabý kiramýzda onlara ha­yýr tavsiyede bulunmalarýnýn beyaný, þâyâný dikkattir. Zira insan, bil­mediðinin talibi, bildiðinin âlimi olarak, dâima dîninden bilemediði eksikleri ehlinden sormalý ve mes'ele sorulan kiþilerde, o mes'elenin hak yönünü biliyorlarsa, cevabý vermelidirler.

Tercümesi:

216 - {19} EbîHoreyre (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllâh (SJV.V) buyurdu:

«Hikmetli kelime, hakimin (akýllý kiþinin) yitiðidir, öyle ise, o hik­meti nerede bulursa, onu oradan almaya daha layýkdýr.»

(Hâdisî, Tirmizî ve Ýbni Mâce rivayet etmiþtir. Ve Tirmizý, bu ha­dis garibdir dedi. Ravî Ýbrahim bin elfazl, hadis hakkýnda zaif olduðunu beyan ediyor.) [91]

 

Ýzahat
 

Hadîsi þerifdeki, «Hikmetli kelime» sözünü îzah edelim. Hikmetli kelime : Akýl ve nakla mutabýk faydalý söz, faydalý cüm­le, faydalý ilim ve irfan manalarýna gelir.

Hikmet : îmamý mâlik (R.A), dinde fakih olmaktýr, demiþtir.

Þeydi Þerif Cürcâni merhumda, «Târifâtü Seyyid» adlý eserinde þu satýrlarý yazmýþtýr:

Hikmet : Beþerî takat nisbetinde eþyalarýn hakîkatlamu olduklarý üzere bahsü beyan eden ilimdir.

—  Veya Hikmet, normal hal ile bilinen aklî ilmin hey'eti asliyesi-dir.

—  Ýbni Abbas (R.A), hikmeti þöyle tefsir etmiþtir:

«Kur'andaki Hikmet: Halal ve haramý tâlim edib öðrenmektir.

—  Denildiki, lugatda Hikmet, Amel ile beraber ilimdir.

—  Yine denildi : Hikmet; Ýnsanýn, takati nisbetinde bir iþ hakkýn­da gayret sarf edib hak olduðu þekilde istifâde etmesi gereken þeydir.

—  Yine denildi; Her hangi bir sözki, hakka muvafakat ederse, iþte o hikmettir.

—  Yine denildi : Hikmet, her türlü þüphe ve hileden beri' olan mâ­kul sözdür.  [92]                                                         

Bütün bu açýklamalardan anlaþýlmýþtýrki, Hikmet; ilim, akýl, fay­dalý söz, hak, hayýr ve her türlü iyi þey ve iyilik mânalarýna geliyor.

timi Cevzî (R.A) da, «Zâdtil mesîr» adlý tefsirinde þu hükümleri ya­zýyor :

«Hikmet hakkýnda on bir (II) kavi (söz ve beyan) vardýr :

1 ) Hikmetden murad, Kur'aný kerimdir, (bu kavli, ibni Mes'-ud, mücâhid, dalmak ve müteahhirîn ulemâsýndan mükâtil, demiþtir.)

2 ) Hikmet, Kur'anm nâsýhmý, mensuhunu, muhkemini, mü-tesâbihini, mukaddemini, muahherini ve bunlarýn emsali hükümlerini bilmektir, (bunlarýda ibni Abbas (R.A) den Aliyyibni Ebî Talha (R.A) rivayet etmiþtir.)

(Nâsýh ve mensuh hakkýnda gerekli malumat, birinci cildde beyan edilmiþtir.)

3 .} Hikmet, Nüvüvvet manasýnadýr, (bunuda ibni Abbas (R.A) dan Ebû sâlih rivayet etmiþtir.)

4 ) Hikmet, Kur'aný kerimdeki hükümleri anlamaktýr, (bunuda Ebi âliye, katâde ve Ýbrahim (R.A) demiþtir.)

5 ) Hikmet, ilim ve Fýkýh manasýnadýr, (bunuda mücâhid den Ley s (R.A) rivayet etmiþtir.)

6 ) Hikmet, sözde (konuþmada) isabet etmektir, (bunuda mü-câhidden ibni Ebî Nuceym (R.A) rivayet etmiþtir.)

7) Hikmet, Allâhm dîninde verâ edinib (þüpheliden kaçýnýb) uzak-laþmakdir (bunuda, Hasan Basri (F.R) demiþtir.)

8 ) Hikmet, Allahdan korkmaktýr, (bunuda Rabî bin Enes (R.A) demiþtir.)

9 ) Hikmet, Dinde akýllý olmaktýr, (bunuda ibni Zeyd (R.A) de­miþtir.)

10)   Hikmet, mutlak anlamak manasýnadýr, (bunuda, þekîk demiþ­tir.)

11 ) Hikmet, ilim ve amel manasýnadýr. Bir adîftna, hakim denemez, ancak ilim ile ameli cem edib toplarsa, «hakîm» denir, (bu­nu ibni kuteybe R.A demiþtir.)»[93]                         

Ýþte böyle pek çok mânaya þnmûlü olan hikmete sâhib olmak, çok ve pek çok kýymete sâhib olmaktýr. Bu fazilet, kendisine verilenler elbet, Peygamberler, velîler ve ihlaslý müminlerdir.

Hikmet verilenlerden bâzýlarý kur'an âyetlerinde þöyle beyan edil­miþtir :

«Allâhm üzerinizdeki nimetini ve size öðüt vermek için indirdiði kur'an ve ondaki hikmeti düþününüz.»                 (Bakara sûresi, 231)

«Alâh ona (Dâvûd-a) padiþahlýk ve hikmet (Peygamberlik) verdi ve ona dilediði þeyleri öðretti.»                                       (Bakara, 251)

Diðer âyeti kerime meali:

«Allah (c.c.) dilediðine hikmeti (faydalý bilgiyi) verir ve kime hik­met verilmiþ ise, muhakkak ona pek çok hayýr verilmiþtir. Bu âyet hü­kümlerini ancak olgun akýl sahihleri düþünürler.»     (Bakara sûresi, 269)

Diðer bir âyeti kerime meali:

«Allah (c.c.) Ey Resulüm!) sana, Kuraný ve hikmeti (Kur'anýn hü­kümlerini) indirdi ve daha evvel bilmediklerini sana öðretti. Allanýn, senin üzerindeki lütuf ve ihsaný çok büyüktür.»     (Nisa süresi, 113)

Hz. îsa ile ilgili diðer âyet meali:

«Ey Meryem oðlu Ýsâ...! Hani sana yazý yazmayý, hikmeti (doðru konuþmayý ve faydalý sözü) ve Ýncili öðretmiþtim...» (Mâide sûresi, 110)

Hz. Lukman ile ilgili âyet meali:

«And olsunki, biz Lukman'a Allâha þükret, diye hikmet verdik.»

en kolay tarz ile), onunla yap.»  (Lukman Sûresi, 12);

Hikmetli bir þekilde hakka davet üslûbunu beyan eden âyet meali:

«(Ey habîbim! insanlarý) Rahbiyin yoluna hikmetle (saðlam delil ve hüccetle) ve güzel öðütle (ikna edici ve fâideli kelime ve tabirlerle) davet et ve onlarla mücâdeleni en güzel yol hangisi ise, (Rýfk, nazik ve en kolay tarz ile) onunla yap.» (Nahl sûresi, 125)

Yukardan buraya kadar hikmetin, tarif ve îzahý ile kur'andaki deðerini beyan eden âyetlerden bâzýlarýný nakletmiþ bulunuyoruz. Mâna ve ehemmiyetini anladýðýmýza göre, bu hikmete sahib olmak için hangi yollara ve metodlara baþ vurmalýyýz? Yine bu yolu önderi­miz Muhammed aleyhisselam beyan buyurmuþtur.

Hadîsi þerifin .devam eden cümlesinde buyurulmuþturki: «Öyle Ýse, o hikmeti nerede bulursa, o hakimin (akýllý kiþinin) onu oradan almasý daha layýkdýr..»

Þu halde ilim ve hikmet taleb eden bir mümin, zaman, mekan ve þahýs gözetmeden nerede bulursa, oradan almasý lazýmdýr. Bilhassa bi­linmesi ve amel edilmesi farz olanlarý, zaman gaybetmeden ehlini bu-lub öðrenmesi farz olur. Bilinmesi ve amel edilmesi vâcib olan mes'ele-leride öðrenmek vâcib olur. Sünnet ve müstehab olanlarýn öðrenilme-side gerekirse, sünnet ve mütehab olur. Mekruh olan þeylerin ilmi ise, vacib ve sünnet olur. Ve eðer helal ve haram olanlarýn hükümlerini öð­renmek gerekirse, bu takdirde onlarýn ilmide farz olur.

Bu ilmi öðrenmek için uzak mesafelere gitmek gerekse ve hatta baþka lisanlarla öðrenmek mecburiyeti olursa, yine oraya gidib öðren­mek lazýmdýr.

îmam-ý Þuyûti merhumun «Elcâmi ussaðýr» Ýsimli hadisi nebevi kitabýnda þu mealdaki hadîsi þerif buna þâhiddir.

«Çindede olsa, ilmi tâleb ediniz. Zira ilmi taleb etmek, her müslü-mana farzdýr.» [94]                   

Evet bu hadisi nebevide de belirtildiði üzere, ilim öðrenilecek mekan, Çin gibi uzak memleketlerdede olsa, yine oraya gidib ilmi tah­sil etmemiz lâzýmdýr. Ayný zamanda o memlekete gidince oradan ilmi tahsil edebilmek için, elbet oradaki âlimin ve cemaatýn dilini bilmek gerekir.

Hal böyle iken yakýn târihimizde, «Kâfir dili» diyerek yabancý dil öðrenmeyi ayiblayanlar olmuþ ve yabancý dil öðrenen veya Öðretenler kýnanmýþtýr. Keza yabancýlarýn sanatlarmada, «kâfir sanatý» diyerek yabdirmayan ve ayýblayanlar olmuþtur.

Resulü ekrem efendimize muhtelif memleketlerden, muhtelif dille­re sahib cemaatlar geliyordu. O gelen insanlarýn dillerini anlayan ve arab dilinden anlatýlmasý gereken hükümleri onlara anlatan ve öðreten" tercümanlar bulunurdu. Etrafa gönderilen elçilerden bu hâle sâhib olanlarda vardý. Siyer kitaplarýnda yazýlanlarý okumak kifayet eder.

Birde müminin yitiði olan ilim, hikmet, yakýn ve uzaklarda ve baþ­ka milletler içinde bulunan her hangi bir þahýsda olursa ve hikmeti o þahsýn elýil ve öðretme kabiliyeti olduðunu bilirse, hiç vakit geçir­meden hemen gidib öðrenmesi lâzýmdýr. O ilim sahibinin, kavmiyetine, ýrk soy ve sopuna, fýrka ve zümre ayrýlýðýna falan bakmadan kimden bulursa, hikmeti o âlimden hemen almalýdýr. Hatta o ilim sahibi, ilmî otoriteye ve doðruyu bildirme karekterine sâhib ise, gayri müslim bir âlimde olsa, hemen faydalanmak gerekir.

Bu hususu Hz. AH þu mealdaki cümlesi ile daha açýk bir þekilde be­yan etmiþtir:

«Söyleyene (ilim sahibine) bakma, söylenene (ilim ve hikmete) bak.»[95]                                                             

Bu ibarenin aynýsý, þerhdede mezkûrdur.

Evet elektirik, lamba ve idareler gibi, bildiði ile amel etmeyib ken­dilerine her ne kadar faydasý olmasada, baþkalarýný aydýnlatýyorlar. Yakýdým yakýb baþkalarým aydmlatýb kendisine faydasý olmayan çýralar gibi, kendisi her ne kadar bildiði ile amel etmeyib ilminden kendisi gere­ði gibi faydalanamýyorsada, baþkalarýna öðretmek suretiyle faydasý dokunur. Tâlib olanlar, hemen faydalanmalýdýrlar. Daha geniþ îzahat «Ýslâmda Evliya meselesi ve Hârikalar» adlý eserimizde mezkûrdur.

Tercümesi:

217 - (20) Ümi Abbas (R.A) den mervîdir, dedi: Resûlüllah (S.A.V) buyurdu.

«Bir fakih (þeriat ve din alimi), þeytan üzerine bin âbidden eþet-tir.»

(Hadîsi, Tirinizî ve Ýbni Mâce rivayet etmiþtir.) [96]

 

Ýzahat
 

Hadîsi þerifin ihtiva ettiði hükme çok dikkat etmek lâzýmdýr. Zira þeriat ve fýkýh ilmine vâkýf ve ilmi ile âlim olan bir kiþi, fazla bilgisi ol­mayýn ancak yapacaðý ibâdetlerin ilmini bilen veya hiç bir ilmi olmayýb ibâdete devam eden bin âbidden, þeytana daha þiddetli ve daha teh­likeli oluyor. Yanî þeytan, cehli ile ibâdete devam eden bin (1000) âbidden, daha fazla fýkýh ilmine vâkýf olan tek bir âlimden çok ve çok korkuyor. Bin âbidi sapýtmak için sarf ettiði çabadan, daha fazla emek sarf edib bir âlimi, yoldan çýkarmakda güçlük çekeceði beyan buyurul-maktadýr.

Sebebide, âbidin, amel ve ibâdetini ifsad etmek ve hatta îmanýný tehlikeye atmak için þeytan bütün olanca gayretini sarf eder. Abide, ves'vese ve vehimler ilka eder. Abidde, þeytanýn iðfâlýna kapýlýb ibâdeti­nin makbul veya müfsüüði hakkýnda þek ve vesveseye kapýlýr. Fakat bu þüphesini izâle- etmek için dinde fakih olan zâta müracaat eder, o fa-kihde, o ibâdetin makbul veya gayri makbul cihetini beyan ederek ibâdetin Ýslah yönünü öðretir. Böyle bin abidin ibâdet ve amelini düzel­terek þeytanýn bütün çabalarýný boþa çýkarýr. •

Mes'elenin ýslah yolu böylece saðlanýnca, þeytanýn bütün emekleri heba olur. Abid de güzel rahatlýða kavuþur ve hak teâlaya ibâdetinde huzur içinde devam eder.

Þeytan bu âbid gibi, bin (1000) âbidi þaþýrtýp amellerini ifsad et­tirmek için çalýþýr. Âbidlere kötü vehim ve telkinlerde bulunur, ibâdet­lerinde þüpheye düþerler. Fakat bu âbidlerin ibâdetlerini dinde fakih olan bir âlim, ya nasihat yoluyla, veya suallere cevab veya mes'elele-rin hükümlerini bir eserde yazmak suretiyle âbidlerin þüphelerini gi­derir. Amel ve ibâdetlerinin makbul yönlerini aydýnlatýr.

îþte þeytanýn pek çok duzaklar kurmasiyle âbide verdiði telkin ve þüpheleri, din ve þeriat ilmine vâkýf ve ilmi ile âmil bir âlimin, duzak-larý yýkýb âbide doðru yolu gösterdiðinden, Hz. Resulü ekrem efendimiz, þeytana en þiddetli ve en korkunç kiþi, bu âbidden daha kuvvetli ve daha sýkýntýlý kiþinin bir fýkýh âlimi olduðunu beyan buyurmuþtur.

Þeytanýn en çok korktuðu varlýklarýn en baþda gelenleri, ilmi ile âmil olan fakihlerdir. Abidin ibâdetinden korkmaz ve fakat uyuyan veya boþ oturan fakihden korkar. Çünkü fakih, nefsin lehine ve aley­hine olan bütün iþleri ve hükümlerini bilen kiþidir. Hem kendi yap-týðmm doðruluðunu ve nemde baþkalarýnýn yaptýklarý iþlerin ýslâh ve isabetli yönlerini gösterir.^

Ebî Nuaym (R.A) «nýlye» adlý eserinde selmâný fârisî (RJV) den naklen þu hadîsi þerifi zikretmiþtir :

«Ýlim üzerine uyumak, Cehil üzerine namaz kýlmakdan hayýrlýdýr.»[97]

Buraya kadar açýklamay çalýþtýðýmýz hadîsi nebeviyi tekrar okuya­lým :

«Elbet de bir fakih (Din ve þeriat âlimi), þeytan üzerine musallat oian bin (1000) - âbidden daha eþettir.»

Ey ilim ve ibâdet erbabý hakka inanan mümin kardeþler! Resulü ekrem efendimizin bu mübarek sözüne çok dikkat edelim. Her fazilet ve deðeri yerine oturtarak takdir edelim. îlim sahibi olmadan câhil bir þekilde ibâdete, evrad ve ezkâre devam etmek, elbet bir fazilettir. Kýy­meti hâiz amel ile meþkûliyyettir. Ve bu abidde kýymetli bir zattýr. Fakat þeytanýn hile ve desiseleri bu zatý tehlikeye atabilir. Çünkü «Câ­hilin sofusu, þeytanýn maskarasýdýr» denilmiþtir.

îlmi fýkhý" (þeriat ilmini) hakký ile bilib amel eden bir fakih ise, bütün insanlýða faydasý olmasý hasebiyle, bin âbidden daha deðerli ve þeytanýn, bin âbidden daha fazla korktuðu ve sýkýntý çektiði bir varlýkdýr.

Ýlimle ibâdet ve âlimle âbid arasýndaki farký belirten diðer bir ha­disi nebevide þöyle Duyurulmuþtur:

«Ey Ebâ Zer (R.A)! Sabahýn erken saatinde çýkýb Allanýn kitabýn­dan bir âyet öðrenmen, nafilelerden yüz (100) rekat namaz kýlmandan senin için daha hayýrlýdýr.

—Yine (Ey Ebâ Zer!) sabânýn erken saatinde çýkýb (veya kalkýb) ilimden bir bab Öðrenmen, o öðrendiðinle amel etsende etmesende, bin (1000) rekat nafile kýlmandan daha hayýrlýdýr.»[98]

Hadîsi þerifde, ilimle ve nafile ibâdetle meþkul olmanýn aralarýnda­ki fazilet derceleri, iki yoldan mukayeseli bir þekilde beyan Duyurul­muþtur.

a) Bir kimse, kur'andah bir ayetin, lafýz ve manasým veya sâdece lâfzýný veya sadece mânasýný tâlim edib öðrenirse, diðer bir kimsede, seccadesinde Allanýn divanýna durub yüz {100} rek'at nafile namaz ký­larsa, bunlardan bir âyeti tâlim edib öðrenenin ecrü mükâfatý, yüz rek'­at nafile namaz kýlanýn ibâdetinden daha efdaldýr.

Çünkü Kur'andan bir âyet öðrenenin çalýþma ve gayreti; nafile ibâdet yapanýn amelinden daha meþekkatlý ve daha gücdür. Ecir ve mükâfatlar, sarfedilen emek ve meþekkat nisbetindedir. Kur'am kerîme çalýþan ve bir âyet öðrenen kimsenin emek ve gayreti nafile ibadetle. meþKul olandan daha fazla olduðu gibi, ilâhî âyetin tâlimi, Allahla meþkuliyyet ve tekkellümde bulunmakla beraber, ilme çalýþmak mezi­yeti vardýr.

îþte bu sebebler gibi pek çok fazilet üstünlükleri bulunduðundan, kur'andan bir âyet öðrenenin mükâfat ve ecri, yüz rek'at nafile namaz kýlanýn ecrü mükâfatýndan daha çok ve daha sevabdýr.

Þu halde bir kimse, Kur'aný kerimden bir âyeti belleyince, yüz rek'­at nafile namazýn sevabýndan daha çok sevab aldýðýna göre, Kur'aný ke­rimden on (10) âyeti kerîme belleyen de, bin (100) rek'at nafile namaz sevabýndan daha çok sevâbe nail olur. Kur'an ayetlerinin bellenmesi çoðaldýkça, sevab ve mükâfat da o nisbette artar.

b)   Hadîsi þerifin ikinci cümleside ^öyle idi:

«Yine (Ey Ebâzer!) sabânýn erken safýnda çýkýn (veya kalkýb) ilimden bir bab öðrenmen, o öðrendiðinle amel etsende etmesende, bin (1000) fek'at nafile namaz kýlmakdan senin Ýçin daha hayýrlýdýr.»

Hadisi þerifdeki, «Ýlimden bir bab öðrenmen,» cümlesinde ilmi fý-kýhda, ilmi hadisde ve ilmi akâid gibi ilimlerde, bahis, bab ve fasýllara bölünmüþ ve bilinib amel edilmesi veya inanýlmasý lazým olan mes'e-leleri, derli toplu vaziyete getirilen bölümlerden bir tanesini, mesela : Abdestin farzlarý, Abdestin sünnetleri, Abdesti bozan þeyler, namazýn farzlarý, namazýn vâcibleri, namazýn sünnetleri, namazý bozan þeyler, orucu bozan þeyler, zekatýn kimlere farz olduðu, zekatýn verilmesi caiz olan ve olmayanlar babý, haccm kimlere farz olduðu, Haccýn vucûbu-nun veya edasýnýn þartlan, haccýn vâcibleri, haccýn sünnetleri, haccýn cinayetleri babý, nikah bahsi, talak bahsi, iddet babý, zýhar babý, alýþ veriþler bahsi, Ýcarlar bahsi, hibe bahsi, vasiyyet bahsi ve veraset bah­si gibi bahisler ve bablardan bir bahsi veya bir babý bellemek, bin rek'at nafile namaz kýlmakdan daha çok ssva"b olduðu mübarek peygamber efendimiz tarafýndan beyan buyurulrrmþtur.

Hatta bu öðrenilen meseleler ile, amel edilsede edilmesede ayný sevaba nail olunacaðýda kesinlikle ifâde edilmiþtir.

Meselâ : Zekat ve hac mes'elelerini, kendine farz olmayan bir kim­se öðrenirse, ayný sevaba nail olur. Keza hayýz ve nifas mes'eleleri gi­bi kadýnlarýn hallerini öðrenen erkeklerde ayný sevaba nail olurlar.

Açýklamaya çahþdýðýmýz bu mübarek hadîsi þerifde, sevgili peyðam berimiz efendimiz, ilmin ve ilme çalýþanlarýn kýymet ve üstünlükleri­ni beyan buyurmaktadýr.                                               

Tercümesi:

218 - (21) Enes (R.A) den mervîdir dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:

«Ýlim talep etmek, her müslüman üzerine farzdýr. Ve timi etilinin gaynsýna (ehil-olmayan ahlaksýz ve itikatsýz kimselere) öðretip yerleþ­tiren, hýnzýrlarýn boyunlarýna cevher, inci ve altýn takýcý kimse gibi­dir.»

«Hadisi, Ýbnl Mâce Rivayet etmiþtir. Beyhakî «Þuabilîman» eserin­de «Her müslüman «kavline kadar rivayet etmiþtir. Beyhâki dedi: Bu hadisin metni, meþhurdur. Ýsnadý zaifdir. Ve çeþitli cihetlerde rivayet olunmuþtur, hepside zaifdir.» [99]

 

Ýzahat
 

Hadîsi þerifde, «ilim taleb etmek, her müslüman erkek üzerine farzdýr.» Cümlesinin bir rivayetinde de «her müslüman erkek ve kadýn üzerine farzdýr.» Þeklinde vârid olarak erkeklere farz olan ilimlerin, ka-dýnlarada farzlýðý beyan buyurulmuþtur.

Haliký zülcelahn zâtý ilâhîsi, sýfatý ilâhileri, âhiret ve Peygamberler hakkýnda bilgiler gibi, îmanýn þartlarýný, islâmýn, abdestin, guslün, te­yemmümün ve bunlara benzer bilinmesi v,e amel edilmesi, farz olanlarý belleyib yapmak farzdýr ve ayný zamanda bunlarýn ilmi farzý  ayýndýr.

Þimdi münâsebet ve lüzumuna binâen hadîsi þerifde geçen «Farz» kelimesinin tarifi ile kýsýmlarýný Öðrenelim.

Farz: Lugadda Takdir ve kafi manâlarýna gelir.

Þer'i Ýstýlahta ise; Farz :

Kat'î delil ile sabit olan ALLAH (c.c.) m emri ilâhisine, farz denir. Ve farzý îtikadî, farzý ameli, farzý ayýn ve farzý kifâye kýsýmlarýna ayrýlýr.                             

Farzý îtikadî : Kat'î delil ile sabit, þüphe olmayan, inanýlmasý ve yapýlmasý zarurî olan, terkinden ikab ve ceza lâzým gelen ve inkâr eden kimse tekfir olunan farzdýr. Beþ vakit, namaz, zekat ve ramazan orucu gibi.

Farzý amelî; Zannî âelil ile sabit olan emri ilâhidir ki, amel husu­sunda farzi'kat'i kuvvetindedir. Abdestte baþa mesh etmek farzý kat'î ise de, dörtde birine meshetmek farzý zannî ve amelde farzdýr. Gusül-dede aðzý ve burnu yýkamak (gargara ve mazmaza) farzý amelîdir. Münkiri kâfir olmaz, fakat fâsýk ve ehli bid'at kimselerden mâdüddür.

Farzý ayn : Mükelleflerden her birinin yapmasý lâzým olan farz­dýr. Baþkalarýnýn yapmasý ile sakýt olmaz. înkârý küfrü mucibdir. Beþ vakit namaz, ve ramazan orucu gibi ibâdetler, bu cümledendir. Birinin ibâdetini diðeri yapamaz. Yani mükellef olan bir kiþinin namazýný ve orucunu diðer bir kiþi yapamaz, ödeyemez. Keza farzý ayýnlarda aynýdýr.

Farzý kifâye : Ýþlemesi bütün mükellef müslümanlara farz olduðu halde, bâzýlarýnýn iþlemesiyle diðerlerinden sakýt olan farzlardýr.

Kur'an'ý Kerim okurken dinlemek, Kur'an'ý Kerime tam hafýz ol­mak, selâm almak ve cenaze namazý kýlmak gibi.

Farzý kifâyenin sevabý yalnýz iþleyenedir. Þayet bu farz ifâ edilmez­se, günahý bütün mükellefleredir.

Evet islâmm kesin olarak beyan edilen emir ve nehilerini, helâl ve haramlarýný bilmek ve onlarýn îcablanna göre inânýb amel etmek, her nvüslüman erkek vb kadýna farzdýr. Çünkü zârûratý deniyyedendir.

Burada bir acâib hususa iþaret etmek isteriz, þöyleki ; «Efendim iþte Peygamberimiz efendimiz erkeklere bilinmesi farz olanlarý kadm-larada farz, demiþtir.

Öyle ise, kadýnlarýn ilme çalýþmasý ve tahsil etmesi gerekir., gibi...» Ýfâdeler.

Hemen belirtelimki, islâm, yukarda saydýðýmýz zarûrâtý diniyye-den olan hükümleri, yani bilib inanýlmasý ve amel edilmesi farz olan­larý, meþrûiyyet dâhilinde belleyib inanýlmasýný ve amel edilmesini farz kýlmýþtýr.

Hakikat böyle iken adam kýzma besmeleyi öðretmemiþ, Kur'an okutmamýþ, dîninin farz olan hükümlerini öðretib inandýrmamýþ, din ve îman bilgisinden hiç nasibi olmayan kadýn ve kýzlarý, erkek gibi eþit haklara sâhibdir, diyerek islâmýn haram ve yasaklarýný iþlemek suretiyle günün fesatlýklarý içinde güya ilme çalýþýyor. Bir çok babala­rýn, erkek çocuklarýnýn hayat ve namusundan endiþe ettiði bir devirde, mîdesi ve gönlü, kýz çocuklarýnýn yabancý erkeklerle karma karýþýk gayrý meþru vaziyette tahsiline nasýl rahat ediyor?

Ne okuyor ve ne öðreniyorlar? Artýk gayri meþru tahsil hayatýnýn meyvalarý gayet açýk bir þekilde ortaya çýkmýþtýr. îman, amel ve ah-lakdan sýyrýlmýþ, hayasýzca yaþayan ve islâmý alaya alanlar, pek çoðal­mýþ ve hemen hemen gayri meþru hayatý pirensib edinmiþlerdir. Abdest, namaz, setrül avret yok, ana baba tanýmayanlar, hak hukuk bil­meyenler, büyüðe saygý, küçüðe sevgi gibi deðerlerden mahrum kiþiler hâlinde yaþayanlar, hep bu gayri meþru tahsilin meyvasýdýrlar. Gayet açýkça görülen kötülükler karþýsýnda, halleri fetvaya sýðmayan kiþiler­den bâzýlarý, hem böyle hayasýzlýðý iþleyorlar, hemde ehli takva geçini­yorlar.

îman Þâiri Mehmet Akif merhum bunlara þöyle sesleniyor :

Bit selâmet yolu varmýþ, o da neymiþ? mutlak,

Dîni kökden kazýmak, sonra evet Ruslaþmak.

O zaman Ýþ bitecekmlþ.. O zaman kýzlarýmýz,

Tuttuklarý þu gayet kaba, pek manâsýz.

Örtüden sýyrýlacak.. Sonrada erkeklerden.

Analýk ilmin! tahsil edecekmiþ... Zâten,

Müslümanlar o sebebden bu seiâletteymiþ!

Ki kadýn sosyete bilmezmiþ, esâreîteymiþ;

Din için, millet için iþ görecek alçaða bak,

Dîni Pâmal edecek, milleti Ruslaþtýracak!

Sâde bir fuhuþumuz eksikti evet Ruslardan.

Onu Ýkmal edi verdikmi, bizimdir meydan!

Kýzýmýn Ufeti batmakda rezîlin gözüne,

Scm/Bi tükrüðe billah tükürsem yüzüne. (Safahat, 166}

Not: Pâmal; ayak altýna alýp çiðnemek, demektir.

Ey Rahmeti Rahmana kavuþan ve nur içinde yatan îmanlý þâiri­miz! Sen kadýnýn erkeklerden anaîýk ilmini öðrenmesini «Ruslaþmak» þeklinde vasýflandýrýyorsun. Gelde birde þimdiki dindar geçinen ve dîni kendi nefislerinin isteklerine uyudrmaya çalýþan yaltak deyyüs-iere bak, analýk ilmini deðilde maddi ve dünyevî bilgiler^ erkeklerden almayý cevaz görmekden daha acâib davranýþlar içinde kadýn ve kýzlara bu þekildeki tahsile göndermenin lüzumundan bahseden ve savu* nanlarý görüyoruz. Ayný zamanda böyle hayata milletin hayrýmda sarf eden ve oralara milleti teþvik eden zavallýlar, maalesef ilim ve din nâmýna yapýyorlar. Kör dövüþüne benzeyen, bu hal, hakikati görme­yen ve bilmeyenlerin cinayetlerinden baþka bir þey deðildir. Yabancý erkekle kadýnýn, yanyana, omuz omuza, göz, göze ve el ele yaþamadan çekinmedikleri meydanda iken, kýzlarýn tahsilini nasýl savunurlar? Bunlar, ehli, dünya kimsedirler. Yoksa ehli din ve ehli ahiret olan mü­minler, islâmýn esasýna inandýklarý gibi amel ederler.

Bayraklarýn indirme çýkarma, okullarýn açýlýþý gibi merasimlerde Akif merhumun kýymetli sözünü okumak bir vazife gibidir. Hatta hu­sûsî mâhiyette «konferans» adýyla Akif merhumdan ve safahattan bil­gi ve beyanlarda bulunanlarda vardýr. Yinede iþlerine gelen yerlerini okuyub, gelmeyenleri atýyorlar. Fasit ve kýzýl hayatý savunanlar olu­yor. Din nâmma bu cinayeti câhilce iþleyorlar.

Bu «aydýn görüþlüyüz» diyenlere safahattan bir kaç mýsra okuya­lým ;

Hani: «Nâmahreme ben söyleyemem kýzlarýmýn,

Karýmýn Ýsmini... Hem öldürürüm sorma salon!»

Diye, tahrir-i nüfus (nüfusun yazýmýný) istemiyen er kiþiler!

Hani, göstermediler eski celâdetden eser.   (Safahat, 204)

Diðer mýsrâlardada þöyle haykýrmýþtýr:                                     

«ÂÝJî bir inkllâb olsun» diyen meyus olur,

Baþka hiçbir þey kazanmaz, sâde bir deyyus olur.

Çünkü çýplak inkýlâbâtm rezalettir sonu.

Ey denî (alçak) kundakçýlar! Biz sizde çok gördük onu!

Birde halkýn dini var, sýk sýk taarruzlar gören,

Hele bak: Millete haysiyyâtý oymuþ öldüren!...

DfnÝ kurban etmeliymtþ, mülkü kurtarmak için!...       "

Tutda hey sersem, bu idrâkinle sen âlim geçin!

Her cemâatten be} on dinsiz zuhur eyler, bu hal,

Pek tabiidir, fakat ilhâdý bir kavmin muhal. (Safahat, 226)

Akif merhumun feryad edib titreyerek beyan ettiði o his, duygu, dîne inanýþ, dînin îcablarýný yapmak gibi haller, yok denecek kadar zaiflemiþ, hatta islâmma hükümlerinin zýddmý savunmak bir moda hâline gelmiþtir. Oda ve salonlarda sözde bilgi ve fikir öðretenlere, dinsizliði ve islâmý tahkir etmeyi çekinmeden yapanlara, nasýl ýrz ve namus teslim edilebilir?

Kadýn ve kýzlarýn fesadlýklar içinde tahsilini savunanlarýn ekse­risi, îtikad bakýmýndan çok zaif, amel ve islâmî deðerlere saygý dersen, oda Periþandýr. Kendilerinde abdest, namaz yoktur, hatta oruç, zekât ve hac gibi farizalarý ya yapmazlar veya yapar görünürler fakat islâmýn haram ve yasaklarýný iþlemekden çekinmezler.

Meselâ : Aile hayatlarý islâm ile hiç baðdaþmaz. Kanlan, kýzlarý veya gelinleri ve torunlarý baldýrý, bacaðý, baþý ve saçý açýktýr veya ya­bancý kadýnlarla el sýkýþma, toklaþma ve þakalaþma gibi hayasýz dav­ranýþlar içindedirler. Bu ayýb iþlerini daha fazla kötü göstermemek ve nefislerinin arzularýna islâmýda uydurmak için, apaçýk görülen bu ayýblan iþleyecekler ve kendilerine cehennem yoldaþý teminine çalý­þacaktýrlar.

Bu zavallýlara bir kaç âyeti kerime ve Hadîsi nebevi meallerini nakledelim.

Bir âyeti kerimede meâlen þöyle Duyurulmuþtur :

«Onun (Peygamberimizin) hanýmlarýndan lüzumlu bir þey istediði­niz vakit, perde (siper, kapý ve emsali) ardýndan isteyiniz onlardan. Bu (þekildeki isteyiþiniz) hem sizin kaleleriniz, hem onlarýn kalbleri için daha temizdir.» (Ahzab sûresi, 5)

Halbuki Peygamber efendimizin hanýmlarý, ümmetlerinin validele­ridir. Onlara nikahlanmalarý ebediyyen haramdýr. Böyle iken soy itiba­riyle yabancý olmakla, her hangi bir nefsânî tehlike olmamasý için, perde arkasýndan istemeleri emir Duyurulmuþtur. Keza ahzab sûresinin 32-33 ve 59. âyet mealleri okunmalýdýr. Ayrýca nur sûresinin, 30-31. âyetlerimde okumak lazýmdýr. Birde Nisa sûresinin 34. âyetde erkek­lerin kadýnlara hâkimiyyet ve üstünlükleiinin, erkeklerin mallarýndan kadýnlara infak etmeleri*hükmü, nasýl yaþandýðý düþünülmelidir.

Bir hadîsi þerifde meâlen þöyle buyurulmuþtur :

«Her hangi bir kimse, yabancý kadýnýn eline dokunmaya (Ebelik, ameliyat, doktorluk, kýrýk sarma gibi zarurî) bir yol olmadýðý halde dokunursa, o kimsenin eline kýyamet gününde ateþ koru konur.»[100]

Diðer hadîsi nebevi meali:

«Allah (c.c.) a ve âhiret gününe Ýnanan bir kadýn, üç gün veya daha fazla mesafedeki sefere gitmesi helâl olmaz. Ancak beraberinde babasý, oðlan kardeþi, kocasý, oðlu veya kendi mahreminden birisiyle

gitmesi helal olur.» (Buhârî, Müslim, EM Dâvud, Tirmizi ve Ýlmi mâce) Ahzab sûresinin 33. âyetinde, kadýnlarýn evlerinde vekar ile otur­malarý ve þayet çýkmak zarureti karþýsýnda, câhiliyyet devri kadýnlarý gibi süslenib, edalamb çýplanarak çýkmamalarý gerektiðini beyan eden âyete dikkat.

Farzý ayýn olan hac farizasýný edâ etmek için, kadýnlar, ancak bu þartlar bulunduðunda gidebilirken, pek çok fesâdlýk görülen mahalle­re bir kýz ve kadýn yalnýz gidib nasýl okuyabilir?

Burada birde Âlim, kâmil ve müttekî Hadimi merhumun «Berîka» adlý eserinde yazmýþ olduðu þu satýrlarý okuyalým :

«Ýmamý Muhammed (R.A),Emred (yüzü tüysüz ve parlak)iken ilim öðrenmek için îmam-ý Âzam (R.A) m yanma derse gelirdi.

— îmam-ý Azam (R.A),takva kemâlma eriþmiþ olmakla beraber, gözün hainliðinden korkarak (sakalý bitinceye kadar) ders esnasýnda imamý Muhammed (R.A)Ý kendi arkasýna oturdurdu.»[101]

Ayný'meselenin bir nebze izahý, «Ýslamda Evliya Meselesi ve Hârika­lar» adlý eserimizde zikredilmiþtir.

Yukarda naklettiðimiz hakikatler karþýsýnda, kýzlarým oðlanh kýz­lý karýþýk þekilde okudanlar, okuyanlar, sýnýf ve odalarda kadýn ve kýzlar, Ýslâmî tesettürde olmadýklarý halde yabancý erkeklerle karý­þanlar, bunlara ders verenlerin hiç olmazsa, günah ve veballarmý Ýtiraf ederlerse, îmanlarýný tehlikeden korumuþ olurlar, yüzünde tüy bitin­ceye kadar erkek talebisini arkasýna oturtan îmam-ý düþünmelidirler.

Buraya kadar naklettiðimiz yazýlarýn özü, þu hadîsi nebevide top­lanmýþtýr :

«Ailesinin (karýsýnýn ve kýzýnýn) gayri meþru halde (zina ve emsali) kötülüðünü normal gören (hoþ karþýlayan) kimse, deyyüsdür.»[102]

Bu mes'elelerin daha geniþ izahý, «Ýslâmda tesettür ve Haya» adlý eserimizde yazýlmýþtýr.

Hadîsi þerifde tâleb edilib öðrenilmesi farz olduðu bildirilen bilgi­nin, inanýlmasý, amel edilmesi veya kaçýnýlmasý gereken hükümlerin bilinmesidir.

Meselâ : Mümine, îmanýn þartlarýný, islâmm þartlarýný bilib inan­masý farzdýr. Alýþ veriþle meþgul olan kiþinin, o yapacaðý iþin helâl ve haiam, caiz ve fasit yönlerini bilmesi lâzýmdýr. Evlenecek bir kiþinin, evlilik hükümlerini, yani, nikâh, talak, karý koca haklarý gibi mes'elele-ri bilmesi gerekir, tslânun beyan ettiði özel ve umumî haklardan yapýl­masý veya kaçýnýlmasý gereken bir mes'eleyi bilmek, elbette müslüma-run en ciddî vazifelerindendir.

Birde bu bildikleri ile amel edib, o amelin makbul olma ve sonra zâyî etme gibi tehlikeli yönlerini bilmek lâzýmdýr.

Kýsa cümlelerle sýraladýðýmýz bu hükümler, þârih Aliyyülkâri mer-hum'un yazdýðý þu satýrlarda özetlenmiþtir:

«Eðer denilirse : Farzdan evvel farz denir? Hemen âmelden evvel ilimdir, de.

—  Ve eðer farz Ýçinde farz nedir? diye sorulursa, hemen Ýlimde ve amelde Ýhlasdir, de.

— Ve eðer farzdan sonra farz nedir? diye sorulursa, hemen Alla­nýn azabýndan korkmak ve rahmetinden ummaktýr, de.»[103]

Hadîsi nebevinin devamýnda, «Ve ilmi, ehlinin gayrisine (ilme ehil olmayan itikadý bozuk ve ahlaksýz kimselere) öðretip yerleþtiren kim­se, hýnzýrlarýn boyunlarýna cevher, inci ve altýn takan kimse gibidir.»

Çok mühim ikazlar vardýr.

îlîm jinsaiüarýn, kalblerini, fikir ve düþüncelerini nurlandýnb her þeyin en doðru ve iyisini gösterip anlatmaya vesiyle olan mânevi var­lýklarýn en kýymetli cevherlerindendir. Ýlâhi sýfatlardan biriside ilim olmakla, ilme sâhib olanlar, haliký zülcelâlýn sýfatlarýndan bir sýfatýn tecellîsine mazhardýrlar. Böyle oluncada en üstün varlýða sâhib olan kimselerdendir.

Bu kýymetli emânete sâhib olanlar, mâlik olduklarý ilim nimetini asaleti, tînet ve tabiatý iyi olan, ilme ihlasla tâlib olan, dinî mübîni is-lâma hizmet aþký olanlara öðretmek gerekir. îlmi takdir edib kýyme­tini bilen kimselere, ilmi tâlim edib öðretmek dînî vecibelerden biridir.

Fakat hadîsi nebevide belirtildiði üzere, ilmi sýrf dünyalýða kavuþ­mak, baþkalarýna allâmelik taslamak, câhillerle münâkaþaya dalmak, sefih ve ahlaksýzlarla cidallaþarak tartýþmak, Bâzý mal mülk ve makam sahihlerine yað çekib dalkavukluk yaparak þöhrete sâhib olmak, mev­ki ve makama .ulaþmak için ilmi, þeytanî davranýþlarýna âlet edib Þeriatýn kat-î ve kesin hükümlerinin hilâfýna hükümler beyan etmek ve belkide ilmi tahsil edib öðrendiði hocasýnýn þöhretini istismar edecek veya kendisi dünyevî bakýmdan bir nebze mevkî sahibi olunca ilmi tahsil edib okuduðu hocasýný beðenmiyecek, küçümseyecek, kötüleye-cek ve hattâ hakaret edecek tînette olanlara, ilmi öðretmek, domuzun ve yýrtýcý hayvanlarýn boyunlarýna altýn, gümüþ ve cevher gibi kýy­metli varlýklarý takmak gibidir. Domuzun boynuna demir halka ve zin­cir takýldýðýnda nasýl davranýrsa, kýymetli eþyalar takýldýðýnda yine ay­nýdýr. Hiç deðiþiklik olmaz.

Öyle oluncada, o caným altýn, gümüþ Ve kýymetli cevherler çok ve çok yazýktýr. Binaenaleyh ilmin kýymetini bilmeyen veya bilmeyecek kâbiliyyet ve tfnette olanlarada, ilmi öðretmek, çok ve çok yazýk olur. Emânet, ehlinin gayriye verildiðinden hiyanetlik olur.

Dîni ve ilmi istismar eden veya kötüye kullanan bedbaht huylu insanlardan bâzý örnekler vererek Hadîsi nebevinin hükmünü açýkla­maya çalýþalým.

Þir'atül islam Þerhinde, Osman bin Ebî selman (R.A) den mervî-dir, dediki:

«Bir adam Musa aleyhisselâma hizmet ederdi ve bana Musa safiy-yüllah, Musa neciyyüllah, Musa kelimüllah þöyle dedi, derdi. Bu þe­kilde þöhret buldu ve malý çoðaldý. Hemen sonrada Musa aleyhisse-lam onu gaybetti.

—  Uzun zaman Hz. Musa o adamý sordu, bir eserini hissedib bu­lamamýþtý.

—  Nihayet bir gün bir adam boynunda Ýb baðlý þekilde elinde ipi nîan bir hýnzýrla goldi.

—  Hemen Hz. Musa o adama, falan adamý bllirnýisin? dedi» o adamda, «Evet bilirim, iþte bu hýnzýr o adamdýr.» dedi.

—  Bunun üzerine Hz. Musa aleyhisselâm, ya Rabbî! bu adamý eski haline red etmeni isterim dedi ve o hâle geliþ sebebinide sual etti.

—  Derhal Allâhû teâla vahyettiki. Eðer âdem-e kadar olanlar ve ondan baþkalanda dua edib istese, icabet edib onu eski hâline avdet ettirmem. Ancak buna bu halin neden iþlendiðini haber vereyim :

—  Bu adam din ile dünyayý taleb ederdi» [104]

Evet Allâhti teâla geçen ümmetlerde din istismarcýlarýný bâzý hileli iþler yapanlarý ve perdenin önünde baþka arkasýnda baþka olub çeþitü þekillere bürünüp ve oyunlu iþlerin içine dalanlarýn kýlýk ve kýya­fetlerini domuz ve maymun suretine çevirirdi.[105]

Bu hususu beyan eden bir âeyt meali þöyledir :

«(Habibimi) deki: Allah katýnda bir ceza olmak bakýmýndan daha kötüsünü size haber vereyimmi? AHâhýn lanet ve aleyhinde gazab ettfði, içlerinden (kýlýklarýný) maymunlar ve domuzlar yapdýðý kim­selerle þeytana tapanlardýrki, Ýþte bunlarýn mevkii daha kötü ve düm­düz yoidan daha sapýktýr.»   (Mâide sûresi, 60)                                 

Bu âyeti kerime ile yukardaki kýssada belirtilen kýlýk deðiþtirerek baþka hayvanlara tebdil etmek, Peygamber efendimize hürmeten bu ümmette olmamaktadýr. Fakat bu ümmetlerde kalýb yerine kalb tebdili olacaðý yazýlmýþtýr.

Þimdi ilme ehil olmayib ahlak ve huylarýnda kötü örnek olanlar­dan bir kaç misal da günümüzdeki yaþantýda görülenlerden naklede­lim.

Bir kaç meslekdaþ ye müslümanlarla bir yerde oturub sohbet ederken, bir vilâyetde yüksek, kademede bir Dîn hizmetinde bulunma­ya Çalýþanýn, birisi içindeki huy ve tabiatýný þöyle açýklayordu :

«Efendim bayramlarda dahi köyüme babam ve annemi bayramla-maya gidemiyorum. Sebebide Kur'aný hýfzettiðim kiþi kendi köylüm-dür. Köyüme varýnca hocam diyerek onun eline varmam gerekecek, ben yüksek tahsil sahibi bir kiþiyim. Oda ilk okul mezunudur. Yüksek tahsil sahibi olarak o kiþinin eline varmam, çok aðrýma gidiyor. Ýþte bu yüzden köyüme gidemiyorum, gibi...» Ýfâdeleri maalesef bizzat kulaklarýmýzla dinledik.

Keza böyle düþünce ve davranýþlara sâhib olan diðer kimselerede zaman zaman tesadüf edilmiþtir ve ayný huy sahihleri, gün geçtikçe danada çoðalmaktadýr.

Hz. Ali (R.A) m; «Bana bir harf öðretenin ben kölesi olurum. Diler­se, köle olarak kullanýr, dilerse köle olarak satar, dilerse âzad edib hürriyetime kavuþturur.» Kýymetli sözünü unutuyorlar veya bildikleri halde nefislerine hizmet ettiklerinden amel edemiyorlar.

Bu zavallýya cevub mahiyetindu «El ozher ttnlvursiiesi» mezun» olan bir genç alimin Samda bir hutbesini dinlemiþtim, onu nakledelim, diyorduki;

«Ey Üniversite ve fakülte hocalarý ve bu hocalarýn talebeleri! Ýyi dikkat edip ve bilinizki, bugün ilim sahasýnda en yüksek mevki diplo­ma, tez ve çeþitli kýrtasiye çalýþmalarý ile eriþtiðiniz, Profesör, Doçent, doktor ve Öðretim üyesiyiz, diyerek bu imkanlara sâhib olmayan ve

fakat hak teâianýn kitabýna ve Peygamberin Sünnetine tam âlim ver âmil, îcmâ-ý ümmet ve tayasý fukaha hükümlerine vâkýf ve saygýlý olanlarý, küçümsemeyiniz. Hakir görmeyiniz.

— Eðer arifi billah olan ve bildiði ile amel eden ve fakat sonradan kurulmuþ müesseselerin etiketlerine sâhib olmayanlarý hakir görür­seniz, sizden korkarýz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali gibi büyükleride bir fakülte mezunu deðildir, diyerek küçümsersiniz.

—  tyi bilinizki, Hak teâlanm katmda en makbul insan, onu   iyi bilib hakký ile kulluk yaparak takvaya sahib olandýr. Zira cenabu hak kitabýnda; «Muhakkak Allah katýnda sizin en ekreminiz, elbet Allah-dan çok korkanýnýzdýr.» Mealindeki âyetin hükmüdür.

—  Onun (Allanýn)  yanýnda sizin deðer verdiðiniz, dünyalýklar, mevkiler, makam ve mansýblar deðer Ölçüsü  deðildir. Ve o âhiretde îmandan, islamdan, ilim ve amelle ilgili farz olan vazifelerden- sual edecektir. Onun için ölümü ve Ölümden sonraki hayatý iyi düþününüz, timinizle âmil olunuz. Þeytan gibi büyüklenib helak


radyobeyan