Ben sana mecburum By: SevD@_GüLü Date: 27 Nisan 2011, 19:08:57
Ben sana mecburum
Sevmek bir san'attýr, Amennâ, Rasûl-i Kibriyâ'ya, gönül vermiþ bahtiyarlarýn, kumru misali dem çekiþlerine kulak kabartanlar, bunu hemen fark ederler. Onu sevmenin ve bu sevgiyi dile getirmenin bin bir çeþit yolunu görürler. Dilleri, renkleri, milliyetleri birbirinden farklý nice Resûlullah aþýðý vardýr. Onlarýn engin sevgi dünyasýný yansýtan muhabbet þiirleri, gül tomurcuklarý halinde boy atmýþtýr. Þuna inanýyorum ki, bizim aþýk milletimizin engin gönül dünyasýný aksettiren muhabbet gülleri, öteki kardeþ milletlerin sevgi tomurcuklarý yanýnda yediveren olmuþtur. Þairlerimizin Habîbullah Efendimize besledikleri derin sevgiyi arz ediþleri, o güzeller güzelini vasf ediþleri, onu görme, yanýna yaklaþma, bir tebessüme nail olma, hiçbiri olmazsa eþiðinin tozuna yüz sürebilme hususundaki niyazlarý, nazlarý, hele þefaatine erebilmek için yalvarýþlarý sevgi þiirlerinin þaheserlerini ortaya koymuþtur.
"Ben sana mecburum".
Minibüs edebiyatýndan olan "Ben sana mecburum" sözüne bayýlýyorum. Bu söz neleri ifade etmiyor ki!.. Ben sana baðlanmak, seni sevmek zorundayým. Sensiz bir hayatý düþünmek bile mümkün deðil, anlamýndaki bu slogan, bir hayat tarzýný ifade ediyor. Üzerinde iyice düþünülürse, Resulullah Efendimiz için kullanýlan ve bir hadis-i þeriften alýnmýþ olan "Habîbullah" sözünün de böyle bir hayat tarzýný hatýrlattýðý görülür. Habîbullah, Allah'ýn sevgilisi demek deðil midir? O halde Vacibü'l-vücud hazretlerinin sevdiðini sevmek, insanlar için bir mecburiyet olmaz mý? Zaten Fahr-i alem efendimiz yemin ederek:
"Hiçbiriniz beni ana-babasýndan, çocuklarýndan, hatta bütün insanlardan daha fazla sevmedikçe, iman etmiþ olmaz" buyurmuyor mu? öyleyse Rasûlullah muhabbeti bizim için bir mecburiyettir; bir farz-ý ayýndýr.
Rüþenî (ö.l487) Nebiy-yi Muhterem Efendimize "Ma'þûk-ý Rahmânî (Allah'ýn sevgilisi)" diye hitap ederek bu manayý ne güzel dile getirir:
Eya ma'þûk-ý Rahmani, ki farz-ý ayrý imiþ aþkýn
Sana âþýk olan kimse, hemen Allah'a aþýktýr
Yüce Mevla, bütün varlýklarýn en güzeli olarak yarattýðý Habîb-i Ekrem'ine öylesine aþýktýr ki, her þeyi onun uðrunda yarattýðý gibi, bütün dünyayý ve dünyadaki her þeyi (dünya ve mafîhayý) onun yolunda (reh-güzârýnda) feda edebilir. Yeniþehirli Avni Bey (ö.1883), bunu þöyle anlatýyor:
Sen ol mahbûbsun ki Hak Teala rehgüzârýnda
Eder dünya ve mafîhayý kurban ya Resûlallah
Bu gerçekler karþýsýnda, aklý baþýnda olan bir kimsenin yapacaðý tek þey, oturup þöyle düþünmektir: Madem ki Habîb-i Ekrem hazretlerinin o eþsiz güzelliðine, "güzeli seven" Rabbim bile aþýk olmuþtur; o halde benim de, güzelliði ihtiyaç sahiplerinin kýblesi (kýble-i erbab-ý hacet) olan Rasûlullah aleyhisselam'ýn yoluna girmem, peþine düþmem icabeder. Nitekim Neccarzade Þeyh Rýza da (ö.1744) öyle yaptýðýný söylüyor:
Hakikatte cemalin kýble-i erbab-ý hacettir
Yöneldim kýbleye uydum imama ya Rasûlullah
O güzeller güzelini sevmeye mecbur olduðumuzu söyledik ve bunun gerekçesinden kýsaca söz ettik. Görüldü ki, bu mecburiyet, týpký burcu burcu kokan bir gülün yanýndan geçerken, o caným rayihasýný ciðerlerimize doldurmaktan kendimizi alamamak gibi bir mecburiyettir. Bir bahar günü zümrüt aðaçlarýn altýnda dolaþýrken, muhrik naðmeleriyle cihaný velveleye veren bir bülbülün þakýmasýna kulaðýmýzý týkayamamak gibi bir mecburiyettir. Aslýnda o Seyyid-i Kainat' ý, O Mefhari mevcudatý sevmek, sevmekten de öte ona kul köle olabilmek rütbenin en alasýdýr. Peygamber sevgisiyle inlemekten bahtiyar olan aþk tutkunlarý (zar-ý müptelalar), onun yoluna yüz sürmeyi aþk derdinin yegane ilacý kabul ederler. On sekizinci yüzyýlýn büyük aþýklarýndan Nazîm, binlerce gönüldaþý gibi, Peygamber eþiðinin tozuna þöyle yüz sürüyor:
Gönül aþkýnla zâr-ý müptelâdýr yâ Rasûlullah
Yolunda baþ île câným fedadýr yâ Rasûlullah
...
Eðer reddeylemezsen, dergeh-i arþ âsitânýnda
Kul olmak rütbe-i izz ü alâdýr yâ Rasûlullah
...
Ýþin altun eder yüzler süren dergâh-ý vâlâya
Gubâr-ý râh-ý kûyun kimyadýr yâ Rasûlullah
...
Olaldan hasta-i aþkýn hayât-ý câvidan buldu
Dil-i bîmârýna derdin devâdýr yâ Rasûlullah
...
Akarsular gibi dâim n'ola aksa firâkýnla
Gözüm yaþý tükenmez mâcerâdýr yâ Rasûlullah
...
Tabîb-i hastegânsýn, þerbet-i lûtfun uzak tutma
Kapýn âsîlere dârüþþifâdýr yâ Rasûlullah
Aþk Derdinin Ýlacý.
Onun aþkýyla aðlamak Allah'ýn bir lütfu, eriþilmez bir bahtiyarlýktýr. Asýl felaket, onun uðrunda gözyaþý dökememektir. Habîb-i Kibriyanýn aþkýyla aðlamayan gözün, aðlanacak halde olduðunu, ondan ayrý kalmanýn üzüntüsüyle (gab-ý hicriyle) yanýp kavrulmayan gönlün, yanýp kül olacak durumda bulunduðunu Ýffet Efendi ne güzel anlatýr:
Aðlasýn ol dîde ki, aþkýnla giryân olmaya
Yansýn ol dil ki, gam-ý hicrinle sûzân olmaya
Peygamber aþkýyla aðlayan, onun hasretiyle yüreklerini daðlayanlarýn baþýnda Ashab-ý Kiram gelir. Ashabýn baþýnda da þüphesiz Hz. Ebu Bekir yer alýr. Zaten gözyaþlarýna hiç hakim olamayan bu aþýk, daha Efendimizin saðlýðýnda Peygamber hasretiyle aðlama sünnetini ortaya koyan kiþidir.
Ebû Said el-Hudrî diyor ki:
Nebiy-yi Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) son hastalýðýnda hutbeye çýktý. Söze þöyle baþladý: Allah Teâlâ bir kuluna dedi ki: Dünya ile benim yanýmda bulunan nimetler arasýnda bir seçim yap!. O kul da Allah'ýn yanýndaki nimetleri tercih etti. Hz. Peygamber böyle der demez Ebu Bekir aðlamaya baþladý. Ben ona bakarak þöyle düþündüm:
" Allah Allah! Cenab-ý Mevla'nýn, dünya ile kendi yanýnda bulunan nimetler arasýnda, bir kulu serbest býrakmasýnda, onun da Allah katýnda olaný seçmesinde ne var ki, bu ihtiyar böyle aðlýyor?". Meðer o seçimde serbest býrakýlan kul Rasûlullah Efendimizmiþ!
Ebü Bekir durumu hepimizden daha iyi kavramýþ. Hz. Peygamber'in, Rabbine kavuþmak üzere olduðunu anlamýþ, Ýþte o zaman Resul-i Ekrem efendimiz Ebu Bekir'in aðladýðýný görünce:
- "Ebu Bekir, aðlama!" diye onu teselli etti. Arkadaþlýk hususunda, malýný Allah yolunda esirgemeden harcama konusunda onun yaptýðý fedakarlýðý dile getirdi. "Ümmetimden birini kendime dost edinseydim, Ebü Bekir'i edinirdim!" diye ona iltifat etti.
Rasûlullah hasretiyle aðlayanlar arasýnda Abdullah bin Ömer'in ayrý bir yeri vardýr. Hz. Peygamber'in kayýnbiraderi olma bahtiyarlýðýna da ermiþ bulunan Ýbni Ömer, Fahri Kainat Efendimizi her andýkça aðlardý. Onunla beraber dolaþtýklarý tozlu yolarda yürür, onunla birlikte oturduklarý aðaçlarýn altýnda oturur, hatta kurumasýn diye bu aðaçlarý sulardý. Bu esnada gözyaþlarý onu o güzel günlere götüren bir köprü gibiydi. Dünyada bir daha geri dönmesi mümkün olmayan mutlu günlerin hatýrasýyla ahirette yeniden birbirlerine kavuþacaklarý o eþsiz zamanlarýn hayaliyle avunmaya çalýþýrdý.
Peygamber aþkýyla aðlamanýn, aþk derdinin yegane ilacý olduðunu asýrlar boyu dile getiren aþýklarýn son temsilcilerinden biri merhum hocamýz, Yamandede diye tanýnan Abdülkadir Keçeoðlu'ydu (ö.1962). Onun ihtida edip Ýslâmiyetle kucaklaþmasý ayrý bir bahistir. Sýnýfýmýza girdiði zaman aðlamaya baþladý. Bir saat boyunca Yüksek Ýslâm Enstitüsü'nde hocalýk yapmanýn, kendisi için ne büyük bir bahtiyarlýk olduðunu gözyaþlarýyla anlattý durdu. Yamandede'nin derin aþkýnýn çok güzel mahsulleri vardýr. Sohbetimizi onun Peygamber Sevgisini dile getiren ve "güzel yüzünle beni sevindir (cemâlinle ferahnak et)" diye inleyen uzun na'tinin bazý kýt'alarý ile bitirelim.
Gönül hûn oldu þevkinden, boyandým yâ Rasûlullah
Nasýl bilmem, bu nîrâna dayandým yâ Resûlullah
Ezel bezminde bir dinmez figandým yâ Rasûlullah
Cemâlinle ferahnâk et ki yandým yâ Rasûlullah
Susuz kalsam, yanan çöllerde can versem elem duymam
Yanardaðlar yanar baðrýmda, ummanlarda nem duymam
Alevler yaðsa göklerden ve ben masseylesem duymam
Cemâlinle ferahnâk et ki yandým yâ Rasûlullah
Ne devlettir yumup aþkýnla göz, râhýnda can vermek
Nasîb olmaz mý Sultâným, haremgâhýnda can vermek
Sönerken gözlerim âsân olur âhýnda can vermek
Cemâlinle ferahnâk et ki yandým yâ Rasûlullah
Prof. Dr. M. Yaþar Kandemir
radyobeyan