Miþkatul Mesabih
Pages: 1
Ilim bahsi III By: sumeyye Date: 27 Haziran 2011, 14:14:58
Ilim bahsi III



Îzahat
 

Râvî kâb bin mâlik (R.A), medine-i Münevvereli Ensârý   kiramýn hazrec kabilesine mensub bir ashabý kiramdýr. Ýkinci akâbede hazýr bulunmuþtur. Bedir muharebesinde hazýr olduðunda ihtilaf vardýr. Fa­kat ekseri ulema bedir muharlbesinde bulunmadýðýna kaildirler. Ebû Abdillah veya Ebî Abdirrahman künyesi ile küriyelenmiþtir. Bedir mu­harebesinden sonraki harblerin hepsinde bulunmuþtur. Ancak tebük seferinde bulunmamýþtýr.

Bu mübarek sahabe, Peygamber sallallâhü aleyhi vesellem efen­dimizin þâirlerinden birisidir.

Resûlülah sallallâhü aleyhi vesellem efendimiz, medîne-i münev-vereye hicret buyurduklarýnda muhacirle ensar arasýnda kardeþlik baðý yabdýðmda, Medineli bu zat ile muhacirlerden Talha bin ubeydüllâh-ýn arasýný kardeþ baðý ile kardeþ etti.

Tebük seferinden geriye kalýb bâzý özür beyan eden üç sahabeden biriside bu zattýr. O üç sahabe hakkýnda þu mealdaki âyeti kerime inzal olunmuþtur:

« (Tebük muharebesinden) geri býrakýlan üç kiþi (ensardan, kâb bin mâlik, Hilâl bin ümeyye ve mürâre bin Rebi-i) de Allah baðýþladý..» (Tevbe sûresi, 118)

Hz. Kâb ve, diðer iki arkadaþýnýn tebûk seferinden geri kalýþlarý hakkýnda uzun beyanat, buharý, müslim ve o âyetin tefsirleri ile siyer kitaplarýnda yazýlmýþtýr.

Kâb bin mâlik, Hazretlerinden pek çok cemaat hadis rivayet etmiþ­tir ve kendisi peygamberimizden seksen (80) hadîs rivayet etmiþtir. Vefatý, kendisi gözleri kör olduktan sonra yetmiþ yedi (77) yaþýnda hic­retin ellinci senesinde Medine-i Münevverede -vuku bulmuþtur. Allah ondan razî olsun.

Hadîsi þerifde, ilim taleb edenlerin iyi olmayan üç türlü gaye ile veya üç gayeden birine nail olmak için tahsilde bulunmalarý, cehen­nemlik olmalarýna sebeb olacaklarýný beyan etmektedir.

O üç türlü kötü gayeleri, kýsa yoldan açýklamaya çalýþalým.

a) «Bir kimse, ilmi : âlimlere karþý büyüklenib böbürlenmek için tahsil ederse, AHâhtt teâla o kimseyi cehenneme katar.»

Yani ilmi, sýrf bilginlerle münakaþa ve mücâdeleye giriþerek ken­dini bir çok yaþlý baþlý kimseler seviyesinde veya onlarýn fevkinde görmek ve göstermek maksadiyle, tahsil eden kiþi, cehennemlikdir. Çünkü Allah için, din içinr âhiret için, cehlini izâle için, bilmeyenlere öðretmek için, dîne ve millete hizmet ederek faydalý olmak için deðil, þeytani bir d,uygu ile kibirlenmek, böbürlenmek ve kendinden evvel Allâha kulluk, islâmâ hizmet ve insanlýða faydalý olanlara karþý çalým satmak için okumuþtur.

Bu kötü niyyetle ilim tahsil edenler, geçmiþ devirlerde görülmüþ­tür. Hâlada görülmektedir. Talebesi hocasýna karþý gelerek delilsiz ve dayanaksýz, sâde þeytanýn verdiði telkin ve vehimle açýkça âyet ve hadîse muhalif hükümleri savunanlar olmuþtur. Firaký dâlle ismini alan yetmiþ iki (72) fýrka, bu düþünce ve davranýþlarla ilim tahsil eden kötü niyyetli insanlarýn tahsilinden hâsýl olmuþtur. Bu hususda sayýl­mayacak kadar misallar, vardýr. Fakat biz bir kaç tanesini nakletmekle iktifa edeceðiz.

Meselâ : Allâme-i Teftâzân hazretlerinin nakline göre, medinede doðub, ilim tahsili için basraya gelib, Hasam Basýl merhumun huzu­runda talebelifcde bulunan vâsýl bin Atâ arasýnda þöyle bir mes'ele münakaþasý olmuþtur:

«Hasam Basri (R.A) a karþý vâsýl bin Atâ diyorki; Büyük günâh Ýþleyen kimse, ne kâfirdir ve ne mümindir. îki menzil (kâfir ile mü­min) arasýnda bir menzil daha isbat ediyor.

—  Bunun üzerine Hasam Basrî (R.A) hemen dedlki, vâsýl bin Atâ bizden îtizal etti (ayrýldý).

—  Ýþte bu senebden onlar mutezile ismi ile adlandýrýldýlar.»[118]

Halbuki büyük günâh iþleyen kimsenin, âsî bir mümin olduðu muhtelif âyeti kerîme ve hadîsi þeriflerde beyan edilmiþtir. Ancak ha­ram ve günâhý helal ve iyi derse, bu takdirde kâfir olur. Meselâ : Hak­sýz olarak adam öldürmek haramdýr. Fakat öldüren kimse helal deme­dikçe âsî bir mümindir.

Netekim bir âyeti kerimede þöyle Duyurulmuþtur. «Eðer müminlerden Ýki taife öldürsürlerse, hemen aralanný düzel­terek barýþtýrýnýz.»  (Hucurat sûresi, 9)

Görüldüðü üzere, bir birlerini öldürmek için savaþanlar, «mümin» olarak vasýflandýrýlmaktadýr. Kur'anda bu gibi âyeti kerimeler pek çoktur. Birinci cildin. «Büyük günahlar ve nifaK alâmetleri Babý» baþ-

lýðý altýnda muhtelif âyeti kerime ve hadîsi þerif mealleri ve gerekli îzâhat yazýlmýþtýr. Orayý tekrar okumak faydalý olur.

Evet üstadýndan ilmi tahsil edib sonra karþýsma haksýzca dikilib münakaþa ve cidâla giriþen fasit niyyetli ve kötü îtikadlý talebelerden bir örneði nakletmiþ olduk. Bu örnek geçmiþdendir. Günümüzdende bir kaçýný nakledelim.

Bâzý üstadlarýmýzdan bizzat dinlemiþtik, diðer bazýlarýnýnda yazýla­rýndan okumuþ olduðumuz fasît talebelerinin ýzdýrabýný nakletmiþlerdir.

Meselâ : Bir üstad diyorduki : «Ben bu adamýn böyle selefe saygý­sýz ve ahlaksýz olduðunu bilseydim, asla ilim öðretmezdim. Çok üzülü­yorum.»

Diðer bir örnekde, Adam arabcanm elifbasýndan baþlayor. Günün imkanlarýna göre talebeliðin en son merhalesine kadar devam ediyor. Bir mevkî sahibi olub bâzý þak þakcýlarýda görünce, hemen bir menfaat þebekesi fýrkalardan bir gurubun içine giriyor. Onlarýn baþ tanýdýklarý kiþiyle görüþüyor. Ondan bâzý tâlim ve telkinler öðreniyor. Ýþte o za­man diyorki: «Efendim ben ne Öðrendimse, bu zaddan öðrendim, v.s...»

Ve bu sözünden sonra esas ilmi ve dîni mîbîni islamý Öðrendiði üstadýný; küçülten sözler, davranýþlar ve hatta karþý çýkýþlarda bulunu­yor.

Fek çok örneklerden biriside; Henüz talebelik ettiði üstadýna dîni bir inanç ve mes'elenin izhârý için falan deðil, sâdece siyâsî fýrka dü­þüncesine sâhib olan bir takým bilgisiz, ve saygýsýz talebeler, caným din ilmini ve nefsine, milletine ve devletine faydalý bilgileri öðrenmeyi býrakýyor. Kendisine ders veren gerçek âlimi, «Pasif, korkak ve abdal gibi...» cümlelerle kötüleyenler, onlarla münakaþa edib hakaret eden­ler maalesef görülen bir hastalýkdýr ve cehennemlik bir ilim tahsilidir.

Ancak ilim adamý geçinenler, îtikadsýz, amelsiz ve ahlaksýz olur­larsa, haddi ve saygý hududunu aþmadan, hak müdafaasý ve münazara­sý yapýlabilir.

Þu halde ilmi, Cehaletten kurtulmak, hakkýn rýzasýný Kazanmak, dîni mûbini islâma hizmet etmek, bütün insanlýða faydalý olmak ve âhiret seâdetini temin etmek maksadý ile öðrenmek en doðru ve en isabetli ilim tahsilidir. Böyle niyyetle ilme çalýþanlar, hiç bir zaman densiz, saygýsýz ve mütekebbir olamaz. Kendilerinden evvel ve kendi emsallerinden olan bilgi sahihlerini, küçük görmezler ve onlara karþý haksýz davramþda bulunmazlar.

Ve þu âyeti kerime mealine dikkat ederler :

«Ve her ilim sahibinin üstünde bir âlim vardýr.» (Yûsuf sûresi, 76)

Ve birde ilmi allâh-ýn bir lut£u olduðunu bilib ondan artmasýný di­lemenin ilâhî emir olduðunuda anlamak kâfidir.

« (Habisim!) deki: Ya Rabbi! benim ilmimi artýr.» (Tahâ sûresi, 114)

Yüce Allah, sevgilisine ulûmu evvelini ve ulûmu âhîrînî bildirdiði halde, ilminin artmasýný taleb etmesini buyuruyor. Bu âyeti kerime­leri ve daha baþka âyeti kerîme ve hadîsi þerifleri bilen ve düþünen bir kiþi, ilim tahsilinde þeytan gibi büyüklenerek düþünce ve davranýþ­lara sâhib olamaz. Fakat tîneti, gayesi, edeb ve terbiyesi, huy ve ahlaký kötü olan talebe ve hocalarý, þeytanýda geçer, daha muzir bir þekilde konuþur, davranýr ve icraatda bulunurlar.

Kötü niyyetli ve kötü amel ve davranýþlarda bulunan sözde ehli ilmin, fenalýklarýndan bir kaç örnek misalda yukarda ikiyüz on sekiz (218) inci hadîsi þerifin izahatýnda yazdýðýmýzý hatýrlatýrýz.

b) Hadîsi þerifin ikinci hükmüde þöyle idi:

«Veya ilmi, sefihlerle (Cahillerle) mücâdele etmek Ýçin taleb eder­se, Allâhü teâla o kimseyi cehenneme katar.»

Hadîsi þerifdeki «Sefihler» Câhiller, akýlsýzlar ve nefislerinin arzu­larýna uyan ahlaksýzlar demektir. Ve bu sefihler, cahillikleri ile kendi­lerini her þeyi bilîrmiþcesine Alâlhm ve Peygamberin hükümlerinde dâhi eksik ve ayýb arayan tipinden olanlardýr.

îlme çalýþan kimse, fayda vermeyecek, belkide zarar verecek lü­zumsuz ve fâidesiz gaye sahibi olan câhillerle, akýlsýz, þuursuz ve be­yinsiz tipinden þehvet perest, iki yüzlü ve hayasýz adamlarla cidal edib münakaþa etmek maksadý ile okursa, iþte bu iyi bir gaye olmayib, kötü niyyet olduðundan î}u adam cehennemliktir. Çünkü bu þekildeki gaye ve amel ilâhi âyetlerde yasaklanmýþ ve hadîsi nebevilerde tak­bih edilmiþtir. Aslýnda ölçüsüz cidal edib çekiþmenin her yönü kötü­dür.

Bir âyeti kerime meali þöyledir :

«Ýnsanlardan Sefihler (Akýlsýzlar) yakýnda þöyle diyecekler : Müs­lümanlarý kýbleden (Kudusden kâbeye) çeviren nedir?...»

(Bakara sûresi, 142)

Diðer âyeti kerimede þöyledir:

«Onlara (münafýklara), insanlarýn îman ettiði gibi sizde iman edin, denildiði vakit, (kendi aralarýnda) biz sefihlerin (akýlsýz câhillerin) îman ettiði gibi îman edermiyiz? derler. Dikkat ediniz! elbette onlar kendileri akýlsýz ve sefihlerdir ve lâkin bilmezler.» (Bakara sûresi, 13)

Þu halde sefihler, câhil ve beyinsiz kimseler olmakla, iki yönlü münafýklardanda olabiliyor. Ýþte böyle kimselerle cidallaþmak için ilim tahsil etmek, hem dünyada ve hem âhiretde felâkettir.

Bir âyeti kerimede þöyle yasaklanmýþtýr :

«Nefislerine (þahýslarýna) hainlik etmiþ kimselerle mücâdele etme. çünkü Allah hainlik de ileri giden (sefih, akýlsýz ve beyinsiz) günahkar­larý sevmez.» (Nisa sûresi, 107)

Diðer âyet meali :

«(Habibim!) Sen baðýþlama yolunu tut, iyiliði emret ve câhiller­den yüz çevir.» (Araf sûresi 199)                                                           

Diðer bir âyet meâlide þöyledir :

«Rahmanýn o kullarýkl, onlar yer yüzünde vekâr ve tevazu ile yürürler. Câhil kimseler kendilerine (hoþlanmadýklarý) bir laf attýklarý zaman «selâm» derler (sözün doðrusunu söylerler, onlarla münakaþa etmezler.)»  Furkan sûresi, 63)

Bir âyeti ketimedede cidallaþmakdan çekinmeyen müþrikler, þöy­le beyan edilmiþtir:

«Ve (müþrikler, Peygambere) þöyle demiþlerdir : Bizim ilahlarýmýz (olan melekler) mi daha hayýrlý, yoksa omu (meryemin oðlu îsâmý?) (Ey Resulüm! bunlar hakikati anlamak için deðil) bunu sana sýrf mü­câdele olarak (ve seni cevabsýz býrakmak için) misal veriyorlar. Doð­rusu onlar çok çekiþgen adamlardýr.» Zuhruf sûresi, 58)                     

Cidallaþýb hak karþýsýnda çekiþenler, müþrikler olduðuna göre, mü­minler kaçýnmalýdýrlar.

Bir hadîsi þerifdede þöyle buyurulmuþtur :

«Hidâyet üzere olan bir kavm, doðru yollarýndan sapýtmamýþtir, ancak cidallaþmayi getirerek sapýtýb helak oldular.»»

Ey talibi ilim kardeþlerimiz! ilmi tahsil ederken þu kötü ve ahlaksýz câhil kimselerle çekiþmeye dalýbda, sen ben savunmasý için' çalýþma gayesinden kaçýnýnýz. Zira o sefihler, kendilerini kaf daðýnda gören hak ve hakikat bilmeyen ve tanýmayan hayasýz kimselerdir. îlmi hem, kendine, nemde dinimize ve hem insanlýða faydalý olacak gayelerle

tahsil ediniz. Böyle yaparsanýz, nem Allah razî olur, hem dünyaya iyi bir miras býrakýrsýnýz ve hemde âhiret seâdetine nail olursunuz. Çünkü, cidallaþmanýz sizi, ilmi fýkýhdan ve fakihlerden uzaklaþtýrýr, ömrünüzü boþa gidertir, aranýzda soðukluk ve düþmanlýk gibi kötülükler meydana getirir.

c) Hadîsi þerif de beyan edilen üçüncü cümlede þöyle idi:

«veya Ýlmi, insanlarýn teveccühünü kazanmak için tahsil ederse, Allâhü teâla o kimseyi cehenneme katar.»

Hadîsi þerifin, bu cümleside çok dikkat gereken hususlara iþaret etmektedir. Zira insan oðlu nefsine paye vermeyi, kendinin övülmesi­ne ve menfaatýna pek düþgündür.

Adam ilim tahsil ederken, mevkini, makamýný; alacaðý meblaðý, halkýn içinde imtiyaz sahibi olmayý ve hatta, þan ve þöhrete sâhib ola­rak, kýsa zamanda dünyevî, maddî ve siyasî sahada yükselerek men-faata konmak için adetâ çýrpmýr. Küpe girmeden sirke olur, kabilinden daha ilmi tahsil edib kendini az veya çok kurtarmadan, hemen cemi­yet iþlerine karýþýr. Güya hayýr erbabýdýr. Din ve dünya görüþüne mâ­lik olmuþtur.

Halbuki kendisinin düþüp kalkdýðý veya teveccüh edib dalkavuk­luk yapan câhillerin ihtiraslý ve taraflý telkinleri doðrultusunda, fi­kirler ve hükümler beyan etmeye baþlar. Sanki kendisine ilim öðreten bilgili ve tercübeli höcasmýda geçmiþtir. Olmuþdur bir mücahidi hü­kümler keser. Nutuklar çeker. Etrafýndaki þakþakçýlarýn alkýþlarý kar­þýsýnda þýmanr. Bütün bunlar, makam, mansýb, para ve karý için yapýlan kötü amellerdir. Dol ay siyle cehennemlik bir hayatdan ibaret­tir.

Þimdi böyle kötü gayelerle ilim tahsil edenlere, bir kaç örnek misal verelim. Bilhassa ilmi, fânî dünyalýða ve þöhrete âlet etmenin kötülüklerini beyan eden hükümler ve misaîJar nakledelim :

Tâlimül müteallimde bir beyitde þöyle söylenmiþtir :

«tþte bu dünya azýn azýdýr. Ve bu dünyaya âþýk olanda, kötünün kötüsüdür.»

Ýmamý Âzamin (R.A) Talebesi Ýmam-ý Muhammed (R.A) de þöyle demiþtir:

«Bir kimse, Ýlmin ve Ýlimle amel etmenin tadýna eriþirse, insanla­rýn yanýndakilere (mal, makam, mansýb, para ve karýya) raðbeti ol­maz.»[119]                                                     

Talebe ve ilim adamý, ilmi iyi gayelerle okumasý hâlinde böyle olur. Fakat gaye ve maksadý, yukardaki saydýklarýmýz ve hadîsi ne-bevîde buyurulduðu gibi, insanlarýn teveccühü ve dünyalýk maksadýna baðü olunca, o ilimden ve sahibinden fayda yerine zarar görülür.

Hidâye sahibi Burhânüddîn hazretleri, bir beytinde þöyle demiþtir : «timi ile amel etmeyen kötü ahlak sahibi âlim, büyük fesaddýr.

—  Câhil âbid-in fesadý ise, bu amelsiz âliminkinden daha büyüktür.

—  Bunlarýn her iklside, dîninde bunlara tâbi olacak kimse için,

—  Dünyada büyük bir fitnedirler.» [120]

Kötü gaye mahsûlü olan âlim taslaklarýndan birisi, halka «konfe­rans» adý altýnda hitabede bulunurken, halkýn alkýþ ve þakþaký onu çileden çýkarýyor ve teveccüh düþgünü abdal hemen þu mukayeseyi yapýyor:

«Efendim bir Peygamber olan Nah aleyhisselam dokuzyüz elli sene teblið vazifesi yapýyor. Karþýsýnda 70-80 kiþiden fazla cemaat bu­lamýyor.

—  Ben falan hoca! yüzlerce ve binlerce cemaatý karþýmda bulu­yorum... gibi...» ifadelerde bulunuyor.

îþte böylelerine, deli, zýbcýklý ve þan þöhret düþkünü ahmak, be­yinsiz budala tipinden adamlar denir. Bu serseri, bir insanýn karþýsýnda­ki alkýþçýsý çok olmak bir fazilet ise, târih boyunca ve hâlâda pek çok koca kâfirlerin çok avenesi vardýr. Onun felsefesine göre, demek o kâfirler, en üstün adamlarmýdýr?

Diðer bir þöhret düþgünü ilim zýrhýna bürünmüþ sapýk fikirlide diyordu:

«Efendim benim kanaat ve görüþüm odurki, Din adamý siyâsete atýlabilir. Ancak Siyâsete atýlacaklar, vazifeden ayrýlmalý ondan son­ra siyâset yapmalýdýr.»

Tabii bu cümleleri konuþan görüyorduki, ilimde deðil, ilim zýr­hýna bürünerek yüksek bir mevkî ve makama çýkanlar, hemen si­yâsete köprü kuruyorlar, fâni dünyanýn azýcýk madde ve þöhretine nail oluyorlar.

Binâenaleyh ayný merdivene eriþen kimsede, hemen dîni kendine uydurarak bir çok haksýzlýklarýn karþýsýnda dilsiz þeytan kesilib, yað çekib yaltaklýk yaparak arzusuna kavuþma yolunu tutuyor. Haram sofralara, gayrî meþru toplantýlara iþtirak eder. Orada dîne aykýrý bir çok söz, fiil ve davranýþlarý görür, fakat dünyalýk ve þöhret düþgunlüðü, birde hakký söylerse, Hýrakl gibi «Makamdan olurum» korkusu vardýr. Onun için hakký söylemez susar, susmaklada kalmaz, dinde tâvizler vererek bâzý fâsýk ümera ve yetgüilerin karþýsýnda dalkavuk­luk yapar. Eðilir ve bükülür.

tmami Azam hazretlerinin kadýlýk (Þeyhül islamlýk, Diyanet reis­liði ve müftilik) kabul etmeyib kýrbaçlandýðý siyaset devrini düþüne­lim. Bütün suç iþlevnler, kadýnýn ve hâkimin karþýsýnda mahkemelenir-ler. Padiþah ve ontfan aþaðý âmirler, top yekûn istisnasýz mahkeme huzuruna çýkarlar ve çýkmak mecburiyetindedirler. Fýrkacýlýk ve þe­riat hükümlerinin hilafý ahkam tatbikatý yok denecek derecedir. Þe-rîat hâkimdir; «Þeriatýn kesdiði parmak acýmaz» hükmü icra edilir. Ve büyük îmarn^ elbette islâmýn, din ve devlet olduðunu bilmekte idi! Çünkü önderimiz Muhammed Aleyhisselâm, dîni, siyâsî, idarî ve askerî yönlerin mürþidi ve baþý idi.

Birde osmanlý devrinin ilim erbabý olub, bütün hayatlarý boyunca dine Ve müslümanlara kendilerini vakfetmiþ din adamlarýna göz ata­lým. Bunlarýnda pek çok ilmî þahsiyetler geçmiþtir. Bir tanesinin ha­yatýndan bir örnek þöyledir:

«Zenbilli Ali efendi, Yavuz Sultan Selimin Müftisi idi. Sultan Se­lime her aâam cesaret edib konuþamazdý. Fakat Müfti Ali efendi hakký söylemekten hiç çekinmezdi. Ali efendi Sultan Selime her zaman sözünü

geçirirdi

—  Bir gün Yavuz Sultan Selim Enderun (saray) aðalarýndan bir kaçýný Ýkabah'atlarmdan dolayý, kestirmek istedi. ZenbillÝ Ali   efendi bunu'd,uydu, derhal Padiþaha koþdu ve sordu :

«Bir söz iþittim, bir kaç kiþiyi kestlrecekmlþsiniz? Yavuz Selim kýzdý, hiddetle:

—  Efendi artýk sen devlet iþlerine karýþmaya baþladýn, dedi.

—     ZenbilÝÝ Ali efendi hiç korkmadý:

—  Evet âhiret iþlerine bakmak boynumun borcu olduðu için, size þeriatýn yolunuda göstereceðim, dedi. Sultan Selime itidal tavsiye etti. Padiþahý o þiddetden vaz geçirdi.»[121]                 

Evet fýrka ve fýrkacýlýk islamda yasak ve haramdýr. Bu hükme riâ­yet edilib islâmýn hükmü icra edilirken, bir takým zulmün ve zalimli­ðin bâzý zaman ve mekanlarda, bâzý devlet baþkanlarý veya âmirlerinde münker görüldüðü zamanýn din âlimleri, «hakký ile hüküm ve fetva veremem» diyerek kadýlýk ve müftilikden kaçýnmýþlardýr.

Yukardaki büyük müctehid ve cesur müîti efendinin hallerine ve davranýþlarýna bakalým, birde þimdi arslan kesilen sahte kahraman­larýn, haram olan fýrkacýlýðýn bir meslek, bir geçim yolu ve bir me­ziyet sayýlýb savunulduðu bir zamanda nasýl oluyorda, din adamýnýn siyasete atýlmasýný savunuyor! Doðrusu bu hal, cehennemi gaye ile ilim tahsil etmekten ve o gayenin çürük meyvalarmdan baþka bir þey olamaz. Ýlme çalýþmayý, ölünceye kadar meslek edinmenin þeref ve faziletini gaybedenler, fâni dünya için âhiretlerîni yýkýyorlar.   

Burada þu âyetleri hatirlatmakda fayda vardýr : «Heb birlikde Allanýn kopmaz ipine (dinine, kitabýna)    sýmsýký sarýlýnýz. Fýrkacýlýk yaparak bir birinizden ayrýlýb daðýlmayýnýz.» (Ali Ýmran Sûresi, 103)

«Dinlerini (bir kýsmýna inanýb bir kýsmýný inkâr etmek suretiyle) parça parça edenler, ayrý ayrý fýrkalar (hâlinde) olanlar (yokmu?) sen hiç bir þekilde onlardan deðilsin.» (En'am sûresi, 159)

Bu âyeti kerimede fýrkalarýn, kimi müþriklerin'putlara ve melekle­re taparak fýrkalara bölünmesi, kimide yahûdî ve Hýristiyanlarýn fýrka­lara ayrýlýþý þeklinde beyan etmiþlerdir.

Fakat Ashabý kiramdanEbû Hureyre (R.A) demiþtirki:

«Onlarýn (Fýrkalarýn), bu ümmetin Ýçinden zuhur edecek sapýk fýr­kalar olduðu (veya olacaðý) dýr.»

Ayeti kerime umûmî hüküm beyan etmektedir. Binâenaleyh geç­miþ ümmetde ve bu ümetde olan veya olacak bütün fýrkalara þâmildir.

Diðer bir âyet meâlide þöyledir :

«O müþriklerdenki, (emredildikleri) dinlerini (terk edib ihtilâfa düþ tüler ve onu) parçalara ayýrdýlar; böylece fýrka fýrka olmuþlardýr. Her din sahibi (gurub ve fýrka), kendindeki dine güvenib övünmektedir.» (Rum sûresi, 32)

Þimdi bu âyeti kerimeleri okuyan bir müslüman, düþünmelidir. Her fýrka kendini savunur, baþkasýný kötülerse, bu nasýl helal olur. Bilhassa fýrkanýn icraatý, gayesi, savunduðu davalar, tamamen beþeri fikirlerin tatbik ve icrasý olursa, din ve îman meselesi sâde kýsa bir vaîcitdo dilde perde olub, icraaida lamâmnn elinin zýddý olursa, bu gibi fýrkacýlýðý, ilim zýrhýna bürünmüþ din adamý nasýl savunabilir.'/ Evet savunursa, hadîsi þerifde belirtilen cehennemi gayeye sâhib olan ki­þilerden birisi olur.

Ahmed Cevdet Paþa merhumun tercüme ettiði «ibni haldun mu­kaddimesi» adlý eserin üçüncü cildinde uzun îzâhatda belirtilmiþtirki, Din ve þeriat ilmi ile iþtigal eden din âlimleri, pek çok dini hükümle­rin tetkik ve tahkiki ile uðraþýb fikrinin tamamen dînî mes'elelerin yeri ve kaynaklan, illet ve sebebleri gibi birçok araþtýrmalarla meþkul olub, umuru hâriciye ile meþkul olmasý ayrý bir çalýþma ve ayrý bir meþkû-liyet olduðundan, siyâsetten uzak olmalarý evlâ ve elzemdir.

Binâenaleyh kitap, sünnet, icma-ý ümmet ve kýyasý fukaha ile fik­rini çalýþtýran bir kiþi, zihnini memleket ve millet idaresiyle meþkul ederse, iu takdirde esas çalýþma ve gayesi olan Þeriat ilminden ve onunla zihnin meþkul olmasýndan uzaklaþýr. Pek çok hükümlerin ya­bancýsý hâline gelebilir. Ayný zamanda siyâset yalandan hâlî olmaz. Yalan söylemek ise, din adamýna yakýþmaz. Bu hal ise, dine ve din adamýna pek çok fenalýk îras eder.

Ancak yüksek zekâ ve bilgi sahibi olan inni Kemal Paþa ve Eblssu-ûd (R.A) efendiler gibi, ilmî oteriteler, siyâsete girebilirler. Zira bunlar gibi yüksek zekâ sahibi kiþiler, þerîât ilmi ile beraber siyâset ilminide yürütebilecek kâbiliyyettedirler.

Ayný zamanda bütün fenlere vukûfiyyetin yanýnda uzun tercübe, þahsiyyetü ilim ve beþeri hayatda insanlarýn muamelelerine vâkýf olma gibi hasletler gereklidir. Daha geniþ izahat, «mukaddime-i ibni haldjm tercümesi, C. 3, 235 - 236» de mezkûrdur. Bu hükümler, islâmýn yaþan­dýðý ve icraya islâmýn hâkim olduðu devirdedir.

Buraya ilim oteritesinden fâzýlý muhterem bir büyük âlimimizin hayatýndan bir ÖrneX misalýda nakledelim.

Kur'aný kerimden sonra Peygamber efendimizin mübarek söz­lerini ve sünnetlerini yazan hadis kitaplarýnýn birincisi sayýlan, sahihi Buharinin yazan, Ebû AbdÝUah Muhammed bin Ýsmail el-Buhâri (R.A) e, zamanýnýn emîri, elçi gönderiyor. Ýmamý BuhârÝ emîrin sarayýna ge­lecek, orada emîrin evlatlarýna ilim öðretecektir.

Bu sözü duyan ilim otoritesi büyük âlim diyorki:

«Ona söyle, ben iimi kad'iyyen küçültüp zelil yapamam ve ilmi sultanlarýn kapýlarýna kadar yüklenib gidemem. Eðer o ilimden bir þev ihtiyacý var Ýse, benim mescidime hazýr olsun gelsin, time gelinir. Ýlim, yüklenib onun evlatlarý içfn tertiblediði meclise götürüleýnez.. v.s.»  [122]                                                                 

Ey ehli ilim geçinenler ve ey talebeyi ulumlar! Þu uyarýcý ve ib­ret verici hallere baklým, bizde az çok bir þeyler biliyor isek, o ilmin kýy­metini takdir edelim. Dünyalýða satýp deðiþmeyelim. Sonra cehennemi boylanz.

Üstadlarýmdan «Akþehirli hoca» nâmiyle anýlan fâzýlý muhterem Hacx Ahmet efendi merhum ile Aksekili Hüseyin efendi merhum, ted­risatýmýz esnasýnda, Molla Hüsrev merhumla Fâtih merhumun arasýn­da geçen þu hâdiseyi nakletmiþler ve kaynaðýmda beyan etmiþlerdi:

«Slutan Fâtih merhum, ilim adamlarýna bir ziyafet sofrasý tertib ediyor. Bu sofraya o günün ulemasýný davet ediyor.

—Davetiyelerde her ferde yerleri tesbit edildiðinden, Saltan Fatih merhum o günün fetva emîni ve ulema reîsi olan Molla Husrev mer­huma davetiye kartýnda kendinin sol tarafýndaki yere oturmasýný yazmýþ. Sað tarafýna küçüklükde hocalýðýný yapan Molla GûranÝ mer­humun oturmasýný yazmýþtýr.

— Davetiyenin bu þekilde olub padiþahýn saðma kendisinin veril­mediðini gören ilmî otoriteye sâhib olan Molla Hüsrev, þu cümleleri ya-zýb dîvaný âliyeye gönderiyor :

«Gayreti ilmiyye ve gayreti dîniyyenin iktizasý, bu meclise benim hazýr olmamamdýr.»

Ve bu satýrý yazdýktan sonra îstanbulu terk edib, Bursaya geliyor. orada medrese yapdinyor. îlim tedrisatýna devam ediyor. Bir müddet sonra Sultan Fâtih merhum özür dileyor. Kendisini makamý fetvaya nasb ediyor. Daha geniþ malumat, «Þekâiki Nûmaniye» adlý eserde mez­kûrdur.

Þu yýkýlmaz ve sarsýlmaz îmana ve o îman ile hakkýn lutfu inayeti ile sekînetli ve veicarlý ilme sahib olan büyük âlim ve muhaddisin (îma­na Buharinin) þahsiyeti gibi, ilim otoritesi kimselere, pek muhtaç bir haldeyiz. Fikrini, zikrim, iþini, aþýný, gecesni ve gündüzünü ilme has-redib, din kitaplarýnýn ve din tedrisatýnýn içinde çalýþarak ömrünü il­me vakfeden, ilmi ile âmil deðerli kiþiler, Dînin, devlet ve milletin, cemiyet ve vatanýn temel taþlarýdýrlar. Bir millet ve memleketin be­reket ve huzurudurlar. Hakîki Peygamber vârisleri, böyle kiþilerdir.

Ýþte böyle kiþiler, Peygamber postuna oturmakla, devlet reisi, din mürþidi, mihrab imamý, ordular komutaný, aile reisi, sulh ve sükûn hâkimi, dünya ve âhiret seâdetinin yollarýný teblið edici vasýflarý ken­dilerinde toplayan gerçek ilim otoritesi kimselerdir. Çünkü bunlar, kurtuluþun islamda ve hakkýn hakimliðinde olduðuna gerçekden inan­mýþ kiþilerdir ve bunlar, ferdlerin, cemiyetlerin, millet ve devletlerin tek baðlantýsýný, «islâm» olarak bilirler.

Fakat bu âlimler gibi önderlerden bilhassa, insanlarýn, idarî, siyâ­si, mâlî, ictimâ-îP ticarî ve emsali iþlerinden iyi anlayanlardan bâzýlarý veya en azýndan zarûrâtý dinîyyesini bilen zekî ve dünya iþlerinden iyi anlayan îmanlý ve cesur kiþilerin, insanlarýn idaresinde vazîfe ahb siyasî ve ictima-î yönde hizmet etmeleri, elbet bir zarûrattir. Zira böyle ciddî bir þahsiyetli kimseler, müslümanlarm idaresinde vazîfe alýb hiz-metde bulunmazlarsa, bu takdirde ya fâsik kimselerin veya zâlim ve kâfirlerin kötü idareleri altýnda islâmý ve müslümanlarý harab ettirib periþan ettirme hâli ortaya çýkar. Çünkü hakîki müminler, meydaný boþ býrakýrlarsa, o meydaný elbet yabancýlar iþgal edeceklerdir. Binâ­enaleyh müslümanlarm, iktisadî, idarî ve siyâsî sahada bilgisi olan zekî, akýllý ve þuurlu kiþilerin siyasete atýlmalarý elbet faydalý olur. Burada Akaidi nesefi ile þerhinde mezkûr olan þu satýrlarý beraber okuyalým :

«Ýmam (Devlet reisi) zamanýn insanlarýnýn en efdal kiþisi olmasý þart deðildir. Zira fazîletde müsavi olan, belkide ilim ve amel bakýmýn­dan daha zâif olub idare iþlerini ve fesatlýklarý çok iyi bilib onlarý icâ­býna göre yerine oturtmaya daha kabiliyyetli ve kudretli olan (siyâsî deha sahibi) kimse, idareye tâyin edildiði vakit, þerri daha mükemmel def eder ve fitnenin eseri daha uzak olur...»[123]             

Tabiîki îzah edilen hususlar, islâmm hükümleri hakim olduðu veya hâkim olmasý için gaye edinildiði zaman, mekan ve þahýslar arasýnda olacaktýr. Yoksa baþýndan sonuna kadar ilâhî hükümler, bý-rakýlýb ve bu hükümlerin dýþýnda beþerî düþünce ve dâvalarýn tat­biki maksadý ile insanlarýn (müslümanlarm) idaresine tâlib olmak, hem din için, hem ilim müessesesi ve ilim adamlarý camiasý için, pek büyük bir tahribatdýr. Uyuntulukdur. Aziz olan ilmi ve ilim ehlini, hem hakkýn ve hem halkýn nazarýnda zelil kýhb periþan etmek olur.

Bilhassa fýrka ve fýrkacýlýk yaparak, fikir ve düþünceleri her han-ki bir fýrkaya þartlanmýþ olarak siyâsetde bulunmak, çok ve çok teh­likelidir. Zira fýrka ve fýrkacýlýk, isîâma aykýrî olduðundan Allâhü teâla Râzî olmaz. însanlarda, fýrka hastalýðýna mübtelâ olmakla belli bir kurub ve fýrka adamlarýndan, din adamýna îtimad etmedikleri gibi, Allah muhafaza bir âyet ve hadis okuyub hüküm beyan etse, belkide inanmazlar. Günümüzde böylelerine rast geldikleîimiz olmuþtur.

Burada Hz. Aiþe (R.A) m rivayet ettiði bir hadîsi þerif mealini okuyalým;

Resûlüllah (S.A.V), buyuru yorduk i:

«Bir kimse, Allâhm gazabý ile insanlarýn rýzasýný taleb ederse, o kimseye Allâhü teâla gazab eder ve insanlarýda o kimseye gazablandý-nb öfkelendirir.»[124]                                       

Günümüzde siyâsete atýlan veya atýlmak isteyen diri adamlarýnýn fearsüaþtýklarý veya karþýlaþacaklarý durumlarý ve Kur'an âyetleri ile hadisi þeriflere muhâlif-iýal ve hareketlerinden bâzýlarýný sýralayalým.

Bir âyeti kerimede þöyle Duyurulmuþtur :

«Ey müminler! Allâhadan korkunuz ve sâdýklarla (îman ve amelin­de doðru olanlarla) beraber olunuz.»                       (Tevbe sûresi, 119)

Yaþantýda görüldüðü üzere, dîne aykýrý hüküm kesenler ve dini tahkir edenlerden tutunda, islam ahlakýna yakýþmayan pek çok kötü­lüðü prensib edinmiþ olanlarla oturub kalkmak, onlarla haþýr neþir olmak, önder vasfýna sahib olan bir adamýn kukla olub zâlim ve fâ-sýklarla beraber olmasý, din için, millet için devlet ve vatan için bir felâket ve yýkýmdýr.

Diðer bir âyeti kerimedede þöyle buyurulmuþtur :

«Binâenaleyh zikirden (Allahý andýkdan, namazý kildýkdan) sonra (ey habîbim ve ey onun vârisi!), artýk o zâlimler gurûhu ile beraber oturma.»  (En'am sûresi, 68)

Diðer bir âyet meâlide þöyledir :

«Ailâh (c.c.) size kitabýnda (Kur'anda) sunuda Ýndirmiþtir : Allanýn âyetlerinin inkar edildiðini ve 'âyetlerle (veya hükümleri ile) eðle­nildiðini iþittiðiniz azaman, kâfirlerle oturmayýnýz Tâkl onlar bundan baþka söze dalsýnlar. Çünkü (rýza gösterir oturursanýz) o zaman sizde þüphesizki onlar gibi olursunuz.»  (Nisa- sûresi, 140)                           

Allanýn hükmünün zýddýna hüküm ve kararda bulunanýn tehlike-leride þöyle beyan edilmiþtir :

«Kim, Allâhm indirdiði hükümlerle hükümde bulunmazsa, iþte onlar zâlimlerin ta kendileridirler.»                         (Mâide sûresi, 45)

Diðer âyet meali-:

«Kim, Allanýn Ýndirdiði hükümlerle hükümde bulunmazsa, iþte onlar kâfirlerin ta kendileridirler.»                           (Mâide sûresi, 44)

Fýrkacýlýkla ilgili âyeti kerimeler, hem, birinci cildde ve hem biraz yukarda nakledilmiþtir. Ayrýca ilâhi hük'îftnjere muhalif kararlarda bulunanlarýn fenalýklarý, «Ýslama sokulan Bid'at ve Hurafeler» adlý eserimizde yazýlmýþtýr.

Bir kaç hadîsi nebevi meâlinide sýralayalým ondan sonra bir bü­yüðün cümleleri ile neticeleyelim.

Zâlimi medhetmenin fenalýðý bir hadîsi þerifde þöyledir :

«Fâsýk (kötü amel ve kötü ahlak sahibi) medh edildiði vakit, cenâ-bu hak gazablanýr ve arþý âla titrer.»[125]                 

Diðer bir hadîsi þerif meali:

«Her kim, Bid'at sahibine (dinde uydurucu, hurâfeci ve bâtýl sa­vunucusuna) hürmet ederse, muhakkak o kimse, islâmýn yýkýlmasýna Vardým etmiþtir.» [126]                                             

Deyleminin rivayetinde bir hadîsi nebevide þöyle îmyuralmuþtur :

«Zengine, zenginliðinden dolayý tevâzûda bulunan fakire, Allah lanet etsin. Her kim böyle zengin kiþiye zenginliðinden dolayý tevâzûda bulunursa, iþte o kimsenin (zengine tevâzûda bulunanýn) dininin üçte ikisi gitmiþtir.» [127]                           

Ýlim otoritesiîmam-ý Buhârî'nin devrinin son zamanlarýnda hîcri üçüncü asrýn sonu ve dördüncü asrýn önünde geçen ve îtikadda imam olan Ebû Mansûri Mâtürîdî (333) - merhumun yaþadýðý devrin sulta­ný (devlet reisi) hakkýnda þu cümleyi buyurmuþtur :

«Men kale li sultani zamânina âdilün, fehüve kâfinin = Bir kimse, Zamanýmýzýn sultânýna (devlet reisine) âdil derse, iþte o kimse, kâfir­dir.»[128]                       

3u büyük âlimin kýymetli sözünün bir nebze izahý, birinci cildin 306-308. sahifesinde zikredilmiþtir.

Asrýmýzýn mücâhid âlimlerinden îman þâirimiz Mehmet Akif mer­humun þu sözlerimde okuyalým:

Zulmü alkýþlayamam zâlimi asla sevemem.

Gelenin keyfi için geçmiþe ölsem sövemem.

Biri ecdadýma saldýrdýmý, hatta boðarým,

Boðamazsmki, hiç olmazsa yanýmdan kovarým.

Son olarak bîrde büyüklerden Süfyân-ý Sevri (R.A) nin þu cümle­lerini okuyalým:

«Sen, bir din âliminin dostlarýnýn çok olduðunu görürsen, bilkl, o âlim hak ile bâtýlý karýþtýrýcýdýr. Zira eðer hakký söylemiþ olsaydý, elbette (insanlar) ona buðzederlerdi.»[129]       

Millete, vatana hizmet lafýyla siyasete atýlan veya atýlacak olan din adamlarý, yukardaki nakletmiþ olduðumuz hakîkatlara nazar edib okumalýdýrlar. Mübarek hizmeti býrakýb, dünya gayesi ile neler iþlen­diðine veya iþlenebileceðine insafla düþünüb dikkat etmelidirler.

Büyükler sözlerinde rjuyurmuþturki:

«Rütbelerin en üstün ve kýymetlisi, ilim rütbesidir.»

Elmücadile sûresinin 17. ayetinide okuyalým.  (Esasul iktibas, 17)

Bu þerefli rütbeye sâhib olan her peygamber vârisi din adamýnýn, ilmin ve ilim adammm þahsiyet ve vekâraýa sâhib olmasýný ve dîne, vatana, devlet ve milleti islâmiyeye faydalý olub, dünyada ve âhirette önderlik vasýflarýný muhafaza ederek ebedî seâdete nail olmasýný yü­ce mevladan niyaz ederiz.

Tercümesi:

227- (30) EbîHureyre (R.A) denmervîdir,dedi:

Resûlüllah (S.A.V) buyurdu:[130]

«Bir kimse, Allanýn rýzasýný kazanmak maksadý ile tâlim ve tahsil edilmesi gereken ilmi, ancak ve ancak dünya nimetlerinden bir metâa kavuþmak için tâlim ve tahsil ederse; O kimse, kýyamet gününde cen­netin kokusunu duyamaz.» [131]

 

Ýzahat
 

Bu hadisi þerifin hükmünü, bir nebzede olsa, hemen bir üstdeki hadisi nebevinin izah bölümünde yazmýþ idik. Fakat biz burada hadîsi þerifin hükmü ile ilgili bir kaç büyüðün sözlerini nakledeceðiz.

Sarih AlÝyyül Kâri merhum þu satýrlarý yazýyor:

«Týybî merhum dediki:

«Bir kimse, dünya metamdan kendisine isabet etmesi ile beraber Ýlmi; Allanýn rýzasý için öðrenirse, bu kiþi hadîsi þerif deki veîdin (ceza­nýn) altýna girmez. Zira AHâhm rýzasý Ýçin çalýþýrken, dünya nimeti ar­kasýna tâbi olab geliyor. Binâenaleyh dünya metâ-ý ona tâbidir.»[132]

Evet hakkýn rýzasýný tahsil için ilim öðrenen bir kiþiye, dünya nîmeti kendiliðinden zuhur eder gelirse veya ilme çalýþan kiþinin tak­vaya sâhib olmasýndan dolayý, bilmediði bir yoldan dünya nîmeti ve rýzký gelirse, bu ilâhî rýzaya manî deðildir. Rizýk ve nîmet külfet muka­bilinde ilâhî bir lutufdur.

Netekim bir âyeti kerimede þöyle buyurulmuþtur : «Ve kim, Allâhdan korkarsa, ona {darlýkdan geniþliðe) bir çýkýþ yolu ihsan eder. Birde ona ummadýðý yerden rýzýk verir.»(Talak sûresi, 2-3)

Bir hadisi þerifde þöyle buyurulmuþtur :

«Ýnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektirki, o günde dinar (al­týn) ve dirhem (gümüþ) den baþka hiç bir þey menfaat vermez.»[133]

Ulemâ ve meþayihi kiramdan SüfyânÝ Sevrî (R.A) de þöyle diyor : «Erbabý hal ve erbabý takva indinde, daha evvel mal kerih görü­lürdü. Fakat bugün müminin cenneti (ve îmanýn bekçisidir).

—  Eðer þu (elimizdeki) dinarlar (altýnlar ve paralar] olmasýn, bu melikler (padiþahlar, emirler ve âmirler) bizi mendillerinin kiri yerine indirirler.

—  Binaenaleyh bir kimsenin elinde altýn, ve gümüþ gibi mallardan bir þey bulunursa, onu ýslah etsin ( onu korusun ve helal ticâretle artýr­sýn) . Zira bulunduðumuz zaman, öyle bir zamandýrki, ihtiyaç   olduðu zaman, dînine sarf edeceði ilk þeydir.»[134]     

Bu açýklama ve hükümlerden anlaþýîmýþtýrki, kiþi ilme çalýþýrken rýzayý ilâhiyi tahsil gayesi ile çalýþacaktýr. Dünya ve dünhalýk gayesi olmayacaktýr. Fakat ilme çalýþýrken veya ilmi öðretirken dünya ma­lýndan zuhur eden nimetler veya her hangi bir sebeble malýn ilim sa­hibine gelmesi, ilmin dünyalýða deðil mal ve dünyanýn ilme tabî olma hâlidirki, bu bir nevi maddenin mânâya tâbi olmasý hâlidir. Çünkü dünyaya hizmet edene, dünya meþakkat ve sýkýntý olur. Dîne hizmet eden kimseyede, Dünya hizmet eder.

Haliký zülcelâle isnad edilen eserde : «Ey dünya! bana hizmet ede­ne, hizmet et ve þana hizmet edene, meþakkat ol.»  vârid olmuþtur.[135]

Madde, mânâsýz ve mânâda maddesiz, âhiret dünyasýz ve dünya âhiretsiz olmayacaðýna göre, normal-bir haldir. Ruh ile bedenin bir birlerine baðlý olmasý gibidir.

Netekim büyükler bir sözünde þöyle demiþlerdir:

«Dünya, âhiretin tarlasýdýr.»

Bir kimse, ilme çalýþacaðýnda mutlaka iyi niyyete sâhib olub, sâde ve sâde dünyalýk maksadý ile olmamlýdýr. Ýyi niyyetle ilme çalýþmayýb, sýrf dünyalýk için ilim tahsil eden kiþinin ilmi lehine deðil, aleyhine olur. Bu takdirdede îzâhýna çalýþdýðýmýz had'si þerifde belirtildiði üzere cehennemi boylar.

Þârih Aliyyülkârî merhum ayný hadîsi þerifin altýnda þu satýrlarýda yazmaktadýr.

«Hasaný Basrîden rivayet olunmuþtur. Hasaný Basri (R.A) bir þahsý ipin üzerinde oynar gördü. Hemen dedîki:

«Elbette bu adam, bizim ashabýmýzdan hayýrlýdýr. Zira bu adam, dünyayý dünya ile yiyor. Bizim ashabýmýz (ilim adamlarýmýz) ise, din Ýle dünyayý yiyorlar.»[136]                                             

Evet ipi sekerek veya ipin üstünde zatý sungur gibi yürüyerek oy­nayan adam, bu yolla para alýrsa, dünyalýðý, dünyalýk oyun ve emekle kazanýyor. Fakat dîne hizmet için ve Allanýn rýzasýný tahsil gayesiyle olmasý gereken ilmi, dünyaya âlet eden kiþi, elbet daha kötüdür. Böyle olanlarýmýzý Allah ýslah etsin. Amin.

Tercümesi:

228- (31) ÝbntMes'nd (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûiüllah (S.A.V) buyurdu:

«Benim sözümü Ýþitip hýfzeden, kalbine yerleþtirmiye devam eden ve o sözümün îcabý ile amel eden Kulun huyunu ve yüzünü Allâhü teâla güzelleþtirip süslendirsin; Binâenaleyh ilmi fýkhý (Ýslam hukuku­nu ve þeriat ilmini) hâmil olan pek çok kimse, (âmil olmadýðýndan) fakýn deðildir. Ve ilmi fýkhý hâmil olan pek çok Kimsede, kendisinden daha fakýn kimseye ilmi fýkhý tâlim ve teblið eder.

— Üç haslet vardýrkl, bu üç haslet müslümanin kalbini ve hile hâin lige sevk etmez (onlarda þunlardýr);    ý     '

a)  Allah için amelin ihlaslý olmasý,

b)  Müslümanlar için hakký tavsiye ve nasihatda bulunmak,

c) Ve Müslümanlarýn Cemaatýna sarýlýb ayrýlmamaktýr. Zira müs-lümanlarýn dualarý, kendilerinden baþkalarýný îhâta edib kablar.» (Hadîsi, Þafiî ye Beyhakî medhalinde rivayet etmiþtir.)

229- (32)Bu hadîsi, Aftmed, Tinnizî Ebû Dftvud, îîmi mâce ve DârÝmî Zeyd bin Sânitden rivayet etmiþtir. Ancak Tirmizî ve EM Dâ-vud, hadîsi þerifin aþaðýsýnda; Üç haslet vardýrki, bu Üç haslet müslü* manýn kalbini hile ve hainliðe sevk etmez...» Cümlesinden sonuna ka­dar devam eden kýsmýný zikretmemiþlerdir.

Tercümesi

230- (33) ÝbnÝMes'ud (R.A) den mervîdir, dedi:

Resûlüllah (S.A.V) den iþittim, diyordu:

«Allâhü teâla, bizden bir þey iþidibde iþittiði gibi baþkasýna teblið edenin yüzünü nurlandirsýn, tebliðcinin pek çoðu iþiten kimseden hýfz­eder.»

231- (34) Bu hadisi, Dârimî Ehidderdâdan rivayet etmiþtir. [137]




[118] (ÞerhiAkâid,4)

[119] (Þerhi Tâlimül müteallim, 31)

[120] (Tâlimül müteallim)

[121] (Tarihi Ahmed Refik, 50)

[122] Bak, Berîka, C. 1, 96)

[123] (Þerhi Akâid, 71)

[124] (Merakýl felah tahtavîsi, 8)

[125] (Fethul kebirce. I, 154)

[126] (Fethul kebir, C. 3, 245)

[127] Küçük ebad fýkhui ekber þerhi, 359)

[128] (Aliyyülkârînin küçük ebad fýkhul ekber þerhi, 359)

[129] (Kenarlý Berîka, C. 1, 100)

[130] (Hadîsi, Ahmet, Ebû Dâvud ve ibni mâce rivayet etmiþtir.)

[131] Mustafa Uysal, Ýzahlý Miþkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayýnlarý 2/ 129-143.

[132] (MirkatfC.I,235)

[133] (Mirkat, C. 5, 82)

[134] (Miþkat þerhi Mirkat, C. 5,82)

[135] (Elmedhal,C.3,3l6)

[136]  (Mirkat, C. I, 235)

[137] Mustafa Uysal, Ýzahlý Miþkat El Mesabih Tercümesi, Uysal Yayýnlarý 2/ 143-146.


radyobeyan