Evliyalarýn Hayatý
Pages: 1
Ebu Muhammed Ceriri By: armi Date: 13 Haziran 2009, 21:50:18
Evliyânýn büyüklerinden. Ýsmi Ahmed bin Muhammed bin Hüseyin, künyesi Ebû Muhammed, nisbesi Cerîrî veya Cüreyrî'dir. Cerîr, Kûfe yakýnlarýnda bir yerin adý, Cüreyr ise Mekke yakýnlarýnda bir yer ile Kûfe civârýnda yaþayan bir kabîlenin ismidir. Doðum târihi bilinmemektedir. 923 (H.311) Hübeyr senesi diye bilinen, Karâmita ve Karmatî denilen sapýklarýn halký kýrýp geçirdiði yýl, yaþý yüzü aþkýn iken vefât etti.

Ebû Muhammed Cerîrî, evliyânýn büyüklerinden Cüneyd-i Baðdâdî hazretlerinden ilim ve edeb öðrendi. Onun en önde gelen talebesi oldu. Fýkýh ilminde imâm ve müftî, edeb ilminde mükemmel bir zât olarak yetiþti. Ayný zamanda büyük velî Sehl bin Abdullah Tüsterî'den feyz aldý. Tasavvuftaki derecesi o kadar yüksekti ki, Cüneyd-i Baðdâdî hazretleri bunun için; "Zamânýmýzýn velîsidir." buyurdu. Hazret-i Cüneyd'e vefât edeceði zaman; "Sizden sonra kimin sohbetlerine devâm edelim?" diye sordular. "Ebû Muhammed Cerîrî'ye gidin." buyurdu.Tasavvufun üstün hâllerine vâkýf olmakta nihâyette olup, mürþid-i kâmil bir zâttý. Edebinin çokluðundan, yalnýzken bile ayaklarýný hiç uzatmaz; "Allahü teâlâya karþý edebli olmak lâzýmdýr." buyururdu.

Bir sene müddetle Mekke-i mükerremede kaldý. Hiç uyumadý, konuþmadý, sýrtýný bir yere dayamadý ve ayaðýný uzatmadý. Ebû Bekr Kettânî; "Bu kadarýný nasýl yapabildiniz?" diye sorunca; "Kalbimi ve niyetimi, Allahü teâlânýn râzý olacaðý þekilde düzelttim. (Kalbimi riyâ, kibir, ucub, düþmanlýk gibi mânevî hastalýklardan temizledim.) Nihâyet bu, zâhirime tesir etti. Âzâlarým da Allahü teâlânýn beðendiði iþleri yapmaya baþladý. Ýþte, bende görüp beðendiðin hâlin sebebi ve sýrrý budur." buyurdu.

Ebû Muhammed Cerîrî, Mekke-i mükerremeden döner dönmez, hemen hocasý Cüneyd-i Baðdâdî hazretlerini ziyâret edip evine döndü. Ertesi sabah, namaz kýlarken hocasýný yanýnda duruyor gördü. Namazdan sonra; "Muhterem efendim! Mekke-i mükerremeden dönünce bana geleceðinizi biliyordum ve sizi yormamak için dün gelir gelmez ziyâretinize geldim." dedi. Hocasý Cüneyd; "O senin fazîletlerindendir. Seni ziyâret etmek de bizim vazîfemizdir. Sen buna fazlasýyla lâyýksýn." buyurdu. Çünkü, sâdýk talebe, hocasýný yanýna çeker.

Talebelerinin arasýnda, içinden devamlý; "Allah Allah" diye zikreden birisi vardý. Bir gün bu gencin baþýna bir hurma dalý düþüp, baþý yarýldý. Baþýndan akan kan, yer üzerinde; "Allah Allah" yazýyordu. Anlaþýldý ki, her kaptan, içinde olan dýþarý sýzar.

Bir gün talebeleri kendisine; "Efendim, sizi üzen, unutamadýðýnýz bir hâdise var mýdýr?" diye sordular. Cevâbýnda buyurdu ki: "Bir gün ikindi namazýnda mescidimize, hâlinden garîb olduðu anlaþýlan bir kimse geldi. Abdest alýp namaz kýldý ve namazdan sonra baþýný önüne eðip tefekküre baþladý. O gün akþam yemeðinde, halîfe bizleri dâvet etmiþti. Gideceðimiz zaman o kimsenin yanýna yaklaþýp; "Biz dâvete gidiyoruz siz de bulunmak ister misiniz?" dedim. Baþýný kaldýrdý. "Dâvete gitmeyeyim. Bir bulamaç aþý getirebilirseniz yerim. Yoksa siz bilirsiniz." dedi. Ben de, her halde bizim arkadaþlarla berâber olmak istemiyor diye düþünüp, kendisine fazla iltifât etmedim. O gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm. Yanlarýnda yaþlýca iki zât ve arkalarýnda kendilerini tâkib eden birçok kimseyle geliyorlardý. Yanýmdakilere, Peygamber efendimizin yanýndaki iki zâtýn kim olduklarýný sordum. Birisi Ýbrâhim Halîlullah, diðeri Mûsâ Kelîmullah ve arkalarýndakiler de binlerce nebîdir, dediler. Ýleri atýlýp kendileri ile konuþmak istedim. Fakat, Peygamber efendimiz bana iltifât etmediler. "Yâ Resûlallah! Ne kabahatim var ki, mübârek yüzünüzü benden çeviriyorsunuz?" dedim. "Dostlarýmýzdan biri senden bulamaç aþý istedi. Sen ise vermekten çekindin." buyurdular. Aðlayarak uyandým. Hemen mescide koþtum. O zât hâlâ baþý önüne eðik olarak tefekkür ediyordu. Kendisine; "Ey efendim! Arzunuzu yerine getirebilmem için bir mikdâr bekleyiniz." dedim. Tebessüm edip; "Bir kimse bir ihtiyâcýný size söylüyor. Siz de, yüz yirmi bin nebî þefâat etmedikçe onu yerine getirmiyorsunuz deðil mi?" dedi ve çýkýp gitti. Bundan sonra ne kadar aradým ve sordum ise kendisini bulamadým. Ýþte kýrk yýldýr bu hâdisenin üzüntüsü bende devâm ediyor." buyurdu.

Bir gün Cerîrî'ye; "Tasavvuf nedir?" dediler. Cerîrî; "Tasavvuf, sulhu olmayan bir cenktir. Yâni, tasavvuf talep ve sulh ile ele geçmez. Ancak nefisle muhârebe netîcesinde gerçekleþir."

Baþka bir keresinde de; "Tasavvuf, çirkin ve aþaðý her türlü kötü huydan vazgeçmek ve güzel huylarla bezenmektir."

Tasavvuf kalp huzûru, murâkabe ve gönül uyanýklýðý ile Allahü teâlâyý zikretmek, sünnete uygun amel etmektir." dedi.

Cerîrî hazretleri, çok Kur'ân-ý kerîm okur, Allahü teâlânýn hitâbýndaki mânâyý tefekkür eder, düþünürdü. Kur'ân-ý kerîmi dünyâlýk ve fâni, gelip geçici þeylere âlet edenlerin, onun hayýr ve bereketini büsbütün kaybettiklerini söylerdi.

Hikmet ehlindendi. "Allahü teâlâ indinde her þeyin bir hakký vardýr. Allahü teâlânýn yanýnda haklarýn en yücesi hikmetin hakkýdýr. Kim hikmeti (faydalý ilim, fen, sanat, söz, nasîhat, din ilmi, mânevî ilim, Peygamber efendimizin sünneti) ehli olmayana býrakýrsa, Allahü teâlâ ondan hikmetin hakkýný ister." buyururdu.

: Ebu Muhammed Ceriri By: armi Date: 13 Haziran 2009, 21:50:51
Bir gün kendisine; "Dînin sermayesi nedir?" diye sordular. Bunun üzerine; "Ârifler, dînin sermâyesinin bâtýnî ve zâhirî olmak üzere bir takým esaslar üzerine sözbirliði etmiþlerdir. Bunlardan bâtýnî olanlarý; Allahü teâlânýn sevgisi, O'ndan uzak kalma korkusu, O'nu görememe endiþesi ve O'na ulaþma ümididir. Zâhirî olanlar ise; doðru sözlülük, cömertlik, alçak gönüllülük, baþkasýna eziyet vermemek, nefsin isteklerine sabýrdýr." buyurdu.

Ameline (yaptýðý ibâdet ve iyi iþlere) güvenenleri îkâz edip uyarýr hattâ onlara; "Kim amelinin kendisini kurtaracaðýný zannederse, yolunu þaþýrýr. Çünkü Peygamber efendimiz; "Sizden hiç birinizi ameli kurtaramaz." buyurmuþtur. Ýnsaný korktuðundan kurtarmayan þey, umduðuna nasýl kavuþturur? Kimin Allahü teâlânýn ihsânýna güveni tamsa, onun korktuðundan emin, umduðuna nâil olacaðý ümid edilir." buyururdu.

"Âlim kimdir?" diye sordular. O; "Âhireti isteyen, dünyâdan, dünyevî meþgûliyetlerden yüz çevirendir." buyurdu.

Îmânýn esâsýnýn üç þeye baðlý olduðunu bildirirdi. "Ýktifâ, ittikâ ve ihtimâ. Ýktifâ; Allahü teâlâyý kâfi görmektir. Allahü teâlâyý, kendisi için kâfi görenin içi rahat olur. Ýktifâ netîcesinde mârifete, Allahü teâlâyý tanýmaya kavuþur. Ýttikâ; Allahü teâlânýn yasak ettiði þeylerden sakýnmaktýr. Yasaklardan (haram ve mekruhlardan) sakýnanýn içi ve dýþý, yaþayýþý düzelir. Hayâtý intizâma girer. Ýnsan bunun netîcesinde güzel ahlâka kavuþur. Ýhtimâ; nefsi perhiz etmeye, az yemeye alýþtýrmaktýr. Haram ve helal olan gýdâlara dikkat eden nefsini riyâzet üzere bulundurur. Helâlinden az yiyenin beden sýhhati düzgün olur." buyurdu.

Nefis hakkýnda da; "Nefsine aldanan, þehevî duygularýna esir olur. Hevâî arzûlarýnýn zindanýna kapatýlýr ve o kulun kalbi faydalý iþlerden zevk alamaz. Kur'ân-ý kerîmi her gün hatm etse bile, ilâhî kelâmý okumaktaki esas tadý bulamaz. Bunun çâresi, nefsin esâretinden kurtulmayý candan arzu etmektir." buyurdu.

Ebû MuhammedCerîrî uzleti, yalnýzlýðý, halktan uzaklaþmak olarak görmez, Hakk'a yakýn olmak olarak kabûl ederdi. "Uzlet, kalabalýk arasýna girmek, lâkin kalbi korumak ve nefsi günahtan uzaklaþtýrmak, kalbi sâdece Allahü teâlâya baðlamaktýr." buyururdu.

"Sabýr nedir?" dediler. O; "Kalbin nîmet ve mihneti, sükûnetle bir görmesidir. Zorlanarak sabretmektense, mihnet yükünün aðýrlýðýný kalbinde hissetmekle berâber musîbetleri sükûnetle karþýlamaktýr." diye cevap verdi.

Ýhlâs hakkýnda da; "Ýhlâs, âhiretteki nîmet ve azaplara yakînen inanmanýn alâmetidir. Ýbâdetlerdeki riyâ, gösteriþ de, âhiretteki nîmet ve azaplara inanmakta tereddüd olduðunun alâmetidir." buyurdu.

Mekke yolunda Karâmita sapýklarýnýn çok zulmedip müslüman kaný döktükleri sýrada þehîd oldu. Vefâtý için, baþka târihler de rivayet edilmektedir. Ýbn-i Atâ er-Rûzbârî diyor ki: "Vefâtýndan bir sene sonra, Ebû Muhammed Cerîrî'nin kabrine uðradým. Kabirdeki hâli bana gösterildi. Dizleri göðsüne dayalý, parmaðý ile Allahü teâlânýn birliðini gösteren iþâreti yapar halde oturuyordu."

DUÂ, BELÂ GELMEDEN YAPILIR

Talebelerinden birisi anlatýr:

Ebû Muhammed Cerîrî'nin vefâtý senesi, Karâmita sapýklarý ile yapýlan muhârebede ben de bulunuyordum. Savaþ bittikten sonra, müslümanlarýn bulunduðu kâfilenin yanýna döndüm. Yaralýlar arasýnda Ebû Muhammed Cerîrî'yi gördüm. Çok halsizdi. Yüz yirmi yaþlarýndaydý. "Ey efendim! Allahü teâlânýn bu belâyý üzerimizden def etmesi için duâ etseniz." dedim. "Duâ, belâ gelmeden önce yapýlýr. Belâ geldikten sonra râzý olmaktan ve sabretmekten baþka çâre yoktur." buyurdu.

1) Târih-i Baðdâd; c.4, s.430
2) Hilyet-ül-Evliyâ; c.10, s.347
3) Tabakât-ül-Kübrâ; c.1, s.94
4) Risâle-i Kuþeyrî; c.1, s.133
5) Tezkiret-ül-Evliyâ; c.2, s.111
6) Nefehât-ül-Üns; s.180
7) Tabakât-us-Sûfiyye; s.259
8-Sýfât-üs-Safve; c.2, s.288
9) Sefînet-ül-Evliyâ; s.143
10) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.4, s.86


radyobeyan