Fýkhus Sahabe
Pages: 1
Hz. Mikdad bin Esved By: sidretül münteha Date: 05 Mayýs 2011, 15:36:27
Hz. Mikdad Bin Esved (R.Anh)


Hicretin ikinci yýlýnda Bedir savaþý baþlayacaðý sýrada, Peygamberimiz Ashabýn ileri gelenlerini toplayýp onlarla istiþare etti. Henüz Müslümanlar çok azdý.

Harp için hazýrlýklarý yok sayýlýrdý. Maddî imkânlarý azdý. Önce Hz. Ebû Bekir'in ve Hz. Ömer'in fikirlerini aldý. Onlardan herbiri:

"Hiçbir hizmet ve fedâkârlýktan geri durmayýz," diyerek, Rasûlullah (sav)'ýn dilediði gibi hareket etmesini istediler. Hz. Mikdâd þöyle konuþ­tu:

"Ey ALLAHýn Rasûlü! Cenâb-ý Hakkýn emirleri ne ise, bize bildir. Biz, size itaat ederiz. Yahudilerin, Hz. Musa'ya söyledikleri gibi, "Sen, Rabbinle beraber git de, düþmanlarla savaþ!.. Biz burada, seni bekleyicileriz" demiyoruz. Biz hepimiz, senin saðýnda, solunda, önünde, arkanda harp etmeye hazýrýz.

Bu sözleri iþiten sevgili Peygamberimizin mübarek yüzleri aydýnlandý. Çok memnun oldular. Çünkü kuvvetli bir müþrikler ordusu üzerlerine geliyordu.

Onun, bu feragat ve þecaat misâli özlerinden son derece memnun olan Peygamberimiz, ona dua etti.

Hz. Mikdâd'ýn söyledikleri çok tesir etti. Diðer Ashâb da, onun gibi konuþtular. Böylece, Ýslâmýn ilk harbi ve ilk zaferi gerçekleþti.

Bedir savaþýnda büyük bir kahramanlýk gösteren Mikdâd bin Esved, bu savaþta Ýslâm ordusunda süvari idi. Bunun için kendisine, Rasûlüllahýn süvarisi denilirdi.

Hz. Mikdâd, ok atmakta, binicilikte son derece mahir bir yiðitti. Bedir'deki kahramanlýktan siyer ve hadis kitaplarýnda anlatýlmaktadýr.

Hz. Mikdâd, Müslümanlýðý kabul eden ilklerdendir.

Bir gün Hz. Mikdâd ve iki arkadaþý, iyice yorgun ve aç idiler. Sonunda, Efendimize gittiler. Avluda, 3 keçi bulunuyordu. Sevgili Peygamberimiz onlarý, periþan hâlde görünce buyurdu ki:

Þunlarý saðýnýz da, sütleri paylaþýnýz!

Sevinerek öyle yaptýlar ve açlýktan kurtuldular. Sonraki günlerde de, ayný þekilde hareket etmeye baþladýlar. Her akþam hâne-i saadete, Pey­gamber Efendimizin huzur verici evlerine gelirler, kendilerine ayrýlan odaya girmeden önce, keçileri saðarlar, karýnlarý doyuncaya kadar içerler, Peygamber efendimizin paylarýný da ayýrýrlardý.

Ýki cihanýn Sultam, þayet onlardan sonra gelirlerse, uyanýk olanlarýn duyacaðý, fakat, uyuyanlarý uyandýrmayacak bir sesle; selâm verirler, gece namazlarým kýlarlar, süt kabýndaki kendi paylarýna ayrýlan sütü içerlerdi.

Bir akþam Peygamber efendimiz, Ensara davetli idiler. Hz. Mikdâd, "Nasýl olsa orada, izzet ve ikram edilecekler. Evdeki sütü içmeye, ihtiyaç duymayacaklar!" diye düþündü.

Ýþte o duygularla, Peygamber efendimizin süt payýný da içiverdi. Ama içtiði anda, piþman oldu ve, "Peki þimdi, ne olacak? Biraz sonra Peygamber efendimiz gelip, sütlerini içmek isterlerse. Sütü bulamayýnca da üzülürlerse..." diye düþünmeye baþladý.

Yattýðý yerde, bir türlü uyuyamýyordu. Üzerinde, bir örtü vardý. Baþým örtse, ayaklan; ayaklarýný örtse, baþý açýkta kalýyordu.

Nihayet Peygamber efendimiz teþrif ettiler. Her zamanki gibi yavaþça selâm verip, gece namazlarýný kýldýlar. Süt kabýna baktýlar. Tabiî kap bom­boþtu!..

Hz. Mikdâd'ýn yüreði, hýzlý hýzlý çarpýyordu. Peygamber efendimiz ellerini kaldýrdýlar ve;

"Yâ Rabbî! Bize yedirenlere, Sen de yedir. Ýçirenlere, Sen de içir!" diye dua ettiler.

Kulaklarýna inanamýyan Hz. Mikdâd, sevinçle üzerindeki örtüyü attý. Yavaþça doðrulup, keçilerin bulunduðu yere vardý.

Az önce onlarý saðmýþtý, fakat, "Hangisinde süt bulursam, biraz alayým da, Peygamber efendimize takdim edeyim" diye karar verdi.

Hayretle gördü ki, keçilerin hepsi de sütlüydü... Hemen saðdý. icap tamamen dolmuþ, üzeri süt köpükleriyle süslenmiþti.

Dökmeden getirdi. Kâinatýn Efendisine dedi ki:

"Ýçiniz yâ Rasûlallah!"

Peygamber efendimiz hayretle sordular:

"Yâ Mikdâd! Sizler bu gece, süt içmediniz mi? O tekrar ricada bulundu:"

"Ýçiniz, yâ Rasûlallah!"

Sevgili Peygamberimiz alýp içtiler. Sonra da süt kabýný, kendisine uzat­týlar. Artan kýsmý da, o içti. Büyük lezzet ve haz duymuþtu. Peygamber efendimizden artan sütün, harareti söndürücü olduðunu hissedince güldü.

O zaman Resûl-i Ekrem sordular:

"Ne oldu yâ Mikdâd?"            

O da, bütün yaptýklarýný ve üzüntüsünü bir bir anlattý. Ýki Cihan Güneþi tebessüm ettiler ve buyurdular ki:

"Bu hâl, Cenâb-ý Hakkýn bizlere rahmetidir. ALLAHû Teâlâ'ya þükrede­lim!"

Hz. Mikdâd, uzun boylu, iri; fakat yakýþýklý bir zât idi. Bir arkadaþýnýn akrabâsýyla evlenmek istedi. Nedense arkadaþý razý olmadý. O da durumu, Peygamber efendimize bildirdi.

Çok kýrýldýðýný anlayan sevgili Peygamberimiz, kendisini memnun etmek istediler. Öz amcalarýnýn kýzý, Hz. Dýbaa ile evlenmelerini saðladýlar. Bu sayede, ALLAHû Teâlâ'nýn Rasûlüyle akrabalýk þerefine eriþmiþ oldu.

Hz. Mikdâd bütün müþküllerini Peygamber efendimize sorarak halled­erdi. Bir gün Peygamber efendimize sordu:

"Yâ Rasûlallah! Ben bir kâfirle dövüþürken, o, bir kolumu kesse, sonra da, aðaç arkasýna sýðýnýp, "ALLAH rýzâsý için, Müslüman oldum" dese, onu öldürmek, benim için caiz midir?"

Peygamber efendimiz buyurdular ki:

"Hayýr! Onu öldürme!"

Fakat o, benim kolumu kestikten sonra Kelime-i Þehâdet getir­miþ bulunuyor. Böyle olduðu hâlde, onu öldürmiyeyim mi?

ALLAH'ýn Rasûlü tekrar buyurdular ki:

"Onu öldürme! Çünkü, Müslüman olduktan sonra öldürürsen, onun "þehâdet" getirdikten önceki hâline dönersin. O da senin, onu öldürmenden önceki hâline döner."

Hz. Mikdâd, Peygamber efendimizin vefatlarýndan sonra da gazadan gazaya koþtu. Kýlýç kullanmasý ve ok atmasý kadar, hafýzlýðý da mükem­meldi. Savaþ meydanlarýnda mücâhidleri, Kur'ân-ý Kerîm okuyarak da coþturuyordu.

Hz. Ebû Bekir devrinde yapýlan, Ecnadin muharebesinde akýllarý þaþýr­tan iþler baþardý. Yüzlerce hafýz-ý Kur'âný etrafýna toplamýþ, Ýslâm asker­lerine heyecan ve þevk veriyordu.

Hz. Ömer zamanýnda, Mýsýr seferi açýldý. Oraya giden Ýslâm kuman­daný, Halîfeden yardým istedi. Hz. Ömer, ona gönderdiði mektupta þunlarý yazdý:

Sana yardým için, dört Müslümaný yolluyorum! Çünkü onlarýn her biri, bin askere bedeldir. Haydi, ALLAH yardýmcýnýz olsun.

Bin kiþiye bedel" Müslümanlardan biri de, Hz. Mikdâd (R.a.) idi. Evvel ALLAH, sonra onlarýn yardýmýyla; bereketli Nil vadisi fethedildi. Mýsýr'ýn karanlýk topraklan, Ýslâm ýþýklarýyla nûrlandý.

Peygamber efendimizin Medine'ye hicretlerinden 24 yýl sonra idi. Hâinin biri, halîfe Hz. Ömer'i hançerledi. Hayatýndan ümit kesildi. Yerine geçecek halîfeyi bildirmesini istediler. O da en kýymetli aký Müslümaný seçti. Onlarýn hepsi sevgili Peygamberimiz tarafýndan Cennetle müjde­lenmiþ kimselerdi...

Halîfe daha sonra, Hz. Mikdâd'ý çaðýrdý. Kendisine;

"Ey Rasûlüllah'ýn süvarisi! Beni kabrime koyar koymaz, sen de, bu 6 Müslümaný bir eve topla! Aralarýndan birini halîfe seçmedikçe onlarý býrakma," emrini verdi.

Hz. Ömer'in bu derece güvenini kazanan Hz. Mikdâd, vazifesini eksiksiz yerine getirdi. Hz. Osman (R.a.), halife seçildi.

Bir müddet sonra Halifenin huzuruna, bazý iþadamlarý geldiler. Ýþleri­ni anlatýrken, Hz. Osman 'ý, yüzüne karþý övmeye baþladýlar. O zaman Hz. Mikdâd, yerden bir avuç toprak aldý. Övücülerin yüzlerine fýrlattý.

Niçin böyle yaptýðýný soranlara da buyurdu ki:

Çünkü Rasûl-i Kibriya; "Yüzünüze karþý sizi övenlerin yüzlerini, toprakla bulayýnýz" buyurmuþlardý.

Hz. Mikdâd, Hz. Ebû Bekir'in halifeliði sýrasýnda mürtedlerle yapýlan savaþa katýlmýþtýr. Hz. Ebû Bekir, Kur'ân-ý Kerîm âyetlerinin bir araya getirilip toplanmasý için kurduðu heyete Hz. Mikdâd bin Esved'i de almýþtýr.

Hz. Mikdâd gittiði her yerde, Kur'ân-ý Kerîm ve hadîs-i þerif öðret­meye gayret ediyordu. Mýsýr'da iken adamýn biri, onun yüzüne bakýp, "Resûl-i Ekremi gören, bu gözlere ne mutlu!" deyiverdi. Hz. Mikdâd biraz da üzülerek þunlarý söyledi:

Sizleri bunu söylemeye sevk eden nedir? O devirde yaþasaydýnýz, Rasulüllah'a karþý tavrýnýzýn ne olacaðýný biliyor musunuz? Atlaha yemîn ederim ki, Rasûlüllah efendimiz, kendisine uymayan ve tasdik etmeyen pek çok kavimle karþýlaþmýþtý. Hâlbuki ALLAHû Teâlâ'nýn sizi bu devirde yaratmasý sebebiyle, Rasûlüllah (sav)ýn size getirdiklerini tasdik ederek, yalnýz ALLAH'ý biliyor ve ona îmân ediyorsunuz. Sizin sýkýntýlarýnýzý baþkalarý çekti."

Ýnsanlarýn azgýnlýklarý sebebiyle Peygamberler gönderilmiþtir. Rasû­lüllah efendimiz, insanlarýn puta tapmaktan baþka hiçbir þey tanýmadýklarý câhiliyet ve vahþet devrinin en þiddetlisinde gönderilmiþtir. O Kur'ân-ý kerîmi getirdi, onunla hakký ve bâtýlý birbirinden ayýrdý. O kadar ki; bir kimse, kalbine îmân yerleþtikten sonra, îmân etmeyen babasýnýn, çocuðu­nun veya kardeþinin küfürde olduðunu görüyor ve karþý duruyordu.

Kimsenin Cehenneme gitmesine katiyyen sevinmezdi ve îmân etmesi­ni arzular, bunun için çýrpýnýr, Cehennemden kurtulmasýný isterdi. Bu hususta ALLAHû Teâlâ Kur'ân-ý kerîmde Furkân sûresi 74. âyet-i kerîmesinde meâlen þöyle duâ etmeyi emretti:

"Ey yüce Rabbimiz! Hanýmlarýmýzdan ve çocuklarýmýzdan gözlerimizi aydýn edecek, bizi sevindirecek olanlarý bahþet."

Hz. Mikdâd 653 yýlýnda 70 yaþlarýnda hastalandý. Çok geçmeden Hakkýn rahmetine, Rasûlü'nün hasretine kavuþtu. Hz. Osman (R.a.) buyurdu ki:

Ey Müslümanlar! Sevgili Peygamberimiz bizlere bildirdiler ki:

"ALLAHû Teâlâ, Ashabýmdan 4 kiþiyi çok sevdiðini; benim de, onlarý sevmemi emir buyurdular. Onlar: Ali, Mikdâd, Selmân ve Ebü Zer'dir."

Cenaze namazýný bizzat, Hz. Osman (R.a.) kýldýrdý. Hz. Mikdâd'ýn doðum yeri olan Behrâ, Arab Yarýmadasý'nýn güneyindedir. Kabilesi diðer kabilelerle, kan davasý içinde idi. Bu yüzden önce Kinde taraflarýna, sonra da Mekke'ye geldi. Mekke'de, kendisini çok seven Esved bin Abd-i Yegus, Hz. Mikdâd'ý evlâd edindi. Asýl babasýnýn ismi Amr olduðu hâlde, Esved'in oðlu olarak anýndý.

Hz. Mikdâd ilk Müslümanlardandýr. Müslüman olduðunu gizlemeyen yedi mücâhidden biri oldu. Mekkeli müþrikler, Peygamber efendimize îmân edip, putlara tapýnmaktan vazgeçerek Müslümanlýðý yeni kabul edenlerin hepsine eziyet ve iþkence etmeye baþladýlar.

Ýslâmiyeti kabul eden Hz. Mikdâd ve diðer kimsesiz Müslümanlarý yakalayýp, elbiselerini soydular. Demirden zýrhlar giydirerek güneþin altýnda, kýzgýn kumlarýn üzerine yatýrarak saatlerce, hatta günlerce, iþkenceleri artýrarak devam ettiler.

Müslümanlarý her gördükleri yerde yakalayýp hapsediyorlar, akla ve hayâle gelmedik iþkenceler yapýyorlardý. Ýþkenceler, sonunda dayanýlmaz bir hâl alýnca, diðer Müslümanlarla beraber Habeþistan'a hicret etmelerine izin verildi. Mikdâd bin Esved de, Habeþistan'a hicret eden ikinci kafilenin içinde yer aldý. Peygamberimizin Medine'ye hicretine kadar orada kaldý. Buradan Medine'ye döndü.

Mikdâd bin Esved Medine'ye gelince, Rasûlüllah efendimiz, onu haber toplamasý için Meke'ye gönderdi. Çünkü Peygamberimiz Mekke'deki müþriklerin durumunu araþtýrýp, Müslümanlar için ne düþündüklerini öðrenmek istiyordu. Nitekim daha önce Utbe bin Cezvan da, bu maksatla Mekke'ye gönderilmiþti.

Ýþte bu sýralarda Mekkeli müþrikler, birkaç koldan Medine'ye akýn için hazýrlanmýþlar, keþfe çýkmýþlardý. Hz. Mikdâd ile Hz. Utbe de bunlarýn arasýna sokularak beraberce ilerlediler. Rasûlullah efendimiz de tam bu sýrada Ubeyde bin Hâris'i keþif için göndermiþ olduðundan, bunlarýn ikisi hemen ona iltihak ederek, Medine'ye döndüler.

Hz. Mikdâd cesur, gözüpek ve fedakâr bir Müslümandý. Bütün önemli hâdiselerde, ona vazife verilirdi. Hileyle esir ve þehid edilen, Hz. Hubeyb'in mübarek cesedi, müþriklerin elindeydi. Bunu istemeyen Efendimiz, Hz. Ebû Zer ile Hz. Mikdâd'ý vazifelendirdi. Her hususta, Kur'ân-ý Kerîme ve sevgili Peygamberimize uygun hareket ederdi. Kur'ân-ý Kerîmi baþtan baþa ezberlemiþti. Hafýz idi. Çünkü Resül-i ekrem buyurmuþtu ki:

"Kur'ân-ý Kerîm'e sarýlýnýz! Çünkü o þefâ'at eden ve þefaati kabul edilendir. Kendisine uymayanlarýn yenilmeyen hasmýdýr. Kim Kur'ân-ý Kerîm'in emirlerine uyarsa, Kur'ân-ý Kerîm, onu Cennete götürür."

Kim de Kur'ân-ý Kerîmin emirlerine sýrt çevirirse, Cehenneme gider. Kur'ân-ý Kerîm en hayýrlý yolu gösterir. Güzellikleri sayýlamaz. Alimler ona doymazlar. O hakikate ulaþmak için Allanýn saðlam ipidir. Dosdoðru yoldur. Cinlerin Kur'ân-ý Kerîmi duyduklarý zaman, hayretten, "Doðrusu biz, doðru yola götüren, hayrete düþüren bir Kur'ân dinledik ve hemen inandýk ve artýk Rabbimize hiçbir þeyi ortak koþmayacaðýz" dedikleri hakikattir."

Hz. Mikdâd bin Esved, herkesin hakkýnda son derece ihtiyatlý konuþur­du. Ancak iþlerin neticesine bakarak hüküm verirdi. Bu hususta kendisi þöyle bildiriyor:

Ben, bir adamýn sonunu görmeden onun hakkýnda iyi veya fena bir þey söylememi Çünkü buna dâir Rasûlüllah'tan bir þey sorulmuþtu da, þu cevâbý vermiþti:

"Ýnsan kalbi kadar deðiþen bir þey yoktur!"[1]

Kur'an-ý Kerim'i hayat rehberi edinenler, O'nun uðrunda her türlü bedele katlanmayý göze alanlardýr. Kur'an'a baðlýlýk, bir insaný tanýmada en önemli kriterdir. Kur'an'a sarýlmayan ve baðlý kalmayanlar, her hangi bir deðer ifade etmezler. Sahabe nesli her þeye raðmen hüsn-i hatimeyi/güzel sonu esas alýrlardý. Son nefeste imanla gitmeyi çok önemsiyorlardý. Son nefeste imanla gitme hassasiyeti, bir sahabe hassasiyetidir.



[1] Hayatü's Sahâbe/M. Yusuf Kândehlevî; Hilyetü'l Evliya; El- Ýsabe Fi temyizi Sahâbe/Ýbn-i Hacerü'l Askalani; Suvenýn Min Hayatü's Sahâbe/Abdurrahman Ref'at el- Baþa, Beyrut/ty



radyobeyan