Dini makale ve yazýlar
Pages: 1
Muhasebe By: SevD@_GüLü Date: 11 Haziran 2011, 12:19:51
                          Muhasebe

Gönlümle hasbihal edip onu tanýmaya, büsbütün had bilmezliðimi yanýmda taþýyarak insanlarýn kalbine yürümeye, dolayýsýyla Sana ulaþmaya niyet etmiþtim yâ Rabbi...

Niyetime riyâ bulaþtýrmama fýrsat verme, kalbime istemeden girmiþ olan riyâyý rýzâna engel kýlma, ne olursun!.. Niceleri bu uðurda baþ vermiþ de ayaðýnýn kaymasýna engel olamamýþ. Yalancý huþûlarda yol alýrken dört yanýný yangýn sarmýþ da aþktandýr zannedip kaybedenlerden olmuþ. Sen bizleri, ayný âkýbete düþmekten koru, Rabbim!..

Sen'in rahmetinin bu âcizi sarýp sarmalayacaðýna olan inancým, kendimden emin olmak deðil aslâ!.. Aksine Sen'in rahmet denizinin enginliðine olan îtimadým ve o rahmet deryâsýnda kulaç atma isteðimdendir.

* * *

"En hayýrlýnýz hayrý umulan, þerrinden emin olunan kimsedir. En þerliniz de hayrý umulmayan ve þerrinden emin olunmayandýr." (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II, 368; Tirmîzî, Fiten, 76/2263)

Bir müjde ile baþlayýp devamýnda da insanýn içine bir hançer gibi saplanan bu hadîs-i þerîfi düþünürken Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e olan hayranlýðým bir kat daha artýyor. Ne kadar kýsa bir ifadede ne kadar dolu bir mânâ!..

Bu, ayný zamanda benim için de bir terazi gibi...

Hikmeti kaybettiðimizden beri saatleri, "geçmiþ zaman olur ki" bâbýnda hatýrlýyoruz. Bir þairin dediði gibi yaþýmýz otuz beþ ve belki "yolun yarýsý"... Ama îman gözlüðüyle bakýnca, yolun neresinde olduðumuz belli deðil!.. Belki daha baþýnda, belki de sonunda... Ýster istemez bir þeyi kabul etmek gerekiyor. Geçip giden yýllar... Ýçimde büyük bir kuyu, "Ne çok þey yapabilirdim, ne çok þey!.." diye yankýlanýyor. Beyhûde yere kafamý yumruklamaya da gerek yok, uzun uzun piþmanlýklarý sýralamaya da... Geçen geçti, geri döndürmek mümkün deðil!.. Ya geride kalanlar? Sayýsýný bilemediðim kalan günlerimin ne kadarýný kurtarabilirim?

Yine hadîs-i þerîfe dönüyorum; "Hayrý umulan, þerrinden emin olunan kimse"!.. Kaç kiþi nezdinde bu vasýflarý taþýyorum diye sorguluyorum kendimi. Ve maalesef bunu gönülden dillendirecek bir kiþi dahî bulamýyorum. "Sevmeyen ve sevilmeyenden uzak durulmasý gerektiði"ni de biliyorum.

En yakýnýmdan baþlýyorum. Tam olarak helâlleþtiðimden bile emin olamadýðým rahmetli babam... Koca bir piþmanlýk ve hasret olarak kaldýn hýçkýrýklarýmda. Anneme sorsanýz, beni nasýl uzun süre beklediðini anlatacaktýr önce... Sonra size uzun bir liste sunacaktýr, kalp kýrýklýðýna dair... Çocuklarýmla konuþsanýz, öfkelendiðim vakitlerde yanýmdan nasýl kaçacak delik aradýklarýný, gözleri büyüyerek anlatacaklardýr. Eþim, caným, cânâným, adý anýldýðýnda içimin titrediði, ne zaman gelecek diye gönlümün beklediði benden emin midir? Sýkýþtýrsanýz, "Zorda kalýrsa, ne yapacaðý belli olmaz!.." der mi acaba? Kardeþlerimin, arkadaþlarýmýn, komþularýmýn, tüyü bitmemiþ yetimin bana dair þahitlikleri hayýr üzere mi olacaktýr? Yoksa arkamda "keþke"lerin olduðu bir gönül burukluðu mu kalacaktýr?

Üç çocuðu olan, âilecek görüþtüðümüz bir komþumuz vardý. Komþumuzdu, dostumuz oldu. Kýsa bir süre önce baþka bir þehre taþýndýlar. Tayinlerinin çýktýðýný bize söylemekte günlerce zorlansalar da anlattýklarýnda birden kendimizi koca þehirde yapayalnýz hissettik. Sanki çocuklarý çocuklarýmýz, âilesi âilemizdi.

Buna benzer hâdiseler çoðumuzun hayatýnda vardýr, biliyorum. Ancak sizinle paylaþmak istediðim baþka bir durum var. Bu arkadaþlarýmýz giderken þunu fark ettik ki, ayrýlýktan baþka býraktýklarý hiçbir yara yoktu. On yýllýk apartman hayatlarýnda bir tek komþusunun bile üzerinde hayal kýrýklýðý býrakmamýþlardý. Sitedeki bir çocuðun:

"-Sen bana iðne yapardýn, doktor amca!.." diye aðlamasý, iðnenin acýsýndan deðil, ayrýlýktandý. Ýþ arkadaþlarýnýn hissettikleri üzüntüyü bütün samimiyetleri ile gözlerinden okuyabilirdiniz. Yatalak hastalarýnýn, bir evlat kaybetme duygusuyla ona nasýl sarýldýðýný anlatamam size... Dostlarýmýz giderken eþime dedim ki:

"-Anladým ki onlar, buraya gönüller yapmaya gelmiþler. Arkalarýnda böylesine hoþ bir sadâ býrakýp baþka gönüller yapmaya gidiyorlar."

Ya biz, gerçek menzilimize dönerken arkamýzda saðlam evler mi býrakacaðýz, yoksa vîrâne gönüller mi? Nasýl yaþarsak, gidiþimiz de öyle olmayacak mýydý? Bu minvalde size okuduðum küçük bir hikâyeyi paylaþmak istiyorum.

Ýslâm âlimlerinden kýymetli bir zât, gittiði bir mezarlýkta bir kabrin baþýnda biraz uzunca kalýr. Talebesi, bunun sebebini çok merak eder ve usulünce sorar. Hoca cevap verir:

"-Burasý sâliha bir hanýmýn türbesi idi. Bu mübârek haným, ziynete, süse ve boncuða düþkünmüþ. Dünyada iken gerdanlýðý kýrýlmýþ. Boncuklarý ipe dizmeye çalýþýrken vefat etmiþ. Kabrinde de hâlâ boncuk dizmekle meþgul. Ýhtimal ki, kýyamete kadar da onu dizmekle meþgul olacak. Belki kýyamet koptuðu zaman da «Ah ne kadar çabuk koptu kýyamet!.. Ben hâlâ boncuklarý ipe dizemedim.» diyecek."

Bu kýssayý isterseniz, kabir hayatýnýn kýsalýðýna baðlayýn, isterse erenlerin gözlerinin keskinliðine... Benim hisseme düþen o kadar da insaflý deðil!.. Çünkü benim zaaflarým, boncuklar kadar mâsum deðil.

Dünya üzerinde iki milyar insan günde sadece bir dolarýn altýnda para ile geçinirken; dünya müslümanlarýnýn sadece yüzde yedisinin üretime katký saðladýðýný, diðerlerinin ise hýzlý bir sefilleþmeye doðru gittiðini bildiðim hâlde tüketime verdiðim destek, beni böylesi ufuklardan uzak tutuyor. Bir tarafta korkunç bir sefahat, eðlence ve tüketim çýlgýnlýðý, diðer tarafta kolera, aids vs. bulaþýcý hastalýklar ve dünyada açlýktan her gün ölen yirmi beþ bin çocuk...

Çocuklarýmla bu bilgiyi paylaþtýðýmdan beri, küçük oðlum yemek masasýnda kendi anlayabildiði kadarý ve kendi ifade þekli ile:

"-Çocuk ölenlerin sayýsý kaç?" diye soruyor.

Çocuk kalbinde yer eden konuyu, tam da yemek ortasýnda püskürtüveriyor yüzüme çocuk hâliyle. Temiz, açýk, hesapsýz, kinâyesiz ve tesellîsiz. Yani bütün saflýðý ve gerçekliðiyle... Benim onlara yemek yedirmek için kullandýðým acý hâdiseyi, o bana geri sunuvermiþ, lokmalarýmdan sorumlu olduðum hatýrlatmasýný ekleyerek...

Mevlânâ'nýn Mesnevî'de naklettiðine göre, Hazret-i Ömer zamanýnda bir yangýn olmuþ. Ateþ, taþlarý bile odun gibi yakmaya baþlamýþ. Binalarý, evleri saran ateþ; kuþlarýn yuvalarýný, hattâ havada uçarken kanatlarýný bile tutuþturuyormuþ. Þehrin yarýsý alevlerle sarýlmýþ. Su bile ateþten korkmuþ da þaþýrýp kalmýþ. Bazý akýllý kiþiler, ateþe kovalarla su ve sirke döküyorlarmýþ. Ateþ ise inadýna artýyormuþ. Sanki gayb âleminden yardým gelmiþ. Halk koþarak Hazret-i Ömer'e müracaat etmiþ:

"-Bu yangýn, su ile sönmüyor." demiþler. Hazret-i Ömer buyurmuþ ki:

"-O ateþ, Allâh'ýn âyetlerinden, iþaretlerindendir. Sizin hasisliklerinizin (cimriliðinizin) bir alevidir. Suyu býrakýn, yoksullara ekmek daðýtýn. Eðer beni dinlerseniz hasislikten vazgeçin."

Halk, Hazret-i Ömer'e:

"-Bizim kapýlarýmýz açýktýr. Biz cömert kiþileriz. Ýyilikten, yardým etmekten hoþlanýrýz." dediler.

Hazret-i Ömer buyurdu ki:

"-Siz, verdiðiniz ekmeði, Allah rýzâsý için deðil de gösteriþ için veriyorsunuz. Geleneðe, göreneðe uyarak iyilik ellerinizi açýyorsunuz. Siz övülmek için, gösteriþ için verdiniz. Allah'tan çekinerek, korkarak vermediniz!.."

Allâh'ým, her düþüncemiz Sen'in süzgecinde, her hâlimiz Sen'in gözetiminde... Kalbimiz neyin niyetinde? Dilimizdeki yangýn, gönlümüzün neresinde? Sözüm yangýn, gönlüm kara kýþ!.. Rabbim, fark ettim ki, solgun bir yüz, kýrýk bir kalp, üþüyen bir el, aç kalmýþ tek bir karýn olduðu sürece þiþen bedenlerimiz hep yangýnlara gebe... Gönlümüz can çekiþmede...

 



Nesibe Bilgin


radyobeyan