Evliyalarýn Hayatý
Pages: 1
Ya'kub Germiyani By: armi Date: 26 Mayýs 2009, 19:47:13
Büyük velîlerden. Ýsmi Ya’kûb, künyesi Ebû Yûsuf, lakabý Zeyn-ül-Ýslâm’dýr. Kütahya civârýnda Þeyhli köyünde doðdu. Ya'kûb Germiyânî diye meþhûr oldu. Doðum târihi bilinmemektedir. 1571 (H.979) târihinde Ýstanbul’da vefât etti. Kocamustafapaþa semtinde Sünbül Efendi Câmii civârýnda medfûndur.

Ya’kûb Germiyânî’nin baba ve dedeleri Osmanlý ordusunda yüksek rütbe sâhibi kimselerdi. Ya'kûb Efendi ilk zamanlarýndan îtibâren, ilim öðrenmek husûsundaki gayretleri sebebiyle zamânýnda bulunan yüksek âlimlerin, sohbet meclislerinde ve derslerinde yetiþerek kemâle geldi, olgunlaþtý. Fazîlet ve irfân sâhibi olmakta ve tasavvuf yolunda ilerlemekte yüksek istidât ve kâbiliyet sâhibiydi.

Hak yola giriþi þöyle anlatýlýr: Ya'kûb Germiyânî bir gece rüyâsýnda þöyle gördü: Kýyâmet kopmuþ, herkesin amel defterleri mühürlenmiþ, kapanmýþ, mîzân kurulmuþ ve mahþer meydaný baþtan baþa dolmuþtu. Görülen manzarayý söz ile anlatmak, belli bir þeylere benzeterek, kýyas etmek, ölçmek mümkün deðildi. O þeref sâhibi pâdiþâhlar kendi baþlarýna düþmüþlerdi. Ne annede çocuðuna þefkat, ne de bir kiþide baþka bir kimseye yardým edecek hâl vardý. Bu acâib hâlde iken, büyük bir aðaç gördü. Çok uzun ve geniþ olan o aðacýn gölgesinde; mahþer halkýnýn ýzdýrâbý kendilerinde hiç bulunmayan, pek rahat ve saâdet içerisinde olan bâzý insanlar vardý. Onlarýn, o sýkýntýlardan emîn olup, âyet-i kerîmede; kendileri için korku ve hüzün bulunmadýðý bildirilen kimseler olduðunu anladý. Tam bu sýrada bir münâdînin iþâret ederek; “Her kim kurtulmak arzusunda ise, bu topluluða iltihâk etsin (katýlsýn).” diye nidâ ettiðini duydu. Bunun üzerine, olanca gayreti ve gücünün yettiði kadar süratli bir þekilde hareket ederek o topluluða katýldý. Böylece korku ve hüznünden emîn oldu.

Bu rüyânýn dehþeti ve heyecanýyla uyanan Ya’kûb Germiyânî’nin gönlüne, rüyâda gördüðü o kurtuluþ fýrkasýna katýlmak, onlarýn yolunda ilerlemeye çalýþmak arzusu düþtü. Bu sebeple memleketinden ayrýlýp yola koyuldu. Ýstanbul’a gelerek, Kocamustafapaþa Dergâhýnda bulunan, Sünbül Sinân hazretlerinin talebeleri arasýna girdi. Bu yolda ilerlemek için çok gayret etti. Mücâhede ve riyâzetle nefsini terbiye için, nefsin arzularýný yapmamak ve nefsin istemediði, ona zor gelen ibâdetleri çok yapmakla meþgûl oldu. Bunda o derece ileri gitmiþti ki, üç günde bir defâ, çok az yemek yerdi. Altý ay müddetle hiç su içmezdi. Yaz kýþ, bu þekilde devâm ederdi.

Sünbül Sinân hazretlerinin dergâhýnda zincirli servî diye bilinen, meþhûr ve büyük bir aðaç vardý. Ya'kûb Germiyânî’nin rüyâsýnda gördüðü aðacý, bu zincirli serviye iþâret ederek tâbir etmiþlerdir.

Sünbül Sinân Efendi, Ya'kûb Germiyânî’yi çok sever; “Talebe olunca, Germiyânlý Yâkub Efendi gibi olmak lâzýmdýr.” buyururdu.

Sünbül Sinân Efendinin vefâtýndan sonra, o dergâhta kimin vazîfe yapacaðý, talebeleri kimin okutacaðý tam belli olmamýþtý. Ya’kûb Germiyânî bu günlerde bir rüyâ gördü. Geniþ bir meclisde, büyük bir cemâat toplanmýþtý. Meclisin baþ tarafýnda, Peygamber efendimiz oturmuþlar, orada bulunanlara merhâmet nazarý ile bakýyorlardý. Peygamber efendimizin huzûr-i þerîflerinde hazýrlanmýþ olan vâz ve nasîhat kürsîsi üzerinde, Merkez Efendi oturmuþ, onlarýn iþâret ve emirleri ile, Tâhâ sûresini tefsir ediyordu. Merkez Efendinin üzerinde bir bulut bulunuyor, bulut; bâzan gece karanlýðý, bâzan da gök mâvisi renklere bürünerek, onun üzerinde duruyordu.

Bu rüyânýn tesiriyle uyanan Ya'kûb Germiyânî, rüyâsýnýn Merkez Efendinin Muhammed aleyhisselâmýn yoluna tam uyduðuna, onun yanýnda kemâle geldiðine, Sünbül Sinân Efendinin yerine geçmeye lâyýk olduðunu iþâret ettiðini anladý. Bu rüyâdan sonra, ona olan muhabbet ve baðlýlýðý daha da arttý. Onun Sünbül Efendi yerine vazîfeye baþlamasýna yardýmcý oldu. Merkez Efendinin, ilimdeki ve velîlik yolundaki derecesini anlayamayan bâzý kimseler, bu duruma karþý çýkmýþlarsa da; “Ne bilsin mârifet ehlini, câhil.” mýsrâý gereðince, onlara îtibâr olunmadý.

Ya’kûb Germiyânî, Merkez Efendinin sohbetlerine devâm etti. Aklî ve naklî ilimlerde kemâle eriþti. Diðer taraftan Merkez Efendiye îtiraz edenler kalmayýp, ortalýk sükûnete kavuþmuþtu. Acabâ ne gibi bir vazife alsam, hocam ne yapmamý münâsib görürler diye düþünüyordu. Ýstihâre etti. Rüyâsýnda Rumeli’nin Yanya kasabasý tarafýndan bir sesin kendisine hitâb ederek; “Bu tarafta ilme raðbet edenler, tasavvuf yolunda ilerlemek istiyenler var. Buraya gelip, Resûlullah efendimizin Sünnet-i seniyyesini yayasýn ve tasavvuf yolunda bulunanlara rehberlik edip, onlarý yetiþtiresin.” dediðini duydu.

Yanya’da, Týmar sâhibi Osmanlý subayý olan Mehmed Aða isminde bir zât, o günlerde, Merkez Efendinin dergâhýnda misâfir oldu. Merkez Efendiye; “Efendim, bendeniz uzak bir yerde, Rumeli’de Yanya denilen beldede bulunuyorum. Oralarda îmânýn ve Ýslâmýn þartlarýný öðretecek, dînî hükümleri bilip anlatacak bir kimse yok. O diyâra bir halîfenizi gönderseniz, müslümanlar çok istifâde ederler.” diye arz etti. Ya'kûb Germiyânî, o zâttan “Yanya” sözünü iþitince, rüyâda kendisine verilen iþâreti hatýrlayýp oraya gitmeye tâlib oldu. Gönlünden bu vazifeyi istemeye niyet etti. Bu sýrada Merkez Efendi, Mehmed Aða ile kimi gönderelim diye sorunca; “Efendim müsâadeniz olursa biz gitmek isteriz.” dedi. Merkez Efendi; “Öyle bir yerde ne yapacaksýn? Senin makâmýn bizim yerimizdir” dedi. Ya'kûb Efendi rüyâsýnda gördüðü iþâreti arz edince; “O diyâra gitmeniz herhâlde lâzým gelmiþtir.” dedi. Bunun üzerine Merkez Efendi izin verdi. Ya'kûb Efendi, Mehmed Aða ile birlikte yola çýkarak Yanya’ya vardý. Nice yýllar o diyarda müslümanlarýn hak yolda ilerlemelerine vesîle oldu. Çok talebe yetiþtirdi.

Ya'kûb Germiyânî hazretleri, Rumeli beldelerinden Yanya’da bulunduðu sýrada, Yanya yakýnýndaki Preveze kalesini, frenk kâfirleri karadan ve denizden istilâ edip, muhâsara altýna almýþlardý. Bu sýrada Ya'kûb Germiyâni, müslümanlara yardým için o kaleye gitti. O zâtýn kalede bulunmasý ile, kaledeki müslümanlar, kâfirlerin þerlerinden emîn oldular. Ya'kûb Germiyânî, bir kerâmeti olarak, kâfirlere karþý öyle heybetli göründü ki, kâfirlerden hiçbiri kalenin giriþ yoluna yaklaþmaya ve saldýrmaya cesâret edemedi.

Vuruþma esnâsýnda, kale burcunda bulunan topu, bizzat kendi eliyle ateþlerdi. Allahü teâlânýn izni ile atýþlar tam isâbetli olurdu. Evvelâ, kâfirlerin alâmet olarak yanlarýnda taþýdýklarý büyük bir haçý, sonra da, askerlerin çoðunu top atýþlarý ile perîþân etti. Allahü teâlânýn nusret ve yardýmiyle kâfirleri daðýttý. Atýþlar o kadar tesirli oldu ki, düþman tarafýnda sað kalanlar kurtuluþu kaçmakta buldular.

Lütfi Paþa, Yanya beyi idi. Lütfi Paþanýn hayýr ve hasenât yapmakla tanýnan zevcesi Þâh Sultan, Ya'kûb Efendinin büyük bir zât olduðunu bilir; hürmet, muhabbet ve edeb gösterirdi. Bu günlerde Lütfi Paþanýn Ýstanbul’a gelmesi lâzým olunca, yola çýkacaklarý sýrada Þâh Sultan, Ya'kûb Efendiye o zamanlarda Ýstanbul'da bulunan büyük zâtlarý sordu. O da, Ýstanbul’da Merkez Efendiye tâbi ve talebe olmalarýný söyledi. Lütfi Paþa Ýstanbul’a gelip, vezîr-i âzam oldu. Þâh Sultan, Merkez Efendi ve talebelerine çok alâka gösterdi. Ya'kûb Efendi ile Merkez Efendinin birbirlerine olan muhabbetlerini Ýstanbul’a gelince daha iyi anladý. Dâvûdpaþa Mahallesinde, güzel bir câmi ve bir de hânekâh (dergâh) yaptýrýp, sonra fermân ile Ya'kûb Efendinin Ýstanbul’a gelmesini temin ederek, bu yaptýrdýðý dergâhta yerleþmesini saðladý. Ya'kûb Efendi bu hânekâhda on sekiz sene kalýp, Ýslâma hizmet eyledi. Merkez Efendi, Kocamustafapaþa’da, Ya'kûb Efendi Dâvûdpaþa'da, aralarýnda muhabbet ve yakýnlýk ile, insanlara çok hizmet edip, yüzlerce talebe yetiþtirdiler. Talebeler bâzan dergâhýn birine, bâzan diðerine giderek, bu büyük zâtlarýn vesîlesiyle, ilim ve velîlikte çok yüksek derecelere ve üstün makamlara kavuþtular.

Merkez Efendinin oðlu ve halîfesi olan Ahmed Efendi, babasýnýn vefâtýndan iki sene sonra, asýl memleketleri olan Uþak vilâyetine hicret edip, Ýstanbul’a dönmek istemedi. Bunun üzerine bütün Ýstanbullular, Merkez Efendinin yerine Ya’kûb Efendinin geçmesini istediler. O ise, Kocamustafapaþa zâviyesine geçmesi hâlinde, þimdi bulunduðu Dâvûd Paþa dergâhýný yaptýran Þâh Sultan’ýn incineceðini düþünüp, vazîfeyi almakta tereddüd ediyordu. Bu günlerde rüyâsýnda, hocasý Sünbül Sinân Efendiyi gördü. Sünbül Sinân, Ya’kûb Germiyânî’ye; “Benimle berâber olmaktan, ayný yerde bulunmaktan ar mý ediyorsun? Gel!” buyurdu. O da hemen gelip, Kocamustafapaþa zâviyesine yerleþti. Orada hizmete devâm etti. Þâh Sultan da, Davûdpaþa’daki zâviyeyi medrese hâline çevirdi.

Kocamustafapaþa dergâhýnda vazifeye baþladýktan sonra, hâli günden güne deðiþen Ya'kûb Efendi, hep yükseliyor ve mânevî derecesi artýyordu. Onu gören kimsede, ister istemez muhabbet hâsýl olurdu.Öyle bir mahbûb idi ki, büyüklüðünü anlayamayýp inkâr edenler bile insâfa gelip, inkâr ve inadlarýndan vazgeçerlerdi. Sohbetinde bir defâ bulunan artýk terkedemez, devâm ederdi.

Ya'kûb Germiyânî hazretleri Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun îtikâd ve amel etmekte, fakirleri korumakta, ihtiyaç sâhiplerinin yardýmlarýna koþmaktaydý. Allahü teâlânýn muhabbeti ile yanardý. Zühd sâhibi olup, dünyâlýk þeylere ilgi ve alâka göstermezdi. Dünyâlýk bir iþ için herhangi bir kimseye yalvardýðý, boyun büktüðü hiç vâki olmadý. Dâvet edilmediði yere gitmez, lüzumsuz dünyâ kelâmý söylemezdi. Herkese; âhirete yarar iþler yapmayý teþvik edici, dünyâya düþkün olmaktan men edici sözler söylerdi. Her hâli, hareketi ve tavrý makbûldü. Herkesin yanýnda yüksek îtibârý vardý. Yüzünde, Ýslâm dînine uygun yaþamanýn verdiði nûr parlardý. Etrafýna feyz ve nûr yayardý. Uzun seneler Kocamustafapaþa zâviyesinde gönül ve irfân sâhibi talebelere ders verdi. Herkes, kâbiliyeti kadar o nûr çeþmesinden feyz ve bereket alarak yükseldi.

Kânûnî Sultan Süleymân Hân devrinde, bir ara yaðmurlar yaðmaz olmuþ, insanlar kuraklýktan çok muzdarip olmuþlardý.Ýstanbul halký, yaðmur duâsýna çýkýlmasýna karar verdi. Pâdiþâh da çýktý. Okmeydaný’nda büyük bir kalabalýk toplandý. Öyle ki bu toplulukta, baþta pâdiþâh olmak üzere, âlimler, vâliler, idâreciler, vezirler, kuvvetli-zayýf, zengin-fakir herkes vardý. Bilindiði gibi, Osmanlý sultanlarý yapacaklarý bütün mühim iþlerde, mutlaka þeyhülislâma danýþýrlar, onun fetvâsýna uygun hareket ederlerdi. Bunun için Þeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendiden, yaðmur duâsýný kimin yapmasýnýn münâsib olacaðý suâl edildi. O da; “Duâyý, pâdiþâh veya onun münâsib gördüðü bir zât eder.” buyurdu. Bunun üzerine pâdiþâh; “Ya’kûb Germiyânî duâ eylesin.” dedi. Ya’kûb Efendi ise, kendisini buna ehil, münâsib görmeyip mahcûb oldu ve bir tarafa gizlendi. Oðlu Yûsuf Efendinin, yerini bildirmesiyle arayýp buldular. Gelmek istemedi ise de; “Pâdiþâh efendimizin emridir.” dediler. Bunun üzerine mecbûren kalkýp geldi. Minbere çýkýp duâ etti. Orada bulunanlar “Âmîn” dediler. Bu duâ bereketiyle öyle yaðmur yaðdý ki, her taraf su ile doldu. Ýnsanlar, onun büyük bir âlim ve yüksek bir velî olduðunu, bu hâdise ile daha iyi anladýlar. O ise kendisini; âciz, aþaðý, bu iþe lâyýk olmayan biri gördüðünden çok mahcub olmuþtu. Ya'kûb Germiyânî hazretleri duâ günü, gizlendiði yeri haber verip meydana çýkmasýna sebeb olduðu için, daha sonralarý oðlu Yûsuf Efendiye sitem etti. Kendisini duâ etmeye, duâsýnýn kabûl olmasýna lâyýk görmeyerek ve çok tevâzu göstererek; “Yaðmur bolluðuna uðradýk. Ben o meclise varmayacaktým. Bizi kýrýklýða uðratýp, ömrümde, çekemeyeceðim mahcûbiyete müptelâ olmama sebeb oldun.” dedi.

Ya'kûb Germiyânî hazretleri herkesin anlayamayacaðý, ehline mâlûm olan, yüksek hâller ve üstün dereceler sâhibiydi. Ýlim öðrenmek ve öðretmek için çýrpýnýr, buna çok ehemmiyet verirdi. Bu sebeple buyurdu ki: “Câhillikte ileri olan, sefîhlikte, ahmaklýkta, malýný zararlý yerlere harcamakta, vara yoða sarfetmekte de ileri olur. Câhillikten kurtulmadýkça, sefîhlikten kurtulamaz.

Yine o; “Dünyâda hiç kimseye hased etmedim. Ancak dünyâya gelmeyenlere gýbta ettim. Þu üç þeyden dolayý onlarýn hâllerine imrendim. Birincisi, bu âlem ayrýlýk ateþiyle yanma yeridir. Dünyâya gelmeyenlerde böyle bir firâk hâli yoktur. Ýkincisi, bize verilen vücûd nîmetinin ve sayýsýz diðer nîmetlerin þükrünü edâ etmekten âciziz. Bizde, bu acziyetten dolayý mahcûbiyet vardýr. Dünyâya gelmeyenlerde ise, böyle bir mahcûbiyet yoktur. Üçüncüsü ise, bizler, kemâl mertebesinde istidâda sâhib olmadýðýmýzdan, hep derd-i hüsrân içinde bulunuruz. Bu dert, dünyâ lezzetlerini ve yüzdeki neþe ve sürûru alýp götürür. Dünyâya gelmeyenlerin ise, bu lezzet ve neþeden mahrûm olmalarý gibi bir durumlarý yoktur.” buyurdu.

Derslerinde bâzan; fýkýh, tefsîr ve hadîs ilimlerinden okutup, nakiller yapar, bâzan da mânevî ilimlere âit derin ve ince mârifetlerden anlatýrdý. Sohbet meclisleri; feyz, bereket ve nûr kaynaðý idi. Vefât edinceye kadar buradaki vazîfesine devâm etti.

Ya'kûb Germiyânî hazretlerinin ölüm hastalýðý sýrasýnda, hastalýðýn elem ve þiddetinin fazlalýðý sebebiyle, gözleri kapalý ve lisâný söylemez oldu. Ýhtiyâc gidermek için kaldýrdýklarýnda, mecbûriyet karþýsýnda, kýbleye karþý durdurdular. O, hastalýðýn þiddetiyle kendisinde deðildi. Fakat o hâldeyken; “Helâda, kýrda abdest bozarken, kýbleyi öne ve arkaya getirmemelidir.” hükmü icâbý kýbleye karþý abdest bozmadý. Bu hâlin, onun bir kerâmeti olduðu anlaþýldý. Bu þiddetli ve sýkýntýlý hâlde bile, sünnete aykýrý bir harekette bulunmadý.

Ya'kûb Germiyânî hazretleri ömrünü Allahü teâlânýn emirlerine uymak ve yasaklarýndan sakýnmakla geçirip, 1571 senesi Cemâziyelevvel ayýnda bir akþam üzeri güneþ batarken Allah’a mübârek rûhunu teslim etti. Vefâtýndan sonra yerine, oðlu Sinânüddîn Yûsuf geçti. Talebelerin yetiþtirilmesi, mânevî olarak terbiye edilmesi vazîfesini üzerine aldý. Sinânüddîn Yûsuf da babasý gibi fazîlet ve irfân sâhibi, ilim hazînesi, evliyânýn gözdesi bir zâttý.

Ya'kûb Germiyânî’nin oðlu Yûsuf Efendi, rahmet-i ilâhiyyeye vesîle olmasý için babasýnýn hâl tercümesini ve kerâmetlerini anlatan bir risâle telif etti.

Ya'kûb Germiyânî’nin þâirliði de vardý.

Gerçek Kýlýnan Namaz

Bir zaman bâzýlarý Ya’kûb Germiyânî hazretlerine gelerek namaz içinde gönüllerine çeþitli düþüncelerin geldiðinden yakýndýlar. Ya’kûb Germiyânî hazretleri; “Kýrk yýldýr deðil namaz içinde, namaz dýþýnda bile basîret gözüm, Allahü teâlânýn rýzâsýndan baþka bir þeye bakmamýþtýr.” buyurduktan sonra, þöyle anlattý: “Bu yola giriþimin ilk zamanlarýydý. Kendi hâlimde, kalbimle meþgûl olup, murâkabede idim. Birden önümde, çýplak bir kimse görünüverdi. “Avret yerini ört, yâhut da baþka tarafa git!” dedim. Bu sözüme hiç aldýrýþ etmedi. Gâyet mahzûn bir þekilde; “Ben dün kýldýðýn ikindi namazýnýn sûreti, görünüþüyüm. Namazýn sünnetleri benim libâsým (örtüm, elbisem) dýr. Sen, bâzý dünyevî meþgûliyetler sebebiyle, namazýn sünnetlerini terk eyledin. Onun için ben kýyâmete kadar bu hâlde kalsam gerektir.” dedi. O zaman, o çýplak sûret kendimmiþim gibi öyle utanýp mahcûb oldum ve yaptýðýma öyle piþman oldum ki, bu sebepten o andan îtibâren, Allahü teâlânýn emirlerini yerine getirmekte tam bir âgâhlýk ve uyanýklýk içindeyim. Çok dikkatli davranmaya, gaflette bulunmamaya çok gayret ediyorum.”

1) Þakâyýk-ý Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.204
2) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (50. Baský) s.1110
3) Tezkire-i Halvetiyye (Yûsuf bin Ya’kûb) Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi kýsmý, No: 1372
4) Sefînet-ül-Evliyâ; c.3, s.280
5) Lemezât, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacý Mahmûd Kýsmý, No: 4546, v.250
6) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.31


radyobeyan