Kuran Ýlimleri
Pages: 1
Mekki Medeni 3 By: sumeyye Date: 28 Nisan 2011, 15:06:21
Mekki-Medeni 3


Peygamber (s.a.v.) bi'setten önce bir ömür boyu kitap ve iman nedir bilmiyordu. Sonra Allah (c.c.) onu, mesajýnýn tebliði Ýçin seçti; ona vahiy gönderdi. Önce gelip geçmiþ peygamberler gibi kýrk yaþýnda ona peygam­berlik verdi ki, fikrî yönden daha olgun, azim, ifade ve kararlýlýk bakýmýn­dan daha güçlü ve daha geniþ tecrübeli, kalbi daha dayanýklý olsun.

Bazý müfessirler, Peygamberin bi'setten önceki yaþýný Kur'an nassla-nndan çýkarmaya koyuldular. Allah Teâlân'm peygamberinin dili üzere söy­lediði; «Daha önce aranýzda bir ömür boyu bulundum.» [137] sözünden baþkasýný bulamayýnca âyette geçen «ömür» lafzýnýn kesinlikle kýrk yaþla eþanlamlý olduðu sonucuna vardýlar. [138] Lugâtýn medlulü ile tarih olgu­su arasýnda bu gibi nice aceleci tefsirleri biribirine karýþtýrdýlar!

«Ömür» kelimesi yalnýz baþýna, onlarýn verdiði hükümden hiç bir þey ifade etmez. Lugavî medlulünde belli bir sayýya açýk her hangi bir Ýþaret 'yoktur. Lâkin- cümle içerisindeki yerinden yahut tarihin akýþýndan- bir ne­vi iþaretle bir düþünce verebilir. Kýrk yaþýnýn, âyette geçen «ondan önce bir ömür boyu» sözleriyle eþanlamlý olduðuna hüküm verenler haddi za­týnda önce Rasulullah'ýn hayat hikâyesini göz önünde bulundurmuþ sonra Kur'anî ifadeyi bu vakýaya uydurmuþlardýr.

Âyetin tefsiri hakkýnda müsteþriklerin yaydýklarý þüphelere gelince, bunlar ya bilen bir kiþinin ya da ahmak bir cahilin mugalatalarýdýr: Onlar, vahyin baþlangýcýnda Peygamberin yaþýný tesbit etmek için araþtýrmacýnýn dayanabileceði bir delilin bulunmadýðýný ileri sürerler. [139] Bazýlarý da ri­vayetlerin biribirlerini tutmamalarýndan dolayý biryaþ belirlemenin mümkün olmadýðýný söylerler. [140] Kimileri de Arablarýn ve Sami ýrkýnýn büyük ço­ðunluðunun, kýrk sayýsýna sinirsel bir özellik atfettiklerinden dolayý Pey-gamber'e kýrk yaþýnda Peygamberliðin geldiði iddiasýnýn ortaya atýldýðý hükmüne varmaktadýr. [141]

Mugalatalarý bilerektir. Rivayetlerin biribirlerini tutmadýklarý hususun­daki iddialarýn bir yalandan ibaret olduðunu onlar da biliyorlar. Çünkü çe­þitli rivayetlerin bulunmasý, kesin olarak rivayetlerin biribirlerini tutmadýk­larý anlamýna gelmez. Rivayetlerin hepsi ayný kuvvette olup aralarýnda bir tercih yapma mümkün olmadýðý zaman rivayetler arasý çeliþki söz konusu olabilir. Hadis eleþtirmenlerinin hassas ilmî Ýstýlahlarýnda çeliþki buna de­nir. [142] Ama bir rivayet diðerine tercih edilebiliyorsa, artýk rivayetler ara­sýnda çeliþki vardýr denemez. Tarihçiler varsýn Peygamberin yaþýyla ilgili onlarca rivayet nakletsin. [143] Tefsir ehlinden muhakkiklerin tercih etti­ði gibi [144] bu rivayetlerin en meþhuru, en sahih olanýdýr.

Müsteþriklerin cehaletleri yahut tecâhülleri, Arab ve Sami ýrkýnca sýr­larla dolu týlsýmlý sayýyý tesbit karþýsýnda hakiki yahut göstermelik hayret-terindedir. Bu sayý bazen kýrk, bazen yedi veya yetmiþtir. [145] Bilmiyor­lar ki bazý sayýlarda gösterilen mübalaða - her ne kadar gerçek bir vakýa ise de- her zaman için bu sayýlarýn gerçek karþýlýklarýnýn var oluþunu en­gellemez ve en güvenilir rivayet gerçek mefhumlarýný destekliyorsa, acaba gerçek manalarý mý, yoksa mecazi manaiarý mý kastedilmiþ þeklinde tered­düt etmeye gerek kalmaz.

O halde bu müsteþriklerin mugalatalarýna ve tecahüllerine karþý çýkýp ne âyette geçen «ömür» kelimesine dayanarak ve ne de bu garip rakam hakkýndaki Sâmilerin inançlarýnýn etkisinde kalarak, aksine, meþhur vq sahih rivayetlere dayanarak Allah'ýn Peygamberine kýrk yaþýnda Peygam­berliði verdiðini söyleyeceðiz. O rivayetler ki, havas ve avam arasýndaki yaygýnlýðýyla nerdeyse tevatür derecesine ulaþmýþtýr.

Hiç þüphesiz vahyin baþlangýcýnda Peygamberin yaþý hakkýnda ileri sürülen þüphe, Mekkede Ýslâmî davetin baþlangýcý ve ardýndan hem Mek-kede ve hem de ondan sonra Medinede vahyin merhaleleriyle ilgili haber­ler hususunda þüpheler saçmak için bir mukaddimedir. Þayet vahyin baþ­langýcý kapalý kalýr ve bu husus tesbit edilemiyorsa bundan sonraki âyetle­rin Ýniþleri nasýl tesbit edilebilsin?

Þu anda - vahyin baþlangýcý hakkýnda her türlü þüphe ve kapalilýð! giderip Peygamberlik gelmezden önce Rasuluilah (s.a.v.) in yaþýný vuzuha kavuþturduktan sonra - daha önce bu kitapta anlatýlanlara; vahiy vakýasý­na, ferdî veya içtimaî münasebetlere binaen Kur'an'm parça parça indiriliþine, Kur'an'ýn toplanmasý, ezberlenmesi, çoðaltýlmasý ve resmi ile ilgili haberlere, nüzul sebeplerine, âyetler arasýndaki münasebetlere güvenle inandýðýmýz gibi muhakkak imamlarýmýzýn baþlangýcý, sonucu ve aradaki merhale hakkýndaki bize sunduklarýný da gönül huzuruyla kabuledebitirîz. Çünkü gerçekten bu âlimlerimizin gösterdiði büyük hassasiyet, Kur'an hakkýndaki samimiyet ve endiþeleri, tarihî gerçekleri ihmal etmedikleri gi­bi sanat uyumuyla ilgili titiz eleþtirileri takdire layýktýr.

Kur'an ilimlerini bir deðerlendirmeye tabi tutacak olursak Mekkî ve Me­denî âyetlerle sureleri bilmek için rivayetleri tahkike tabi tutma ve saðlýklý tarihe muhtaç olduðumuz hususunda bir þüphemiz olmamalýdýr. En azýn­dan bu konu, nuzûl sebeplerinden daha çok bunlara muhtaçtýr. Çünkü se­bepleri bilmek, ferdî ve içtimaî münasebetlerle ilgili belli bazý cüz'i mese­leler ihtiva eder. Baþlangýçta sebeplere mebni olarak inmemiþ bulunan di­ðer Kur'anî tafsilattan her hangi bir þeyle ilgilenmez. [146] Ama Mekkî ve Medenî'yi bilme ilmi Kur'an'ýn tamamýný sûre sûre ve âyet âyet ele almayý gerektirir. Kur'an'daki her sûre ya Mekkî veya Medenîdir. Ayrýca Mekkî olan bir sûrede Medenî âyetler, Medenî olan bir sûrede Mekkî âyetler bulu­nabilir. Kur'an'da her bir âyetin kimliði bellidir, hayatý bellidir. Kendi zümre­sinden baþkasýna karýþýrsa, güvenilir âlimler onu öyle hassas ölçülerle eleþtiriye tabi tutarlar ki, Mekkî mi yahut Medenî mi olduðunu hemen he­men kesinlik derecesinde tesbit ederler.

O halde Mekkî ve Medenî ilmi kendisini kuþatan büyük ilgiye deðer bir bilgi olup Ýslâm davetinin merhalelerini ve olaylarla tedrici olarak geli­þen hikmet dolu adýmlarýný tesbit etmek, hem Mekke, hem de MedÝnede ve diðer yerlerde, yaþayanlarla iliþkilerini inceleyebilmek ve hem mü'min-lere, hem müþriklere ve hem de ehîi kitaba yapýlan çeþitli hitaplarý zaptede-bilmek Ýçin gerekli bir ilimdir.

Bu ilmi hakký ile ihata etmek bu geniþ çerçeveli hususlarý bilmekle mümkün olduðundan konulan ve þekilleri de pek çoktur. O, hem zaman açý­sýndan bir tertip, hem mekân bakýmýndan bir tahdit, hem konu bakýmýndan bölümlere ayýrma ve þahsî bakýmdan da bir tayindir. «Mekkî, hicretten sonra da olsa Mekke de nazil olandýr.» diyen mekâný göz önünde bulun­durmuþtur. «Mekkî, Mekkelilere hitap eden ve Medenî de Medinelilere hitap edendir» diyen, muhatap olan þahýslarý gözetmiþtir. «Mekkî, Mekke dýþýnda nazil olmuþ olsa bile Rasululah'ýn Medine'ye, hicretinden önce nâ-zil olandýr. Medenî Ýse, Medenî nazil olandýr.» diyen, Ýslâm'ý davet mer­halelerinde zaman sýrasýný gözetmiþtir ki, meþhur olan görüþ budur. Biz bu son tarifi alýrken diðer tariflerde geçen zaman, mekân ve þahýslara da dikkat çekecek ve onlarý okuyucudan gizlemeyeceðiz. [147] Hatta dördün­cü bir unsur olan konu unsurunu da ihmal etmeyeceðiz.

Ýþte el-Mümtehine sûresi, mekân göz önünde bulundurulduðu zaman baþýndan sonuna kadar [148] Medine'de nazil olmuþtur. Zamaný göz önün­de bulundurduðumuzda hicretten sonra inmiþtir. Þahýslarý söz konusu etti­ðimiz zaman Mekke ehline hitaptýr. Ama konusunu öðrenmek istediðimiz­de mü'minlerin kalblerini temizleyip olgunlaþtýran içtimaî bir rehberliði kapsamaktadýr. Onun için âlimler onu, «Medine'de nazil olan ve hükmü Mekkî olanlar» arasýnda mütalaa etmiþlerdir. [149]

Yüce Allah'ýn «Ey insanlar! Doðrusu biz sizleri bir erkekle bir diþiden yarattýk. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca ta-nýyasmýz.» [150] âyeti. Mekân söz konusu olduðunda Mekke'de ama za­man gözönünde bulundurulsa fetih günü hicretten sonra inmiþtir. Konu göz önünde bulundurulduðunda, tanýþmaya davet etmekte ve insanlarýn hepsi­nin aslýnýn bir olduðuna dikkati çekmektedir. Þahýslar gözetildiðinde ise, hem Mekke ve hem de Medine ehline hitaptýr. Onun için âlimler ona ne Mekkî deyip geçmiþler ve ne de kesin olarak Medenî demiþlerdir. Aksine onu, «Mekke'de nazil olupta hükmü Medenî olanlar» arasýnda mütalaa et­miþlerdir.

Kaldý ki Mekkî ve Medenî için yapýlan zaman taksimini tercih ederken tereddüt etmiyoruz. Çünkü tarihle sýký sýkýya iliþkisi bulunan bir konuyla karþý karþýyayiz. Baþlangýçta, ara dönemde ve sonda Mekke veya Medine'­de nazil olaný tesbit etmeyi hedef aldýðýmýz müddetçe mekân taksimini se-çemeyiz. Biribirini takipeden bu dönemler, zaman tertibini seçmeyi gerekli kýlmaktadýr. Þahýslarýn tayini ve konularýn tesbitine gelince bunlar ikinci plânda olan hususlar olup olaylarla geliþen zaman tertibi içerisinde müna­sip yerlerini iþgal ederler.

Psikolojik dururniarla içtimaî dönemleri göz önünde bulunduran ve çevrenin hayat ve canlýlar üzerindeki etkisini de görmemezlikten gelme­yen bu zaman tertibini muhakkik âlimlerimiz bnimsemiþ ve ona o derece önem vermiþler ki, Ýslâm davetinin merhalelerini bilmeyen bir kimsenin, Allah'ýn Kitabýný tefsir ve izaha kalkýþmasýna karþý çýkmýþlardýr. Ebu'l Ka­sým el-Hasen b. Muhammed b. Habîb en~Neysâbûrî [151] þöyle demekte­dir: «Kur'an ilimlerinin en yücelerinden biri, onun nüzulünü, nüzul yerini ve hem Mekke'de nemde Medine'de baþlangýçta, arada ve sonda inenlerin Ýniþ sýrasýný, daha sonra Mekke'de nazil olup hükmü Medenî ve Medine'de nazil olup hükmü Mekkî olaný bilme ilmidir. [152]

Burada Ebu'l Kasým el-Neysâbûrî'nin sözlerinden bizi ilgilendiren, Kur'an'ýn tamamýný zaman açýsýndan açýkça altý merhaleye taksim etmesi­dir: Üçü Mekke'de olup baþlangýç, ara ve son merhalelerdir. Ondan sonra da Medine için ayný taksim yapýlmýþtýr. Bazý müsteþriklerin nüzul sebeple­rini temel alarak Kur'an'ý altý veya dört merhaleye taksim etmeleri -az son­ra göreceðimiz gibi- bizatihi zararlý bir þey deðildir. Çünkü büyük âlimleri­miz de buna benzer taksimatta bulunmuþlardýr. Ama sahih rivayetler bir tarafa atýlýp ham ve temelsiz görüþlere dayanarak taksimat yapýlýrsa, iþte o zaman zarar sözkonusu olur.

Ebu'l Kasým en-Neysâbûrî'nin bu konudaki sözlerinin tamamýný aldýðý­mýzda - zaman taksimine baðlýlýðýný ifade ettikten sonra - buna, bizce kü­çük ve basit fakat kendisince çok önemli ve büyük cüz'i meseleler ilave eder. Ona göre Allah'ýn Kitabýný tefsir ve izah ile ilgilenen herkesin bunla­rý bilmesi farzdýr. Muhakkik her müfessirin ayný zamanda «Mekke'de Medi­ne ehli hakkýnda ve Medine'de Mekke ehli hakkýnda inenleri, sonra Mede­nî olup Mekkî olana benzeyeni ve Mekkî olup Medenî olana benzeyeni, Cuhfe'de [153] ineni, Beytu'l Makdis, Taif ve Hudeybiye'de nazil olaný, ayrý­ca gece nazil olanla gündüz nazil olaný, Mekkî surelerdeki Medenî âyet­leri ve Medenî surelerdeki Mekkî âyetleri, daha sonra Mekke'den Medine'­ye ve Medine'den Habeþistan'a taþýnaný ve ayrýca mücmel olarak inen ile müfesser olarak ineni, bir de hakkýnda ihtilaf bulunup bazýlarýnýn Mekkî dediðine diðer bazýlarýnýn Medenîdir dediklerini bilmesi gerekir. Bu yirmi-beþ veçhi bilmeyen ve onlarý biribirlerinden ayýrt edemeyen bir kimsenin Allah kitabý hakkýnda söz söylemesi caiz deðildir.»[154]

Bütün bu ihtilafý tam olarak bütün tafsilatýyla anlatabilecek durumda olmadýðýmýzý itiraf edelim. Çünkü bu konulardan her biri büyük bir cildi doldurur. Hatta böyle bir cilt bile maksadý tam anlatamaz ve susuzun su­suzluðunu gideremez. -Vahiy merhalelerini inceleme hususunda âlimleri­mizin sarfettiði gayreti gösterme bakýmýndan - bazý rivayetler üzerinde durmamýz yeterli olacaktýr. Bu rivayetleri nakledenler, sadece Mekke'de yahut Medine'de veya hicretten önce yahut hicretten sonra inmiþtir de­mekle yetinmemiþ bu Yüce kitap hakkýndaki gayretleri araþtýrma, inceleme ve tedkiklerin zirvesine ulaþmýþtýr. En basit tafsilat ve en küçük cüz'iyatý bile zikretmekten geri kalmamýþlardýr.

Meselâ genel olarak Kur'an'tn çoðunluðu gündüz inmiþtir. [155] Ama âlimlerimiz bazý cüz'i durumlarda bu kuralýn geçerli olmadýðýný   gördüler.

Çünkü Meryem sûresi gece inmiþtir. Et-Tabarânî'nin [156] Ebu Meryem el-Gassânî'den yaptýðý rivayete göre o þöyle demiþtir: «Rasûlullah (s.a.v.) e gidip «bu gece bir kýzým oldu» dedim. Rasûlullah (s.a.v.): «Bana da bu gece Meryem sûresi indi. Sen de kýzýna Meryem ismini ver» [157] buyurdu. e!~ Feth sûresinin baþ tarafý gece inmiþtir. Buhâri'nin Hz. Ömer'den naklettiði­ne göre Rasûlullah (sa.v.): «Bu gece bana öyle bir sûre indi ki o, güneþin üzerinde doðduðu her þeyderr daha sevimlidir» demiþ ve sonra dil âyetini okumuþtur. [158] Yine el-Hacc sûresinin baþýndaki âyetleri, Benu Mustalik gazvesi sýrasýnda gece inmiþtir. [159]

Kiþi -sahih rivayetleri kendisine dayanarak aldýðýnda- Kur'an'dan ine­nin, gecenin hangi bölümünde; ortasýnda mý yoksa evvelinde veya sonun­da mý indiðini bile bazen tesbit edebilir. Þu anda Rasûlullah (s.a.v.) i sa­bah namazýnýn son rek'atýnda-Sahih-i Buhârî'de rivayet edildiði gibi-Ailaft Teâlâ'nýn « • i^'vt^-.sl^J » [160]sözünün indiði zamaný tahayyül edi­yorum. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) in kýldan yapýlmýþ bir çadýrda geceleyiþini ve ashabtan bazýsýnýn çadýr önünde ona bekçilik yapmalarýný hayalimde canlandýrýyorum. Geceden bir miktar geçtikten sonra [161] dU*. Üj » « y-ü'^. âyeti inmiþtir. Yine son olarak onu, mü'minlerin anasý Ümmü Seleme'nin yanýnda tahayyül ediyorum. Savaþtan geri kalanlarý söz konu­su eden üç âyet [162] indiðinde gecenin üçte ikisi geçmiþti. [163] Gece bir kýþ gecesi olup hava soðuk olabilir. Ravî, iþi saðlama baðlamak için bu zifri karanlýk geceyi bile tavsif etmekten geri kalmýyor. En cüz'i bir mese­lenin, bugün bizim için ne kadar basit ve deðersiz olursa olsun, ravî için dinî ve içtimaî büyük bir deðeri vardýr. Onu olduðu gibi tasvir ediyor. Ona ne bir þey ilave ediyor ve ne de eksiltiyor. Ýþte Ahzâb gecesi herkes daðýlmýþ ve Rasûlullah'ýn yanýnda on iki sahabe vardý ki bunlar arasýnda deðerli sa-habî Huzeyfe de bulunuyordu. Rasûlullah ona: Kalk ve ordu karargahýna git, demiþti. Huzeyfe Rasûlullah'a: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, senden utandýðým için kalkýp gittim. Yoksa bu soðukta gidemezdim, ceva­býný verdi. Bunun üzerine Yüce Allah þu âyeti indirdi: «Ey iman edenler* Size karþý düþman askeri geldiði zaman, Allah'ýn size olan nimetini hatýrla­yýn. Biz, onlarýn üzerine þiddetli bir rüzgâr ve sizin görmediðiniz askerlergöndermiþtik. Allah, iþlediðiniz þeyleri görendir.» [164] Buna karþýlýk Te-bûk gazvesinde nazil olan âyetlerin çok sýcak bir günde indiklerini ve o za­man münafýklardan bir þahsýn: «Bu sýcakta savaþa çýkmayýn,» dediðini, bunun üzerine Allah'ýn: «De ki: Cehennem ateþi daha sýcaktýr.» [165] âye­tini indirdiðini görüyoruz.

Kur'an'in çoðunluðu hazarda inmiþse de, Rasûlullah {s.a.v.}in davet için buradan oraya gitmesi, kalbini sabit kýlmak ve cihadýný destekleyip pe­kiþtirmek için bazý seferlerinde de inen âyetler olmuþtur. Ravîler çoðu za­man bunu: Þu âyet veya âyetler Peygambere bir yolculuðunda indi, gibi ifadelerle anlatýrlar. Hatta pek çoðunda bu yolculuðun zaman ve mekâný bile zikredilmektedir. Sahih-i Buharî'de Hz. Ömer'den yapýlan rivayete göre: «Bugün size dininizi tamamladým,» [166] âyeti Veda haca yýlýnda cuma gü­nü arife akþamý nazil olmuþtur. el-Beyhakî'nin «Delâil» inde anlatýldýðýna göre en-Nahl sûresinin son âyetleri Uhud savaþýnda þehid düþen [167]Hz. Hamza'nýn cesedi baþýnda durduðu sýrada inmiþtir.

Rasûlullah (s.a.v.) in hayatý peþ peþe devam eden bir cihad silsilesi­dir. Onun için vahiyden bir çoðu savaþ sýralarýnda inmiþtir. Bedir Savaþý'-nýn sonunda el-Enfâl sûresinin ilk âyetleri inmiþtir. [168] Hudeybiye umresinde: «Evlere arkalarýndan girmeniz iyi deðildir, iyi kimse kötü­lükten sakýnan kimsedir. Evlere kapýlarýndan girin, Allah'tan sakýnýnýz ki muradýnýza eresiniz.» [169] âyeti, Tebük'te de: «Memleketinden çýkarmak için seni neredeyse zorlayacaklardý. O takdirde senin ardýndan onlar da pek az kalabilirlerdi.» [170] âyeti inmiþtir. es-Suyutî buna baþka misaller de ss-ralar. Dileyen el-îtkan'a müracaat etsin. [171]

Ýsrâ ve Miraç gecesi, zaman itibariyle bir geceden baþka bir þey de­ðildir. Lâkin o, Allah'ýn ilminde uzak ezelden gelen bir parçadýr. Kur'an't Kerîmden bazý âyetler bu mukaddes gecede inmiþtir. Þayet rivayet sahih ise, Allah Teâlâ'mn: «Ey Muhammedi Senden önce gönderdiðimiz Pey­gamberlere sor, Biz, Rahman olan Allah'tan baþka kulluk edilecek tanrýlar meþru kýlmýþ mýyýz?» [172]âyeti, Allah Teâiâ kulunu gece yürüyüþüne çý­kardýðýnda Beyt'ül Mukaddes'te inmiþtir. [173] el-Bakara sûresinin son iki âyeti-îbnul Arabînin de belirttiði gibi- Miraç esnasýnda Muhamrned Rabbinýn büyük âyetlerini gördüðü zaman «Gök Ýle yer arasýnda fezada Ýnmiþ-[erdir.» [174]

Bu derîn araþtýrma ve en cüz'i tafsilatý bile kaçýrmama bazýlarýnca önemsiz karþýlanabilir. Ama râvilerle âlimlerin yanýnda bunun bir yorumu vardýr, ve o da: Rivayetin doðruluðu ve Allah'ýn Kitabýndan Mekkî ile Me­denî olaný tesbit için mümkün olabilecek güvenin zirveye ulaþmýþ olmasý­dýr.

Bu hassas ve derin araþtýrma temeline dayalý olarak âlimler Mekkî sûrelerde Medenî âyetlere benzeyenlerle Medenî sûrelerde Mekkî âyetlere benziyenleri biribirinden ayýrmýþlardýr. [175] Burada «benzer» ifadesinden gayeleri açýktýr. Onlar her sûrenin genel karakterini ve sonra da bu karakte­re benzer karakteri- öyle ki, neredeyse bu, diðerine eklenecek durumda­dýr- yakýn benzerlikteki karakteri göz önünde bulundururlar. Meselâ Mek­kî olan Hûd sûresinde «Gündüzün iki ucunda namaz kýl.» [176]âyeti mev-cud ise, bu, Medenî âyetlere benzese bile Medenî sayýlmasýný zarurî kýl­maz. Medenî olan el-Enfal sûresinde: «Allahýmýz! Eðer bu kitap, gerçekten senin katýndan ise biz© gökten taþ yaðdýr veya can yakýcý bir azap ver» de^ mislerdi.» [177]âyetini okuyorsan, her ne kadar bunda Mekkî âyetlerden gölge ve alâmetler mevcud ise de onun Mekkî o'duðuna hüküm veremez­sin.

Çoðu zaman belli bazý þartlar, Kur'an'dan inenin bir yerden baþka bir yere taþýnmasýný gerekli kýldýðý durumlarda Mekkî ile Medenî arasýndaki ye­kin benzerlik yönü aceleci araþtýrmacýlarý Ýslâm davet tarihinde hassas ve deðeri büyük bir merhaleyi araþtýrmaktan yüz çevirmelerine sebep olabi-!ir. Lâkin güvenilir âlimler bu konunun tamamýný bize aktarmýþlardýr. Kur'-an'da her âyetin hatta her lafzýn tarihi, hal tercemesi vardýr. Müfessir-Eerin pîrs Taberî'den Yüce Allah'ýn «Ey Muhammedi Sana hürmetti aydan ye onda savaþmaktan sorarlar...» [178] sözünün Medine'den Mekke'ye tasýndýðýný öðreniyoruz. [179] Kurtubî'den [180] «Ey inananlar! Allah'tan sa­kýnýn, inanmýþsanýz, faizden, artakalmýþ hesaptan vazgeçin.» [181] sözünün Berae sûresinin baþýndaki âyetlerle birlikte Medine'den Mekke'ye taþýndý­ðýný öðreniyoruz. Hz. Ali daha sonra bu âyeti Kurban günü halka okumuþ­tur. [182]

Âlimlerimizin, davetin geçirdiði devreleri îesbit ve en küçük husus­tan bile kaçýrmamak için rivayetleri .açýklayýp zaptetme hususunda övgüye deðer bunca gayretlerine raðmen, müsteþriklerin râvi ve rivayetlerin doð­ruluðu hakkýnda þüpheler yayarak asýlsýz olduklarýný Ýddia etmeleri karþý­sýnda hayrete düþmemek elde deðildir. [183]

Müsteþriklerin, Kur'an'i iniþ sýrasýna göre tertip edebileceklerini söy­lemekle biriikte bu tertipkonusunda her türlü sahih rivayeti reddetmeleri gerçekten garip ve gülünçtür. Þayet rivayetler konusunda katý davranýp ancak sahih olanlarý kabul edebileceklerini söyleselerdi mesele basitieþir-di. Çünkü Ýslâm âlimlerinin kendileri, Mekkî ve Medenî Ýle Kur'an vahyinin merhalelerine ýþýk tutan konularda, sûre ve âyetlerin tertibinde, talimat vs irþatlarýnýn tedriciliði meselesinde zayýf rivayetleri reddederler. Kaldý ki müsteþrikler arasýnda bile bu konuyu bize pek ters düþmeyen çerçeve içe­risinde iþleyenler vardýr. Nitekim H. Grimme, Kur'an sûrelerinin tertibinde Ýslâmî rivayet ve senetlere dayanmýþtýr. [184] Bununla birlikte onun da tenkid edilecek noktalarý vardýr. Bunlardan biri, rivayetlerin sahihini zayý­fýndan ayýklayamamasý ve sair müsteþriklerde olduðu gibi bu konudaki ac­zi. Onun için Kur'an'ýn tertibinde bazen zayýf ve bazen bâtýl rivayetlere dayalý çürük bir temele dayanmaya aldýrýþ etmez. Ýkinci nokta Ýse, rivayet­lere saygý konusunda kendisi için tayin etmiþ olduðu metoddan ayrýlmasý ve neticede Kur'an'ýn vahiy merhaleleri konusunda müsteþrik Noldeke'nin görüþlerini rehber edinmesidir. [185]

Müsteþrik Noldeke, müslümanlarýn takip ettiði metoddan ayrý bîr me-todla Kur'an'ýn zaman bakýmýndan bir tertibinin yapýlmasý gerektiðine ina­nýyordu. Onun için kendisine has bir metod tespit etti ve bu metoddan, bir çoklarý etkilendi. Bunun sonucunda ortaya çýkan tertip bütün müsteþ­riklerin kafasýný kurcalamaya baþladý. Kur'an konusundaki araþtýrmalar âleminde en tehlikeli sonuçlar bu tertibe dayandýrýlmaya çalýþýldý.

.Ondokuzuncu asrýn ortalarýnda Avrupa'da Kur'an sûrelerinin tertibi ve tarihi merhaleleri inceleme konularýnda yeni çalýþmalar ortaya çýktý. Bu çalýþmalardan biri, beþi Mekke'de ve biri Medine'de olmak üzere Kur'-an'ý altý merhaleye taksim eden William Muir'in çalýþmasýdýr. [186] Bu tak­simi yaparken büyük çapta Rasûlullah'ýn hayatý ve hayatý Ýle ilgili riva­yetlere dayanýr. Bu konuda tenkitçi bir çalýþmada bulunarak tarihi bir ta­kým malumat toplamýþtýr. [187] Lâkin - bununla birlikte - birçok hatalara düþmüþ ve asýlsýz rivayetlere dayanmýþtýr. Bu konuda kendisiyle Grimme arasýnda bir karþýlaþtýrma yapmak mümkün ve kolay olacaktýr.

Diðer bir çalýþma ise, VVeil'in 1844 yýlýnda baþlattýðý ve ancak 1872 yý­lýnda nihaî þeklini alan çalýþmadýr ki, bu çalýþmada Ýslâmî rivayet ve senet­lere hiç deðer verilmez. [188] BlachÐre'in çalýþmayý «gerçekten faydalý ye­gâne metod» [189] olarak nitelendirmesi de bundan dolayýdýr. Daha önce de Noldeke'nin nazarýnda Kur'an'ýn tertibi konusunda en cesur çalýþmadýr. Onun için Noldeke çalýþmalarýnýn bir çoðunu ona dayandýrýr.

Weil ise, Kur'anî merhaleleri üçü Mekke'de ve biri Medine'de olmak üzere dörde ayýrmýþtýr. Noldeke de 1860 yýlýnda yayýnladýðý «Kur'an Tarihi» [190] kitabýnda her merhalenin muhteviyatýnda basit bir takým deðiþiklik­ler yaparak ayný yolu takip etti. Schvvally'le birlikte kitabý düzeltme ve ilâ­velerle ikinci defa yayýnladýðýnda da yine basit-bazý tadilat ile ayný yoldan gitmiþtir.

R. Be!!, [191] Rodvvell [192] ve Blachere [193] de bu metoddan etki­lenmiþtir. Ancak Biachere'in Kur'an tercemesi, kanaatimizce kendisine ha­kim olan ilmi ruhtan dolayý tercümelerin en üstünüdür. Onun deðerini dü­þüren, Kur'an sûreleri için tesbit edilmiþ olan zaman tertibidir. Biachere'in kendisi, Ýslâmî merhaleleri tesbit, sûrelerin tertibi, talimatýn tedriei olarak geliþi gibi hususlarda sadece, Kur'an'a dayanmanýn bir takým zorlanmalar­dan hali olmadýðýný belirtir. Yine ona göre Kur'an'ýn sustuðu bir þey Rasû-iullah'ýn hayatý ye sahabenin ondan rivayet ettikleri haberlerle vuzuha ka­vuþmaz. Bunlar, ancak Kur'an nassýnda zikredilen ikinci plânda tamam­larlar. [194]

Biz ise, yukarýda anlattýklarýmýzdan sonra Mekkî ve Medenîyi tesbit huþunda âlimlerimizin sahih rivayeti biricik yol olarak seçmelerini, zayýf rivayetleri reddetmelerini, Kur'an'ýn zaman bakýmýndan daha mükemmel ve üstün bir tertibi için bunu kaçýnýlmaz þart olarak kabul etmelerini tabiî karþýlýyoruz. Bu sahadaki rivayetler, ancak vahyin indiði zaman ve mekân­da orada hazýr bulunan sahabeden yahut bu konudaki açýklamayý onlardan duymuþ olan tabiînden gelebilir. Rasûlullah (s.a.v.) den Ýse bu kabilden bir rivayet varid deðildir. Çünkü o, Kadý Ebu Bekr'in [195] de «el-întiþar» da belirttiði gibi, «bununla emrolunmamýþtý ve Allah bunun ilmini ümmete de farz kýlmamýþtýr» [196] Hiç þüphesiz sahabeden birçoðu Mekkî ve Medenî hakkýnda tam bir bilgiye sahipti, Bu sayede rivayet tefsirleri ve Kur'an ilim­leriyle ilgili kitaplar ince teferruat ve cüz'iyatý ihtiva etmektedirler. Misal ve delil bulma kabilinden bir kaç tanesine iþaret etmiþtik. Ýbnu Mesud'un: «Ondan baþka ilah bulunmayana yemin ederim, Allah'ýn Kitabýndan hiç bir âyet inmemiþtir ki, o âyetin kim hakkýnda ve nerede indiðini bilmeyeyim.» [197] sözünden sahabenin bu konularda bilgilerinin ne kadar derin olduðu­nu anlýyoruz. Lâkin Ýbni Mesud - geniþ malumatýyla bu ilme ne kadar hiz­met etmiþse etsin - sahabe arasýnda bu yemini eden yalnýz kendisi deðil­dir. Hz. Ali de ona benzer bir yeminde bulunmuþtur. Ayrýea sahabe arasýn­da bu büyük iki sahabînin þahit olduklarýna þahit olma imkanýna sahip olanlarýn varlýðý þüphesizdir. Belki de, onlarýn gördüklerinden daha fazla­sýna þahit olanlar bile vardýr. Hatta sahabenin cahilleri arasýnda, âlimleri­nin ve meþhurlarýnýn gözünden kaçan birþeyi rivayetleriyle bize ulaþtýran­larýn bulunacaðýný uzak görmüyoruz. [198]

Onun için sahih rivayete dayanmak, fikir imali ve Ýçtihatta bulunmaya ters deðildir. Özellikle rivayetin sarih nass olmadýðý konularda bu durum daha da geçerlidir.. Bu içtihadýn Mekkî ve Medenî araþtýrmasýnda çeþitli þekilleri ve muhtelif nevileri vardýr. Bazý sûrelerin Mekkî mi yoksa Mede­nî mi oluþlarýnda, Medenî bir sûrede Mekkî âyetlerin veya Mekkî bir sû­rede Medenî âyetlerin istisna edilmesinde, Mekke veya Medinede indirilen­lerin tertibinde ve Mekkî ile Medenilerin her birinde uslûb ve konu özellik­lerinde ihtilaflar olabilir. Bu ihtilafý çözmenin yolu ise, ancak bir nevi icti-had ile mümkün olabilir.

en-Nahhas, [199] «Hiç þüphesiz Allah size emanetleri ehline teslim et­menizi emreder.» [200] âyetine dayanarak en-Nîsa sûresinin Mekkî olduðu-nu oünkü bu âyetin, Kabe'nin anahtarlarý meselesiyle tam bir uyum içeri­sinde bulunduðunu ileri sürer. es-Suyutî, bu görüþü zayýf bularak ona kar­þý çýkar ve þöyle der: «Bu, çürük bir dayanaktýr. Çünkü büyük çoðunluðu Medine'de inen uzun bir sûrenin bir veya bir kaç âyetinin Mekke'de inmiþ oimasý o sûreyi Mekkî kýlmaz. Özellikle, hicretten sonra inen âyetlerin Me­denî olduðu görüþü tercih edildiðine göre en-Nisâ sûresi için Mekkîdir di­yemeyiz. Sûrenin âyetlerinin nuzûl sebeplerine müracaat eden yukardaki görüþün reddedildiðini görecektir. Buhârî'nin Hz. Aiþeden naklettiði: «eî-Bakara ve en-Nisa' sûreleri indiðinde Rasûlullah'ýn yanýndaydým.» sözü  onu reddetmektedir. Çünkü Hz. Aiþe'nin hicretten sonra Rasûiullah'n ya­nýna geldiði ittifakla kabul edilen bir husustur.» [201]

Gerek Mekkî ve gerek Medenî sûrelerde istisna edilen âyetler rhevcud olduðundan bu istisna hususunda bazý âlimler nakle deðil, içtihada dayan­mýþlardýr. [202] Ayrýca bu, Ýbni Abbas'tan varid olan: «Bir sûrenin baþlan­gýcý Mekkede inmiþse, o sûre Mekkî olarak yazýlýr, sonra Allah dilediðini ona ilave ederdi.» sözlerine ters deðildir. Çünkü Mekkînin Medenîye veya Medenînin Mekkîye ilave edilmesinde hikmet yönü içtihat yoluyla bilinir: Meselâ el-Ýsrâ sûresi Mekkîdir. Ancak: «Ey Muhammedi Seni, sana vahyet-tiðimden ayýrýp baþka bir þeyi Bize karþý uydurman Ýçin uðraþýrlar.» [203] âyetini ondan istisna ederler. Bunun Mekkî bir âyet olduðunu tercih ederek bu âyet «Sakîf elçileri hakkýnda inmiþtir. Onlar Peygamber (s.a.v.) e, gel­miþ ve saçma isteklerde bulunarak: Ýlahlarýmýzdan dolayý bizi faydalandýr ki onlara hediye edileni alalým. Bu hediyeyi aldýk mý, bu putlarý kýrar ve Ýs-lâmý kabul ederiz. Ayrýca Mekke mukaddes kýlýndýðý gibi vadimizi de mukad­des kýl ki Araplar, onlara karþý üstünlüðümüzü bilsinler» [204] demiþlerdi  Kýzýlelma cad Þair Mehmet Emin sok. no: 35 Meditaþ Erdal

Alimler - rivayet ve senetlere dayanarak - Mekkî ve Medenî süreleri tayin ederler [205] Sonra nuzûl sýralarýna göre onlarý tertip ederler. Bunun­la birlikte Kur'andan ilk inen ile son olarak inen hakkýnda ihtilaf  vardýr. [206] Hatta Müslümanlarýn, namazlarýnýn her rekatýnda okuduklarý Fati­ha sûresi hakkýnda bile ihtilaf vardýr. Bazýlarýna göre Fatiha sûresi Mekkî-dir, bazýlarýna göre de Medenîdir. [207] Baþka bir topluluk ise, üçüncü bir görüþ ileri sürerek iki defa nazil olduðunu söylemektedir. [208] Yine bazý­larýna göre Mekke'de ilk inen o dur. O halde bu görüþe göre Kur'an'dan ilk inen Fatiha olmaktadýr. [209] Diðer bazýlarýna göre ise, ondan önce na­zil olan bir kaç sûre vardýr. Bu gibi durumlarda âlimler delil getirme ve görüþlerini isbatlama hususunda yarýþýrlar. Getirdikleri deliller naklî ol­maktan çok içtihada daha yakýndýr. Misâl olarak el-Vahidî gibi bir âlim, Rasûlullah (s.a.v.) iri Mekke'de on kusur sene kalarak Fatiha'sýz namaz kýlmýþ olmasýný garipsiyor. [210] Halbuki -bildiðimiz gibi- el-Vahidî «Esbâ-bun-Nuzul» isimli meþhur kitabýnda sadece rivayet ve senetlere önem ver­mektedir. Lâkin nakil ve nass sahiblerinin yanýnda da ictihad ve istinbot kapýsý ardýna kadar açýktýr.

Müsteþrik Blachere, el-Vâhîdî'nin buradaki düþüncesini ictihad ve is-tinbat için bir gayret olarak deðerlendireceðine, konuyu çözümlemek için bütün umutlarýný yitirmiþ âciz kimsenin cahilliðini itiraf etmesi ve kurtulu­þunu bu itirafta bulanýn tavrý olarak nitelendirir. [211] Bize göre burada Blachere çok katý ve mübalaðacýdýr. Âlim olan bir kiþi Kür'an vahyinin ter­tibi gibi önemli bir konuda, hemen kesin kararýný veremez. el-VâhÝdî'nin yaptýðý gibi -bir þeyi diðerine tercih eder. Cehalet her zaman kesin sonuç­larla tedavi olunmaz. Bazan tercih yalnýz baþýna ilim ve marifet tahsili Ýçin yeterlidir. Burada maksadýmýz, el-Vâhidî'yi savunmak deðildir. Aksine, Mek-kî ve Medenî'nin cüziyyatý hakkýnda bize ulaþan ilim çoðu zaman Ýctihad yoluyla bize ulaþtýðýna ve bir þey hakkýnda ilmin subutu için aklýn nakil gi­bi ve kýyasýn da sema' gibi olduðuna dikkat çekmek istiyoruz. el-Ca'beri: «Mekkî ve Medenîyi bilmenin iki yolu vardýr: Semaî ve kýyasý» [212]derken bunu göz önünde bulundurmuþtur. Semaîyi tarif ederken onun, «Mekke-de yahut Medinede nazil olduðuna dair bize haber ulaþandýr» þeklinde ta­rif eder. Sonra kýyasý için misal ve deliller zikreder. Zikrettiði misalleri, Kur'an'ia uðraþan ve ilimleriyle uslûblannýn zevkine eren âlimlerin misalle­riyle bir araya getirdiðimizde hepsinden, Mekkî sûreyi Medenîsinden ayýran

kýyasý bir ölçüye varabilir ve onunla, onlardan her birinin karakter ve özel­liklerini tesbit edebiliriz. Ayrýca göreceðiz ki bu ölçü uygulanmakta ve ge­çerli olmaktadýr. Bu ölçüye göre Mekkî sûrelerin özellikleri þunlardýr:

1- içinde secde bulunan her sûre Mekkîdir. [213]

2- Ýçinde «» lafzý bulunan her sûre Mekkîdir ve bu kelime Kur'-an'ýn ancak son yarýsýnda geçmektedir. [214]

3- el-Hacc sûresi hariç hitabýný bulundurup hitabýný bulundurmayanher sûre Mekkîdir. Ancak el-Hacc sûre­sinin sonlarýnda [215]âyeti geçmektedir ve bu sûrenin'Mekkî olduðunu bir çok âlim söylemektedir.

4- el-Bakara sûresi hariç Peygamberlerin ve geçmiþ kavimlerin kýs­salarýný ihtiva eden her sûre Mekkîdir. [216]

5- Yine eÝ-Bakara sûresi hariç Hz. Âdem ve Idris Kýssaslanný ihtiva eden her sûre Mekkîdir. [217]

6- «Elif-Lâm-mîm» ve «Elif-Löm-Ra» gibi hece harfleriyle baþlayan her sûre Mekkîdir. Ancak ez-Zehrâvân (el-Bakara ve ÂÝu Ýmrân) sûreleri bunaan hariçtir. [218]

Bu altý özellik -istisnalarý bir tarafa býrakalým- kesin alametlerdir. Ayrý­ca genel Mekkî sûreleri ayýran bazý alametler vardýr ki, Mekkî sûrelerde cokca rastlanan ve yaygýn olan bu alametler þunlardýr:

1- Âyet ve sûrelerin kýsalýðý, veciz olmalarý hareketli bir anlatým ve ses âhengine sahip olmalarý.

2- Allah'a ve Âhiret gününe davet ve cennetle cehennem tasviri.

3- Üstün ahlâka ve iyilik üzere doðru yolu tutmaya davet.

4- Müþriklerle mücadele ve düþüncelerinin basitliðini ortaya koyma.

5- Arablarýn üslûbuna uyularak «yemin» in çokça kullanýlmasý. [219]

Medenî sûrelere gelince, onlarýn kesin özelliklen þunlardýr:

1- Cihada izin verildiði, cihadýn söz konusu edildiði ve   ahkâmýnýn açýklandýðý her sûre Medenîdir.

2- Hudud ve miras hükümlerini ihtiva eden, medenî, içtimaî ve dev­letlerarasý hukukdan bahseden her sûre Medenîdir. [220]

3- el-Ankebût sGresi hariç münafýklardan bahseden her sûre Mede­nîdir. el-Ankebut sûresi ise, Mekkîdir. [221]Ancak bu sûrenin ilk onbir âye­ti Medenî olup onlarda münafýklardan bahsedilmektedir.

4- Ehl-i Kitapla mücadele edilen ve dinlen hususunda katý olmama­larýný öðütleyen her sûre Medenîdir:[222]

Daha çok Medenî sûrelerde görülen genel alâmetler ise, þunlardýr:

1- Sûrelerinin çoðu ve bazý âyetleri uzundur. Anlatýma itnab ve hu­kukî meseleleri konu edinen bir durgunluk hakimdir.

2- Dinî hakikatler tafsilatlý delillerle anlatýlýr.

Bu konu ve uslûb özellikleri ister kesin olsun Ýster aðlabiyet kabilin­den olsun Ýslâm'ýn emirlerinde takip ettiði tedriç hikmetini tasvir etmekte­dir. Medine ehline yapýlan hitabýn Mekke ehline yapýlanýn aynýsý olmasý mümkün deðildir. Çünkü Medinedeki yeni çevre teþrî ve yeni toplumun ku­rulmasýnda açýklamalarýn yapýlmasýný gerekli kýlýyordu. Daha önce veciz bir anlatým takip edilmiþken þimdi Ýtnaba ve mücmeli tafsile ihtiyaç vardý. Her âyet ve sûrede muhataplarýn durumu gözetilmeliydi.

Mekke'de azgýn ve inatçý bir topluluk vardý. Rasûlullah'a ve mü'minle-re iþkence ediyorlardý. Onun için Rasûlullah (s.a.v.) e: «Ey Muhammedi Onlarýn söylediklerinin seni üzeceðini elbette biliyoruz.» [223] «Senden ön­ce nice Peygamberler yalanlandý.» [224] ve «Onlara gökten bir kapý açsak da, oradan çýkmaða koyulsalar: «Gözlerimiz döndü, biz her halde büyülen­dik» derler» [225] gibi âyetlerin inmesi münasipti. Böylece Mekke'de Müþ­rikleri kýnayan, düþüncelerinin basitliðiyle alay eden ve Rasûlullah'la Mü'-minleri teselli eden, onlara müsamaha ve yumuþak davranmayý öðütleyen âyetlerin iniþi çoðaldý,

Medine'ye gelince, hicretten sonra burada üç sýnýf insan bulunuyordu: . 

a- Mü'minlerden, Muhacirlerle Ensâr.  Münafýklar.

c- Yahudiler. Kur'an Yahudilerle tartýþmaya girerek onlarý orada eþit olan bir kelimeye davet etti. Münafýklarýn kötülüklerini ortaya dökerek on­larý rezil ü rüsvay etti. Mü'minlere gelince, doðru yolda devam etmeleri için -bir yandan- onlarý cesaretlendirdi. -Diðer yandan- barýþ ve savaþla, fert ve toplumla, siyaset ve iktisatla, ilgili emirleri ve hukukî kurallarý izah etti. Misal olarak zekâtý ele alalým. Mekke'de farz kýlýnmasýnýn bir anlamý yoktu. Çünkü müsiümanlarýn hepsi fakir ve baský altýnda bulunuyorlardý. Korku namazýný ele alalým?. Bu namaz sadece savaþta kýlýnan bir namazdýr. Bu­nun da Mekke'de teþriî mümkün deðildir. Çünkü mü'minlere ancak Medi'-ne'de savaþma Ýzni verilmiþtir. Onun için Mekkî sûrelerde cihada ve cihad-la Ýlgili hükümlere asla rastlanamaz.

Þayet Ebu'l-Kasým en-Neysâbûrî'nrn Mekkî ve Medenî tertibinde ta­kip ettiði kronolojik tarihî metodu alacak olursak, - onu uygulamanýn ve etkisinde kalmanýn bir neticesi olarak - gerek Mekkî ve gerek Medenî sû­releri üç merhaleye ayýrmamýz gerekiyor: Baþlangýçta inenler, arada Ýnen­ler ve sonda inenler. Sahih senetleri ve Hadis eleþtirmenlerinin ölçülerini

kendimize rehber edindiðimizde bu merhaleleri tesbit için fazla bir zorluk çekmeyiz. Medenîlerde tereddüdümüz daha da az olacaktýr. Hatta anýlma­ya deðmez bir seviyeye inecektir. Çünkü Medine'de Ýslâmiyet yayýlmýþ, Kur'an ezberlenmiþ, onu okuyan ve yazanlar çoðalmýþ, rivayet ve dinde bilgi sahibi olma kolaylaþmýþtýr. Mekkî kýsma gelince, olaylarýn kendi man­týðý, merhalelerin tasviri konusunda bir takým tereddütlerin vukuunu gerek­ir kýlmaktadýr. Özellikle ilk zamanlar için bu durum daha da geçerlidir. Çünkü Ýslâmiyet Mekke'de garip olarak baþlamýþtýr. Vahyin . ilk yýllarýnda Rasûlullah (s.a.v.) e inanan aneak bir kaç kiþi idi. Ýslâm'a ilk girenler dýþýn­da hiç kimse için vahyin merhalelerini ve ilk zamanlardaki durumlarý kesin olarak tesbit mümkün olmamýþtýr.

Lâkin kronolojik sýra hususunda muhakkik âlimlerin ihtilaf ettiklerini ve hangisinin daha önce olduðunu tesbit etmekten âciz kaldýklarýný bir ta­rafa, býrakarak benzer guruplara parmak basacak olursak, gerek Mekkî ve gerek Medenî olanlarýn ilk, orta ve son merhalelere ait bir takým alametler buluruz ki bunlara dayanarak kesin hükmümüzü verebiliriz.

Tarihçi ve müfessirlerin, ilk inen sûreler, modern ifademizle Mekkî merhalelerin ilk merhalesinde inenler olduklarýna dair ittifak ettikleri sûre­ler þunlardýr: el-Alak, el-Müddessir, et-Tekvîr, el-Â'lâ, el-Leyl, eþ-Þerh, el-Adiyat, et-Tekgsür, ve en-Necm.

Mekke'nin ara merhalesinde inenler: Abese, et-Tîn, el-Karia, el-Kýya-me, el-Mürselat, el-Beled ve el-Hýcr.

Mekke'nin son merhalesinde inenler: es-Saffât, ez-Zuhruf, ed-Duhan, ez-ZarÝyâî, el-Kehf, Ýbrahim ve es-Secde.

Bu üç gurup Mekkî alametleri her ne kabar açýkça taþýyorsa da muh­teva ve uslûb yönünden basit bir takým farklýlýklar arzetmektedir. Oysa her gurup,, hatta onlardan.her sûre baþlý baþýna fikrî bir bütünlüðe sahiptir. Özet olarak ve þöyle bir göz atýþýyla yapacaðýmýz tahlilde gözümüze çarpa­cak olan, lafýzlarýnda, fasýlalarýnda ve muciz âyetlerinin anlattýðý akidele­rinde ortaya çýkan en bariz alâmetlerine iþaret etmekten öteye geçmez.

Kur'an'dan ilk inen sûre olan el-Alak sûresinde, insanlýðýn tarihinde þa­hit olduðu ve insanlýðý göðe ve onun sýrlarýna ulaþtýran, yeni bir doðum þeklinde doðan canlý ve büyük bir olayý tasvir ediyor. Sûrenin ilk bölümü Allah'ýn elcisi Muhammed'i Yüce Âleme ve Allah'ýn adýyla okumaya [226] yöneltiyor. Doðuþ da O'ndan, dönüþ de O'na. Varlýðýn sýrlarýný öðretmekle

insaný yücelten de O. Bu arada «kalem» den bahsedilmesi, ilim ve öðreti­me iþarettir. Oysa O, insaný basit bir þeyden, katýlaþmýþ ve korunaklý bir yerde, rahime yapýþýk bir kandan yaratmýþtýr. [227]

el-Müddessir sûresinin baþlangýcýda -daha önce gördüðümüz gibi va­hiy fetretinden sonra inmiþtir- [228] Allah Peygamberini uykusu olmayan bir kalkýþa ve tembelliði bulunmayan bir aksiyona çaðýrmaktadýr. Yataðýn­dan bîr silkiniþte sýçrasýn ve sýcak örtüleri bir tarafa atsýn. Çünkü Önünde uzun ve aðýr bir mücadele vardýr. Yakýn tehlike, yoldan sapmýþlarý ve gafil­leri kolluyor. Peygamberin, Yüce Rabbini büyük görerek ve bu varlýktaki her türlü komployu küçümseyerek, niyyetinin paklýðýna alâmet olsun diye elbisesini temizleyerek, her türlü Þirk ve pislikten uzak durarak, azabý ge­rektiren her þeye amansýz savaþ açarak, minnetsiz ve böbürienmeksizin mücahidlerin ulaþabilecekleri fedakârlýðýn en âlâsýnda bulunarak uyuyan­larý uyandýrmasý onun için bir görevdir.[229]

«et-Tekvîr» sûresi akide ve imanla iliþkisi kesik olmayan üç hakikati dile getirmektedir: Kýyamet günü kevnî inkýlâb hakikati, ebedî vahiy ve âlem þümul davet hakikati, bir de Alîm ve Hakîm olan Allah'ýn meþietine baðlý o-lan Ýnsanî irade hakikati. [230]

Kevnî inkýlâba gelince, sürenin henüz baþýnda dehþet verici bir þekil­de görünmektedir. Soðuyup alevi sönen güneþ. Darma daðýn olmuþ ve par­laklýðýný yitirmiþ yýldýzlar. Kökünden sökülen, rüzgarýn önünde savrulup se­raba dönüþen ve bulutlar gibi hareket etmeye baþlayan daðlar. Onuncu ayýna girmiþ hamile develer korkudan her yerde yavrularýný düþürüyorlar. Oysa bunlar, Arab için ihtimam gösterilmesi gereken en deðerli develerdir. Her biri bir vadide dolaþan vahþî hayvanlar korkudan bir araya gelmiþ sak­lanacak delik arýyorlar. Suyu alev almýþ denizler ateþ tufaný içerisine giri­yor, alev her tarafý sarýyor. Ruhlar bedenleri buluyor. Katý kalblilikle canlý olarak gömülen kýzlar için hesap sorulacak. Henüz hayatýn baþlangýcýnda olan bu kýzcaðýzý bir Ýnsan nasýl olur da diri diri gömebiliyor?

Bu kevnî inkýlâb yine amel defterlerinin açýlmasýný içeriyor. Tâ ki gizli olan hiç bir þey kalmasýn hepsi açýða çýksýn. Mavi gök kubbe yerinden ka-yýyot*. Cehennem alevlendiriliyor, insan ve taþlardan oluþan yakýtýyla alevi daha da büyüyor. Cennet, damadý kendisine cezbeden gelin gibi süsleniyor ve ehline yaklaþýyor. Neredeyse kollarýna atýlacak. Ýþte o zaman insanoðlu önceden kendisine ne hazýrladýðýný görecektir. Azabýný hafifletecek azýðý da yoktur.Vahiy ve onun karakteriyle ilgili ikinci hakikate hazýrlýk olsun diye, an­latým, kâinat tablolarýndan kendisine hayat verilen ve ruh üflenen parlak ve mükemmel tablolara yemin edilerek bir geçiþ yapýlýyor. Ceylanlarýn sü­züle süzüle dolaþýp daha sonra saklanmak ve yorucu koþudan sonra din­lenmek için yuvasýna dönüþü gibi gökte dolaþan ve yörüngesinde gizlen-.mek için dönen gezegenlere, kâinatý karanliðýyla kaplayan ve ne kendisini, ne de önünü gören, körün saða sola çarpmasý ve yolunu bulmasý için bas­tonuyla tecessüste bulunan geceye, gecenin gidiþinden sonra doðan, ay­dýnlýðý görüp harekete geçen, kalbi hayata açýlýp çarpmaya ve nefes alýp vermeye baþlayan sabaha yemin ediliyor. Allah, bu canlý tablolara yemin ederek: Vahye Muhammed'in her hangi bir müdahalesinin bulunmadýðýný, göðün emanetini insanlara getirebilecek durumda olan yüce bir meleðin. Arþ'm sahibinden aldýðý telkinatýyla hareket ettiðini belirtiyor.

Yine Allah bu canlý tablolara yemin ederek: Muhammed'in vahiy hu­susunda güvenilir olduðunu, üstün bir akla sahip bulunduðunu, kendisine Peygamberlik gelmeden önce Mekke'liler arasýnda kýrk yi! yaþadýðýný ve bu hayat dönemi içerisinde kendisine es-Sâdýkul -Emîn (güvenilir doðru) ismi­ni verdiklerini, iþte o güvenilirliðiyle, aralarýnda þöhret bulan Muhammed'in kendi gözleriyle, gözün kaymadýðý apaçýk ufukta vahyi gördüðünü söyledi­ðini belirtiyor. Nasýl olur da þimdi ondan þüpheleniyor ve bir takým zanlar ileri sürüyorlar? Nasýl oluyor da onun bîr deli olduðunu ve bu vahyi kendi­sine þeytanlarýn getirdiðini söyleyebiliyorlar?

Bu bölümün kendisinde Allah, Mekke'lüere bu vahyin sadece onlara hitap etmediðini, aksine âlemþümul bir davet olduðunu [231] hatýrlatarak bugün için ona ne kadar karþý koysalar da, mü'minleri kovsalar da er geç baþarýya ulaþacaðýný bildiriyor. Hakký ve hidayeti bulmak isteyene bu dâ­vanýn kapýsý ardýna kadar açýktýr.

Üçüncü hakikate gelince, «et-Tekvîr» sûresi tek, kesin ve son bir âyet­le izah ediliyor. Bu âyet kat'î bir þekilde gerçek iradenin, Allah'ýn iradesi olduðunu belirtiyor. Her þeyi bilen ve her þeyden haberdar olan Allah'ýn iradesinden ayrý hiç kimsenin iradesi yoktur. Takdir eden ve doðru   yola

ulaþtýran sadece O'dur. Ýnsana irade veren de O'dur. Ýnsanoðlu kendisine verilen bu irade olmasaydý teklif ile þereflenmezdi.

«el-A'lâ» sûresinde [232] herþeyi yerli yerinde yaratan, ona yol çizen ve varlýðýnýn sebebini bulmayý ona bahþedenin ismini yüceltmekten yeryü­zünde her canlýya yeþil ottan ve siyaha çalan kurumuþ ottan rýzkýný takdir ederken yaratýklarýndaki bazý eserlerini arzetme, Kur'an'ý Peygambere ez­berletme ve Peygamberden bir çaba olmadan hiç bir harfi yitirmeksizin, hiç unutmaksýzin onu kalbine nakþetme hususundaki Rabbânî kefaletten bahsedilmektedir. Çünkü ezberlemek de unutmak gibidir. Her ikisi de hiç bir þeyle kayýtlý olmayan Ýlâhî meþiete baðlýdýr. Her zaman yanýlma ve unut­maya maruz olan insana baðlý deðildir. Ayrýca bu kolay daveti taþýmak için Peygambere ve mü'minlere kolaylýk gösterileceði, bu büyük emaneti yerine getirebilecekleri müjdesinden söz edilmektedir. Yine bu mukaddes dâva karþýsýnda insanlarýn takýnacaðý deðiþik tavýrlar anlatýlmaktadýr: Onlardan bir kýsmý Allah'a inanýyor, O'nun rahmetini diliyor ve azabýndan korkuyor. Bir kýsmý bu dünyada kendi kendisine kötülük ederek bedbahtlaþýyor, âhi-rette þiddetli ve acýklý azaba çarptýrýlmasýna sebep oluyor: Cehennemde ne öiüp rahatlayacak ve ne de huzur ve güven içerisinde yaþayacaktýr. Sure­de ayrýca selim her fýtrat sahibine, kurtuluþun temizlikte, hüsranýn da pis­likte olduðu ifade edilmekte ve dünyanýn geçiciliðiyle âhiretin ebedîliði ko­nusunda insanlar uyarýlmaktadýr. Sûrenin sonunda ise, dinin birliði hatýr­latýlmaktadýr. Onu Muhammed'în kalbine indiren Yüce Yaratýcý daha önce Peygamberlerin atasý Hz. Ýbrahim ve Kelîmullah Hz. Musa'ya da benzerini indirmiþti. Hepsinde akide ve talimat birliði vardýr. Kaynaklarý da birdir ve âlemlerin Rabbý Allah'týr. [233]

«el-Leyl» sûresinde [234] Allah, gece ve gündüzün deðiþmesine ve erkekle diþinin yaratýlmasýna yemin etmektedir. Ýnsanlarýn hayatta tuttuk­larý yollar deðiþik olduðundan varacaklarý yerler de deðiþik olacaktýr. Nasýl aydýnlýk olan gündüz.karanlýk olan gecenin karþýtý ise ve lâtîf diþinin karak­teri katý erkeðin karakterine ters düþüyorsa, müttakîlerin hareketleri de kötülerin hareketine ve mükâfatlarý da onlarýn cezalarýna terstir. Allah an­cak O'nun yolunda infâk edip O'ndan sakýnan kalbten razý olur.

«el-înþirah» sûresinde ince ve tatlý bir münacat vardýr. Onda Allah Peygamberinin içinde bulunduðu ve belini çökertip nerdeyse altýnda ezileceðî yükü gideriyor. Bu sýkýntýlarýn son bulacaðýna, iþinin kolaylaþacaðýna, yer ve gökte þanýnýn yüceltileceðine, sabah-akþam adýnýn kendi adýyla be­raber anýlacaðýna dair müjde veriyor, dünya meþgalelerinden her uzak kal­dýðýnda uzun davet yolunda kendisine ibadet etmesini öðütlüyor, [235]

«el-Âdiyat» sûresinde [236] Ailah, savaþ sahasýnda kiþneyerek saldý­ran, nalýndan ateþ kývýlcýmlarý sýçrayan, düþman saflarýna yaklaþýrken tozu dumana katan, savaþ sahasýnda saða sola koþan ve savaþ saflarýnda korku salýp onlarý kaçmaya zorlayan atlara yemin etmektedir. Ýþte Allah, insanýn, Rabbýnýn nimetini inkâr ettiðini ve bu inkârýna dair insanýn kendisinden þa­hit getirip kiþneyerek saldýran coþmuþ atlara yemin ediyor. Ýnsaný nimetin küîranýna sevkeden ise, üzerinde yaratýlmýþ oiduðu mal ve dünya metai sevgisýdir. O halde insan kendisini bunun zincirinden kurtarmalý, hayaliyle varacaðý kesin sonuca seyahat etmeli, kendisinin ve insanoðlu kardeþleri­nin mezarlarýndan kalkýþlarýný seyretmelidir. Kabirleri açýlmýþ, kalblerindeki sýrlar açýða vurulmuþtur. Rableri, gizlediklerini ve inkârlarýný yüzlerine vur­maktadýr. Artýk daha önce yaptýklarýndan dolayý kötü azap ile cezalandý­rýlmaktadýrlar.     ..

«et-Tekâsûr» sûresinde mal ve çocuklarýn çokluðuyla övünen, nihayet dar mezarlara giderek oradakileri de sayýp sayýlarýný çoðaltmaya çalýþan gafillere dehþet verici bir uyarý vaVdir. Ama kabirlerin o karanlýk çukurla­rýnda yarýþma fýrsatýný bulamazlar. Bu boþ þeylerle uðraþmalarýndan ve uzun süren bu sarhoþluklarýndan sonra bu korku onlarý yakalayacak ve uyanacaklardýr. Ama iþ iþten geçmiþtir. Kendi gözleri ile cehennem azabýný göreceklerdir. -Bu acýklý ve kalýcý azabý bekliyor olduklarý halde- ellerine geçen türlü türlü nimetleri küçümsüyorlar. [237]

«en-IMecm» sûresinde de [238] vahyin hakikati, alýnýþ þekli, vahiy mele­ðinin hakikati ve iniþ üslûbu hakkýnda mükemmel bir tasvir vardýr. Putpe­restlerle ve putlarýyla alay edilmektedir. Melekler hakkýnda Araplarýn Ýnançlarý tashih edilmekte ve bütün Peygamberlerin ayný inanç kurallarýy­la gönderildiklerine dikkat çekilmektedir. Hepsi ayný mesuliyet ve ceza ku­rallarýna davet etmiþtir. Ayrýca baþý boþ bir hayat yaþayan ve herþeye gü­lüp geçenler uyarýlmakta ve bu dünya hayatýnýn geçiciliði hatýrlatýlmakta­dýr. Kendilerinden her Ýnatçý zalim göçüp gittiði gibi onlar da gideceklerdir.

Allah, Muhammed'in Rabbýndan qldýklanný teblið ettiðine, sapýk yolla­rý deðil doðru yolu gösterdiðine, dosdoðru olup aldatma yollarýný bilmedi­ðine dair, parladýktan sonra battýðý zaman yýldýza yemin etmektedir. Aksine, bu vahiy kendisine gelmeden önce kavmi arasýnda bir hayat boyu geçirdi.

Onun ne bir kötülüðüne þahit oldular, ve ne de bir yalanýna. O halde ken­disine inen vahiyden de þüphelenmenin anlamý yoktur. Kendisine vahyi ta­þýyan melek ise, çetin kuvvetlere sahiptir. O heybetli görünüþüyle ufku kaplamýþtýr. [239] Bu ümmî Peygambere onunla karþýlaþma müyesser ký­lýnmýþtýr. Ýki defa onu asýl sureti üzere görmüþtür. Bunlardan biri, vahyin ilk baþlangýcýnda vukubulmuþtur. Diðeri ise, onunla gerçek bir seyahatte bu­lunduðu Ýsrâ ve Miraç gecesi vukubulmuþtur. Peygamber (s.a.v.) bu seya­hat esnasýnda Rabbinin büyük âyetlerine þahit olmuþ ve Sidretu'l Muntehâ (sýnýrýn sonu) ya kadar varmýþtýr. [240] O Sidretu'l Muntehâ ki, mahlukatýn varabileceði son sýnýrdýr. Evvelkilerin ve sonrakilerin ilmi onda son bulur. O halde orasý sýddýklarýn, meleklerin ve mukarrabîn'in ruhlarýnýn barýndýðr müttakîler cenneti Firdevs'Ýn derecesine yakýn bir derecededir. [241] Artýk gördükleri hususunda Muhammed'e kim karþý koyabilir? Onun gözü oradan ne kaydý ve ne de aþtý..

Vahiy sabit ve görünen bir hakikat ise de, Araplarýn Lât, Menât, Uzza vesair putlarý vehim ve efsaneden baþka bir þey deðildir: Bu putlarýn Me­lek olduklarýný ve Meleklerin de Allah'ýn kýzlarý olduklarýný ileri sürerken sa­dece ve sadece zanlarýna dayanýyorlardý. Bu ayýrýmda zulümden baþka bir þey bilmezler. Onlar haddi zatýnda kýzlardan hoþlanmadýklarý halde sev­mediklerini Allah'a nisbet ettiler; Allah'ýn kullarý oian meleklerini diþi kýldilar.

Lâkin bazen putlarýna ve bazen de meleklere verdikleri bu isimlerin ardýnda hiç bir anlam yoktur. Onlarý destekleyecek ne bir mantýk ve ne de bir delil vardýr. Peygamberin bu cahillerden yüz çevirmesi ve kale alma­masý, yüzünü, yeri ve göðü yaratana yöneltmesi ne kadar da yerindedir, iyilik eden iyiliðinin karþýlýðýný, kötülük eden de kötülüðünün karþýlýðýný gö­recektir.

Mesuliyet ve ceza mefhumlarý, Allah, Peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdiði günden beri eski ve köklü mefhumlardýr. Hepsi ayný inanç kurallarýný teblið etmiþ ve insanlarý, sorumluluklarýný bizzat yük­lenmeye çaðýrmýþlardýr. Her þey eninde-sonunda Allah'a dönecektir. Her­kes onun huzurunda hesap verecek ve savunmasýný yapacaktýr. Hz. Ýbra­him ve Musa'nýn sahifeleri bütün bunlarý anlattýðý gibi Ýnsanýn yaratýlýþý, ha­yatý, ölümü, ölümden sonraki diriliþi hususlarýnda iki çeliþkiyi bir araya getirmeye Allah'ýn kadir olduðunu da ifade etmiþlerdir. Allah insanda gül­me istek ve sebeplerini de aðlama istek ve sebeplerini de yaratmýþtýr. Onu hayata hazýrladýktan sonra ölümü de hazýrlamýþtýn Atan menide erkek özel­liklerini yarattýðý gibi kadýn özelliklerini de yaratmýþtýr. Ýkinci diriliþ O'nun Ýçin, birinci diriliþten daha kolay deðil midir?

O halde müþrikler güçlerinin sýnýrlarýný bilsinler ve sapýklýklarýndan vaz geçsinler. Allah'ýn yalancý münkirleri nasýl helak ettiðini hatýrlasýnlar. Bil­sinler ki tehlike, yakýndadýr. Hakký batýllarýna galib kýlmadan Allah'a secde etsinler. Yoksa, kâfir olduklarý halde can vereceklerdir.

Ýlk merhalede inen Mekkî sûreler hakkýnda söylenebilecek pek çok þey arasýndan naklettiðimiz bu küçük miktarý aktarýrken -muhakkik âlimier-ce sabit olduktan sonra- bizce de sabit olandan özet mahiyetinde düþün­celer, inanç meseleleri ve bazý talimatý zikretmekle yetindik. Ýlk merhalede Ýnenler hakkýndaki bu tahlilimiz kýsa ve seri bir þekilde ise de - arzedilen konular, tasvir edilen tablolara ýþýk tutmak için yeterlidir. Ayrýca Kur'an'-daki bu sûreleri üslûp özellikleri yönüyle, Mekkî diðer iki zümre ve Mede­nî üç zümredeki sûrelerden temyiz edebilmek için de kâfidir.

Bu merhalenin bütün sûrelerinde vahiy ve din, AHah'ýn kudreti ve rah­metinin eserleri, birinci diriliþe kýyasla ikinci diriliþin deiitlendirilmesi, kýya­met sahnelerinin tasvirleri, daha önceki yalancýlarýn uðradýklarý musibetlere benzer musibetlerle müþriklerin uyarýlmasý, mesuliyet, sevap ve ceza dü-

þüncesinin pekiþtirilmesi. Peygamber ve mü'mînlerin karþýlaþtýklarý musî-betve belâlar karþýsýnda önceki kardeþ Peygamberlerin uðradýðý sýkýntýlar anlatýlarak teselli edilmeleri, inanç kurallarýnda din birliði açýklanarak bu mübarek dâvanýn âlemþumulluðuna iþaret edilmesi gibi konularý rahatlýkla gözlemleyebiliriz. Ýlk merhalede inen sûrelerde anlatýlan bu konular her ne kadar çeþitli usiûblarîa ve farklý mûsikî âhengiyle, anlatýlmýþsa da en bariz olanlarýdýr.

Þayet bu sûrelerin kendilerine dönüp teker teker okuyacak olursak hepsinin âyetlerinin kýsa ve son derece veciz olduklarýný, kâinatýn'çeþitli görüntülerine sýk sýk yemin edildiðini, emir, nehiy, istifham, temennî ve di­leðin coþkulu ve etkili bir anlatýmla anlatýldýðýný görürüz. Kullanýlan keli­melerin parlak ve özenle seçildiðine, musikînin bazen sessiz harflerinde bazen de sesli harflerinde tam bir mükemmeliyetle hakim olduðuna þahit oluruz. Ölçülü kafiyeleri -dehþet verici âhengiyle- bazen hareketli ve dal­galý, bazen de durgun ve þakin. Bazen kökten sökücü ve devirici, bazen baðýna ve bazen fýsýldayýcý. Mânâlarýn muþahhaslaþtýrýlmasý ve cansýzlarýn canhymýþ gibi onlara hareket, ve hayat verilerek konuþturulmasý, onlarý, renklerle zengin canlý tablolar haline sokmuþtur.

Mekkî sûrelerin orta merhalesinde olduklarýna kanaat getirdiðimiz sû­relerden tahlilini yapmak istediklerimiz de bu konu ve üslûp özelliklerine sa­hiptir. Hepsinde bu fikir ve talimatlarýn benzerleri vardýr. Her sûrede bu se­kil ve gölgelerin, bu naðme ve musikînin benzerlerine rastlanýr. Ancak ba­zý inanç kurallarý arttýrýlmýþ ve bazý hakikatler daha ilâve edilmiþtir. Öyle ki, neredeyse sûre, kalb ve kulaklarý doyuran ulvî bir manzumedir.

. Misal olarak «Abese» sûresini ele alalým. Mekkî orta merhaleden bir sûre. Henüz baþýndan itibaren kalbleri gerçek deðerlere, insanlýðýn kýya­met günü büyük korku ve hakikatýna yöneltmekle Rasûlullah döneminin olaylarýndan birini tedavi ediyor. Sûre bu büyük hakikatleri, güçlü etkilere sahip iþaretlerle derinlere etki eden deðinmelerle, uzun gölgeli resimler ve vurgulu fasýlalarla tedavi ediyor.

Ýnanmýþ biri olan, fakat gözlerinden âmâ ve fakir bulunan Ýbnu Ummi Mektum peygambere gelerek ondan Allah'ýn kendisine öðrettiklerinden ona da öðretmesini istemiþ ama Peygamber yüzünü ekþiterek baþka tara­fa çevirmiþti. Kur'an-ý Kerim bu ferdî olayý ele alýyor ve þiddetli bir; þekilde Peygamberi kýnýyor. [242] Onu yeryüzünün deðerleri yerine semavî deðer­leri ve haksýz beþeri ölçüler yerine âdil þeriat ölçülerini almaya davet edi­yor. Allah bu olayý Peygambere ve mü'minlere unutulmaz bir ders kýlýyor; «Sakýn (ha bir daha böyle yapmasýn.) Çünkü o bir öðüttür. Dileyen onu öðüt olarak alýr.»

Peygamber bu âmâdan yüz çevirip yüzünü ekþitmemeliydi. Çünkü bu âmâ kiþi, takvasý sayesinde Allah'ýn yanýnda soy, güç ve þöhret sahiplerin­den daha deðerlidir. Ýmandan ve takvadan uzak hayat deðerlerinin hepsi­nin hiç bir aðýrlýðý yoktur.                  '                                              ,

Deðerlerin hakikati iþte budur. Hayatýn hakikatma gelince onun mer­hale ve böiümleri vardýr. Bölümlerin her birinde, gerek insan, gerek hay­van âleminden canlýlarýn iþlerini düzenleyen þefkatli bir el görülür. Bu el, hayatlarýný devam ettirmeleri için gýdalarýný veriyor. Saðlýklarýný koruyor. Üzerlerine bol bol yaðmur yaðdýrýyor. Bu yaðmur toprak arasýndan süzü­lür ve topraðý gevþeterek bitek olmasýný saðlar. Bitki için gerekli nemi sað­lar ve topraðý yarýp çýkmasýna, uzayýp yükselmesine yardýmcý olur. Bir ba­karsýn o bitki öðütülen tane, sýkýlan üzüm, taptaze yenen meyve, yaðýn kendisinden yapýldýðý zeytin veya saklanabilen kaliteli hurma olmuþtur. Ve bakarsýn bitkinin yeþerdiði bahçelerde, aðaçlar biribirierine sarmaþ-dotaþ olmuþ, dallar biribirine karýþmýþ ve insanýn zevkle yiyeceði meyvelerle, hayvanýn otlayacaðý ve açlýðýný gidereceði otlarla dolmuþtur.

Ýnsan, hayatýn ve deðerlerin hakikatini bilmeliydi. Çünkü o, hayatýn tüm sebepleriyle ,mücehhez olarak yaratýlmýþtýr. Ama o, zalim ve cahildir. Nimetleri inkâr edendir. Basit ve kokmuþ bir sudan yaratýlýþýný unutmuþtur. Hayat yolculuðunda sýkýntýlarýný gidererek yolunu kolaylaþtýran Allah'ýn ni­metlerini görmezlikten gelmiþtir.. Ölümden sonra topraðýn altýna gireceðini hatýrlamaz olmuþtur. Sorumluluklarýný yerine getirmemiþ ve baþý boþ bý­rakýlýp hesaba çekilmeyecekmiþ gibi inkârýna devam etmiþtir. Ýnsanýn haki­kati ve onun küfrü ne de hayret vericidir!

Lâkin büyük ve korkunç bir hakikat insaný bekliyor. Büyük korku ve dehþet günü, kýyametin kopacaðý gün. Kulaklarýn zarlarý patlayacak, insan onun etkili sesinden baþka bir ses duymayacaktýr. Vereceði dehþetten en yakýn akrabalarýný býrakýp oraya-buraya koþuþacaktýr. Kendi geleceðinden baþka hiç bir þeyle ilgilenmeyecektir. O gün insanlar yüzleri açýsýndan iki sýnýftýr: Mutlu olanlarýn yüzü gülecek, neþe ve mutluluktan pýrýl pýrýl parla­yacak. Bedbahtlarýn yüzü ise, hüzün ve kederlerinden mosmor kesilecek. Ne mutlu inananlara! Kâfir zalimlerin sonucu Ýse ne kötüdür, [243]

Kur'an-ý Kerîm selim ve bozulmamýþ olduðu haldeki insan fýtratýma hakikati ile doðru yoldan saptýktan sonraki hakikatini arzetmek ister. Bu­nu «et-Tîn» sûresinde, ve bazý mübarek meyvelere, mukaddes yerlere ye­min etme çerçevesi içerisinde anlatýr, [244] Allah/insaný þereflendirmek, onu düzenli yaratmýþ olmak, bedenî azalarýný en mükemmel þekilde dü­zenlemek ve hem ceset, hem de ruh yönünden üstün kýlmakla  kendisine

yaptýðý Ýyiliði hatýrlatýr. Sonra ruhî yönden ne kadar aiçalabileceðini, aþaðý­larýn aþaðýsýna nasýl düþeceðini ortaya koyar. Ancak fýtrat ona hayat yol­larýný aydýnlatýr, ona iman hakikatini gösterir ve onu iyi davranýþlara teþ­vik ederek nihayet kemale ulaþtýrýr ve onu nâîm cennetlerine kavuþturur­sa o baþka. Artýk insanýn hakikati idrak ettikten sonra fýtrat nurunu sön­dürerek Allah'ýn dinini yalanlamasý, O'nun hikmetini görmezlikten gelmesi ve hevâ ile hevesine uymasý yakýþýr mý? [245]

Kur'an, kýyamet sahnelerinden birini tedâvî edici ve kalbe korku salan dehþet verici âyetlerle izah edip ardýndan ceza ve hesap sahnesini tasvir etmektedir. Bu, heybeliyle her þeyi sarsan «el-Karia» sûresinde, cereyan eder. Öyle ki, insanlar onun þiddeti karþýsýnda, hangi tarafa uçacaðýný bil­meyen ve saða- sola çarpan bir kelebek gibi þaþkýnSaþýr ve küçülürler. Köklü daðlar, savrulan ve uçuþan yün gibi darmadaðýn olur. Ama kiþinin ameli iyi ise, bu korkunç ortam içerisinde mutlu bir hayat ümidi içerisinde bulunsun. Ya ameli kötü ise, cayýr cayýr yanan ateþi ve ebedî helaki bekle­sin. Ýnsan, küçük kelebekler gibi saða-sola savurulmamasý için kendisini saðlam kýlacak aðýrlýklara ne kadar da muhtaçtýr.




[137] Yunus: 16.

[138] Kars. Tefsîru't-Taberî, 1/671, Rivayet Katade'den yapýlmýþtýr.

[139] BlachÐre, Kur'an'ý Kerime yaptýðý tercümenin mukaddimesinde bu görüþü ileri sü­rer Bk. Blachere, Traducti on, t. II, P. 1.

[140] Bk. Lammens, l'Age de Mahomet et la Chronologie   de la Sira, (Journal Âsiatiq'.(c, 1911).

[141] Blachere, Almanyada neþredilen Zeitschrift der Deutschen Morgen! Ândischen Ge-sellschaft dergisinde

yayýnlanan iki makaleye dayanarak bunu söyler.

[142] Bk. es-Suyutî, Tedrîbu'r-Râvî, s. 93; es-San'ânî, Tevzîhu'l-Efkâr, 2/47; Subhî es-Salih, Ulûmu'l-Hadîs, s. 193.

[143] Bu rivayetlerin en önemlileri Ýçin bk. Ýbnu Sa'd, eî-Tabakatu'1-Kubrâ 2/82.

[144] Misal olarak bk. Ýbnu Kesir, 2/410. Ýbnu Kesir burada, Peygamber (s.a.v.) Ýn Pey­gamberlikten önce kýrk yýl kaldýðýný söyleyen meþhur görüþü nakletmekle baþlar. Sonra otuzüç sene kaldýðýný bildiren Saîd b. el-Müseyyeb'in görüþünü nakleder ve birinci görüþün sahih olduðunu belirtir.

[145] Daha önce yedi harfle ilgili söylediklerimize bak.

[146] Bir önceki bölümdeki açýklamalara bak.

[147] Bu tarifler için bk. el-Burhan, 1/187, el-ltkan, 1/13-14.

[148] Bu sûrenin iniþ kýssasý için bk. Ýbnu HÝþam, Sîretur-Rasû!, s. 16-17.

[149] ei-Burhan, 1/195.

[150] ei-Burhan, 1/195.

[151] Nahivci ve Müfessir olup kýraat ilminde çaðýnýn imamýdýr. H. 406 yýlýnda vefat etmiþ­tir. (Buðyetu'l-Vuât, s. 227.)

[152] el-Burhan, 1/192; el-ltkan, 1/12-13.

[153] Cühfe: Medine yolunda bir köy olup Mekke'den dört konak uzaktýr.

[154] el-Burhan. 1/192.

[155] Bu söz Hz. Aiþe'ye nisbet edilir.  (Bk. el-Burhan,  1/198)  es-Suyûtî    Ýse    «el-ltkan, 1/34 de) þöyle demektedir: «Gündüz inene misal pek çoktur. Ibnu Hubeyb diyor ki:

. Kur'anýn çoðunluðu gündüz inmiþtir.» O halde es-Suyûtî bu sözü Hubeyb'e nisbet et­mektedir. Bu zat, yukarýda adý geçen Ebu'l-Kasým el-Hasen b. Muhammed b. Hu­beyb en-Neysâbûrî'dir.

[156] et-Tabarânî Hafýz olup çokça hadis rivayet edenlerdendir. Faydalý telifleri vardýr. En meþhurlarý el-Kebîr, es-Saðîr ve el-Evsaf isimli üç lügattir. H. 350 yýlýnda vefat et­miþtir. (Bk. el-Kettânî. Muhammed b. Ca'fer er-Rîso!etu'l-Mustatrafe, s. 30).

[157] el-ltkan, 1/35.

[158] Sahihu'l-Buharî, 6/135.

[159] el-Burhan, 1/198.

[160] Âlu Ýmrân: 128 {Bk. el-ltkan. 1/36.

[161] el-Maide: 67.

[162] et-Tevbe: 118.

[163] Sahýhu Müslim, (el-ltkan, 1/38).

[164] el-Ahzâb: 9. Hadisi. el-Beyhakî «Delâilu'n-Nûbuvve'de zikreder. (Bk. ~el-ltkan, 1/37).

[165] et-Tevbe: 81. (Bk. el-ltkan, 1/31).

[166] el-Maide: 3. (Bk. el-ltkan, 1/31).

[167] el-ltkan. 1/32.

[168] el-ltkan, 1/32.

[169] el-Bakara: 189. (Bk. el-ltkan, 1/30). Bazýlarýna göre ise fetih savaþýnda ya da veda haccýnda inmiþtir.

[170] el-Ýsrâ: 76. (Bk. el-ltkan, 1/32).

[171] el-ltkan, 1/30-34

[172] ez-Zuhruf; 45

[173] el-Burhan, 1/197.

[174] el-ltkan, 1/38.

[175] Bk. el-Burhan, 1/196.

[176] Tefsîru'i-Kurtubî'de (9/110-111)  bu âyetin Ebu'l-Yusr b. Amr Ýsminde Ensördan biri hakkýnda indiði söylenmektedir. el-Burhan'da (1/196) ise, Ebu Mukbil el-Huseyn    b. Ömer b. Kays ile ondan hurma satýn alan kadýn hakkýnda Ýndiði ifade edilir. Ayet, Hud: 114.

[177] el-Enfâl: 32. (Bk. el-Burhan, 1/197). Bazý âlimler de Medenî olan el-Enfâl sûresinde ki: «Ýnkâr edenler, seni baðlayýp bir yere kapamaK veya öldürmek, ya   da sürtneK Ýçin düzen kuruyorlardý.» (Âyet 30) âyetinin Mekkî olduðunu söylerler. Lâkin Suyûtî eel-ltkanda 1/24» bunu doðru bulmaz ve der ki: tlbnü Abbas'tan yapýlan ve bizzat bu âyetin - Esbabu'n-Nu2ÛI'da belirttiðimiz gibi - Medine'de indiðini bildiren   Sahih rivayet bu görüþü reddetmektedir.

[178] el-Bakara: 217.

[179] Tefsîru't-Taberi, 2/201-206; el-Burhan, 1/203-204.

[180] Ebu Abdtllah Muhammed b. Ahmed b. EbÝ Bekr b. Ferec el-Ensarî el-Harrecî el-En* delûsî: Kurtubî lakabýyla þöhret bulmuþtur, «el-câmt' li Ahkâm i'I-Kur'an» isimli tefsk. rin müellifi olup H. 671 yýlýnda vefat etmiþtir.

[181] e!-Bakara: 278.

e!-Bakara: 278.

[182] Tefsîru'l-Kurtubî, 3/363-364.                                                                                    -

[183] Misal olarak bk. Blachere, Intro., Cor., s. 252.

[184] Bk. H. Grimme, Mohammed, 2e partie (Münster-1895); cf. BlachÐre, Intro., s. 250.

[185] Noldeke'nin Görüþleriyle uyuþtuðu noktalardan bazýlarý Ýçin bk. Geschicte des Qo-rane, s. 73.                                                                                 

[186] Bu görüþleri MuÝr'in þu Ýki kitabýnda müþahede e


radyobeyan