Konferans By: reyyan Date: 31 Mart 2011, 19:57:15
KONFERANS
Gençlik Rehberinden, Konferans
Teþrin-i Sâni 1950'de Ankara Üniversitesinde
Profesör ve meb'uslarýmýz ve Pakistanlý misafirlerimiz ve muhtelif fakülte talebelerinin huzurunda, Fakülte Mescidinde gece yarýsýna kadar devam eden bir mecliste verilen ve büyük bir alâka ve ehemmiyetle dinlenmiþ olan bir konferanstýr.
Ýmân ve Ýslâmiyet âb-ý hayatýna susamýþ kýymetli kardeþlerim,
Evvela: Ýtiraf edeyim ki, bu konferansýn verildiði kürsüde bulunmuþ olmak itibariyle sizlerden farkým yoktur. Sizin bir kardeþinizim. Hem bu konferans, benim çok muhtaç olduðum gayet nâfî bir dersimdir. Muhatap kendimdir. Dersimi müzakere nev'inden, siz mübarek kardeþlerime okuyacaðým. Kusurlar bendendir. Kemâl ve güzellikler, istifade ettiðim Risale-i Nur eserlerine aittir. Bir mâni baþýmýza gelmezse, haftada bir defa olarak devam edeceðimiz dinî konferanslardan, bugün birincisi imâna dairdir. Çünkü, Bediüzzaman Said Nursî'nin Birinci Millet Meclisinde beyan ettiði gibi, "Kâinatta en yüksek hakikat imândýr, imândan sonra namazdýr." Bunun için biz de konferansýmýzýn Kur'ân, imân, Peygamberimiz Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz hakkýnda olmasýný münasip gördük. Ýkincisi de inþaallah namaz ve ibadete ait olacaktýr.
Bu mevzularý bize ders verecek bir eser aradýk. Nihayet bu hayatî ve ebedî ihtiyacýmýzý, asrýmýzýn fehmine uygun ve ikna edici bir tarzda ders veren ve yarým asra yakýndýr, büyük bir itimat ve emniyete mazhar olmakla en mûteber dinî bir eser olan "Risale-i Nur"u intihap ettik. Þimdi, ilk konferansýmýzýn niçin imân mevzuunda olduðunu izah ile bu eser ve müellifi hakkýnda gayet kýsa olarak malûmat vereceðiz. Þöyle ki:
Bu asýrda din ve Ýslâmiyet düþmanlarý, evvelâ imânýn esaslarýný zayýflatmak ve yýkmak plânýný, programlarýnýn birinci maddesine koymuþlardýr. Hususan bu yirmi beþ sene içinde, tarihte görülmemiþ bir halde münâfýkane ve çeþit çeþit maskeler altýnda imânýn erkânýna yapýlan suikastlar pek dehþetli olmuþtur, çok yýkýcý þekiller tatbik edilmiþtir.
Halbuki, imânýn rükünlerinden birisinde hâsýl olacak bir þüphe veya inkâr, dinin teferruatýnda yapýlan lakaytlýktan pek çok defa daha felâketli ve zararlýdýr. Bunun içindir ki; þimdi en mühim iþ, taklidî imâný tahkikî imâna çevirerek imâný kuvvetlendirmektir, imâný takviye etmektir; imâný kurtarmaktýr. Herþeyden ziyade imânýn esasatýyla meþgul olmak kat'î bir zaruret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet haline gelmiþtir. Bu, Türkiye'de böyle olduðu gibi, umum Ýslâm dünyasýnda da böyledir.
Evet, temelleri yýptarýlmýþ bir binanýn odalarýný tamir ve tezyine çalýþmak, o binanýn yýkýlmamasý için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir aðacýn kurumamasý için, dal ve yapraklarýný ilâçlayarak tedbir almaya çalýþmak, o aðacýn hayatýna bir fayda verebilir mi?
Ýnsan, saray gibi bir binadýr, temelleri erkân-ý imâniyedir. Ýnsan, bir þeceredir, kökü esâsât-ý imâniyedir. Ýmânýn rükünlerinden en mühimmi, imân-ý billâhdýr, ALLAH'a imândýr. Sonra nübüvvet ve haþirdir. Bunun için, bir insanýn en baþta elde etmeye çalýþtýðý ilim, imân ilmidir. Ýlimlerin esasý, ilimlerin þâhý ve padiþahý, imân ilmidir.
Ýmân, yalnýz icmalî bir tasdikten ibaret deðildir. Ýmânýn çok mertebeleri vardýr. Taklidî bir imân, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkýnlýk fýrtýnalarý karþýsýnda çabuk söner. Tahkikî imân ise sarsýlmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imâný elde eden bir kimsenin, imân ve Ýslâmiyeti dehþetli dinsizlik kasýrgalarýna da mâruz kalsa, o kasýrgalar bu imân kuvveti karþýsýnda tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imâný kazanan bir kimseyi, en dinsiz filozoflar dahi bir vesvese veya þüpheye düþürtemez.
Ýþte, bu hakikatlara binaen biz de tahkikî imâný ders vererek, imâný kuvvetlendirip insaný ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'ân ve imân hakikatlarýný câmi bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayý kat'iyetle lâzým ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehþetli musibetler içine düþmek, þüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluþ çaremiz, Kur'ân-ý Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerini tefsir eden yüksek bir Kur'ân tefsirine sarýlmaktýr.
Þimdi, "Böyle bir eser, bu asýrda var mýdýr?" diye bir sualin içinizde hâsýl olduðu, nuranî bir heyecaný ifade eden simalarýnýzdan anlaþýlmaktadýr.
Evet, bu çeþit ihtiyacýmýzý tam karþýlayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itina ile aradýk. Nihayet, hem Türk gençliðine, hem umum Müslümanlara ve beþeriyete Kur'ânî bir rehber ve
bir mürþid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risale-i Nur eserleri olduðu kanaatýna vardýk. Bizimle beraber, bu hakikata Risale-i Nur'la imânýný kurtaran yüzbinlerle kimseler de þahittir.
Evet, yirminci asýrda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur'ânî bir eserin müellifinin, þu hususiyetleri haiz olmasýný esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamýyla Risale-i Nur'da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî'de mevcut olduðunu gördük. Þöyle ki:
Birincisi: Müellifin, yalnýz Kur'ân-ý Hakîmi kendine üstad edinmiþ olmasý...
Ýkincisi: Kur'ân-ý Hakîm, hakiki ilimleri hâvi bir kitab-ý mukaddestir. Ve bütün asýrlarda, insanlarýn umum tabakalarýna hitap eden ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur'ân'ý tefsir ederken, hakikatýn sâfi olarak ifade edilmesi ve böylece hakiki bir tefsir olmasý için, müfessirin kendi hususî meslek ve meþrebinin tesiri altýnda kalmamýþ ve hevesi karýþmamýþ olmasý lâzýmdýr. Ve hem de Kur'ân'ýn mânâlarýný keþif ile tezahür eden Kur'ân hakikatlarýnýn tesbiti için elzemdir ki, o müfessir zat, herbir fende mütehassýs geniþ bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahip olsun...
Üçüncüsü: Kur'ân tefsirinin tam bir ihlâsla telif edilmiþ olmasý ki, müellifin, Cenab-ý Hakkýn rýzasýndan baþka hiçbir maddî, mânevi menfaatý gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatýndaki vukuatlarda müþahede edilmiþ olmasý...
Dördüncüsü: Kur'ân'ýn en büyük mucizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliðini muhafaza etmesidir. Ve o asýrda inzal edilmiþ gibi, her asrýn ihtiyacýný karþýlayan bir veçhesi olmasýdýr. Ýþte, bu asýrda meydana getirilen bir tefsirde, Kur'ân-ý Hakîmin asrýmýza bakan vechesinin keþf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanýn istifade edebileceði bir üslûpla izah ve ispat edilmiþ olmasý...
Beþincisi: Müfessirin Kur'ân ve imân hakikatlarýný, cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmeli. Yani, pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiþ olmasý...
Altýncýsý: Ders verdiði Kur'ânî hakikatlarýn, hem aklý, hem kalbi, hem ruhu ve vicdaný tenvir ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve þeytaný dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet belið, nâfiz ve müessir olmasý..
Yedincisi: Hakikatlarýn derkine de mâni olan benlik, gurur, ucub ve enaniyet gibi kötü hasletlerden kurtarýp, tevazu ve mahviyet gibi yüksek ve güzel ahlâklara sahip kýlmasý...
Sekizincisi: Kur'ân-ý Kerimi tefsir eden bir allâmenin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn sünnetine ittiba etmiþ olmasý ve ehl-i sünnet ve cemaat mezhebi üzere ilmiyle âmil olmasý ve âzami bir zühd ve takvâ ve âzami ihlâs ve dine hizmetinde âzami sebat, âzami sýdk ve sadâkat ve fedakârlýða, âzami iktisat ve kanaata mâlik olmasý þarttýr.
Hülâsa olarak müfessirin, Kur'ânî risaleleriyle, Risalet-i Ahmediyenin (a.s.m.) âzami takvâ ve âzami ubudiyeti ve kuvve-i kudsiyesiyle de velâyet-i Ahmediyenin lemeâtýna mazhar olmuþ hâdim-i Kur'ân bir zat olmasý...
Dokuzuncusu: Müfessirin, Kur'ânî ve þer'î meseleleri beyan ederken, þu veya bu tazyik ve iþkenceyi nazara almayan, herhangi bir tesir altýnda kalarak fetva vermeyen ve ölümü istihkar edip, dünyaya meydan okuyacak bir imân kuvvetiyle hakikatý pervasýzca söyleyen Ýslâmî þecaat ve cesarete mâlik olan bir müfessir olmasý gerektir.
Hem idam plânlarýnýn tatbik edildiði ve birtek dinî risale neþrettirilmediði dehþetli bir devirde, bilhassa imhâ edilmesi ve söndürülmesi hedef tutulan Kur'ânî, þer'î esasatý telif ve neþretmiþ olduðu meydanda olmakla bir mürþid-i kâmil ve Ýslâmýn, bu asýrda hakiki bir rehber-i ekmeli ve Kur'ân'ýn muteber bir müfessir-i âzamý olmuþ olmasý lâzýmdýr.
Ýþte bu zamanda, yukarýda mezkûr dokuz þart ve hususiyetlerin, müellif Said Nursî'de ve eserleri olan Nur Risalelerinde ayniyle mevcut olduðu, hakiki ve mütebahhir ulema-i Ýslâmýn icma ve tevatür ve ittifakýyla sabit olmuþtur. Ve hem intibaha gelmekte olan bu millet-i Ýslâmiyece, Avrupa ve Amerikaca mâlûm ve musaddaktýr.
Ýþte arkadaþlar, biz, böyle bir tefsir-i Kur'ân arýyor ve böyle bir müfessir istiyorduk.
Kýymetli kardeþlerim! Böyle dehþetli bir asýrda, insanýn en büyük meselesi imâný kurtarmak veya kaybetmek dâvâsýdýr. Umumî harpler, beþere intibah vermiþ, dünya hayatýnýn fâniliðini ihtar etmiþtir ve bâkî bir âlemde, ebedî bir saadet içinde yaþamak hissini uyandýrmýþtýr. Elbette böyle muazzam bir dâvâyý, þaþýrtýcý ve aldatýcý bir zamanda kazanabilmek için, bir dâvâ vekili bulmaktaHAÞÝYE çok dikkatli olmamýz lâzýmdýr. Bunun için tetkikatýmýzý biraz daha geniþleteceðiz. Þöyle ki:
Asrýmýzdan evvelki Ýslâmiyetin ilm-i kelâm dâhileri ve dinimizin hârika imamlarý ve Kur'ân-ý Hakîmin dâhi müfessirlerinin vücuda getirdikleri eserler kýymet takdiri mümkün olmayacak derecede kýymettardýr. O zatlar, Ýslâmiyetin birer güneþidirler. Fakat bu zaman, o büyük zatlarýn yaþadýðý zaman gibi deðildir.
Eski zamanda, dalâlet, cehaletten geliyordu. Bunun yok edilmesi kolaydýr. Bu zamanda dalâlet-Kur'ân ve Ýslâmiyete ve imâna taarruz, fen ve felsefe ve ilimden geliyor. Bunun izalesi müþküldür. Eski zamanda ikinci kýsým, binden bir bulunuyordu; bulunanlardan, ancak binden biri, irþad ile yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.
Hem, bundan evvelki asýrlarda, müsbet ilimlerin, yirminci asýrdaki kadar terakki etmemiþ olduðu mâlûmunuzdur. Þu halde, bu asýrda dünyaya yayýlmýþ olan dinsizlik ve maddiyunluðu kökünden yýkabilmek, hak ve hakikat yolunu gösterip, beþeri sýrat-ý müstakîme kavuþturmak, imâný kurtarabilmek için, ancak ve ancak Kur'ân-ý Hakîmin bu asra bakan veçhesini keþfedip, umumun müstefid olabileceði bir þekilde tefsir edilmesi elbette bu asýrda kabil olacaktýr.
Ýþte, Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ân-ý Kerimdeki bu asrýn muhtaç olduðu hakikatlarý keþfedip, Nur Risalelerinde, herkesin kabiliyeti nisbetinde istifade edebileceði bir tarzda tefsir ve izah etmek muvaffakýyetine mazhar olmuþtur. Bunun içindir ki, Risale-i Nur, emsali görülmemiþ bir þâheserdir kanaatýna varýlmýþtýr.
Ve yine Risale-i Nur'daki bu imtiyazdan dolayýdýr ki, bu mübarek Ýslâm milletinden milyonlarca bahtiyar kimseler, tercihan ve ziyade bir ihtiyaç duyarak, büyük bir iþtiyak ve sevgiyle senelerce devam eden tazyikatlar içerisinde Risale-i Nur'u okumuþlardýr.
Hem Risale-i Nur ihtiyaç zamanýnda telif edildiðinden Türkiye ve Ýslâm dünyasý geniþliðinde geliþmiþ ve dünyayý alâkadar eden bir imtiyaza mazhar olduðunu gözlere göstermiþtir...
Kýymetli kardeþlerim,
Said Nursî kýrk sene evvel Ýstanbul'da iken, "Kim ne isterse sorsun" diye, hârikulâde bir ilânat yapmýþtýr. Bunun üzerine o zamanýn meþhur âlim ve allâmeleri, Bediüzzaman'ýn hücresine kafile kafile gidip, her nev'i ilimlere ve muhtelif mevzulara dair sorduklarý en müþkil, en muðlâk sualleri Bediüzzaman duraklamadan doðru olarak cevaplandýrmýþtýr.
Böyle had ve hududu tayin edilmeyen, yani "þu veya bu ilimde veya mevzuda, kim ne isterse sorsun" diye bir kayýt konulmadan ilânat yapmak ve neticede daima muvaffak olmak, beþer tarihinde görülmemiþ ve böyle ihâtalý ve yüksek bir ilme sahip böyle bir Ýslâm dâhisi, þimdiye kadar zuhur etmemiþtir; Asr-ý Saadet müstesna...
Hattâ o zamanlarda, Mýsýr Câmiü'l-Ezher Üniversitesi reislerinden meþhur Þeyh Bahît Efendi, Ýstanbul'a bir seyahat için geldiðinde, Kürdistan'ýn sarp, yalçýn kayalarý arasýndan gelerek, Ýstanbul'da bulunan Bediüzzaman Said Nursî'yi ilzam edemeyen Ýslâm ulemasý, Þeyh Bahît'den bu genç hocanýn (Bediüzzaman'ýn) ilzam edilmesini isterler. Þeyh Bahît de, bu teklifi kabul ederek bir münazara zemini arar. Ve bir namaz vakti Ayasofya Camiinden çýkýlýp "çayhâne"ye oturulduðunda, bunu fýrsat telâkki eden Þeyh Bahît Efendi, Bediüzzaman Said Nursî'ye hitaben:

yani: "Avrupa ve Osmanlý Devleti hakkýnda ne diyorsunuz? Fikriniz nedir?"
Þeyh Bahît Efendi Hazretlerinin bu sualden maksadý, Bediüzzaman Said Nursî'nin, þek olmayan bir bahr-ý umman gibi ilmini ve ateþpâre-i zekâsýný tecrübe etmek deðildi. Zaman-ý istikbâle ait þiddet-i ihâtasýný ve idare-i âlemdeki siyasetini anlamak fikrinde idi.
Buna karþý, Bediüzzaman'ýn verdiði cevap þu oldu:
yani, "Avrupa bir Ýslâm devletine, Osmanlý Devleti de bir Avrupa devletine hâmiledir. Birgün gelip doðuracaklardýr."
Bu cevaba karþý, Þeyh Bahît Hazretleri, "Bu gençle münazara edilmez, ben de ayný kanaatta idim. Fakat bu kadar veciz ve beligâne bir tarzda ifade etmek, ancak Bediüzzaman'a hastýr" demiþtir. Nitekim, Bediüzzaman'ýn dediði gibi, ihbaratýn iki kutbu da tahakkuk etmiþ. Bir iki sene sonra Meþrutiyet devrinde, þeâir-i Ýslâmiyeye muhalif çok âdât-ý ecnebiyeyi ahzetmek ve gittikçe Türkiye'de yerleþtirmekle, ve þimdi Avrupa'da Kur'ân'a ve Ýslâmiyete karþý gösterilen hüsn-ü alâka ve bilhassa bahtiyar Alman milletinde, fevç fevç Ýslâmiyeti kabul etmek gibi hadiseler, o ihbarý tamamýyla tasdik etmiþlerdir.
Ýþte, büyük ulemâ-i Ýslâm ve meþâyih-ý kiram çok tecrübe ve imtihanlarla þöyle bir kanaata varmýþlardýr ki, Bediüzzaman ne söylerse hakikattýr.
Bediüzzaman'ýn eserleri sünuhat-ý kalbiye olup, cumhur-u ulemânýn tasdik ve takdirine mazhardýr.
Ehl-i ilim, ehl-i tasavvuf ve ehl-i mektep ve fen, Bediüzzaman'ýn eserlerinden sadece istifaza ve istifade ederler. Evet, üç aylýk bir tahsili bulunan ve kýrk seneden beri Kur'ân-ý Kerimden baþka bir kitapla iþtigal etmeyen, yüz otuzu Türkçe, on beþi Arapça olan eserlerini telif ederken hiçbir kitaba müracaat etmediði, henüz hayatta olan kâtipleri tarafýndan þehâdet edilen, esasen kütüphanesi de bulunmayan, yarým ümmî bir zat, öyle misilsiz bir ilânatla, ulûm-u cedide de dahil mütenevvi ilimlerde, yüksek âlimler ve büyük mürþidlerle, genç yaþýnda yaptýðý münazaralarýn hepsinde muvaffak olduðu meydanda bulunan, ittifaklý olan meseleleri tasdik ve ihtilaflý olanlarý tashih eden, kendisi için "Bediüzzaman'ýn cevap veremeyeceði bir sual yoktur" diye allâmeler tarafýndan tasdik edilen ve Avrupa'nýn bir kýsým idrâksiz ve garazkâr filozoflarýnýn, müteþâbih âyet-i kerime ve hadis-i þeriflere yaptýðý taarruzlarýný, o âyet ve hadislerin birer mucize olduðunu eserleriyle ispat ederek itirazlarýný kökünden yýkan ve böylece evhama düþürülen bazý ehl-i ilmi de kurtarýp, Ýslâmiyete olan hücumlarý akîm býrakan Said Nursî gibi bir müellifin, elbette dâhi bir müfessir-i Kur'ân ve onun ilminin vehbî ve vâsî olduðuna, eserleri olan Nur Risalelerinin bir hayat boyunca okumaya lâyýk harika bir þaheser olduðuna þüphe edilemez.
Müteyakkýz kardeþlerim! Hem bizim, hem Ýslâm dünyasýnýn ebedî hayatýnýn necatýný, kurtulmasýný temin edecek ve bizi tenvir ve irþad ederek dalâletten muhafaza edecek bir eser intihab etmekte, bu kadar dikkatli olmamýz çok lüzumludur. Çünkü bu zamanda, türlü türlü aldatmalarla, perde arkasýndan Ýslâm gençliðini yoldan çýkarmaya çalýþýyorlar.
Bir eser okunacaðý veya bir söz dinleneceði zaman, evvela yani: "Kim söylemiþ? Kime söylemiþ? Niçin söylemiþ? Ne makamda söylemiþ?" olan bir kaide-i esasiyeyi nazar-ý itibara almalý. Evet, kelâmýn tabakatýnýn ulviyeti, güzelliði ve kuvvetinin menbaý, þu dört þeydir: Mütekellim, muhatap, maksat ve makam. Yoksa, her ele geçen kitap okunmamalý, her söylenen söze kulak vermemelidir. Meselâ, bir kumandanýn, bir orduya verdiði arþ emriyle, bir neferin arþ sözü arasýnda ne kadar fark vardýr. Birincisi, koca bir orduyu harekete getirir; ayný kelâm olan ikincisi, belki bir neferi bile yürütemez.
Ýþte, bu dört esastan dolayý ve hem Said Nursî'ye karþý kalblerinde büyük bir sevgi taþýyan yüz binlerle kimseler, sevgiyle üstadlarýnýn en küçük haline dahi, büyük bir ehemmiyet vererek onlarý öðrenip ittiba etmek, uymak arzusunu taþýdýklarýndan, buradaki bir kýsým kardeþlerimiz, üstadýmýzýn hayatý, eserleri, meslek ve meþrebi hakkýnda malûmat verilmesini ýsrarla istediler.
Fakat, Bediüzzaman gibi bir zatýn hayatý ve eserleri ve seciyelerini tam ifade edemeyeceðiz. Bu hakikat, basiretli ehl-i ilim olan ediplerce de itiraf edilmiþ olduðundan bu hizmet, bizim haddimizden çok uzaktýr. Hem Bediüzzaman hakkýnda malûmat almak isteyen kardeþlerimize, bunun ancak ve ancak Risale-i Nur Külliyatýný dikkat ve devamla okumak suretiyle mümkün olduðunu arz ederiz.
Aziz kardeþlerim,
Bu mübarek vatan ve milletin ve âlem-i Ýslâmýn ebedî saadetini ve kurtuluþunu ve dolayýsýyla yeryüzünde umumî sulh ve selâmeti temin edecek bir inâyet ve kudrete mâlik olan Risale-i Nur'un þahs-ý mânevisinde þöyle gayet saðlam kuvvetler toplanmýþ ve imtizac etmiþtir.
1. Yüksek bir kuvvet ve bütün kemalâtýn üstadý olan hakikat-ý Ýslâmiye.
2. Þehâmet-i imâniye. Yani tezellül etmemek, biçarelere tahakküm ve tekebbür etmemek.
3. Müslümanlýðýn insana verdiði izzet ve þeref, terakki ve teâlinin en mühim âmili olan izzet-i Ýslâmiye.
Arkadaþlar! Þu mealde bir hadis-i þerif var ki: "Hakiki âlimler, zâlim hükümdarlara karþý hak ve hakikatý pervasýzca söyleyen âlimlerdir." Ýþte biz, ancak böyle ve muttaki bir allâmenin söz ve eserlerine itimat edebiliriz.
Asrýmýzda ise, hayatýndaki vâkýalar ve eserleriyle bu hadis-i þerife mâsadak olan Risale-i Nur meydandadýr. Müellif Bediüzzaman dinî mücahedesi ve Kur'ân'a hizmetinde ve ubudiyetinde, Resul-i Ekremin Aleyhissalâtü Vesselâm sünnet-i seniyesine tam ittiba etmiþ bir mücahittir. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz, dünyanýn en muazzam siyasî hadisesi olan Bedir muharebesinde, sahabe-i kirâma, nöbet nöbet cemaatla namaz kýldýrmýþtýr. Yani, vâcip olmayan, hususan, muharebe zamanýnda terk edilebilen, "cemaatla namaz kýlmak" gibi bir hayrý, dünyanýn en büyük siyasî vak'asýna tercih etmiþtir, üstün tutmuþtur. Ufak bir sevabý, harp cephesinin o dehþetleri içinde dahi terk etmemiþtir.
Bediüzzaman, gönüllü alay kumandaný olarak katýldýðý Rus harbinde, harp cephesinde, avcý hattýnda, Kur'ân'ýn bir kýsmýnýn tefsiri olan meþhur Arabî Ýþârâtü'l-Ý'câz tefsirini telif etmiþ ve bu eser-i azîm, âlem-i Ýslâmda en büyük âlimlerin takdir ve tahsinine mazhar olmuþ ve tam anlamaktan âciz kaldýklarýný ve öyle bir tefsir görmediklerini itiraf etmiþlerdir ki, Kur'ân-ý Kerim'in en ince nükte ve en derin meselelerini ve misilsiz i'câz ve hârikulâde yüksek belâgat ve fesâhatýný izhar ve ispat etmiþtir. Hattâ bir harfin nüktesini izhâr ederken, avcý ateþ hattýnda, düþman toplarý zihnini ondan çevirememiþ, harbin daðdaða ve dehþetleri mâni olamamýþtýr.
Ezân-ý Muhammedî'nin (a.s.m.) yasak edildiði ve bid'alarýn cebren umuma yaptýrýldýðý zulümatlý ve dehþetli bir devirde, Nur talebeleri, o uydurma ezaný okumamýþlar ve böyle bid'alara karþý, kendilerini kahramanca muhafaza ederek bid'alara girmemiþlerdir.
Ýmân ve Ýslâmiyetin ortadan kaldýrýlmaya çalýþýldýðý ve bir âlimin gizliden gizliye dahi bir tek dinî eser neþredemediði fecaat devrinde, Bediüzzaman nefyedildiði yerlerde, zâlim müstebitlerin tarassudat ve tazyikatý içinde, gizliden gizliye yüz otuz adet imânî eser telif ve neþretmiþtir. Bununla beraber, geceleri pek az bir uykudan sonra, esaret altýnda inleyen Ýslâm milletlerinin necat ve salâhý için dualar etmiþ, dergâh-ý Ýlâhiyeye iltica ederek yalvarmýþtýr.
Evet, Hazret-i Üstad, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimizin sünnet-i seniyesine tam iktidâ etmiþtir.
Bediüzzaman'ýn bu hâli de, bütün Ýslâm mücahitlerine ve umum Müslümanlara bir örnektir. Yani, cihad ile ubûdiyet ve takvâyý beraber yapýyor, birini yapýp, diðerini ihmâl etmiyor. Cebbar ve zâlim din düþmanlarýnýn plânýyla hapishanelere sevk edilip, tecrid-i mutlakta ve gayet soðuk bir odada býrakýlmasý ve þiddetli soðuklarýn ve hastalýklarýn ýzdýraplarý ve titremeleri ve ihtiyarlýðýn takatsýzlýklarý içinde bulunmasý dahi telifata noksanlýk vermemiþtir.
Sýddýk-ý Ekber (radiyallahü anh) demiþtir ki: "Cehennemde vücudum o kadar büyüsün ki, ehl-i imâna yer kalmasýn." Bediüzzaman, bu gayet ulvî seciyenin bir lem'acýðýna mazhar olmak için, "Birkaç adamýn imânýný kurtarmak için Cehenneme girmeye hazýrým" diye fedakârlýðýn þâhikasýna yükselmiþ ve böyle olduðu, Kur'ân ve Ýslâmiyetin fedâî ve muhlis bir hâdimi olduðu, seksen senelik hayatýnýn þehadetiyle sabit olmuþtur.
Kur'ân ve imân hizmeti için Bediüzzaman'ýn haysiyetini, þerefini, ruhunu, nefsini, hayatýný fedâ ettiði, mâruz kaldýðý o kadar þedid zulüm ve iþkencelere ve giriftâr edildiði çok musibet ve belalara karþý gösterdiði son derece sabýr, tahammül ve itidâl, birer þâhid-i sâdýk hükmündedirler.
Bediüzzaman, Kur'ân, imân, Ýslâmiyet hizmeti için, dünyevî rahatlýklarýný fedâ etmiþ; dünyevî, þahsî servetler edinmemiþ, zühd ve takvâ ve riyâzet, iktisad ve kanaatla ömür geçirerek dünya ile alâkasýný kesmiþtir.
Bu cümleden olarak, Müslümanlarýn refah ve saadeti için, bütün ömür dakikalarýný sýrf imân hizmetine vakf ve hasretmek ve ihlâsa tam muvaffak olmak için, kendini dünyadan tecrit ederek mücerret kalmýþtýr. Evet, Bediüzzaman imân ve Ýslâmiyet hizmeti için herþeyden bu derece fedakârlýk yapan, fakat bütün bunlarla beraber ubudiyet, zühd ve takvâda da bir istisna teþkil eden tarihî bir Ýslâm fedâisi ve Kur'ân-ý Hakimin muhlis bir hâdimi payesine yükselmiþtir.
Bediüzzaman'ýn, Risale-i Nur dâvâsýnda öyle bir itmi'nâný, öyle bir sýdk ve sadakatý, öyle bir sebat ve metaneti, öyle bir ihlâsý vardýr ki, din düþmanlarýnýn o kadar þiddetli zulüm ve istibdatlarý, o kadar hücum ve tazyikatlarý ve bunlarla beraber maddî yokluklar içinde bulunmasý, dâvâsýndan vazgeçirememiþ ve küçük bir tereddüt dahi îka' edememiþtir.
Said Nursî, Eski Said tâbir ettiði gençliðinde felsefede çok ileri gitmiþtir. Garbýn Sokrat'ý, Eflâtun'u, Aristo'su gibi hakikatlý filozoflarý ve þarkýn Ýbn-i Sina, Ýbn-i Rüþd, Fârâbi gibi dâhi hükemâlarýndan felsefe ve hikmette Kur'ân-ý Hakimin feyziyle çok ileri geçmiþ ve Kur'ân'dan baþka halâskâr ve hakikî rehber olmadýðýný dâvâ etmiþ ve Risale-i Nur eserlerinde ispat etmiþtir. Bu hakikatlarda þüphesi olan olursa, Üstad âhirete teþrif etmeden bizzat þüphesini izâle edebilir.
Said Nursî, Kur'ân ve imâna hizmet mesleðini ihtiyar edip, hiçbir maddî ve mânevi menfaat, salâhat ve velîlik gibi mânevi makamlarý maksat ve gaye etmeden, sýrf Cenab-ý Hakkýn rýzasý için hizmet yapmýþtýr. Basiretli ehl-i ilim tarafýndan bütün Müslümanlarca "Zuhuru beklenen siyasî ve dinî bir halâskârdýr" gibi þahsýna verilen yüksek mertebeyi Bediüzzaman hiddetle reddetmiþ, kendisinin ancak Kur'ân'ýn bir hizmetkârý ve Risale-i Nur talebelerinin bir ders arkadaþý olduðuna inanmýþ ve beyan etmiþtir.
Millî Müdafaa Vekâletinde yirmi beþ sene hizmet görmüþ muhterem, âlim bir zâtýn, þimdi aramýzda bulunan bir kýsým arkadaþlarýmýzla, evvelki gün ziyaretine gittiðimiz vakit, Bediüzzaman Hazretleri hakkýnda demiþti ki: "Bediüzzaman'ýn nasýl bir zat olduðunu anlayabilmek için, Risale-i Nur külliyatýný dikkatle, sebatla okumak kâfidir. Size bir misal olarak, yalnýz dünyevî iktidarý bakýmýndan derim ki: Bediüzzaman, Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsiyle yalnýz bir devleti deðil, dünya yüzündeki milletlerin idaresi ona verilse, onlarý selâmet ve saadet içinde idare edecek bir iktidar ve inâyete mâliktir."
Evet, Bediüzzaman nâdire-i hilkattýr. Fakat, yirmi beþ senedir hem kendini, hem talebelerini siyasetten men etmiþtir, dünyevî iþlerle meþgul deðildir.
Bediüzzaman'ýn Risale-i Nur'u telif ettiði zamanlarda ve hizmet-i Kur'âniyede istihdam edildiði anlarda; zekâsý, fetâneti, aklý, mantýký, zihni, hayâli, hâfýzasý, teemmülü, ferâseti, seziþ ve kavrayýþý, sür'at-i intikali ve ruhî, kalbî, vicdanî hâsseleri, duygularý ve mânevi letâifinin emsalsiz bir tarzda olmasý, istihdam edildiðine âþikâr bir delildir ki; kendi ihtiyariyle, keyfiyle deðil, inâyet-i Ýlâhiye ile Kur'ân'a hizmetkârlýk etmiþ bir derecede olduðu, basiretli ehl-i ilim ve ehl-i kalbçe musaddak ve müstahsendir.
Mýsýr'da fâzýl ulemâdan, merhum Abdülâziz Çâviþ, Bediüzzaman'ýn Fatinü'l-asr olduðu ve müthiþ bir fart-ý zekâya mâlik bulunduðu mevzuunda, Mýsýr matbuatýnda makale neþretmiþtir.
Büyük ve salâbetli bir âlim olan Þeyhü'l-Ýslâm merhum Mustafa Sabri Efendi, Mýsýr'da Risale-i Nur'a sahip çýkmýþ ve Câmiü'l-Ezher Üniversitesinde en yüksek bir mevkiye koymuþtur.
Risale-i Nur, Ýslâmiyetin gayet keskin ve elmas bir kýlýcýdýr. Bu hakikatlara bir delil ise, Bediüzzaman'ýn zâlim hükümdarlara ve kumandanlara, ölümü istihkar ederek, hakikatý pervasýzca teblið etmesi ve dünyayý saran dinsizlik kuvvetine mukabil Hakaik-ý Kur'âniye ve imâniyeyi, kendini fedâ ederek, istibdadýn en koyu devrinde neþretmesi ve bu kudsî hakikata cansiperâne hizmet etmesidir.
Bir müdde-i umumî, iddianâmesinde: "Bediüzzaman, ihtiyarladýkça artan enerjisiyle dinî faaliyete devam etmektedir." Denizli mahkemesi, ehl-i vukuf raporunda: "Evet, Said Nursî'de bir enerji vardýr, fakat bu enerjisini tarikat veya bir cemiyet kurmakta sarf etmemiþ, Kur'ân hakikatlarýný beyan ve dine hizmete sarf ettiði kanaatýna varýlmýþtýr" denilmektedir.
Din aleyhindeki eski hükûmetlerin vekillerinden birisi, antidemokratik kanunlarýn Millet Meclisinde müzakeresi esnasýnda, "Bediüzzaman Said-i Nursî'nin dinî faaliyetine, yirmi beþ seneden beri mâni olamýyoruz" demiþtir.
Biz de deriz ki: Evet, Said Nursî Hazretleri, emsâli görülmemiþ dinamik ve enerjik bir zattýr. Bediüzzaman'ýn harika bir insan olduðunu, din düþmanlarý olan muarýzlarý dahi kalben tasdik ve takdir etmektedirler.
Said Nursî, bazan bir talebesine Risale-i Nur'dan okuyuvermek nimetini lûtfettiði zaman der ki: "Bu benim dersimdir. Ben kendim için okuyorum. Bu risaleyi, þimdiye kadar belki yüz defa okumuþum. Fakat, þimdi yeni görüyorum gibi tekrar okumaya ihtiyaç ve iþtiyâkým var."
Hem yine der ki: "Ben baþkalarý için kitap yazmamýþým. Kendim için yazmýþým. Kur'ân'dan bulduðum bu devâlarýmý arzu edenler okuyabilir."
Evet, Bediüzzaman itikad ediyor ve diyor ki: "Ben, derse, terbiyeye ve nefsimi ýslaha muhtacým..." Bediüzzaman gibi bir zat böyle derse, bizim bu eserlere ne kadar muhtaç olduðumuz artýk kýyas edilsin.
Bediüzzaman Said Nursî, bütün hayatýnda þan ve þöhretten, hürmetten kaçmýþ ve insanlardan istiðna etmiþtir. Arabî bir eserinde þöhret hakkýnda diyor ki: "Þöhret, ayn-i riyâdýr ve kalbi öldüren zehirli bir baldýr. Ýnsaný, insanlara abd ve köle yapar. Yani, nam ve þöhret isteyen adam; halklara kendini beðendirmek, sevdirmek için, insanlara riyakârlýk, dalkavukluk yapar. Tasannûkâr tavýrlar takýnýr. O belâ ve musibete düþersen,
1 
de.
Üstad, þöhretten fiilen ve hâlen bu kadar kaçmasýna raðmen, her ne hikmetse, insanlar âdeta bir sevk-i Ýlâhî varmýþ gibi, istimdatkârane ona koþmuþlardýr ve ona akýn etmektedirler. Ve onun mahz-ý hak olan bu kudsî seciyesi, Risale-i Nur gibi, cihanþumül bir esere hâdim olmuþtur.
Bediüzzaman, küçük yaþýndan beri, halklarýn mukabilsiz hediyelerinden istiðnâ etmiþtir. Hediye kabul etmemeyi meslek edinmiþtir. Zindandan zindana, memleketten memlekete sürgün edildiði zamanlarda, ihtiyarlýðýn tahmil ettiði zaruretler içinde dahi, bu seksen senelik istiðnâ düsturunu bozmamýþtýr. En has bir talebesi, bir lokma birþey hediye etse, mukabilini verir, vermese dokunur.
Neden hediye kabul etmediðinin sebeplerinden birisi olarak der ki: "Bu zaman, eski zaman gibi deðildir. Eski zamanda imâný kurtaran on el varsa, þimdi bire inmiþ. Ýmânsýzlýða sevk eden sebepler eskiden on ise, þimdi yüze çýkmýþ. Ýþte, böyle bir zamanda imâna hizmet için, dünyaya el atmadým, dünyayý terk ettim. Hizmet-i imâniyemi hiçbir þeye âlet etmeyeceðim" der.
Hazret-i Üstad, kendi þahsý için birisi zahmet çekse, bir hizmetini görse, mukabilinde bir ücret, bir teberrük verir. Aksi halde, ruhuna aðýr gelir, hoþuna gitmez.
Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ân, imân ve dine yaptýðý hizmetinde, senelerden beri, mütemâdî bir tarassud ve tecessüs, tâkibat ve tetkikat altýnda bulundurulmuþtur. Yalnýz ve yalnýz rýzâ-yý Ýlâhî için, yalnýz ve yalnýz hakikat için Ýslâmiyete hizmet ettiði ve hizmet-i Kur'âniyesini hiçbir þeye âlet etmediði müteaddit mahkemelerde de sabit olmuþtur.
Eðer bu mezkûr hakikatlara ve eserlerindeki hak ve hakikatý gören hakperestlerin, Bediüzzaman ve eserlerinde gördükleri ve neþrettikleri âlî meziyet ve yüksek hakikata mugayir en küçük birþey olsa idi, en büyük ilâvelerle þaþaalarla ve yaygaralarla, bu yirmi beþ sene içinde, din düþmanlarý tarafýndan dünyaya ilân edilecekti.
Nitekim, bütün bütün iftira ve ithamlarla, cebbar, müstebid din düþmanlarýnýn tahrikatiyle mahkemelere sevk edildiði zaman, gazetelerin birinci sayfalarýnda, bire yüz ilâvelerle teþhir ettirilmesi, tahkikat ve muhakeme neticesinde hiçbir suç olmadýðý tahakkuk ederek, beraat ettiði vakit sükût edilmesi, bu hakikatýn âþikâr çok delillerinden bir tanesidir.
Bediüzzaman, din kardeþlerine ziyade þefkatlidir. Onlarýn elemleriyle elem çektiði, Ýslâm dünyasýnda hürriyet ve istiklâl için can veren, fedâî Ýslâm mücâhidlerinin acýlarýyla muzdarip olduðu, Kur'ân ve Ýslâmiyete yapýlan darbeler ânýnda çok ýzdýraplar çektiði, böyle acý acýlarýn tesiratiyle, zaten pek az yediði bir parça çorbasýný da yiyemediði çok defa görülmüþ ve görülmektedir.
Ekser günleri hastalýklar ve sýkýntýlarla geçmektedir. Bir Nur talebesinin yazdýðý gibi, "Ey Millet-i Ýslâmýn ebedî refah ve saadeti için, dünyada rahatlýk görmeyen müþfik üstadým! Senin devam eden hastalýklarýn cismanî deðildir. Dinimize icra edilen istibdad ve zulüm sona ermedikçe, âlem-i Ýslâm kurtulmadýkça senin ýzdýrabýn dinmeyecektir." Evet biz de bu kanaattayýz.
Fakat o elîm acýlar, Bediüzzaman'ý asla ye'se düþürmemiþ, bilâkis öyle küllî ve umumî bir dinî cihada ve dua ve ubûdiyete sevk etmiþtir ki: "Kurtuluþun çâre-i yegânesi, Kur'ân'a sarýlmaktýr" demiþ ve sarýlmýþ. Kur'ân'da bulduðu deva ve dermanlarý kaleme alarak, bu zamanda bir halâskâr-ý Ýslâm ve nev-i beþerin saadetine medar olan Risale-i Nur eserlerini meydana getirmiþtir.
Hunhar din düþmanlarýnýn, dünyevî satvet ve þevketleri, Bediüzzaman'ý kat'iyen atâlete düþürtememiþtir. "Vazifem Kur'ân'a hizmettir. Galip etmek, maðlûp etmek Cenab-ý Hakka aittir" diye imân ederek, bir an bile faaliyetten geri kalmamýþtýr. Evet Hazret-i Üstad, öyle bir himmet-i azimeye mâliktir ki, ona icra edilen müthiþ mezâlim, bu himmetin mukabilinde tesirsiz kalmaya mahkûm olmuþtur.
Bediüzzaman, arz ve semâvattaki mevcudatý, hayret ve istihsanla temâþa eder. Kýrlarda ve daðlarda hususan bahar mevsiminde çok gezinti yapar. O seyrangâhlarda zihnen meþguliyet ve dakik bir tefekkür ve daimî bir huzur hâlindedir. Aðaç ve nebatat ve çiçekleri,
"Ne güzel yaratýlmýþlar" diyerek, ibret nazarýyla onlarý seyreder, kâinat kitabýný okur. Her âza ve hâsseleri gibi, gözünü de daima Cenab-ý Hak hesabýna ve izni dairesinde çalýþtýrýr. Gözü, þu kitab-ý kebîr-i kâinatýn bir mütalâacýsý ve þu âlemdeki mucizât-ý san'at-ý Rabbâniyenin bir seyircisidir. Ve þu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin bir mübarek arýsý derecesindedir.
Üstad, hususî hayatýnda mütevâzi, vazife baþýnda vakurdur. Tevâzu ve mahviyette nümûne-i misâl olacak bir mertebededir. Bu mevzuda der ki: "Bir nefer nöbette iken, baþ kumandan da gelse, silâhýný býrakmayacak. Ben Kur'ân'ýn bir hizmetkârý ve bir neferiyim. Vazife baþýnda iken karþýma kim çýkarsa çýksýn, Hak budur derim, baþýmý eðmem."
Hulâsa olarak arz ederiz ki: Bediüzzaman, ihlâs-ý tâmmeye mâlik, hârikulâde, hakikî bir müfessir-i Kur'ân'dýr. Hem ihlâs-ý etemme vâsýl olmuþ, kahraman ve yektâ bir hâdim-i Kur'ân'dýr. Risale-i Nur'un müellifi olmak itibariyle; hem bir mütekellim-i âzamdýr, hem ilimde gayet derecede mütebahhir ve râsih, muhakkik ve müdakkik bir allâmedir, hem ilm-i mantýkýn yüksek, nazîrsiz bir üstadýdýr.
Ta'lîkat namýndaki telifâtý, mantýkta bir þaheserdir. Hem mümtaz ve hakperest ve hakikatbîn bir dâhidir,
hem Kur'ân'la barýþýk müstakim felsefenin hakikatperver bir filozofudur, hem nazirsiz bir sosyolog (içtimaiyatçý) ve bir psikolog (ruhiyatçý) ve bir pedagog (terbiyeci)'dir, hem daima hakikat terennüm etmiþ ve eden, yüksek ve emsalsiz ve dâhi bir müellif ve ediptir.
Said Nursî, senelerden beri þiddetli bir istibdat ve takyîdat altýnda bulundurulup tanýttýrýlmadýðý ve hem de kendisi, þahsî kemalâtýný setrettiði, gizlediði için, mezkûr sýfatlarýn herbirisine muttalî olamayan bulunabilir. Hem bunlar ve hem Risale-i Nur'un hususiyetleri hakkýndaki beyanatýmýz, hakikatperver ve faziletperver bu zamanda bir kýsým ulemâ-i hakikînin ve ehlullahýn ittifak ve icma kuvvetindeki hükümleridir. Hem de bizim kat'î kanaatlarýmýzdýr.
Bediüzzaman'ýn, öyle bir ilim ve sýfatlara mâlik olduðuna en muteber ve en birinci ve en hakikî delilimiz, Bediüzzaman Said Nursî'dir. Kimin þüphesi varsa, Risale-i Nur'u okusun. Evet, biz zikrettiðimiz ve edeceðimiz bu hakaik-i uzmayý, bütün Ýslâm dünyasýna ve umum beþeriyet âlemine ifþa ve ilân ediyoruz. Evet, bin seneden beri âlem-i Ýslâmiyet ve insaniyet, Risale-i Nur gibi bir esere intizar ediyordu.
Bediüzzaman Said Nursî, çok ilimlerde müstesna birer eser yazabilirdi. Fakat o "zaman, imâný kurtarmak zamanýdýr" demiþ ve bütün himmet ve mesâisini ve hayatýný, ulûm-u imâniyenin telif ve neþrine hasretmiþtir.
Evet, Hazret-i Üstad ulûm-u imâniyeyi neþretmekle, âlem-i Ýslâm ve âlem-i insaniyeti hayattar ve ziyadar eylemiþtir. Cenab-ý Hak, o büyük Üstaddan ebediyen razý olsun, uzun ömürler versin. Âmin, âmin, âmin.
Risale-i Nur, Kur'ân-ý Mucizü'l-Beyânýn bu asýrda bir mucize-i mâneviyesi olan yüksek ve parlak bir tefsiridir. Evet Risale-i Nur kalblerin fâtihi ve mahbubu, ruhlarýn sultaný, akýllarýn muallimi, nefislerin mürebbii ve müzekkîsidir. Risale-i Nur'un bir hususiyeti de, Mektubat'ýn birinci cildinin yüz yirmi dokuzuncu sayfasýndaki1 þu bahistir:
"Bazý sözlerde, ulemâ-i ilm-i kelâmýn mesleðiyle, Kur'ân'dan alýnan minhac-ý hakikînin farklarý hakkýnda þöyle bir temsil söylemiþiz ki, meselâ, bir su getirmek için bazýlarý küngân (su borusu) ile uzak yerden, daðlar altýnda kazar, su getirir. Bir kýsmý da her yerde kuyu kazar, su çýkarýr. Birinci kýsým çok zahmetlidir. Týkanýr, kesilir. Fakat, her yerde kuyular kazýp su çýkarmaya ehil olanlar; zahmetsiz, herbir yerde suyu bulduklarý gibi... Aynen öyle de, ulemâ-i ilm-i kelâm, esbabý, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyeti ile kesip, sonra Vacibü'l-Vücudun vücudunu onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma, Kur'ân-ý Hakimin minhac-ý hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çýkarýyor. Her bir âyeti, birer Asâ-yý Mûsâ gibi, nereye vursa âb-ý hayat fýþkýrtýyor.
2 düsturunu herþeye okutturuyor.
"Hem imân, yalnýz ilim ile deðil, imânda çok letâifin hisseleri var. Nasýl ki, bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkýsam edip tevzi olunuyor. Ýlim ile gelen mesâil-i imâniye dahi, akýl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sýr, nefis ve hâkezâ, letâif kendine göre birer hisse alýr, masseder. Eðer onlarýn hissesi olmazsa, noksandýr." Ýþte Risale-i Nur her yerde suyu buluyor, çýkartýyor. Evvelce gidilen uzun yolu kýsaltýyor ve müstakim ve selâmetli yapýyor.
Eski hükema, ahkâm-ý þer'iyeden ve akaid-i imâniyeden bazýlarý için: "Bu nakildir, imân ederiz, akýl buna yetiþmez" demiþler. Halbuki, bu asýrda akýl hükmediyor. Bediüzzaman Said Nursî ise, "Bütün ahkâm-ý þer'iye ve hakaik-i imâniye aklîdir. Aklî olduðunu ispata hazýrým" demiþ. Ve Risale-i Nur'da ispat etmiþtir.
Risale-i Nur'da, müstesna bir edebiyat ve belâðat ve icaz, nazirsiz, câzip ve orijinal bir üslup vardýr. Evet, Bediüzzaman zâtýna mahsus bir üsluba mâliktir. Onun üslubu, baþka üsluplara muvazene ve mukayese edilemez. Eserlerin bazý yerlerinde, edebiyat kaidesine veya baþka üsluplara nazaran pek münasip düþmemiþ gibi zannedilen bir noktaya rastlanýrsa, orada gayet ince bir nükte bir imâ veya ince bir mânâ veya hikmet vardýr. Ve o beyan tarzý, oraya tam muvafýktýr. Fakat, o ince inceliði, âlimler de birden pek anlamadýklarýný itiraf etmiþlerdir. Bunun için, Bediüzzaman'ýn eserlerindeki hususiyet ve incelikleri Risale-i Nur'la fazla iþtigal etmemiþ olanlar, birden intikal edemezler.
Büyük þairimiz, edebiyatýmýzýn medâr-ý iftiharý merhum Mehmed Akif, bir üdebâ meclisinde: "Victor Hugo'lar, Shakspeare'ler, Descartes'lar, edebiyatta ve felsefede, Bediüzzaman'ýn bir talebesi olabilirler" demiþtir.
Edip ve þâirler, zevâl ve firaktan aðlamýþlar, ölümden vaveylâ etmiþlerdir. Güz mevsimini hüzünle tasvir etmiþlerdir. Hattâ, dünyaca meþhur Arap edipleri "eðer firak olmasa idi, ölüm ruhlarýmýzý almak için yol bulup gelemezdi" mânâsýnda

demiþlerdir.
Bediüzzaman ise, "Kâinattaki zevâl, firak ve adem zâhiridir. Hakikatta firak yok, visâl var. Zevâl ve adem yok, teceddüd var. Ve kâinatta herþey, bir nevi bekaya mazhardýr. Ölüm, bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir. Ölüm, ehl-i hidâyet ve ehl-i Kur'ân için, öteki âleme gitmiþ eski dost ve ahbaplarýna kavuþmaya vesiledir. Hem hakikî vatanlarýna girmeye vâsýtadýr. Hem zindan-ý dünyadan, bostan-ý cinâna bir dâvettir. Hem, Rahman-ý Rahîmin fazlýndan, kendi hizmetine mukabil ahz-ý ücret etmeye bir nöbettir. Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir. Hem ubûdiyet ve imtihanýn tâlim ve tâlimâtýndan bir paydostur. Azrail Aleyhisselâm bugün gelse, hoþ geldin, safâ geldin diye gülerek karþýlayacaðým" diyor.
Bediüzzaman, beþeri, Risale-i Nur'la sefâhet ve dalâletten kurtarýrken, korku ve dehþet vermek tarzýný tâkip etmiyor. Gayr-i meþru bir lezzetin içinde, yüz elemi gösterip hissi maðlûp ediyor. Kalb ve ruhu hissiyata maðlûp olmaktan muhafaza ediyor. Risale-i Nur'da muvazenelerle küfür ve dalâlette, bir zakkum-u Cehennem tohumu olduðunu ve dünyada dahi Cehennem azaplarý çektirdiðini ve imân ve Ýslâmiyet ve ibadette, bir Cennet çekirdeði ve leziz lezzetler ve zevkler ve Cennet meyveleri bulunduðunu, dünyada dahi bir nevi mükâfata nâil eylediðini ispat ediyor.
Risale-i Nur, nifak ve þikaký, tefrikayý, fitne ve fesadý kaldýrýp; kardeþliði, uhuvvet-i diniyeyi, tesânüd ve teâvünü yerleþtirir. Risale-i Nur mesleðinin bir esasý da budur. Risale-i Nur, gurur ve kibir ve hodfuruþluk ve zillet gibi, ahlâk-ý seyyieden kurtararak, tevâzu ve mahviyet ve izzet ve vakar gibi güzel ahlâklara sahip kýlar.
Risale-i Nur, insan olan bir insana, acz ve fakrýný derk ettirir. Bediüzzaman der ki: "Ýnsan, acz ve fakrýný anlamakla, tam Müslüman ve abd olur."
Bu dinsizleri maðlup etmek için, yeni tahsili de yapalým diyenler veya yapanlar, Nur Risalelerini devam ve sebatla mütalâa ederek, bu hedeflerine vâsýl olurlar ve çâre-i yegâne de budur. Hem böylelikle, mektep mâlûmatlarý da maârif-i Ýlâhiyeye inkýlap eder.
Ey, bin seneden beri Ýslâmiyetin bayraktarlýðýný yapan bir milletin torunlarý olan cengâver ruhlu kardeþlerim! Bu zamanýn ve gelecek asýrlarýn Müslümanlarý ve bizler, Kur'ân-ý Azimüþþânýn tefsiri olan öyle bir rehbere muhtacýz ki, tahkikî imân dersleriyle, imân mertebelerinde terakki ve teâli ettirsin. Hem korkak deðil, bilâkis Risale-i Nur talebeleri gibi cesur ve kahraman ve faal ve amel-i salih sahibi, mütedeyyin, müttaki ve bununla beraber, þahsî rahatlýk ve menfaatlarýný imân ve Ýslâmiyetin kurtuluþu uðrunda fedâ eden, fedâi ve mücahid Müslümanlar yetiþtirsin, neme lâzýmcýlýktan kurtarsýn. Hem, taarruz ve iþkenceler ve ölüm ihtimalleri karþýsýnda, tahkikî imân kuvvetinden gelen bir cesaretle, Kur'ân ve Ýslâmiyet cephesinden asla çekilmeyen, "Ölürsem þehidim, kalýrsam Kur'ân'ýn hizmetkârýyým" diyen ve yýlgýnlýk haline düþmeyen sâdýk ve ihlâslý, yalnýz ALLAH rýzasý için hizmet eden, Nur talebeleri gibi Ýslâmiyet hâdimleri yetiþtirsin, böyle muazzez Müslümanlar meydana getirsin.
Evet, bu asra öyle bir Kur'ân tefsiri lâzým ve elzemdir ki, Risale-i Nur gibi, akýl, fikir ve mantýký çalýþtýrsýn, ruh ve kalb ve vicdaný tenvir etsin. Müslümanlarý, beþeri uyandýrsýn, intibah versin, gafletten kurtarsýn. Sýrât-ý Müstakim olan Kur'ân yolunu göstersin. Sünnet-i Seniyeye ve Ýslâmiyetin þeâirine muhalif olarak yaptýrýlan ve yapýlan þeyleri fark ettirip, sünnet-i Peygamberîye (Aleyhissalâtü Vesselâm) ittibaý ders versin ve ihya etmek cehdini uyandýrsýn.
Ýþte Risale-i Nur'un böyle hâsiyetleri hâvi bir Kur'ân tefsiri olduðu, otuz seneden beri meydandadýr ve ehl-i hakikatýn tasdikiyle sabittir. Hem, amansýz din düþmanlarýnýn plânlarýyla mahkemelere sürüklenen Risale-i Nur talebelerinin müdafaalarý ve bu talebelerin Ýslâmiyete hizmetleri esnasýnda, gizli Ýslâmiyet düþmaný, insafsýz, cebbar zâlimlerin entrikalariyle maruz kaldýklarý iþkencelerden yýlmamak, þahýslarýný düþünmeden, yani, þahsî refahlarýný Ýslâmýn refah ve saadeti için fedâ ederek, sýddýkýyetle sebat etmeleri ve eþedd-i zulme mukavemet etmeleri, âþikâr bir delil teþkil etmektedir.
Evet, hem yirmi beþ seneden beri Risale-i Nur'la imân hizmetine, bütün varlýðýný vakfeden ve þimdiye kadar "gaddar din düþmanlarýnýn" çok defalar tecâvüz ve taarruzuna ve taharriyata mâruz kaldýðý halde, yirmi beþ senedir inziva içinde, Risale-i Nur'un nâþirliðini yapan Nur kahramanlarý aðabeylerimiz, bizlere birer nümune-i imtisal olan, imân ve Ýslâmiyet fedâileridir.
Ýþte biz Müslümanlar, böyle bir tefsir-i Kur'ân arýyor, böyle bir hâdiyi bekliyorduk. O ihlâslý Nur talebeleri ki, "Cenab-ý Hak, Hafîzdir, ben onun inâyeti ve himâyeti altýndayým, baþýma ne gelse hayýrdýr" diye imân etmekle beraber amel ederler. Ýmân hizmetini yaparlar. Din düþmanlarýna yakalanmamak ve canlarýndan kýymetli olduðuna inandýklarý Nur risalelerini, onlara kaptýrmamak için de ihtiyat ederler. Þahýslarýna gelecek zararlarý nazar-ý itibara almadan hizmetlerine devam ederler. Hapse, zindana atýlýp, iþkence yapýldýðý zaman da, onlar yine, üstadlarý Bediüzzaman ile alâkadardýrlar. Eðer gizlice bir imkân bulurlarsa, onlar yine Risale-i Nur ile meþguldürler. Hattâ, "Belki hapse atýlýrým, Nur risalelerimi vermezler, çalýþmaktan mahrum kalýrým" diye bazý Nur'larý ezberleyen talebeler de olmuþtur.
Muhlis bir Nur talebesi, hapishaneden çýkarýldýðý vakit, gûya o kýrbaçlý, falakalý, türlü türlü iþkenceli hapishane, ona bir kuvvet, bir enerji kaynaðý olmuþ, sadâkat ve teyakkuzla Nur hizmetinde koþturmak için bir kýrbaç tesiri yapmýþ gibi Üstadýna daha ziyade yakýnlaþýr ve eskisinden daha fazla Nur'lara çalýþýr, neþriyat yapar.
Afyon hadisesinde, Bediüzzaman hapiste iken, muallim bir Nur talebesi, savcýlýkta Risale-i Nur ve Üstadý hakkýnda kahramanca cevaplar verdiði için savcý kýzmýþ, "Þimdi seni hapse atarým" diye tehdit etmiþ. O Ýslâm fedâisi muallim de cevaben "Ben hazýrým, derhal hapse gönderin" demiþtir.
Yine Afyon mahkemesinde, bir Nur talebesi hakkýnda tevkif kararý veriliyor, fakat adliye bulamaz. O talebe bundan haberdar olur. Diðer Nur kardeþleri gibi, "Üstadým ve kardeþlerim hapiste iken, nasýl hariçte kalabilirim" diyerek savcýlýða teslim olup, hapse girer.
Ayný, bu hapishanede, bir Nur talebesini sehven tahliye ederler, o da "Üstadým ve kardeþlerim henüz hapistedirler. Hem istinsahýný tamamlayacaðým yeni telif edilen Nur risaleleri var" diye düþünerek, hapishane müdürüne, "Benim, kýrk gün sonra tahliye edilmem lâzým. Ceza müddetim daha bitmedi" der. Hesap ederler ki, hakikaten böyledir, tekrar hapse koyarlar.
Hamiyet-i diniye meziyetine lâyýk anlayýþlý kardeþlerim,
Said Nursî, kendi hakkýnda verilen böyle bir mâlûmatý görürse, diyeceklerdir ki, "Niçin böyle yapýyorlar? Þahsýmýn ehemmiyeti yok. Kýymet, Kur'ân'dan tereþþuh eden ve Kur'ân-ý Hakimin malý olan Risale-i Nur'dadýr. Ben bir hiçim."
Üstadýn þahsýnýn mazhar ve ayna olduðu, Kur'ânî hakikatlar ve Nur'lar itibariyle ve neþrettiði imân ve Ýslâmiyet dersleriyle, ihlâs-ý tâmme ile, umumî ve küllî bir tarzda Kur'ân'a ve dine hizmet etmesiyle, onun hakkýndaki takdir ve tahsinler, mânâ-yý harfî ile þahsýna ait kalmýyor. Kur'ân ve Ýslâmiyete râcidir. ALLAH nam ve hesabýnadýr. Din düþmanlarý tarafýndan, ona yapýlan düþmanlýk ve taarruzlar da, Bediüzzaman'ýn hâdimliðini yaptýðý Kur'ân ve Ýslâmiyetin ortadan kaldýrýlmasý maksad-ý mahsusuna mâtuftur. Zira hakaik-i Kur'âniye ve imâniyeyi câmi', o cihanþümûl Risale-i Nur eserleri ona ihsan edilmiþtir.
Ýþte, bu bedihî hakikatý bilen maskeli, gizli ve münâfýk imân ve Ýslâmiyet muârýzlarý ve düþmanlarý yarým asra yakýndýr, Bediüzzaman'ýn çürütemedikleri þahsýný, yalan ve yaygaralarla hâlâ çürütmeye çabalýyorlar. Maksatlarý, Risale-i Nur, raðbet ve revaç görüp intiþar etmesin, imân ve Ýslâmiyet inkiþaf etmesin. Halbuki, Said Nursî'ye iliþtikçe Risale-i Nur parlýyor. Neþriyat dairesi geniþliyor. Birer nümune olan yirmi beþ sene içindeki hadiseler meydandadýr.
Ýslâmiyet düþmanlarý, bir taraftan tamamýyla yalan propagandalarýna ve taarruzlarýna devam ederken, diðer taraftan da Nur talebelerinin Üstadlarý ve Risale-i Nur hakkýnda istidatlarý nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden doðan minnet ve þükranlarýný ifade eden takdirkâr yazý ve sözlerden mürekkep, bir nevi müdafaalarýný perdeler arkasýndan men etmeye çalýþýyorlar. Bunun için, sâfdil gördükleri dostlarýn dostlarýna veya dostlara samimî görünerek "Ýfrata gidiyorsunuz" gibi, bir takým þeyler söylettiriyorlar. Ýþte, böyle sinsi, böyle dessas, böyle entrikalý, çeþitli iftiralarla bizi korkutmaya, yýldýrmaya ve susturmaya çalýþýyorlar.
Evet, acaba hiç akýl kârý mýdýr ki, din düþmanlarý, iftira ve yalanlardan ibaret yaygaralarýný yapsýnlar da, bizler hakikatý izhar tarzýyla müdâfaa etmekte susalým? Acaba hiç mümkün müdür ki, Ýslâmiyet düþmanlýðýyla, Üstad Bediüzzaman hakkýnda zâlimâne ve cebbarâne haksýzlýklarý irtikâb eden, o insafsýz propagandacýlar, yalanlarýný savururken, biz, Üstad ve Risale-i Nur'un hakkaniyetini ilân ederek o acip yalanlarýný akîm býrakmaya çalýþmayalým? Acaba eblehlik ve sâf-derunluk olmaz mý ki; Kur'ân ve imânýn hunhar ve müstebid zâlim düþmanlarý, Kur'ân ve Ýslâmiyeti ve dini, Risale-i Nur'la küfr-ü mutlaka karþý müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman aleyhtarlýðýnda, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de,
biz hak ve hakikati beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalým veya "biraz susun" gibi birþeyle, paravanalar, perdeler arkasýnda icra-i faaliyet yapan o gizli dinsizlere bir nevi yardým etmiþ veya desteklemiþ olalým? Asla ve kellâ, kat'a ve asla susmayacaðýz! Ve hem susturamayacaklardýr. Durmayacaðýz ve hem durduramayacaklardýr. Bu can, bu kafesten çýkýncaya kadar, bu ruh, bu cesetten ayrýlýncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar, Risale-i Nur'u okuyacaðýz, neþredeceðiz. Risale-i Nur'un mahz-ý hakikat ve ayn-ý hak olduðunu ve Bediüzzaman Said Nursî'nin, yapýlan ithamlardan tamamýyla münezzeh ve müberra olduðunu, iftiracý ve tertipçi, hunhar din düþmanlarýna mukabil, izhar ve ilân edeceðiz...
Kýymetli kardeþlerim, Ýslâm tarihinde, altýn sayfalarda mevkileri bulunan, büyük ve nazîrsiz zatlar meydana gelmiþtir. O misilsiz zatlarýn tefsirleri ve eserleri, hiçbir Avrupalý filozofun eseriyle kabil-i kýyas olmayacak derecede emsâlsizdir. O büyük Ýslâm müellifleri ve Ýslâm dâhileri, herhangi bir hükümetin, senelerce aðýr bir esâret ve koyu bir istibdâdý tahtýnda olmaksýzýn, Kur'ân ve Ýslâmiyete hakkýyla ve hâlis bir surette hizmet etmiþlerdi. Tarihte eþine rastlanmayan bir istibdâd-ý mutlak ve eþedd-i zulüm altýnda ve dehþetli bir esaret içinde býrakýlan ve kendini ve eserlerini imhâ etmeye çalýþan din düþmanlarýna mukabil, bir þahs-ý mânevi olan Bediüzzaman Said Nursî, Resul-i Ekrem (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimizin sünnetine tam ittiba ederek yaptýðý dinî cihad-ý ekberinde, beþer tarihinde misli görülmemiþ bir tarzda muvaffak ve muzaffer olmuþtur.
Bediüzzaman gibi, yüz otuz parça imânî eserlerini þiddetli bir istibdat, tazyikat ve takyidat altýnda, gizliden gizliye telif edebilmek, hem kuvvetli bir takva ve ubudiyete sahip olmak ve hem bunlarla beraber, harp cephesinde de fedâî olarak gönüllü askerleriyle muharebe etmiþ olmak ve harp cephesinde, avcý hattýnda dahi, fýrsat buldukça Kur'ân'ýn en ince nüktelerini ve harika i'câzýný beyan eden bir Kur'ân tefsiri telif etmiþ olmak ve ayný zamanda nefis mücadelesinde de galip olup, nefsini de dine hizmetkâr yapmak ve hürriyeti gasbedilerek, hücra bir köye sürgün edilip, tecrid-i mutlak ve tarassutlar ve her türlü azaplar içinde ablukaya alýnýp, Engizisyon zulümlerini çok geride býrakan hâkim bir kuvvetin tazyikatý altýnda, cânî canavarlarýn pek vahþî iþkenceleri içinde, (sýrren tenevveret) sýrrýyla, perde altýnda Risale-i Nur eserleri gibi eserler neþretmek ve böylece cihânýn maddî, mânevi "Fâtih"i olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmýn sünnet-i seniyesinin bir hizmetkârý olarak, bugün milyonlara bâlið olan bir câmiayý, inâyet-i Ýlâhî ile, Kur'ân-ý Hakimin cadde-i kübrâsýnda selâmetle ilerletmek ve mü'minlerin ve beþeriyetin sadece dünyalarýný deðil, ebedî saadetlerini temine Risale-i Nur gibi bir eserle vesile olmak, bu mezkûr hususiyetlerin mânevi þahsýnda toplanmasý, Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî gibi, tarihte hangi bir zata daha nasip olmuþtur acaba?
Evet kardeþlerim,
Risale-i Nur, öyle bir ziyâ-ý hakikat, öyle bir burhan-ý hak ve bir sirâc-ý hakikat neþrediyor ve iki cihanýn saadetini temin edecek, Kur'ân ve imân hakikatlarýný ders veriyor ve öyle bir lutf-u Ýlâhîdir ki, yirmi beþ seneden beri, çoluk-çocuk, genç-ihtiyar, kadýn-erkek, muallimi, filozofu, talebesi, âlimi, mutasavvýfý gibi, herbir tabaka-i insâniye, bu Nur'un âþýký, bu Nur'un pervânesi, bu Nur'un meclûbu, bu Nur'un muhibbi olmuþlar; bu Nur'a koþmuþlar, bu Nur'un sinesine atýlmýþlar, bu Nur'dan medet istemiþler. Milyonlarca bahtiyar kimselerden müteþekkil muazzam bir kitle bu nurla nurlanýp, bu nurla kurtulmuþlardýr.
Evet kardeþlerim,
Mahzen-i mucizat ve mucize-i kübrâ olan Kur'ân-ý Azimüþþânýn hakiki bir tefsiri olan Risale-i Nur o kadar merakâver, o kadar câzibedâr, o kadar dehþetli ve muazzam hakikatlarý ders veriyor ve mesâili ispat ediyor ki, imân ve Ýslâmiyetin kýt'alar geniþliðinde inkiþaf ve fütûhâtýna medâr oluyor ve olacaktýr.
Evet Risale-i Nur, kalblere o derece bir aþk ve muhabbet, ruhlara o kadar bir vecd ve heyecan vermiþ, akýl ve mantýklarý öyle bir tarzda ikna etmiþ ve öyle bir itmi'nan-ý kalb hâsýl etmiþtir ki, milyonlarca Nur talebelerine, kendini defalarca okutmuþ, yazdýrmýþ ve bir ömür boyunca mütalâa ettirmiþ ve senelerden beri âdeta kendi kendini neþretmiþtir.
Aziz kardeþlerim,
Ecnebî parmaðýyla idare edilen zýndýka komiteleri, Ýslâmiyeti imha için, Ýslâm memleketlerinde, bilhassa Türkiye'de, öyle desiselerle entrikalar çevirmiþler, hâince dolaplar döndürmüþler, hunharâne ve vahþiyâne zulümler irtikâb ve þeytanî ve menfur plânlar tatbik etmiþler ve iðfalâtta bulunmuþlar; iblisâne, sinsî metodlar takip etmiþler ve kardeþi kardeþe çarpýþtýrmýþlar ve öyle aldatýcý yalan ve propagandalar ve yaygaralar yapmýþlar, fitne ve fesad ve tefrika tohumlarý saçmýþlardýr ki; bunlar Ýslâmýn bünyesinde derin rahneler açmýþ ve büyük tahribatlar yapmýþtýr.
Fakat, o musibetler, Cenab-ý Hakkýn imdadý ile, tahrik ve istihdam olunan Bediüzzaman Said Nursî gibi, ihlâs-ý tâmmý kazanmýþ olan bir zât vasýtasýyla, Rahmet-i Ýlâhî ile mededres ve þifâresan ve cihanpesend ve cihanþümûl bir mâhiyeti hâiz Risale-i Nur eserlerinin meydana gelmesine sebep olmuþtur. Ve ayný zamanda, Müslümanlarý uyandýrmýþ; onlarý halâs, kurtuluþ çarelerini aramaya sevk etmiþtir. Ebedî âhiret hayatlarýný kurtarmak için, hakiki imân derslerini almak ve ALLAH'a ilticâ ve emirlerine itâat etmek ihtiyacýný þiddetle hissettirmiþ ve bu husustaki gaflet ve kusuratý; o musibetlerin ihtar ettiðini, idrâk ettirmiþtir. Zaten, insanlarýn, mü'minlerin baþýna gelen belâ ve musibetlerin hikmeti budur.
Evet, o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptýklarý muamele ve zulümler, Ýslâm dünyasýnda, hürriyet ve istiklâl ve ittihâd-ý Ýslâm cereyanýný da hýzlandýrmýþtýr. Nihayet, müstakil Ýslâm devletlerinin teþkilini intaç etmiþtir. Ýnþaallahü Teâlâ, cemâhir-i müttefika-i Ýslâmiye de meydana gelecek ve Ýslâmiyet, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktýr. Rahmet-i Ýlâhîden kuvvetle ümit ve niyaz ediyoruz.
Ýþte, Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî, öyle bir mücahid-i Ýslâmdýr ki, ve telifâtý Risale-i Nur, öyle uyandýrýcý ve öyle halâskâr ve öyle fevkalade ve cihangir bir eserdir ki, din aleyhindeki bütün o komitelerin bellerini kýrmýþ, mezkûr, muzýr ve habis faaliyetlerini akamete dûçar ve dinsizlik esaslarýnýn temel taþlarýný, param parça etmiþ ve köküyle kesmiþtir ve Ýslâmî ve imânî fütûhâtý, perde altýnda, kalbden kalbe inkiþaf ettirmiþ ve Kur'ân-ý Azimüþþânýn hâkimiyet-i mutlakasýna zemin ihzar etmiþtir.
Evet, Risale-i Nur, o tahribatý Kur'ân'ýn elmas hakikatleriyle ve Kur'ân-ý Kerimdeki en kýsa ve en müstakim bir tarikle tamir ve o yaralarý, Kur'ân-ý Hakîmin eczahâne-i kübrasýndaki edviyelerle tedavi ediyor ve edecektir.
Hem, mâsum Müslümanlarýn kanlarýný sömüren ve servetleri, tahaccür etmiþ millet kaný olan, parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onlarýn içimizdeki, sadece þahsî menfaat zebûnu, zâlim, hunhar, haris ve müstebid uþaklarýný, hâk ile yeksân edip izmihlâl ve inhidâm-ý mutlakla maðlup eden ve edecek yegâne çarenin, Kur'ân-ý Mucizü'l-Beyânýn bu asýrda bir mucize-i mânevisi olan Risale-i Nur eserleri olduðunda, basiretli Ýslâm mücahitleri ve âlimleri, icraat ve müþâhedâta müstenid, yakînî bir kanaat-ý kat'iye ile müttefiktirler.
Evet, tarih-i beþer, Risale-i Nur gibi bir eser göstermiyor. Demek anlaþýlýyor ki: Risale-i Nur, Kur'ân'ýn emsâlsiz bir tefsiridir.
Evet, Bediüzzaman Said Nursî'ye, yalnýz âlem-i Ýslâm deðil, Hýristiyan dünyasý da medyun ve minnettardýr ki, dinsizliðe karþý umumî cihadýnda mazhar olduðu muvaffakiyet ve galibiyetten dolayý Roma'daki Papa dahi, kendisine resmen tebrik ve teþekkürnâme yazmýþtýr.
Þimdi Risale-i Nur Külliyatýndan, imân, Kur'ân ve Hazret-i Peygamber (Aleyhissalâtü Vesselâm) Efendimiz hakkýnda olan eserlerden bazý kýsýmlarý aynen okuyacaðým. Siz bu eserleri elde edip tamamýný okursunuz. Okurken, belki izah edilmesini isteyen kardeþlerimiz olacaktýr. Fakat, bu hususta arzedeyim ki, üstadýmýz Bediüzzaman, bir Nur talebesine Risale-i Nur'dan bazan okuyuvermek lûtfunu bahþederken izah etmiyor, diyor ki: "Risale-i Nur, imanî meseleleri lüzumu derecesinde izah etmiþ. Risale-i Nur'un hocasý, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, baþkalarýndan ders almaya ihtiyaç býrakmýyor. Herkes istidadý nisbetinde kendi kendine istifade eder. Aklýnýz herbir meseleyi tam anlamasa da, ruh, kalb ve vicdanýnýz hissesini alýr. Ne kadar istifade etseniz, büyük bir kazançtýr."
Okunan Türkçe veya Arapça bir risalenin izahý, baþka bir risalede varsa, onu getirip okuyor. Risale-i Nur'daki gayet ince nükteleri derk eden basiretli âlimler de der ki: Bir âlimin yüksek bir ilmi olabilir, fakat Risale-i Nur'u cemaate okurken tafsilâta giriþip eski mâlûmatlarýyla açýklarsa, bu izahatý, Risale-i Nur'un beyan ettiði, asrýmýzýn fehmine uygun ve ihtiyacýna tam cevap veren hakikatlarýn anlaþýlmasýnda ve tesiratýnda ve Risale-i Nur'un mahiyetinin derkine bir perde olabilir. Bunun için, bazý lûgatlarýn mânâlarýný söyleyerek aynen okumak daha müessir ve daha efdaldir.
Ýstanbul Üniversitesindeki kardeþlerimiz de böyle okuyorlar. Biz de hulâsaten deriz ki: Risale-i Nur, gayet fasîh ve vecîzdir. Sözün kýymeti, icazýndadýr, kýsalýðýndadýr. Bir mesele-i imâniye ve Kur'âniye, umuma ders verilirken, mücmel olarak tedrisinde, daha fazla istifaza ve istifade vardýr.
Ey Üstadýmýz Efendimiz,
Umum kadirþinas insanlar Risale-i Nur'u ve sizi ebediyen tebcil ve tekrim edeceklerdir. Tahkikî imân dersleriyle imânýmýzý kurtaran cihanbahâ ve cihandeðer bir kýymette olan Risale-i Nur'u, bütün ruh-u canýmýzla, bütün mevcudiyetimizle seviyor ve tekrim ediyoruz. Bu aþk ve bu muhabbet, bu tâzim ve bu hürmet, nesilden nesile, asýrdan asýra, devirden devire intikal edecektir.
Evet, Risale-i Nur'daki hakaik-i Kur'âniye öyle bir kuvvettir ki, bu kudret karþýsýnda, küfr-ü mutlakýn ve dinsizliðin temelleri târümâr olacak, inhidam çukurlarýna yuvarlanarak geberecektir. Bâki kalanlar, imân ve Kur'ân nuruyla felâh ve necat bulacaklardýr. Evet, daðlarý, taþlarý, pamuk gibi daðýtacak, demir ve granitleri yað gibi eritecek derecede olan bu kuvvet-i Kur'âniye dünyayý Nur ve saadete gark edecek. Bu Nur-u Kur'ân, imânlarýn kurtuluþunda, dünyaya hâkim ve hükümran olacaktýr.

1Bkz. s. 503.
2 "Herbir þeyde, Onun bir olduðuna delâlet eden bir âyet vardýr." Ýbnü'l-Mu'tez'in bir þiirinden alýnmýþtýr. Ýbn-i Kesîr, Tefsîrü'l-Kur'âni'l-Azîm, 1:24.
1 "Onlarýn dualarý ise þu sözlerle sona erer: 'Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, þükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan ALLAH'a mahsustur." Yûnus Sûresi, 10:10.
Ynt: Konferans By: mevlüde06 Date: 27 Mart 2016, 13:24:06
Risalei Nurun bu kadar genis bir kesime ozellikle genclere bu denli hitap etmesinin bnce en onemli seveplerinden birisu de Üstadin bn bunlari kendi nefsime hitap ediyorum ki bunlara en cok nefaim mugtactir diyerek baslamasi ve oyle anlatmasi.
Direk nasihat seklinde karsidakine bir anlatimi olsa bu denli olabilecegini susunmuyorum.
Allah razi olsun paylsm icin.cok istifadeliydi
Ynt: Konferans By: ikranur 7d Date: 27 Mart 2016, 14:40:26
selamun aleykum.
gerçekten çok güzel bir paylaþým çok güzel yazýlmýþ. ve anlatýlmýþ. emeðinize saðlýk.
Allah c.c. razý olsun.