Fýkhus Sahabe
Pages: 1
Hz. Osman bin Affan By: sidretül münteha Date: 08 Mayýs 2011, 15:48:19
HZ. OSMAN BÝN AFFAN (R.ANH)


Baba Adý: Affan b. Ebil As.

Anne Adý: Erva binti Kureyz b. Rebia, b. Habib, b. Abdi Þems, b. Abdimenaf, b. Kussay (Ninesi Ümmü Hakim Beyza binti Abdülmuttalip'dir. Hz. Osman'nýn annesi, Rasûlüllah (sav)'in halasýnýn kýzýdýr.)

Doðum Tarihi ve Yeri: Takriben Fîl vakasýndan 6 yýl sonra Miladi 577. yýlda Mekke'de doðmuþtur.

Ölüm Tarihi ve Yeri: Hicretin 35. yýlýnda, Miladî 17 Haziran 656, Zilhicce'nin 18. Cuma günü 80 yaþlarýnda Medine'de þehit edilmiþtir. 12 sene halifelik yapmýþtýr. Medine'de Kabri Cennetü'k Bâkî'dedir.

Fiziki Yapýsý: Orta boylu, zayýf bedenli, esmer tenli, ince derili, güzel yüzlü, büyük uzun beyaz sakallý, çok saçlý, omuz baþlarý yüksek, omuzlarý açýk, elmacýklarýnda çiçek izleri, noktalarý vardý. Ýnce burunlu, burnunun ucu büyük ve yüksekti, baþýnýn tepesi açýk saçsýzdý, saçlarý iki yana sarkýk, kulak­larýný aþar omuzlarýna inerdi. Diþleri altýn kaplama idi.

Eþi: 8 Hanýmla evlenmiþti.

1. Remle binti Þeybe bin Rebia,

2. Rukeyye binti Rasûlüllah,

3. Ümmü Gülsüm binti Rasûlüllah,

4. Fahita binti Gavzan,

5. Anbese Fâtýma binti Velid b. Muðire,

6. Ümmül Benin binti Uyeyne el Fezari,

7. Ümmü Amr binti Cündeb.

8. Naile binti Ferase el- Kelbi.

Oðullarý: 9 oðlu vardur. Bunlar:

1. Abdullah,

2. Küçük Abdullah,

3. Ömer, 4. Halid,

5. Eban,

6. Velid,

7. Said,

8. Abdülmelik,

9. Utbe. Bunlarýn meþhur olaný Eban bin Osman'dýr.

Kýzlarý: 7 kýzý vardýr.

1. Meryem,

2. Ümmü Sa'd,

3. Ayþe,

4. Ümmü Eban,

5. Ümmü Amr,

6. Ümmül Benin,

7. Küçük Meryem

Gazveleri: Uhud, Hendek savaþlarý ve sonraki birçok seferlere iþtirak etmiþtir..

Hicreti: 1. ve 2. Habeþistan, Mekke'den Medine'ye hicret eden muhacirdir.

Sahabeden Kiminle Kardeþti: Evs bin Sabit..

Kabilesi: Osman b. Affan b. Ebil As, b. Ümeyye, b. Abdi Þems, b. Abdi Menaf, b. Kusayy, b. Kilab, b. Mürre, b. Ka'b, b. Lüey, b. Galib, b. Fihr, b. Malik, b. Nadir, b. Kinane.

Lakabý/Künyesi: Ebû Abdullah, Zinnureyn, Ýbn-i Affan, Ebû Amr.

Kiminle Akrabalýðý: Rasûlüllah (sav)'in damadýdýr.

Hz. Osman (R.a.) hayanýn ve hilmin sembolüdür. Rasûlüllah (sav)'ýn dâva arkadýþýdýr. Osman b. Affân b. EbiS-As b. Ümeyye b. Abdi'þ-Þems b. Abdi Menaf el-Kureþî el-Emevî; Raþid Halifelerin üçüncüsü. Umeyyeoðullarý ailesine mensup olup, nesebi beþinci ceddi olan Abdi Menaf ta Rasûlüllah (sav) ile birleþmektedir.
Fil olayýndan altý sene sonra Mekke'de doðmuþtur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Þems'tir. Büyükannesi ise Rasûlüllah (sav)'m halasý Abdülmuttalib'in kýzý Beyda'dýr. Künyesi, "Ebû Abdullah'týr. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da denilirdi.[1]
Rasûlüllah (sav) risaletle görevlendirildiðinde Osman (r.a) otuz dört yaþlarýndaydý. O, ilk iman edenler arasýndadýr. Ebû Bekir (r.a), güvendiði kimseleri Ýslama davette yoðun gayret göstermekteydi. Onun bu çalýþmalarý neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmiþlerdi. Hz. Osman, cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadaþý idi.[2]
Hz. Osman, iman ettiði zaman bunu duyan amcasý Hakem b. Ebil-Âs onu sýkýca baðlayarak hapsetmiþ ve eski dinine dönmezse asla serbest býrakmayacaðýný söylemiþti. Hz. Osman (R.a) ebediyyen dininden dön­meyeceðini söyleyince, kararlýlýðýný gören amcasý onu serbest býrakmýþtý.[3] Peþinden o, Rasûlüllah (sav)'ýn kýzý Rukiyye ile evlenmiþti. Bazý tarihçiler bu evliliðin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce olduðunu kaydederler. [4] Mekkî toplumlarda inanç hürriyeti olmaz. Ýnanç sahibi muvahhidlerin bedel ödemeleri gerekir. Müþrik ve münkirlerin iþkence ve baskýlarýna aldýrmadan imanýn emniyetinde kalarak direnmek, mekkî toplumlarda müslüman olmanýn bedelidir. Hz. Osman (R.a.) bu bedeli ödeyenler­dendir.
Mekkî toplumlarda hicretin gündeme gelmesi kaçýnýlmazdýr. Çünkü hicret; kaçýþ deðil, Ýslâm'ý ALLAH'ýn muradýna uygun yaþayabilmek için emniyetli mekân arayýþýdýr. Mekkelt müþriklerin iman edenlere yönelttik­leri baský ve iþkenceler yoðunlaþýp çekilmez bir hal alýnca, Rasûlüllah (sav), ashabýna Habeþistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuþtu.
Ýslam'ý ALLAH'ýn muradýna göre yaþamaya çalýþan müsliimanlar için Daru'l Ýslâm'a hicret etmenin mümkün olmadýðý veya hicret edilecek Daru 7 Ýslâm 'in bulunmadýðý bir zaman diliminde Daru 7 Eman 'a hicret ederler. Habeþistan'a hicret için Rasûlüllah (sav) tarafýndan müslümanlora verilen nebevi izin bunun açýk delilidir. Dam 7 Eman; müslümanlarýn dinlerine göre bir hayat yaþama imkânýna kavuþtuklarý yani Ýslâm'ý yaþamaktan dolayý korku ve kuþku duymadýklarý her beldenin adýdýr. Ýþte Hz. Osman (R.a) de Daru'l Eman'a ilk hicret edenler arasýndadýr. Hz. Osman (R.a.)'ýn Habeþistan'a ilk hicret edenler arasýnda olduðu hakkýnda kaynaklar ittifak halindedirler. Ýbn Hacer birçok sahabeye dayandýrarak Hz. Osman(R.a.)'ýn, eþi Rukiyye ile birlikte Habeþistan'a hicret eden ilk kimse olduðunu kaydetmektedir.[5] Mekkeiilerin iman ettiklerine dair yanlýþ bir haberin Habeþistan'a ulaþmasýyla birlikte muhacirlerden bir bölümü Mekke'ye geri dönmüþtü. Hz. Osman (R.a.) da geri dönenler arasýndaydý. Ancak onlar kendilerine ulaþan haberin asýlsýz olduðuna þahit olduklarýnda tekrar Habeþistan'a gitmek için yola çýktýlar. Hz. Osman(R.a.), hareket etmeden önce Rasûlüllah (sav)'e þöyle demiþti:

"Ya Rasûlüllah! Bir defa hicret ettik. Bu Necaþi'ye ikinci hicretimiz olu­yor. Ancak siz bizimle deðilsiniz". Rasûlüllah (sav) ona;

"Siz ALLAH'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki hicretin tamamý sizindir" karþýlýðýný vermiþti. Bunun üzerine o;

"Bu bize yeter ya Rasûlüllah" dedi.[6]

ALLAH yolunda muhacir olmak, büyük bir þereftir. Hz. Osman (R.a), ikinci olarak hicret ettiði Habeþistan'da bir müddet kaldýktan sonra Mekke'ye geri döndü. Rasûlüllah (sav), Medine'ye hicret etmekle emrolunduðunda, Hz.Osman (R.a.) diðer müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. O, Medine'ye ulaþtýðý zaman Hassan b. Sabit'in kardeþi Evs b. Sabit'e konuk olmuþtu. Bundan dolayý Hassan, onu çok severdi. [7]
Hz. Osman (R.a.) genelde bütün insanlýða, özelde ise müslümanlara faydalý olan bir kimsedir. Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin dirheme satýn alarak bütün müslümanlarýn istifade­sine sunmuþtu. Bu kuyunun müslümanlar için ne kadar önemli olduðu Rasûlüllah (sav)'in þu sözünden anlaþýlmaktadýr:

"Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardýr.”[8]

Ashâb-ý Kiram, cennetlik iþler yapan kimselerdir. Onlar biliyorlardý ki, "cennet ucuz deðil, cehennem dahi lüzumsuz deðildir.”
Hz.Osman, hanýmý Rukiyye aðýr hasta olduðu için, Rasülüllah (sav)'in izniyle Bedir savaþýndan geri kalmýþtý. Rukiyye ordu Bedir'de bulunduðu esnada vefat etmiþ, müslümanlarýn zaferinin müjdesi Medine'ye ulaþtýðý gün topraða verilmiþti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamýþ olmakla birlikte Rasûlüllah (sav) onu Bedir'e katýlanlardan saymýþ ve ganimetten ona da pay ayýrmýþtý.[9] Meþru mazeretlerinden dolayý cihad seferine katýlma imkânýný bulamayan müslümanlar, cihada gidip savaþan mücahidlerden sayýlýrlar.
Hz. Osman (R.a.), ehl-i cihaddýr. Çünkü Hz. Osman (R.a.) Bedir savaþý hariç, müþriklerle ve Ýslâm düþmanlarýyla yapýlan bütün savaþlara katýl­mýþtýr.
Rukiyye'nin vefat ediþinden sonra Rasûlüllah (sav), Hz. Osman'ý diðer kýzý Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yýlýnda Ümmü Gülsüm vefat ettiðinde Rasûlüllah (sav) þöyle buyurmuþtu:

"Eðer kýrk tane kýzým olsaydý birbiri peþinden hiç bir tane kalmayana kadar onlarý Osman'la evlendirirdim" ve yine Hz. Osman'a "Üçüncü bir kýzým olsaydý muhakkak ki seninle evlendirirdim" demiþti. (Üsdül-Gâbe, ayný yer) Rasûlüllah (sav)'in takdirine mahzar olmak, saadet ve fazilete mazhar olmaktýr. Bu þerefe Hz. Osman (R.a.) nail olmuþtur.

Rasûlüllah (sav)'in iki kýzýyla evlenmiþ olduðu için iki nûr sahibi anlamýnda, "Zi'n-Nureyn" lakabýyla anýlýr olmuþtur. Zatü'r-Rika ve Gatafan seferlerinde Rasûlüllah (sav), onu Medine'de yerine vekil býrak­mýþtýr.[10]
Hz. Osman (R.a.)'ýn Habeþistan'a hicreti esnasýnda Hz. Rukiyye'den doðan Abdullah adýndaki oðlu, Medine'ye hicretin dördüncü yýlýnda bir horozun yüzünü gözünü týrmalamasý sonucunda hastalanarak vefat etti. Abdullah, vefat ettiðinde altý yaþýnda idi. [11]

Hicretin altýncý yýlýnda müslümanlar, Umre yapmak için Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onlarýn arasýndaydý. Ancak, putperest Mekke yönetimi, müslümanlarý Mekke'ye sokmama kararý almýþtý. Bunun üzerine Hudeybiye'de karargah kuran Rasûlüllah (sav), müþriklerle .münasebet kurarak, maksatlarýnýn yalnýzca umre yapmak olduðunu onlara bildirmek istiyordu. Rasûlüllah (sav), bu iþ için Hz. Ömer'i görev­lendirmek istemiþ, ancak Hz. Ömer, bir takým geçerli sebepler ileri sürerek Hz. Osman'ýn daha uygun olduðunu söylemiþti. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav), elçilik görevini Hz. Osman'a verdi. Daha önce elçi gön­derilen Hiraþ b. Umeyye el-Ka'bî'yi Mekkeliler öldürmek istemiþlerdi. [12]

Müþriklerin hýrçýn davranýþlarý böyle bir elçiliði tehlikeli bir hale sokuyordu. Rasûlüllah (sav), Hz. Osman (R.a)'a þöyle dedi:

"Git ve Kureyþ'e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savaþmaya gelmedik. Sadece þu Beyt'i ziyaret ve onun haremliðine saygý göstermek için geldik ve getirdiðimiz kurbanlýk develeri kesip döneceðiz." Hz. Osman (R.a), Mekke'ye gidip, müþriklere bu hususlarý bildirdi. Ancak onlar;

"Bu asla olmaz, Mekke'ye giremezsiniz" karþýlýðýný verdiler. Onlarýn red cevabý Ýslâm karargahýna Osman (R.a)'ýn öldürüldüðü þek­linde ulaþtý. Onun dönüþünün gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Rasûlüllah (sav), yanýndaki bütün müslümanlan, ölmek pahasýna müþriklerle çarpýþmak üzere, bey'ata çaðýrdý. Bey'atu'r-Rýdvan adýyla tarihe geçen bu bey'ati aþamada Rasûlüllah (sav) sol elini sað elinin üzerine koyarak,

"Osman ALLAH'ýn ve Resulünün iþi için gitmiþtir" dedi ve onun adma da bey'at etti. Müþrikler bu durumdan korkuya kapýldýklarý için anlaþma yolunu tercih etmiþlerdi. [13] Müslüman olarak düþmanlarýmýz tarafýndan doðru anlaþýlýp reddedilmemiz, dostlarýmýz tarafýndan yanlýþ anlaþýlýp desteklenmemizden daha hayýrldýr!

Hz. Osman (R.a.) müjde insanýdýr. Çünkü Hz. Osman (R.a.), bu arada Mekke'deki güçsüz müslümanlarla görüþmüþ ve onlarý Ýslâm'ýn yakýnda gerçekleþecek olan fethiyle teselli etmiþti. [14] Müþrikler, Hz. Osman (R.a)'a isterse Kâ'be'yi tavaf edebileceðini bildirmiþler, ancak o, Rasûlüllah (sav) tavaf etmeden, kendisinin de tavaf etmeyeceði cevabýný vermiþti. Hudeybiye'de bulunan sahabeler ise Rasûlüllah (sav)’e

“Osman Beytullah'a kavuþtu, onu tavaf etti; ne mutlu ona" dediklerinde Rasûlüllah (sav);

"Beytullah'ý biz tavaf etmedikçe, Osman da tavaf etmez." buyurmuþtur.[15]

ALLAH yolunda sadakat, samimiyet iktidarýnýn vazgeçilmezidir. Düþmanla karþýlaþtýklarýnda dava arkadaþlarýný satanlar, Ashâb-ý Kirâm'ýn yolunda sayýlmazlar. Münkir ve müþriklerin tehditleri, vaadettikleri, Hz. Osman (R.a.)'ý Rasûlüllah (sav)'den ayýrmaya yetmemiþtir.

Onlar Hz. Osman (R.a.)'a:

"Sen, Kabe'yi tavaf etmek istiyorsan, tavaf edebilirsin" dediler. Bunun üzerine Hz. Osman (R.a.):

"Peygamber (sav) Kabe'yi tavaf etmedikçe ben asla tavaf etmem" dedi. [16] Ýþte bu dâva adamýnýn önderine ve dâva arkadaþlarýna sadakatinin emsalsiz örneðididr.

Hz. Osman (r.a.), Medine dönemi boyunca sürekli Rasûlüllah (sav) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabýn en zenginlerinden biri olmasý, onun Ýslama ve müslümanlara herkesten çok maddi yardýmda bulun­masýný saðladý. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çýkan ordularýn teçhiz edilmesinde aþýn derecede cömert davrandýðý görülmektedir. Tarihçiler onun "Ceyþ'ul-Usra" (Zorluklar Ordusu) diye adlandýrýlan Tebük sefe­rine çýkacak ordunun teçhiz edilmesine yaptýðý katkýyý övgüyle zikret­mektedirler. O, bu ordunun yaklaþýk üçte birini tek baþýna teçhiz etmiþtir. Asker sayýsýnýn otuz bin kiþi olduðu göz önüne alýnýrsa bu meblaðýn büyüklüðü rahatça anlaþýlýr. Hz. Osman (R.a.)'ýn Tebük seferinde yaptýðý yardýmýn dökümü þöyledir: Gerekli takýmlarýyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at, bunlarýn süvarilerinin teçhizatý, on bin dinar nakit para.[17] Onun bu davranýþýndan çok memnun olan Rasûlüllah (sav);

"Ey ALLAH'ým! Ben Osman'dan razýyým. Sen de razý ol” [18] diyerek duada bulunmuþtur. Hz. Osman, Veda Haccý esnasýnda da Rasûlüllah (sav)'in yanýndaydý. Rasûlüllah (sav) müslümanlarý ilgilendiren bir çok meselede Osman (r.a)'ýn yardýmýna müracaat etmiþtir. [19] Duruma bakýlýrsa, Hz. Osman (R.a.), Rasûlüllah (sav)'in mali müþaviridir. ALLAH yolunda her hizmet herkesle konuþulmaz. ALLAH yolunda her mü'minin fikiriyle, eliyle, diliyle, servetiyle, bedeniyle yapabileceði hizmetler vardýr. ALLAH yolunda zengin müslümanlarýn görevlerinden birisi de, ALLAH yolunda cihad eden­leri teçhizatýný tedarik etmektir. Yani mücahidlerin ihtiyaçlarýný gider­mektir. "ALLAH yolundaki mücahidlerin Osmaný" olmak, baþlý baþýna bir misyondur. ALLAH yolunda cihad edecek mücahidlerin ihtiyaçlarýný gidermek için helalinden mal kazanan kaç zenginimiz var? Zengin müslümanlar, Hz. Osman (R.a.) aynasýnda kendilerini gözden geçirmelidirler. Aksi halde dünyevileþme tehlikesinin içine düþmekten kurtulamazlar.

Hz. Ebû Bekir (R.a) halife seçilince Osman (R.a) ona bey'at etti. Ebû Bekir (R.a) halifeliði boyunca ümmetin iþlerini idarede onunla istiþarede bulundu. Ebû Bekir (R.a)'ýn vefatýndan önce yazdýrdýðý Hz. Ömer'in Halife atanmasýna dair belgeyi Osman (R.a) kaleme almýþtýr. Hz. Ebü Bekir, Osman (R.a)'ýn yazdýklarýný ona tekrar okutturduktan sonra mühürletmiþti. Osman (R.a), yanýnda Ömer (R.a) ve yanýnda Useyd Ýbn Saîd el-Kurazî olduðu halde dýþarý çýkmýþ ve oradakilere

"Bu kaðýtta adý yazýlan kimseye bey'at ediyor musunuz" diye sormuþtu. Onlar da

"Evet" diyerek bunu kabul etmiþlerdi.[20]

Halife Hz. Ömer (R.a), yaralanýnca, hilâfete geçecek kimsenin tayin edilmesi için altý kiþiden oluþan bir þura oluþturmuþtu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sa'd Ýbn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr Ýbn Avvam ve Talha Ýbn Ubeydullah (R.anhum) idiler. Yapýian görüþmeler neticesinde, þûra üyelerinden dördü feragat edince görüþme­ler Hz. Osman'la Hz. Ali üzerinde devam etti. Þura baþkaný Abdurrahman Ýbn Avf (R.a.), geniþ bir kamu oyu yoklamasý yaptýktan sonra müslümanlarýn bu iki kiþiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabýk olduklarýný gördü. Hz. Ali (R.a)'i çaðýrarak ona; ALLAH'ýn Kitabý, Rasûlünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer'in uygulamalarýna tabi olarak hareket edip etmeye­ceðini sordu. O, ALLAH'ýn Kitabý ve Rasûlünün Sünnetine tam olarak uya­caðý, ancak bunun dýþýnda kendi içtihadýna göre davranacaðý cevabýný verdi. Ayný soruyu Osman (R.a)'a yönelttiðinde o, bunu kabul etmiþti. Bunun üzerine Abdurrahman Ýbn Avf, Osman (R.a)'ý halife atadýðýný ilan ederek ona bey'at etti.[21]

Hz. Osman (R.a.)'a ikinci olarak bey'at eden kimse Hz. Ali (R.a) olmuþtur. Peþinden de bütün müslümanlar ona bey'at ettiler. [22] Osman (R.a)'ýn hilâfete geçiþi Hicri yirmi üç senesi Zilhicce ayýnýn sonlarýnda olmuþtur. Hz. Osman (R.a), devlet idaresini devraldýðý zaman Ýslâm fetihleri hýzlý bir þekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (R.a) devrinde Suriye, Filistin, Mýsýr ve Ýran, Ýslâm topraklarýna katýlmýþtý. Hz. Ömer (r.a)'ýn güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin saðlam bir þekilde yerleþmesini saðlamýþtý. Hz. Osman (R.a), Ýslâm tebliðinin girmiþ olduðu yayýlma sürecini ayný hýzla devam ettirmeye çalýþtý. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve Kýbrýs'ý fethetmiþ, Ýran'daki ayaklanmalarý bastýrarak merkezî yönetimin nüfuzunu yeniden tesis etmiþtir.

Ýslâm coðrafyasýný geniþletmek, yeni yüreklere Ýslâm'ý ulaþtýrmakla mümkündür. Yani yüreklerin fethinden ülkelerin fethine geçiþ yapmak, Ýslâm coðrafyasýný geniþletmektir. Hz. Osman (R.a.) bunu yapmýþtýr. Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldýðý zaman idari kadrolarda yavaþ yavaþ bazý deðiþiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer (R.a)'in vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde býraktý. Ýlk önce Küfe valisi Muðire b. Þu'be'yi azlederek yerine Sa'd b. Ebi Vakkas'ý atadý. Sa'd, Osman (R.a)'ýn yönetime geçtikten sonra atadýðý ilk validir. [23] Mýsýrlýlarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As'ýn Mýsýr valiliðinden alýnmasý ve yerine, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in tayin edilmesi bazý karýþýklýklarýn çýkmasýna sebep olmuþtu. Ýs­kenderiye halký Bizans Ýmparatoru Heraklious'a mektup yazarak kendi­lerini müslümanlarýn elinden kurtarmasýný istediler. Ayrýca, müslümanlarýn karþý koyacak kadar askerlerinin olmadýðýný da bildirdiler.

Bunun üzerine Bizans Ýmparatoru, Manuel komutasýnda kalabalýk bir orduyu Ýskenderiye'ye gönderip burayý iþgal etti. Bizanslýlardan çekinen Kýpti halk, Hz. Osman'dan duruma müdahale etmesini istediðinde o, Amr b. el-As'ý Mýsýr'a geri gönderdi. Amr, yaptýðý savaþta, Manuel'i öldürerek düþmaný büyük bir yenilgiye uðrattý ve Ýskenderiye þehrini çevreleyen sur'u yýktý.[24] Çözüm­süz kalan ve müslümanlarýn parçalanmasýna sebeb olan ihtilaflar, düþ­manýn saldýrýsýna davetiye çýkarýrlar. Ancak müslümanlarýn arasýndaki ihtilaflarýn ittifaka dönüþtürülmesi, düþmana hezimet, müslümanlara zafer getirir. Ayný yýl içerisinde anlaþmalarýný bozan Rey üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemiþ; ayrýca, Deylem üzerine yürümüþtür. Sa'd b. Ebi Vakkas, Beytül-Maldan borç olarak aldýðý parayý geri ödemekte sýkýþýnca Osman (R.a), onu azlederek yerine anne bir kardeþi Velid b. Ukbe'yi Küfe valiliðine getirdi. [25]

Velid, beþ sene Küfe valiliðinde bulunmuþtur. Velid, bir sabah, namazý sarhoþ olduðundan dolayý dört rekat kýldýrmýþtý. Hatýrlatýlmasý üzerine "sizin için arttýrýyorum" demiþti. Bunu duyan Hz. Osman (R.a.), ona tazir cezasý vererek bunun uygulanmasýný Hz. Ali'den istemiþti. Hz. Ali de Abdullah b. Cafer'e onu kýrbaçlattýrmiþtý. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek yerine Saîd b. el-As b. Umeyye'yi atadý. [26]

Suyûtî, Hz. Osman'ýn, ilk olarak Velid'i, Sa'd'm yerine vali yapmasý yüzünden kýnandýðýný söylemektedir. [27] Velid, Küfe valisi olun­ca, Azerbaycan komutaný Utbe b. Ferkat'ý görevinden aldý. Bunun üzerine Azerbeycan halký isyan ettiler. Velid, Azerbeycan üzerine yürüyerek burayý itaat altýna aldýktan sonra Ermenistan (Tiflis) tarafýna yöneldi ve andlaþmaiar yaparak ganimetlerle geri döndü. Bu arada Bizansla yapýlan mücadele devam etmekteydi. Hz.Muaviye (R.a.), Antalya ve Tarsus taraflarýna akýnlar düzenliyordu. Öte taraftan, Amr b. el-As'a Kuzey Afrika'yý ele geçirmek için emirler gönderen Osman (R.a), Sicistan Valisi, Abdullah b. Amr'a Kabil'e yürümesi talimatýný veriyordu. [28]

Hicri yirmi altýda, Mescid-i Haram'ýn geniþletilmesi çalýþmalarýna tanýk olunmaktadýr. Mescid-i Haram'ýn çevresindeki arsalar satýn alýnarak geniþ bir alan elde edilmiþti. Hz. Osman (R.a), Hicri yirmi yedinci yýlda Mýsýr Valisi Amr b. el-As'i azlederek yerine Abdullah Ýbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O, Kuzey Afrika'nýn fethinin tamamlanmasý düþün-cesindeydi. Bunun için Osman (R.a), Ashabýn ileri gelenleriyle istiþare ettikten sonra, ona izin verdi ve içinde çok sayýda sahabenin de bulunduðu bir orduyu takviye olarak ona gönderdi. [29] Abdullah b. Nafî b. Abdulkays ve Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasýndaki kuvvetler, Ýbn Ebi Þerh ile birleþerek Mýsýr'dan batýya doðru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans Ým­paratorunun valisi, Ýslam ordusunun topraklarýna doðru ilerlediði haberi­ni aîmca, yirmi bini süvari olmak üzere, yüz bin kiþilik bir ordu hazýrla­yarak tedbirler aldý. Krallýk merkezi olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karþý karþýya geldi. Ýbn Ebi Serh'in, müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi reddedilince çatýþma baþladý. Bu arada, ordunun Medine ile olan haberleþmesi kesilmiþti.

Hz. Osman baðlantý kurabilmek için Abdullah Ýbn Zübeyr'i bir askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaþ, Abdullah Ýbn Zübeyr'in önerdiði taktikle kýsa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandý. Müslümanlarýn eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar ve yayalara ise biner dinar hisse düþmüþtü. [30]

Ýslâm ordularýnýn önündeki bu engel kaldýrýldýktan sonra Hz. Osman (R.a.), Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays'a hiç vakit kaybetmeden Cebelu't-Tank'ý geçerek Endelüs'e girmeleri emrini verdi. Hz. Osman'ýn, ordunun Endelüs'e geçiþini istemesi, Ýstanbul'un batý yönünden sýkýþtýrýlarak fethinin kolaylaþtýrýlmasý düþüncesinden kay­naklanýyordu. O, komutanlarýna þöyle diyordu: "Ýstanbul ancak En­dülüs tarafýndan fethedilebilir. Eðer orayý fethederseniz, Ýstanbul'u fethedenlerin ecrine ortak olacaksýnýz.” [31]

Böylece Hz. Osman zamanýnda, Kuzey Afrikadaki fetihler tamamlan­mýþ, Ýslâm'ýn karþýsýndaki en büyük güç olan Bizans'ýn batýdan sýkýþtýrýl­masý planlan uygulamaya konulmuþtur. Öte taraftan Muaviye b. "Ebi Süfyan (R.a.), Osman (R.a)'dan izin alarak, Suriye sahillerinde oluþtur­duðu donanma ile Akdenize açýlmýþ ve müslümanlar denizlerde de Bizans'a karþý varlýk göstermeye baþlamýþlardý. Muaviye (R.a.) daha önce bu iþ için Hz. Ömer'e müracaat etmiþti. Ancak Ömer (R.a), o an müslü­manlarýn maslahatý bunu gerekli kýlmadýðý için izin vermemiþti. Daha sonra þartlar bu iþ için elveriþli hale geldiðinden dolayý Hz. Osman (R.a.) donanma inþasýnýn lüzumuna kanaat getirmiþti. Muaviye (R.a.), donan­masýyla denize açýlarak, Kýbrýs Adasýna çýktý. Abdullah b. Sa'd Mýsýr'dan onun yardýmýna gitti. Kýbrýs, yýllýk yedi bin dinar cizye ile Ýslâm hakimiyetini tanýmak zorunda kaldý.[32] Bu miktar onlarýn Bizans Ýmparatoruna ödediði meblaðdýr. [33]

Hz. Osman (R.a.), Küfe Valisi Ebu Musa el-Eþ'arî'yi görevinden alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz'i atadý Abdullah, Osman (R.a)'ýn dayýsýnýn oðludur. Ebu Musa'yý azletmesinin sebebi Küfe halkýnýn ondan þikayetçi olmalarý ve bunu Hz. Osman (R.a)'a bildirmeleridir. [34] Hz. Osman, Mescid-i Nebi'nin geniþletilmesine ihtiyaç duyarak, onu süslü taþlarla yeniden inþa etti. Taþ sütunlar dikerek tavanýný sac (bir cins aðaç) ile kapattý. Uzunluðunu yüz altmýþ, geniþliði­ni de yüz elli zira'a çýkarttý. [35]

Hicri otuz yýlýnda Sa'id b. el-As'ýn Taberistan'a hücum ettiði görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa'id, bir çok þehri fethetti. Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazýlarýdýr. Bu yýl içerisinde Hz. Osman (R.a.), deðiþik eyaletlerde, Kur'an-ý Kerim'in okunmasý üzerine ortaya çýkan ihtilaflarý ortadan kaldýrmak için çalýþmalar baþlattý. Kur'an-ý Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir zamanýnda tedvin edilmiþti. Zeyd b. Sabit'in baþkanlýðýnda yapýlan bu çalýþmada, Kur'an-ý Kerim bir kitap haline getirilmiþti. Bu ilk mushaf, Ebû Bekir (R.a)'dan sonra Ömer (R.a)'a geçmiþ, onun þehadetinden sonra da Hafsa (R.anh)'nýn elinde kalmýþtý. Azerbeycan seferi esnasýnda ordu içerisinde kýraat konusunda bir ihtilafýn çýkmasý, ordu komutaný Huzeyfe b. Yeman'ý endiþelendirmiþ ve Halife'den, müslumanlarýn emin bir þekilde okuyabilecekleri bir mushafm çoðaltýlmasýný istemiþti. Hafsa (R.anh)'ýn yanýnda bulunan mushaf getiri­lerek çoðaltýldý ve bütün eyaletlere daðýtýldý, Bunun dýþýnda kalan nüshalarýn tamamý toplatýlarak imha edildi. Bu durum karþýsýnda Ashabýn hayatta olanlarý oldukça rahatlamýþlardý.[36] Böylece müslümanlar tarihinde "Naþiru'l-Kur'an"; Kur'an'ý neþredip çoðaltan ve afaki Ýslâm'a daðýtan Hz. Osman (R.a.) olmuþtur.
Eminu'l-vahiy yani vahyin kendisine emanet edildiði zat olan Hz. Muhammed'in (aleyhisseiâm) en çok ihtimam gösterdiði iþ, Kur'ân-ý Kerim metnini tesbit ve onu insanlýða teblið etmekti. Onun içindir ki, vahyin baþlangýcýnda unutmamak için vahyedilen âyetleri içinden tekrar­lýyor, bunun dýþtaki alâmeti olarak da dilini kýpýrdatýyordu. Bunun üzer­ine ALLAHû Teâlâ O'nun telâþ gösterip zahmet çekmemesi için vahyin tesbitini garanti altýna aldýðýný bildirdi. ALLAHû Teâlâ bu teminatýný esbap dairesinde þöyle icra ettirmiþtir; Kur'ân yazýlmýþ bir kitap þeklinde gön­derilmemesine raðmen, ALLAH'ýn, o sözü "Kitab" olarak nitelendirmesin­den, Hz. Peygamber onun yazýyla kaydedilmesi gerektiðini anlamýþ ve derhal bunu yazý bilenler vasýtasýyla uygulamaya baþlamýþtýr. Konuya biraz daha etraflý bakacak olursak, O'nun þöyle üçlü bir metot takip ettiði­ni görürüz:

1- Yazdýrmýþ,

2- Ezberlemiþ ve mü'minlere ezberletmiþ; namaz veya baþka vesileler­le okuyup tekrarlamiþ,

3- Her yýl Ramazan ayýnda o zamana kadar gelen metni Cibril'e (aley­hisselâm) arz etmek suretiyle mukabele etmiþtir.

Demek ki, yazdýrma ve ezberleme esnasýnda kasdî olmayan hatalarýn olabileceði ihtimaline karþý O, önce Cibril ile mukabeleyi (arza) müteakip Mescid-i Nebevi'de cemaatin huzurunda okuyor, onlara da kendi ellerindeki nüshalarý veya  ezberlerini  tashih  etme  imkâný  veriyordu. hýfzetme ilâhi teminat altýndadýr. Fakat ALLAHû Teâlâ icraatýný sünnetullaha göre yürütür. O'nun elçisi Hz. Muhammed (aleyhisselâm) bu ilâhi nizamý en iyi bilen ve tatbik eden bir zât idi. O'nun mezkur yollarla Kur'ân metnini daha sonraki nesillere ulaþtýrmasý, kendisinden sonra gele­cek nesillerin, özellikle gayri müslimlerin itirazlarini önlemek gayesine yönelik idi.

Diðer taraftan o, metinlerin nasýl intikal ettirilmesi gerektiði hususun­da biz ümmetine de örnek oluyordu. Cibril ile mukabele ettiðini ya Hz. Peygamber Ashabýna haber veriyordu yahut Ashâbdan bazýlarý bu arza sýrasýnda hazýr bulunuyorlardi. Abdullah Ýbn Mes'ud, Züheyr, Übeyy Ýbn Ka'b, Zeyd Ýbn Sabit (radiyallahu anhum) bu zevat arasýndadýr. Arzudan gaye sadece kontrol deðil, metni eda etme keyfiyetini, tecvide göre oku­mayý saðlama, Cibril ile müzakere sonucunda yakinin artmasý, mânâ vecihleri üzerinde derinleþme, keza âyetlerin tertibinin tam yerinde olduðunu göstermekti.

Kendisinden hemen sonra Hz. Ebû Bekir'in döneminde Zeyd Ýbn Sabit'in Kur'ân metinlerini mushaf hâline getirme iþini yaparken Rasûlüllah devrinden kalan iki yazýlý þahit aramasý, Hz. Peygamber'in uygulamasýnýn bir devamý olarak deðerlendirilebilir. Zira Zeyd bunu ararken Rasûlüllah devrinde bu kontrol (karþýlaþtýrma) iþleminin yapýldýðýný bildiði için böyle davraniyordu. Zeyd Ýbn Sabit tarafýndan ve­rilen bir bilgiden, ilk cem' (derleme) iþinin Hz. Peygamber zamanýnda yapýlmýþ olduðunu açýkça anlamaktayýz: "Biz Rasûlüllah'ýn nezareti altýn­da Kur'an'ý, çeþitli parçalardan toplayýp bir araya getiriyorduk." Beyhakî, Suyûtî gibi bir çok âlim de bu rivayeti böylece deðerlendirmiþlerdir. Hz. Ebû Bekir'in hilâfeti döneminde, ayrý ayrý parçalar üzerine yazýlmýþ Kur'an'ý, mushaf hâline getirme iþini Mescid-i Nebevi'de yaptýrmasý, Müslümanlarýn bu en önemli iþine resmiyet ve alâniyet kazandýrmak, bunun neticesinde onun mütevatir yani naklinde hiçbir tereddüt kalmadýðýný meydana koymak þeklinde deðerlendirilmelidir.

Üçüncü merhalede ise, Hz. Osman, geniþleyen Ýslâm ülkesindeki ciddî ihtiyaçlari karþýlamak için bu nüshadan istinsah ettirerek çoðalttýðý nüshalarý Ashâbýn dikkatine sunmuþ, onlarýn ittifakla onaylamalarýndan sonra, aslý Medine'de kalmak üzere; Mekke, Küfe, Basra, Þam, Mýsýr, Yemen ve Bahreyn gibi büyük merkezlere göndermiþ, eski ferdî nüshalara artýk hacet kalmadýðý için, müsvedde sayýlabilecek o nüshalarý imha etmelerini istemiþti. Fakat bu isteðin tam tamýna yerine getirilmediði anlaþýlýyor. Zira üçüncü ve dördüncü asýrlarda bazý müelliflerin Hz. Ali, Ýbn Mes'ud, Übeyy Ýbn Ka'b ve Ýbn Abbas (radiyallahu anhüm) gibi sahabenin ferdî mushaflarým görüp onlarý naklettiklerini öðreniyoruz.

Öyle anlaþýlýyor ki, Hindistan'dan Ýspanya'ya kadar geniþlemiþ Ýslâm ülkesinin her tarafýnda, Medine'den verilen bu emir tam tamýna uygulanamamiþtir. Bunun þöyle iyi bir neticesi de olmuþtur: Eðer geriye kalan bu ferdî nüshalar olmasaydý bazý garazkârlar, Hz. Osman'in Kur'ân met­nini deðiþtirip eski belgeleri imha ettirdiðini ve artýk onlara ulaþma ümi­dinin ebediyen kesildiðini iddia edebilirlerdi. Oysa þimdi onlarýn elde olmasýna raðmen Kur'ân metninde ciddî bir surette mânâyi veya hükmü deðiþtiren farklar bulunmadýðý meydana çýkmaktadýr. Ýbn Ebî Davud'un Kitabu'l-Mesahirini neþreden A. Jeffery'inin, bu farklarý listeler hâlinde göstermesinden, bu sonuç aþikâre olarak meydana çýkmaktadýr.

Hz. Peygamber'in (aleyhisselâm), Ashabýný Kur'ân üzerine odaklaþtýr­masý, onlara Kur'ân'ý tedricî olarak ruhlarýna sindirerek öðretmesi, çoðu­nun ümmî olmasý sebebiyle arþivlerinin hafýzalarýndan ibaret olmasý, devamlý namazda okumalarý gibi sebeplerle; elveriþsiz þartlarda bile onlar Kur'ân metnini nüsha farký olmaksýzýn harika bir þekilde bütün dünya'da tek metin bulunacak tarzda intikal ettirmiþlerdir. Onlar öyle mübarek bir nesildir ki, el-Karafî'nin dediði gibi, baþka bir mu'cizesi olmasaydý dahi Hz. Peygamber'e mu'cize olarak böyle bir nesil yetiþtirmesi fazlasýyla yeterdi! [37]

Hz. Osman, Rasûlüllah (sav)'a ait olan; Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'­den sonra kendisine intikal eden mührü Medine'deki Arîs kuyusuna düþürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuþ, ancak bütün aramalara raðmen bu mühür bulunamayýnca Osman (R.a) büyük bir üzüntüye kapýlmýþtý. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptýrdý. Þehid edilene kadar parmaðýnda kalan bu mührün kimin eline geçtiði tesbit edilememiþtir.[38] Bu olay hilâfetinin altýncý yýlýnda meydana gelmiþtir. Ýslâm fetihlerinin sürekliliði ve elde edilen ýganimetlerle insanlarýn zenginleþmeleri, refah seviyesini oldukça yükselt­miþti. Bu durum, tabii olarak, Ýslama uygun olmayan birtakým davranýþ biçimlerinin de  ortaya çýkmasýna sebep olmuþtu.  Rasûlüllah  (sav)'ýn yanýnda yetiþen ve bu geliþmeleri endiþeyle takip eden sahabeler, bu endiþelerini yer yer ortaya koymaktaydýlar.

Bunlardan birisi de, zühd ve takvasýyla tanýnan ve maddi varlýklardan muhtaç kimselerin yeterince istifade ettirilmediðine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (R.a)'dýr. O, Þam'da, Muaviye (R.a.)'nin uygulamalarýna karþý çýk­týðý ve düþüncelerini söylemekte ýsrarlý davrandýðý için Medine'ye çaðý­rýldý. Ebu Zerr, Medine'ye geldiðinde görüþlerini Hz. Osman'a tekrarla­mýþtý. Bunun ardýndan, Halife'den izin isteyerek, Medine'ye yakýn bir yer olan Rebeze'ye gidip yerleþmiþti. [39]

Bazýlarý, Hz. Ebu Zerr el-Gifarî (R.a.) ile Hz. Osman (R.a.) rakip düþ­manlar gibi göstermeye çalýþýyorlar. Bu tamamen hilafý hakikat bir durumdur. Hz. Ebu Zerr el-Gifarî (R.a.) takvasýný ümmetin umumi fet­vasý haline getirmek teklifinde bulunuyor. Hz. Osman (R.a.) ise, fetva ile takva'nýn birbirinden ayrý olduklarým ve halife-i müslimin olarak Ýslâm ümmetinin umumuna Rasûlüllah (sav), Hz. Ebû Bekir (R.a.) ve Hz. Ömer (R.a.)'ýn fetvasý ile mumaele edeceðini beyan edip ortaya koymuþtur.

Bizans'a karþý kazanýlan en parlak ve kesin zaferlerden birisi hiç þüp­hesiz ki Latu's-Sevârî deniz savaþýdýr. Abdullah b. Sa'd'ýn komutasýndaki Ýslâm donanmasý, Ýskenderiye açýklarýnda Bizans Ýmparatoru Konstantin komutasýndaki büyük donanmayla karþý karþýya geldi. Bizanslýlarýn gemi sayýsý hakkýnda verilen bilgiler, beþ yüz ile sekiz yüz rakamý arasýnda deðiþmektedir. Ýslâm donanmasýnýn sahip olduðu gemi sayýsý ise ikiyüz civarýndaydý. Yapýlan savaþta Bizanslýlar büyük bir bozguna uðratýldý. Konstantin, Sicilya'ya sýðýnmak zorunda kaldý. [40] Bu zaferden sonra Bizans, müslümanlara karþý olan deniz üstünlüðünü kaybetmiþ, Ýslâm donanmasýnýn Ýstanbul sularýna kadar önüne çýkacak bir güç kalmamýþtý.

Hz. Osman (R.a.) hilafeti, Ýslâm coðrafyasýnýn geniþlemesini bera­berinde getirmiþ bir fetihtir. Her fethin bir fatihi vardýr. Hz. Osman (R.a.) da müslümanlar için evrensel bir fatihtir. Onun fethettiði yerler bir kavmin, bir kabilenin deðil, bir bütün olarak Ýslâm ümmetinindir. Ýslâm ümmetinin baþarýlarýný her dönem hazmedemeyen hainler bulunduðu gibi, Hz. Osman (R.a.) döneminde de bulunmuþlardýr. Fitnenin Ortaya Çýkýþý Ve Þahadeti

Hz. Osman on iki sene hilâfet makamýnda kalmýþtýr. Bunun ilk altý se­nesi huzur ve güven içerisinde geçmiþ ve hiç kimse yönetimin uygula­malarýndan þikâyetçi olmamýþtýr. Kureyþ, onu Hz. Ömer'den daha çok sevmiþti. Çünkü Hz. Ömer onlara karþý þeriatý uygulamada müsamahasýz ve sertti. Hz. Osman ise yaratýlýþýndaki yumuþaklýk ve hoþgörü ile insan­larýn serbestçe hareket edebilmelerine imkân saðlamýþtý.

Onun bu yapýsýndan istifade eden eyaletlerdeki bir takým valiler, sorumsuz davranýþlar sergilemeye baþlamýþlardý. Yükselen þikâyetleri ani ve kesin kararlarla karþýlamayýnca, yavaþ yavaþ bir fitne ve kargaþa ortamýnýn oluþmasýna zemin hazýrlanmýþtý. Endülüs'ten Hindistan hudut­larýna kadar çok geniþ bir sahayý kaplayan devletin içerisinde, çeþitli din ve ýrklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardý. Bunlar, maðlup düþtükleri Ýslâm Devleti'ne karþý her fýrsatý deðerlendirerek baþ kaldýrýy­orlardý. Yahudi unsuru ise, îslâm Ümmeti'ni parçalayýp yok etmek için Ýslâm'ýn temel prensiplerini hedef almýþtý. Müslüman olduðunu iddia ederek ortaya çýkan bir takým Yahudi asýllý kimseler, zuhur eden huzursuz­luklarý körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalýþýyorlardý.



[1] Îbnul-Hacer el-Askalânî, el-Ýsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Baðdat t.y., II, 462; Ýbnül Esîr, Üsdül-Gâbe, III, 584-585; Celaleddin Suyûtî, Târihul-Hulefa, Beyrut 1986, 165.

[2] Siretu Ýbn Ýshak, Ýstanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, ayný yer; Askalanî, ayný yer.

[3] Suyûtî, 168.

[4] Suyûtî, a.g.e., 165.

[5] Ýbn Hacer, ayný yer

[6] Ýbn Sa'd, Tabakatül-Kübra, Beyrut t.y., I, 207

[7] Ýbnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; Ýbn Sa'd, a.g.e., 55-56

[8] Buharî, Fezailu'l-Ashab, 47

[9] Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, a.g.e., 165; H.l.Hasan, Tarihu'l-Ýslâm, I, 256

[10] Suyuti, a.g.e., 165

[11] Ýbn Sa'd, a.g.e., III, 53, 54

[12] Ýbn Sa'd, a.g.e., II, 96.

[13] Ýbn Sa'd, II, 96,97.

[14] Asým Köksal, Ýslâm Tarihi, VI, 177.

[15] Vakidî'den naklen, A. Köksal, a.g.e., 178-179.

[16] El- Kâmil Fi't Tarih Tercümesi/Ýbnü'l Esir, C:2, Sh:189, Ýst/1991.

[17] A. Köksal, IX, 162.

[18] Ýbn Hiþam, Sîre, IV, 161; Suyutî, a.g.e, 169.

[19] H.Ý.Hasan, a.g.e., I, 256.

[20] Ýbn Sad a.g.e., 111, 200.

[21] Suyuti, a.g.e.-,171, 172; Ýbn Hacer, a.g.e., 463; H.Ý.Hasan, a.g.e., 1,258, 261.

[22] Ýbn Sa'd, a.g.e., III, 62.

[23] Ýbnül-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79.

[24] Hicrî 25 Ýbnul-Esir, a.g.e., III, 81; H.Ý.Hasan, a.g.e.; I, 264.

[25] Ýbnul-Esir a.g.e., III, 82.

[26] Ýbnul-Esir, a.g.e., III, 107.

[27] Suyutî, 172.

[28] Ýbnul Esir, a.g.e., III, 87.

[29] H.Ý. Hasan, a.g.e., I, 265

[30] Ýbnül-Esir, a.g.e., III, 88-90; H.Ý.Hasan, a.g.e., I, 265-266

[31] Ýbnül-Esir, a.g.e., III, 93; Ayrýca bk. Mýýhammed Hamidullah, Fethul-Endülüs (Ýspanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27 li'I-Hicre, Ý.Ü. Ed. Fak. Ýslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, Ýstanbul 1978, VII, 221-225

[32] Hicrî 28..

[33] Ýbnül-Esir, a.g.e., III, 96.

[34] Ýbnül-Esîr, a.g.e., III, 99-100.

[35] Suyûtî, 173.

[36] Ýbnül-Esîr a.g.e., 111,111-112; H.Ý. Hasan, a.g.e., 1, 510-513.

[37] Er-Rasûlü'l Muallim/Abdulfettah Ebû Gudde, Sh:14, Beyrut/1997.

[38] Ýbnül-Esir, III, 133.

[39] Ýbnü'l Esir a.g.e., III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.

[40] Ýbnül-Esir, a.g.e., III,117-118; H.Ý. Hasan, I, 266-267.

 





Ynt: Hz. Osman bin Affan By: ceren Date: 30 Aralýk 2018, 15:30:44
Esselamu aleyküm.Meleklerin bile haya ettiði ,hayatta iken cennet ile müjdelenmiþ olan Hz.Osmanýn yolunda giden onun gibi imanlý,takvalý ,edebli ,hayalý olan ve allahýn rýzasýný rahmetini kazanan kullardan olalým inþallah...

radyobeyan