Yahya Efendi By: armi Date: 26 Mayýs 2009, 19:35:54
Ýstanbul’da yetiþen büyük velîlerden. Ýsmi Yahyâ, nisbeti Beþiktâþî’dir. Aslen Amasyalý olup Þamlý Ömer Efendinin oðludur. Yahyâ Efendi, Ýbn-i Ömer el-Arabî, Yahyâ bin Ömer Beþiktâþî ve Molla Þeyhzâde gibi isimlerle de tanýnýp meþhûr olmuþtur. 1494 (H.900) senesi Trabzon’da doðdu. 1569 (H.977) senesinde Ýstanbul’da vefât etti. Kabr-i þerîfi, Beþiktaþ ile Ortaköy arasýnda yaptýrdýðý ve kendi adýyla anýlan câminin yanýnda olup, ziyâret mahallidir.
Babasý Þamlý Ömer Efendi uzun müddet Trabzon’da kâdýlýk yaptý. Yahyâ Efendi orada dünyâya geldi. Kânûnî Sultan Süleymân da Trabzon’da ayný sene ayný haftada doðdu. Kânûnî ile süt kardeþi oldular. Kânûnî dünyâya geldiðinde, annesi Âiþe Hafsa Sultanýn sütü kesilmiþti. Bunun üzerine Kânûnî’yi Yahyâ Efendinin annesi emzirdi.
Ýlk tahsîlini, babasýndan ve oradaki baþka âlimlerden yapan Yahyâ Efendi, küçüklüðünden îtibâren ilim ve ibâdete raðbet ederek yetiþti. Çok riyâzet ve mücâhede yaptý. Nefsin isteklerini yapmayýp, istemediklerini yapmak için çok çalýþtý. Zâhirî ve bâtýnî ilimlerde yüksek derecelere, mânevî olgunluklara kavuþtu. Ýlimdeki kemâlâtýný arttýrmak ve daha yükseklere kavuþmak maksadýyla, hilâfet merkezi olan Ýstanbul’a geldi. Zenbilli þöhretiyle meþhûr, Müftiy-ül-enâm Ali Cemâlî Efendinin hizmet ve sohbetlerine kavuþtu. Vefâtýna kadar sohbetlerine devâm etti.
Ali Cemâlî Efendinin vefâtýndan sonra müderris oldu. Yahyâ Efendi, çeþitli medreselerde vazîfe yaptýktan sonra, 1553 senesinde, Sahn-ý semân medreselerinden birinde müderrislik yaptý. Ýki sene sonra da emekli oldu. Emekliliðinden sonra inzivâyý, yalnýz kalýp, hep ibâdet ve tâat ile meþgûl olmayý tercih etti. Beþiktaþ’ta satýn aldýðý deniz kenarýndaki bahçesinde, bir ev ve mescid yaptýrdý. Sonralarý evin etrâfýnda; medreseler, hamam ve orada kalanlarýn barýnacaklarý odalar ve yol üzerinde herkesin gelip geçtiði bir yerde de çok güzel bir çeþme yaptýrdý. Pek mahâretli olup, inþâat iþlerini bizzat kendisi yapardý. Yaptýðý çeþmenin târihî olmasý bakýmýndan, kitâbesi için yazdýrdýðý þu beyt meþhûrdur:
“Binâ târihi bu inþâlar olsun
Konup içenlere sýhhâlar (safâlar) olsun”
Askerî ve mülkî erkân, ahâlinin ileri gelenleri, çevredeki ve uzak yerlerdeki insanlar, tüccârlar ve bilhassa gemiciler, Yahyâ Efendiyi ziyâret ederler, hediye ve adak gönderirler, hâcetleri için duâ isterlerdi. Yahyâ Efendi, yanýna gelen ziyâretçilere çeþit çeþit yemekler, þerbetler ve meyveler ikrâm eder, geleni boþ çevirmezdi. Ýyilik, ikrâm ve ihsânlarý pekçoktu. Bâzan þehrin ileri gelen zâtlarý ile ilim sâhiplerini dâvet eder, çeþit çeþit ikrâmlarda bulunurdu. Bâzan da fakir ve yoksullara ziyâfet çeker, gönüllerini alýrdý. Her sene Resûlullah efendimizin, dünyâya teþriflerinin sene-i devriyyesi olan mevlid kandilinde, daha çok iyilik ve ikrâmlarda bulunur, daha geniþ ziyâfetler verirdi. Ýlim talebelerinden, fakirlerden ve zayýflardan ziyâretine gelenlere çok sadakalar verir, en aþaðý hediyesi kayýk ücreti olurdu. Bahçesinde bulunan meyvelerden Kânûnî Sultan Süleymân Hâna takdîm ve hediye eder, Sultân da ona, maddî yardýmda bulunurdu.
Yahyâ Efendi, çeþitli ilimlerde söz sâhibi olup, naklî ilimlerden baþka; týb, hikmet, hendese ve fizik gibi aklî ilimlerde de mahâret ve ihtisas sâhibi idi. Duâsý Allahü teâlânýn izniyle hastalara þifâ olurdu. Kendisi, hem zâhirî, hem de bâtýnî kemâlâta sâhipti. Üveysî idi. Dil ve gönül ehli, þâir, tabîb, hakîm, cömert, kerîm (iyilik edici), þefkatli, yumuþak huylu, zekî, iyi huylu, takvâ ve güzel ahlâk sâhibi bir zâttý. Ziyâretine gelenler, onun kereminden, kerâmetinden, hikmetli sözlerinden, týbba dâir bilgilerinden, ilim ve fazîletinden istifâde ederler, feyz almýþ olarak dönerlerdi. Sohbetinde bulunanlarýn herbirine “Âþýk” diye hitâb ederdi. Sohbetlerinde din büyüklerinden bahseder, onlarýn menkýbelerini, güzel hâllerini anlatýrdý.
Yahyâ Efendinin iyilik, ikrâm ve ihsânlarý pekçok olmakla birlikte, kendisi gâyet sâde bir hayat yaþar, her türlü lüzumsuz âdetten kaçýnýr, resmiyetten uzak dururdu. Tekellüf ve fazla masraftan uzak olup, elbisesi ve sarýðý sâdeydi.
Çeþitli yerlerden adak ve hediye olarak gelen mallarýn çoðunu, binâ yapmakta ve bahçelerinin bakýmýnda harcardý. Her tarafta binâlar yapardý. Yaptýðý inþâatýn biri tamam olmadan diðerine baþlardý. Mescid, medrese, týb mektebi, hânekâh, hamam gibi binâlar inþâ ederdi. Ýnþâat iþinde çok mâhir idi. Daðlarý kazdýrýr, topraklarý indirip, deniz sâhillerini doldurur, oralara yeni binâlar yapardý. Böyle çok binâ yapmasýnýn hikmeti suâl edildiðinde; “Bekara sûresi 36. ve A’râf sûresi 24. âyet-i kerîmelerinde meâlen; “...Yeryüzünde sizin için bir vakte (ömrünüzün, ecelinizin sonuna) kadar, yerleþmek, geçinmek ve menfaatlenmek vardýr.” buyruldu. Bizim ve bizden sonra gelip yolumuzda olanlar için, en güzel kalma yerleri, en münâsip ve lâzým olan yerler böyle binâlardýr. Bunun için bu tip binâlarýn inþâsýna bu kadar gayret ediyoruz.” buyururdu.
Kânûnî Sultan Süleymân, sultan olunca, ona çok yakýn alâka gösterdi. Çok yardým edip, Ýstanbul’daki meþhûr yerine yerleþtirdi.
Kânûnî Sultan Süleymân Han bir gün Yahyâ Efendiye hatt-ý þerîf gönderip; “Birâderim Yahyâ Efendi! Þaþýlacak þeydir ki, bizi terkettin. Hayli zamandýr görüþemedik. Buna sebep nedir? Eðer bizden size karþý bir kusur meydana geldi ise kerem edip af buyurunuz. Teþrif edip bizi sevindiriniz. Böylece kýrýk gönlümüz neþelensin.” dedi. Hatt-ý þerîf, Yahyâ Efendiye ulaþýnca, kâðýt kalem istedi ve Kânûnî’ye cevap yazýp onun görüþme isteðini kabûl etti. Dergâhýna dâvet etti. Sohbette bulundular.
Yahyâ Efendi hazretlerinin çok kerâmetleri görüldü. Kânûnî Sultan Süleymân Han sýk sýk kendisini ziyâret eder nasîhatlerini ister, duâsýný alýrdý.
Bir gün Yahyâ Efendi hazretleri Sahn-ý semân Medresesine gitmek için yola çýkmýþtý. Yolda atýnýn yularýný bir papaz tuttu ve; “Ey âlim zât! Ey Yahyâ Efendi! Size bir suâlim var. Bu müþkül iþi bana îzâh edin. Soracaðým þeyin cevâbý acabâ dîninizde var mýdýr? Her sene yeni defter tutulmayýp, gidiyor. Ölen kalan kim bilinmeden ölmüþ bir gayr-i müslimden devletçe haraç isteniyor? Bu nasýl iþtir. Bu þekilde hareket dîninizde var mýdýr?” dedi. Yahyâ Efendi bunlarý duyunca; “Hayýr. Dînimizde ölmüþ bir gayr-i müslim vatandaþtan haraç alýnmaz. Sonra çok fakir kazandýðýyla güç geçinen kimseden ve çok yaþlý olanlardan da haraç alýnmaz. Bunlar affolunmuþlardýr. Sultânýmýz ona muhtaç deðildir.” dedi. O zaman papaz; “Efendi þunu iyi bil ki, bizden ölen kimsenin bile haracýný isteyip, her yýl alýrlar. Bunu ben size soruyorum. Ýslâm dîni bunun alýnmasýný istiyor mu? Ne olur bunu Sultan Süleymân Hana arzedin, haber verin, sorun?” dedi.
Bunlarý iþiten Yahyâ Efendi celâllendi ve din gayreti ile medreseye vardý. Ders yapmadan önce hemen kalem kâðýt istedi ve Sultan Süleymân Hana hitâben; “Ey cihân sultaný Süleymân Han! Þimdi sana saltanat haram oldu. Zulmün ölen kiþilere kadar uzandý demek. Halbuki böyle bir zulmü senin ecdâdýn yapmamýþtý. Bu mudur din gayreti? Bak, müminleri bir kâfir ilzâm ediyor, susturuyor, çâresiz býrakýyor.” diye yazdý. Sonra da sevdiði birine bu mektubu verip Sultana gönderdi. Mektup, Kânûnî’nin eline ulaþtýðýnda, Kânûnî ona nazar edip okudu. Rengi deðiþip, kalbini bir üzüntü kapladý. Tahtýndan indi ve bir adamýný Yahyâ Efendiye göndererek geleceðini bildirdi. Çok geçmeden saltanat kayýðýna binip Yahyâ Efendinin dergâhýna vardý. Hürmetle selâm verip yaklaþtý ve; “Aðabey! Bu mektup da nedir? Bunu bize siz mi gönderdiniz? Ey güzel haslet sâhibi! Nedir suçumuz? Bize bunu beyân edip açýklayýnýz? Biz de iþin hakîkatýný bilelim. Saltanat bana neden haram oldu? Kime zulmeyledim?” diye sordu.
O zaman Yahyâ Efendi hazretleri ona; “Pâdiþâhým! Bu ne iþtir. Defterleri her sene niçin yenilemezsiniz? Ölmüþ olan gayr-i müslimlerden memurlarýnýz haraç toplarlar. Böyle ele geçen mal sana hiç helal olur mu? Bu senden beklenmez. Yediðin, giydiðin haram olunca, elbetteki saltanat da sana haram olmuþ demektir.” dedi.
Hayretler içinde kalan Kânûnî; “Hâlimi Allahü teâlâ biliyor ki, bu söylediklerinizden zerrece haberim yoktur.” dedi. Yahyâ Efendi de; “O halde bu gaflet nedir? Yarýn Allahü teâlânýn huzûrunda buna vereceðin cevap ne olur. Memurlarýn gayr-i müslim malý alýrlar. Bu kâfir hakký, kul hakký olur. Ergeç Allahü teâlânýn huzûruna çýkacaksýn. Yakaný kâfirin eline vereceksin. Netîcede korkarým Cehennem ateþine atýlýrsýn. Cihân pâdiþâhýnýn kâfirle birlikte gelmesi lâyýk mýdýr? Bu mudur din gayreti, bu mudur îmân gayreti? Kullara zarar verene, inletip aðlatana Allahü teâlânýn rýzâsý yoktur. Sana yollarýn en hayýrlýsý gösterilmiþken, buna Resûlullah efendimiz hiç rýzâ gösterir mi? Yaptýðýn iþler yanlýþtýr. Niçin adâletle iþlerini görmezsin? Dîninin bildirdiði yola gitmezsin? Þunu iyi bil ki, ey cihân pâdiþâhý! Þöhret zînetinin hepsi burada bu dünyâda kalýr. Bu apaçýk bir iþtir. Eðer adâletle bir iþ yaptýysan, sana kalacak odur.” buyurdu.
Kânûnî Sultan Süleymân Han bu sözleri iþitince aðladý ve vezîrine emredip; “Her sene evleri teker teker sayýn. Gayr-i müslimlerden ölen kalanlarý yazýn. Haraç hesâbýný iyi tutun. Hazîneye haram para getirmeyin. Þunu iyi bilin ki, buna kesinlikle rýzâm yoktur.” diye ferman etti. Sonra da Yahyâ Efendi hazretlerine dönüp; “Sen bizim doðru yolu gösteren rehberimizsin. Gaflet uykusundan bizi uyandýrdýn. Bu sebeple Allahü teâlâ senden râzý olsun. Suç bizdeymiþ.” dedi. Yahyâ Efendi de ona; “Ey cihân pâdiþâhý! Tövbe edin ki, Allahü teâlâ affetsin. Bir daha gaflette kalýp zulüm etmeyiniz. Doðru yolu býrakýp eðri yola gitmeyiniz.” buyurdu. Kânûnî ona; “Aðabey! Þimdi artýk bizim tahta geçmemize izin var mýdýr?” diye sordu. O zaman Yahyâ Efendi, Kânûnî’nin elinden tutup; “Evet þimdi çýkabilirsin.” buyurdu.
Yahyâ Efendinin sevdiklerinden Baba Tarak anlatýr: “Balýkçý idim. Balýk avlar, onunla geçinirdim. Bir seher vakti Yahyâ Efendi hazretlerinin dergâhýna vardým. Beni gördükte; “Gel, teknen ile beni denizde bir gezdiriver. Allahü teâlânýn kudretini düþünelim. Deryâyý bir güzel seyredelim.” buyurdu. Ben de; “Baþüstüne efendim!” dedim. Hemen gidip kayýða bindik. Yahyâ Efendi hazretleri kayýða oturdu. Kýyýdan biraz ayrýlýnca, gönlümü bir üzüntü kapladý. Gam ile doldum. Zîrâ hanýmým bana o gece fakirlikten yakýnýp; “Evin ihtiyâcýný karþýlayamýyorsun. Bak kýzýn yetiþti. Çeyizi bile yok. Sen ise durmadan Yahyâ Efendiye gidersin. O da böylece seni iþten alýkoymaktadýr. Kuru kuruya gezmek hangi akýl îcâbýdýr." demiþti. Gece söylediði bu sözleri hatýrýma gelmiþti. Kimseye bir þey söylememiþtim. Birden Yahyâ Efendi hazretleri bana; “Evlâdým! Yanýnda balýk tutmaya aðýn var mý?” diye sordu. Ben de; “Efendim, denizde balýk olmayýnca, að olmuþ neye yarar.” diye cevap verdim. Yahyâ Efendi yine; “Balýk yok ise üzülme. Allahü teâlâ sana rýzkýný elbet ihsân ediverir. Aðý bana ver. Þimdi sana Allahü teâlânýn kudretini göstereceðim.” buyurdu. Yahyâ Efendi bu sözü söyler söylemez denizin yüzü balýkla dolup kaynamaya baþladý. Aðý attý, içi balýkla doldu. Onlarý kayýðýn içine boþalttý. Herbiri iri iri, tâze kefallerdi. Bana dönüp; “Evlâdým! Þimdi beni kenara býrak, sen de balýklarý satmaya git. Bu balýklar ne kadar para ederse, onunla kýzýna babalýk yap. Çeyizini alýp, hazýrla. Hanýmýnýn da istedikleri böylece yerine gelsin.” buyurdu. O zaman ben hayretler içinde kaldým. Zîrâ benim üzüntü sebebimi anlamýþtý. Hemen Yahyâ Efendi hazretlerini kýyýya býraktým ve balýklarý pazarda satmaya gittim. Balýklarý satýp parasýný getirerek, durumu hanýma anlatýp parayý saydým. Haným buna çok sevindi. Bütün ihtiyaçlarý karþýladým. Çeyizi aldýk. Haným ondan sonra bana karþý hiç huysuzluk yapmaz oldu. Sonra koþarak Yahyâ Efendi hazretlerinin huzûruna geldim. Beni tebessüm ile karþýladý ve; “Balýðý þu kadara sattýn ve ihtiyaçlarýný da karþýladýn herhalde.” buyurdular. Ben de; “Evet efendim. Size caným fedâ olsun. Bize kereminizle yardým ettiniz.” dedim. Sonra bana; “Ey Baba Tarak! Sen bu sýrrý kimseye söyleme. Allah için yayma. Bizdeki yardým doðrudur. Kýsmetmiþ ve senin hakkýn olmuþtur.” buyurdu.”
: Yahya Efendi By: armi Date: 26 Mayýs 2009, 19:38:07
Yahyâ Efendi hazretlerinin elbiselerini bir Rum terzi dikerdi. Ýsmi Kusta Usta idi. Yahyâ Efendi ona zaman zaman; “Ey Kusta Usta! Küfür hâlinde olman uygun deðil. Îmâna gelsen de seninle bir kardeþ olsak. Âhiret yolunda da yoldaþ olsak, daha iyi deðil mi?” derdi. O da; “Sözleriniz doðrudur. Bir gün gelir baþýmýzýn yazýsýný elbet görürüz. Hak nasîb ederse oluruz.” diye cevap verirdi. Yahyâ Efendi bir zaman terziye dikmesi için bir elbise verdi. O da kýsa zamanda biçip dikti ve Yahyâ Efendi hazretlerine getirdi. Yahyâ Efendi onu eline alýnca, ceplerini aramaya baþladý. Terzi Kusta Usta; “Bir noksaný mý var?” diye sordu. Yahyâ Efendi de; “Onun bir noksaný yoktur. Acabâ bunun ceplerini dikmediniz mi?” diye sordu. Bunun üzerine Kusta Usta; “Efendim! Cebini dikmiþtim. Cep aðýzlarý dikiþlidir. Verin bana aðýzlarýný açayým.” dedi. O zaman Yahyâ Efendi, ona; “Ellerini ceplerine sok ne çýkar, ne bulursan senin olsun.” buyurdu. Terzi Kusta bu söze bir mânâ veremeyip þaþýrdý ve ellerini, ipliklerini söktüðü ceplere soktu. Bir avuç altýn çýkardý. Kusta Usta’nýn aklý baþýndan gitti ve kendisini bir titreme aldý. Sonra Yahyâ Efendinin ellerine sarýldý ve; “Ey Allah’ýn sevgili kulu! Bana yardým edin. Mümin olma zamâným geldi. Îmân etmek istiyorum. Bana îmâný öðretiniz.” dedi. Yahyâ Efendi onun baþýna kendi tülbendini sardý ve; “Artýk ismin Ali Usta oldu.” buyurdu. Ali Efendi Kelime-i þehâdeti söyleyip Yahyâ Efendinin talebeleri, sevdikleri arasýna girdi ve dergâhta ömür boyu hizmet etti.
Yahyâ Efendinin torunu Azîz Ýbrâhim Efendi anlatýr: “Dedemin yanýnda oturmuþtum. Bir beyt okudu. “Nasîbin var ise gelir Yemen’den. Ne Yemen’den. Hind’den de dahi Hind’den de.” dedi. Sözünü tamamladýðýnda kapý çalýndý. Bana; “Kapýyý çalan kimdir bir bak?” buyurdu. Ben de gidip kapýya baktým. Hindli birisi duruyordu. Ona; “Kimsin ve ne istiyorsun. Çaldýðýn bu kapýdan istediðin nedir?” dedim. Sonra geri dönüp ceddime; “Dedeciðim birisi sizinle kapýda görüþmek istiyor.” diye haber verdim. O da bana; “Onu içeriye dâvet et, sohbet etmek istiyoruz.” dedi. Derhal gidip kapýyý açtým ve ona; “Dedem sizi istiyor.” dedim. O da eþyâsýyla birlikte içeriye girdi. Selâm verdi ve dedemin elini öptü. Koynundan bir mektup çýkarýp verdi. Sonra da; “Ben senin için tâ Hindistan’dan geldim. Sizi sevenler bizi bilir. Bu hediyeleri size gönderdiler.” dedi. Dedem Yahyâ Efendi hazretleri de tebessüm edip, o kiþiyi misâfir ettiler ve sonra geri gönderdiler.”
Yahyâ Efendinin Boðaz’da çok güzel bir bahçesi vardý. Orada Mustafa Efendi adýnda biri hizmet ederdi. Bir gece Yahyâ Efendi ona; “Bana biraz su getir.” buyurdu. O sýrada hiç su yoktu. Mustafa Efendi testiyi alýp dýþarý çýktý. Dýþarýsý çok karanlýk olup, göz gözü görmez derecedeydi. Üstelik su getirilecek yer de oldukça uzak ve tehlikeliydi. Mustafa Efendi bir türlü gitmeye cesâret edemedi. Geriye de dönemedi. Neticede; “Yahyâ Efendiye fedâ olsun, diye gönlünden geçirip yola koyuldu. Birden gideceði yer gündüz gibi aydýnlandý. Selâmetle gidip testiyi doldurup getirdi. Lâkin bu aydýnlýða þaþýp kaldý. Tekrar dýþarý çýkýp bu aydýnlýðý görmek istedi. Dýþarý çýktýðýnda her tarafý kapkaranlýk gördü. Bu hâli Yahyâ Efendiden sormak istedi. Ýçeri girdiðinde Yahya Efendi ona; “Bak Mustafa Efendi! Bu gördüðünü kimseye söyleme. Bizi de ellere verme. Bir kimsede yakîn nûru varsa, o kimse zulmette, karanlýkta kalmaz.” buyurdu. Bu hal onun bir kerâmetiydi.
Belbân isminde gayr-i müslim bir çobanýn sürüsünden, iki koyun kaybolmuþtu. Kaybolan koyunlar, Yahyâ Efendinin dergâhýnýn bahçesine gelmiþlerdi. Çoban, koyunlarýný bütün aramalara raðmen bulamadý. Nihâyet orada bulunduklarýný öðrenip, doðruca dergâha geldi. Yahyâ Efendinin, müslümanlarýn büyük bir âlimi ve velîsi olduðunu iþitmiþti. “Acabâ bana nasýl alâka gösterir, benimle ilgilenir mi, ilgilenmez mi? Eðer benimle ilgilenir, aç ve yorgun olduðumu anlayýp; tâze ekmek, tereyaðý ve bal ikrâm ederse, onun hakîkaten büyük bir zât olduðunu anlarým.” gibi düþünceler ile Yahyâ Efendinin huzûruna girdi. Yahyâ Efendi onu görünce, o daha hiçbir þey söylemeden; “Bu kiþi, koyunlarýný ararken, dað taþ demeden dolanýp çok yorulmuþ ve acýkmýþtýr. Buna tâze ekmek, tereyaðý ve bal getirin.” diye hizmetçiye emretti. Emredilen yiyecekler, derhâl hazýrlanýp getirildi. Ortaya konunca, Yahyâ Efendi Belbân’a; “Ýþte sana tereyaðý, mumlu bal ve tâze nân (ekmek), Dilersen yaða ban, dilersen bala ban.” dedi ve tebessüm ederek, yemesi için iþâret etti. Belbân da o yiyeceklerden yedi. Gönlü ve kalbi yumuþadý. Evliyânýn lokmasý kalp hastalýðýna þifâ olmuþtu. Bunun üzerine Belbân îmân etmekle þereflenip müslüman oldu. Bu nîmetin þükrânesi olarak, Allah rýzâsý için, kendisinin olan o iki koyunun kesilmesini ve orada bulunanlara ikrâm edilmesini istedi. Bunun üzerine Yahyâ Efendi, þu þiiri söyledi:
Sabahleyin iki ganem (koyun),
Menzile mihmân (misâfir) geldi.
Her görenler dediler,
“Tekkeye kurbân geldi.”
Yolda çokdur çalýcý,
Onlarý, çaylak gibi,
Her aç olan ona der;
“Derdime dermân geldi.”
Bir koyundan küçüktür,
Ýki koyunu pençeler,
Çekip orada yutar,
Der: “Bize ihsân geldi.”
Ey “Müderris” ola gör,
Râ’î (çoban) bugün bunlara sen!
Enbiyâ zümresi hep
Âleme çoban geldi.
Yalova’da bir imâm vardý ki, Yahyâ Efendiyi büyük bilir ve çok severdi. Zaman zaman ziyâretine gelirdi. Bu imâmýn çoluk çocuðu kalabalýk olup, maddî sýkýntý içindeydi. Fakat o sabreder fakirliðini gizler, kimseye bir þey söylemezdi. Bir gün yine Yahyâ Efendi hazretlerini ziyârete geldi. Selâm verip huzûrunda oturdu. O sýrada dergâh tenhâ olup, kimseler yoktu. Yahyâ Efendi ona; “Ey temiz insan! Gel seninle bahçede biraz dolaþalým. Allahü teâlânýn lütfunun sonu yoktur.” buyurdu. Berâberce çýktýlar. Bir yere geldiklerinde, Yahyâ Efendi; “Sen bize candan baðlýsýn. Þimdi sana Allahü teâlânýn lütfuyla bir iþ göstereceðim. Böylece gönlündeki fakirlik sýkýntýsý kalmayacak. Fakirlik ateþini söndürmüþ ve seni sevindirmiþ olacaðýz.” buyurdu. Sonra yere asâsýný vurdu ve; “Burasýný kaz!” dedi. Ýmâm Efendi orasýný açtýðýnda, içinden bir küp altýn çýktý. Ona; “Ne durursun, fakirlik hastalýðýna çâredir. Bunlarý sana sonsuz hazîneler sâhibi Allahü teâlâ gönderdi. Ýstediðin kadar al.” buyurdu. Ýmâm Efendi bunlarý heybesine doldurdu. Yahyâ Efendi ona; “Ey Ýmâm Efendi! Dünyâ üzüntüsünü gönlüne sakýn koyma. Bunlarý hayýrlý iþlere sarfedersin. Yalnýz bu sýrrý kimseye söyleme. Þâyet anlatýrsan o zaman bunlar elinden çýkar, aldýrýrsýn.” buyurdu. Ýmâm Efendi de; “Efendim, ben bu iþe çok þaþtým! Bu kadar altýnla memleketime nasýl dönerim. Yollarda haramîler, eþkýyâlar var. Korkarým ki bunlarý benden alýrlar. Nasýl varacaðýmý bilemiyorum.” dedi. Bunun üzerine Yahyâ Efendi; “Sana kimse zarar veremez. Bu senin nasîbindir. Var selâmetle git.” buyurdu. Ýmâm Efendi vedâ edip yola çýktý. Hakîkaten baþýna hiçbir þey gelmeden Yalova’ya vardý. Kendisini hanýmý karþýladý. Heybedeki altýnlarý görünce, hayretler içinde kaldý ve; “Bunlarý nereden buldun?” diye sordu. O da; “Bu iþi sana açýklayamam. Sâdece Allahü teâlânýn ihsâný olarak bil!” dedi. Ýmâm Efendi bundan sonra etrâfýna yardým etmeye baþladý. Hem yedi hem yedirdi. Ömrü hayýr yapmakla geçti. Ýnsanlar onun hakkýnda; “Nereden buluyor bunlarý?” demeye baþladý. Bâzýsý da; “Birisinden emânet almýþ gâlibâ!” Kimisi de; “Anlaþýlan defîne bulmuþ.” dedi. Herbiri bir þey söyledi. Netîcede Ýmâm Efendi hastalandý. Hastalýðý ilerleyince, komþularýný baþýna çaðýrdý ve onlara; “Size bu malý nereden bulduðumu açýklamak istedim. Bunun elime girmesine sebep, Yahyâ Efendi hazretleridir. Bugüne kadar kimseye söylemedim. Zîrâ bana, söyleme gizle demiþti. Þimdi ise ömrümün sonu yaklaþtýðýndan onun kerâmeti unutulmasýn diye söylüyorum.” dedi ve Kelime-i þehâdet getirerek vefât etti.
Torunu Tâceddîn Efendi anlatýr: “Bir gece uyuyordum. Gece yarýsý dedem beni uyandýrdý ve; “Tâceddîn! Þimdi git. Dergâhta hizmet edenleri uykudan uyandýr. Denizde bir iþim var, kayýðý denize indirsinler.” buyurunca, gidip haber verdim. Çocuk olduðum için beni dinlemediler ve; "Görmedin mi dýþarýsý fýrtýna. Kayýk bu havada denize iner mi?” dediler. Ben de gidip söylediklerini dedeme anlattým. O zaman dedem hemen gidip kendisi kayýðý denize indirdi. Ýçine postunu yayýp oturdu. Sonra dergâhtakiler kayýðýn denize indirildiðini anladýlar. Yahyâ Efendi kayýkla denize açýldý. Biraz yol aldýktan sonra küçük bir kayýk içinde iki papazýn suya batmak üzere olduðunu gördü. Hemen yetiþip onlarý kayýða aldý ve Yeniköy’e götürüp kýyýya çýkardý. Tekrar Beþiktaþ’a dergâhýna geldi. Sonra bu papazlar metropolitlerine baþlarýndan geçeni anlattýlar. Metropolit de, Yahyâ Efendiye çeþitli hediyeler gönderip, ona sevgi, saygý ve hürmetlerini bildirdiler.
Yahyâ Efendiyi seven ve dergâha odun taþýyan bir kayýkçý vardý. O anlatýr: “Bir gün Yahyâ Efendi bana; “Ey reis! Sen bize candan hizmet edersin. Seni severiz. Bize bir kayýk meþe odunu getiriver.” buyurdu. Ben de gidip bir kayýk odun getirdim. Kayýðý iskeleye yanaþtýrdým. Hizmetçiler dergâha odunu taþýmaya baþladýlar. O gün Yahyâ Efendiye pekçok muhtaç ve borçlu geldi. Yahyâ Efendi hazretleri her birine yardým edip, ihtiyâcýný karþýladý. Hepsi sevinçliydi. Hayýr duâ ederek dergâhtan ayrýldýlar. Yahyâ Efendi hazretleri hayâtýnda para kesesi kullanmazdý. Onun bir küçük el sepeti vardý. Nereye gitse onu yanýndan ayýrmazdý. Bir baþkasýnýn da ona dokunmasýna, içine elini sokmasýna izin vermezdi. Kim bir þey istese, ister ekmek, ister meyve ne olursa olsun mübârek elini içine sokar, istenilen þeyi çýkarýr verirdi. Yahyâ Efendinin huzûruna vardýðýmda beni tebessümle karþýladý ve; “Reis, biz senden odun istemiþtik. Ne yaptýn?” dedi. Ben de; “Efendim odun iskeleye geldi. Hizmetçiler taþýyorlar.” dedim. O zaman Yahyâ Efendi hazretleri, yanýndaki kapalý sepetine elini soktu, içinde dolaþtýrýp bir miktar altýn çýkardý ve bana uzattý. O zaman ben; “Acabâ para kesesi kullanmamasýnýn sebebi nedir?” diye gönlümden geçirdim. Yahyâ Efendi bana bakýp güldü ve; “Reis! Bizim kesemiz yoktur. Lâkin yedi iklim bize keselik yapýyor. Altýn ve gümüþ bizde misâfir olmaz. Hem de bir gece bile kalmaz. Yerine ulaþtýrýlýr.” buyurdu.
Kocaeli’nde Hacý Ali Efendi isminde takvâ sâhibi, dergâhý olan bir zât vardý. Hacý Ali Efendi, Yahyâ Efendi hazretlerinin büyüklüðünü ve güzel hallerini iþitmiþti. Bir gün onu görmek için yola çýktý. Beþiktaþ’a, oradan da Yahyâ Efendinin dergâhýna geldi. Hizmetçilere hitâben; “Yahyâ Efendiyi ziyârete geldik.” dedi. Onlar da; “Þu anda burada deðildir.” diye cevap verdiler. Hacý Ali Efendi tekrar; “O halde nerede bulabiliriz, söyleyin.” dedi. Hizmetçiler de; “Efendim, Yahyâ Efendi hazretlerinin Yeniköy yakýnýnda bir baðý var, oraya gitti.” dediler. Hacý Ali Efendi bunun üzerine yanýndakilere; “Gidip onu bulalým.” dedi. Sonra Yeniköy’e geçtiler ve Yahyâ Efendinin baðýný buldular. Hacý Ali Efendi bahçývana; “Yahyâ Efendiye haber verin. Onu ziyâret için geldik.” dedi. Bahçývan; “Efendim, Yahyâ Efendi hazretleri seher vakti buraya gelip, bir müddet kalýp kayýkla Kavak tarafýna gittiler.” dedi. Hacý Ali Efendi bunlarý duyunca; “Tövbeler olsun! Bu kiþi deli olsa gerek. Kendisinde evliyâlýktan bir eser göremiyoruz. Baðdan baða dolaþan kiþi velî olur mu? Arzusu peþinde koþuyor. Bu iþler hiç evliyânýn iþi mi? Hani zikirler, hani dergâhta sohbet, hani ibâdet, hani virdler, zikirler, hani elbise ve külâh? O ise tenhalarda yollara düþüp baðdan baða koþuyor. Bu dünyâya bu derece heves bir velîde olur mu? Biz onu daha görmeden niyetlerini bir güzel anladýk. Âþikâre apaçýk ne olduðu meydana çýktý. Dünyâya düþkün olan, âhiret adamý olamaz. Âhiret adamý olan çok kere fakir olur. Nerede Yahyâ Efendide bunlar?” diye söylendi. Geriye dönmeyi düþündü. Fakat vazgeçti. “Bu kadar zahmet çekip tâ Kocaeli’nden buralara kadar geldim. Görmeden gitmek, bu kadar zahmeti boþa çekmek olur. Emeðim boþa gitmesin. Onu görmeden dönmek akýllýca bir iþ olmaz. Onu bir bulup imtihan edeyim.” dedi ve kayýk ile Kavak yönüne doðru yola çýktý. Kayýkla giderken yolda Yahyâ Efendi ile karþýlaþtý. Yahyâ Efendi onu görünce, tebessümle; “Kardeþim hoþ geldiniz. Bir kimsenin gönlünde dünyâ sevgisi olmazsa, onun elinde bulunan dünyâlýklar âhirette þeref ve îtibâr bulmasýna mâni olmaz. Biz dünyâ ehlinden uzak olmak için bu dað ve bahçeleri mesken edindik. Lâkin biz nereye gitsek bizi buluyorlar. Aman ve fýrsat vermiyorlar.” buyurdu. Sonra þu beyti okudu:
“Yâ Ýlâhî! Kulunum. Emrine itâat ederim, anarým seni
Beni ne yaparsan yap, yeter ki yapma dünyâ delisi.”
Hacý Ali Efendi bu sözleri duyunca, onun gerçek hâlini anladý ve söylediklerine bin piþman oldu. Geri kalan ömrünü Allahü teâlânýn bu sevgili kuluna muhabbet ederek geçirdi.
Kânûnî Sultan Süleymân Hanýn vefâtýndan sonra yerine oðlu Ýkinci Selîm Han pâdiþâh olup tahta geçmiþti. Bir gün saltanat kayýðý ile Boðazý gezmek için çýktý. Giderken Boðaz’daki bâzý yerleri yanýndakilere soruyordu. Beþiktaþ’a geldiklerinde, kendisine; “Efendim burasý Beþiktaþ’týr ve Yahyâ Efendi hazretleri oturur. Buralarýný o ihyâ etmiþtir.” dediler. O zaman Sultan Selîm Han; “Yahyâ Efendi nasýl biridir?” diye sordu. Ona; “Sultaným! Yahyâ Efendi, babanýz Cennetmekân hazretlerinin süt kardeþi idi. Babanýzla çok iyi görüþürlerdi.” dediler. O zaman Sultan Selîm Han; “Evet, babamla olan yakýnlýðýný ve dostluðunu bilirim. O babama her ne derse babam þüphesiz yerine getirirdi. Yahyâ Efendi saraya bir defâ olsun gelmemiþti. Lâkin babam hep onun ayaðýna giderdi. Babam ona çok iltifat ettiðine göre görelim nasýl zâttýr. Evliyâlýðý nicedir. Ýmtihan için onu bir yere dâvet edelim.” dedi. Kale bahçesi denilen güzel bir yere geldi. Sultan bir adamýyla Yahyâ Efendiyi buraya dâvet etti. Yahyâ Efendi geldiðinde ona iltifat etmemeyi gönlünden geçirdi. Çok geçmeden Yahyâ Efendi kayýðýyla çýkageldi. Sultan Selîm Han, Yahyâ Efendiyi görünce tahtýndan inip hürmetle onu karþýladý ve iltifat etti. Yahyâ Efendi ona; “Sultaným! Niçin tahtýnýzdan indiniz. Bu ne iltifat.” buyurdu. Sultan, el öpmek isteyince, Yahyâ Efendi, Sultanýn iki kulaðýný tutup büktü ve; “Abdestin var mý? Söyle yoksa býrakmam.” dedi. Sultan; “Abdest alayým.” dedi. Yahyâ Efendi; “Dediðim namaz abdesti deðildir. Söylediðim tövbe abdestidir.” buyurdu. Sultan Selîm Han mahçûb oldu ve Yahyâ Efendinin ellerinden öpüp, hürmet gösterdi. Onun büyük bir velî olduðuna iyice inandý.
Yahyâ Efendinin, Apostol isminde hýristiyan bir komþusu vardý. Bir gün bu Apostol, denizde fýrtýnaya tutuldu. Kendisi hýristiyan olduðu hâlde, Yahyâ Efendinin hürmetine duâ ederek kurtuldu. Evine gelince, Yahyâ Efendiye hediye götürmek istedi. Kendi âdetlerince, mühim ve kýymetli hediye sayýlan yýllanmýþ þarap alarak Yahyâ Efendinin dergâhýna gitmek için yola çýktý. Getirdiði þarap, dergâhýn yokuþunda, daha oraya varmadan nar suyu hâline döndü. Bu apaçýk kerâmetleri gören Apostol, müslüman olmakla þereflenip, Ali ismini aldý. Arsasýný Yahyâ Efendiye hediye etti ve kendisi de onun talebeleri arasýna katýldý. Bu zât, Yahyâ Efendi ile ayný türbede, onun kabrinin ayak ucunda yatmaktadýr.
Bir zaman Sultan Ýkinci Selîm Han bir donanma hazýrlayýp sefere çýkýlmasýný ferman buyurdu. Donanma hazýrlandýðýnda donanma komutaný Kaptan-ý deryâ Beþiktaþ’a geldi ve Yahyâ Efendiden duâ istedi. O zaman Yahyâ Efendi hazretleri üzüntülü ve sýkýntýlý bir halde; “Allahü teâlâ bir þeyin olmasýný takdir ettiyse, onu hayýr duâ deðiþtiremez. Lâkin sizden gelecek kötü bir haberi iþitmememiz için gece-gündüz Rabbime duâcýyým.” buyurdu ve donanma kaptanýný uðurladý. Donanma o yýl düþmana karþý zafer kazanamadý. Bu haber Ýstanbul’a gelmeden önce Yahyâ Efendi hazretleri Hakk’ýn rahmetine kavuþtular. Buyurduklarý gibi bu haberi duymadan âhirete gittiler.
Beþiktâþî Müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beþiktaþ’taki yerinde, ibâdet ve mücâhede ile vakit geçirdi. 1569 (H.977) Zilhicce ayýnda, kurban bayramý gecesi vefât etti. Vefâtýnda seksen yaþýna yaklaþmýþtý. Kurban bayramý günü, Süleymâniye Câmiinde, bayram namazýndan sonra cenaze namazý kýlýndý. Cenâze namazýný Þeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi kýldýrdý. Bahçesi yakýnýnda bulunan ve daha önceden hazýrladýðý kabrine defnolundu. Cenâzesinde vezîrler, âlimler, zenginler ve fakirlerden müteþekkil çok kalabalýk bir cemâat hazýr bulundu. Bu cemâat, onun hâlinin iyi olduðuna, sonunun hayýrlý olduðuna, tam ve âdil bir þâhitti. Vefât gecesinde; âlimler, hâfýzlar, vâizler, imâmlar, tasavvuf büyükleri Kur’ân-ý kerîm okudular. Kelime-i tevhîd ve tesbîh ile o geceyi ihyâ edip, sevâbýný o büyük zâtýn rûhuna hediye ettiler. Kabri üzerine Ýkinci Selim Hân tarafýndan türbe yaptýrýldý. Sonra gelen Osmanlý sultanlarý, Yahyâ Efendinin türbesinin, câmi ve zâviyesinin ve diðer külliyâtýnýn bakým ve tâmirini büyük bir hassâsiyetle ve aksatmadan yapmýþlardýr.
Yahyâ Efendinin iki oðlu olup, her ikisi de babalarý gibi ilim, irfan âþýðý kimseler idi. Babalarýnýn yolunda bulunmuþlar, vefâtlarýnda ayný türbeye defnolunmuþlardýr.
Yahyâ Efendi hazretlerinin þâirliði de kuvvetli idi. “Müderris” mahlasýyla tasavvufî þiirleri ve müretteb Dîvân'ý vardýr.
: Yahya Efendi By: armi Date: 26 Mayýs 2009, 19:41:51
O Kenidini Tanýttý
Kânûnî, bir gün kayýkla Boðaz’da gezmeye çýkmýþtý. Ortaköy hizâsýna gelince kýyýya yanaþýp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çaðýrttý. O da yanýnda bir ahbâbý ile gelip kayýða bindiler. Birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin ahbâbý, devamlý olarak Kânûnî’nin parmaðýnda bulunan çok kýymetli bir yüzüðe bakýyor ve bu bakýþ dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli farkedince, parmaðýndaki o kýymetli yüzüðü çýkarýp; “Buyurun, daha yakýndan iyice bakýp inceleyebilirsiniz.” dedi. O zât yüzüðü aldý. Evirip çevirdikten sonra, denize atýverdi. Yahyâ Efendi hâriç, kayýkta bulunanlar çok hayret ettiler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediðini bildirince, kayýk kýyýya yanaþtý. O zât, ineceði sýrada denizden bir avuç su alýp Sultana uzattý. Avucunda biraz önce denize attýðý yüzük vardý. Yahyâ Efendi hâriç, kayýkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler. Kânûnî, elini uzatýp yüzüðü alýnca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi. Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp; “Aðabey, neler oluyor?” dedi. O da; “O gördüðünüz Hýzýr aleyhisselâm idi.” dedi. Bunun üzerine Kânûnî; “O hâlde bizi niye tanýþtýrmadýnýz?” deyince, Yahyâ Efendi; “O kendini tanýttý. Ama siz tanýmakta geç kaldýnýz.” buyurdu.
Osmanoðullarýný Ýkabeti Ne Olucaktý?
Bir gün cihân pâdiþâhý Kânûnî Sultan Süleymân Han, Yahyâ Efendi hazretlerine bir hatt-ý þerîf gönderdi ve; “Aðabey! Sen ilâhî sýrlara vâkýfsýn, bilirsin. Kerem eyle de bize Osmanoðullarýnýn âkýbetinin ne olacaðýný haber ver. Nesli kesilip yok mu olacak. Yok olacaksa, bu hangi sebeptendir.” dedi. Hatt-ý þerîfi okuyan Yahyâ Efendi eline kalem kâðýt alýp; “Kardeþim! Neme gerek.” diye iri harflerle yazýp Kânûnî’ye gönderdi. Kânûnî, Yahyâ Efendiden gelen mektûbu okuduðunda hayretler içinde kaldý. Fakat bir þey anlamamýþtý. Derhal bir kayýk hazýrlanmasýný emretti ve bu bilmece sözün mânâsýný anlamak için Yahyâ Efendinin dergâhýna geldi. Yahyâ Efendiyi görür görmez; “Aðabey! Ne olur gizlemeyip, suâlime cevap veriniz. Biz de ona göre hareket edelim.” dedi. Yahyâ Efendi bunun üzerine tebessüm edip; “Biz cevap verdik. Bu sözümüzü anlayamamana þaþarýz.” dedi. Kânûnî; “Nasýl?” deyince, Yahyâ Efendi; “Zulüm, haksýzlýk yayýlsa, iþitenler de; “Neme gerek.” dese ve onu önlemeye çalýþmasalar, sonra koyunu kurt deðil de çoban yese, bilenler de bunu söylemeyip gizlese, fakirler, muhtaçlar, gariplerin feryâdý göklere çýkýp bunlarý taþlardan baþkasý iþitmese, iþte o zaman felâkettir. Neslinin o zaman yok olmasýndan korkulur. Hazînelerin boþalýr. Askerin itâat etmez olur ve yolundan gitmezler. Yok olmak mukadderdir.” buyurdu. Kânûnî bunlarý iþitince, göz yaþlarýný tutamadý. Yahyâ Efendiye olan sevgisi daha da arttý.
Kimse Kimsenin Rýskýný Yiyemez
Yahyâ Efendi bir zaman sevdiklerinden birkaçýyla yolculuða çýkmýþtý. Bir yerde durdular. Talebelerinden birini çaðýrýp; “Burada bir deðirmen var. Oraya gidip tâze yumurta alalým. Yiyelim ve þükredelim.” buyurdu. Deðirmene gittiler. Ýsmi Hasan Efendi olan deðirmenci, güzel huylu biriydi. Yahyâ Efendi deðirmenciye; “Efendi bize tâze yumurta getir.” buyurdu. Deðirmenci; “Efendim! Bir tâne bile kalmadý. Yumurta alýcýsý geldi, hepsini alýp gitti.” dedi. Bunun üzerine Yahyâ Efendi; “Kimse kimsenin nasîbini alamaz. Alayým dese bile, buna yol bulamaz. Var sen kümesi aç. Bize de kalmýþtýr.” buyurdu. Kümesi açtýðýnda her taraf yumurta doluydu. O zaman Yahyâ Efendi; “Bak Hasan Efendi! Allahü teâlâ bizim rýzkýmýzý da yaratmýþ.” buyurdu ve bir avuç altýna bir sepet yumurta alýp yola devâm ettiler.
Gördügün Hýzýr Ýdi
Osmanlý pâdiþâhý, Kânûnî zamanýnda,
Yahyâ Efendi diye, vardý ki bir evliyâ.
Sultan, Aðabey diye, ona hitab ederdi,
Büyük zât olduðunu, bilir ve çok severdi.
Velî Yahyâ Efendi, hazret-i Hýzýr ile,
Sýk sýk görüþür idi, Allah'ýn izni ile.
Pâdiþâh bu durumu, çok iyi biliyordu,
Kendisi de Hýzýr’la, görüþmek istiyordu.
Çýktý sultan bir gece, kayýkla gezintiye,
Yanaþtýrýp kayýðý, bir ara Ortaköy’e.
Yahyâ Efendiye de, gönderdi ki bir haber;
O da gelip bulunsun, kendisiyle beraber.
Yahya Efendi dahi, onun ricâsý ile,
Gelip bindi kayýða, yanýnda birisiyle.
Sultanýn parmaðýnda kýymetli yüzük vardý.
O kiþi, dikkatlice o yüzüðe bakardý.
Ýyice farkedince, bunu Sultan Süleymân,
O kýymetli yüzüðü, çýkarýp parmaðýndan,
Dedi ki: “Siz gâliba, bunu merak ettiniz,
Alýp daha yakýndan, bakýp inceleyiniz.”
O zât aldý yüzüðü, evirip çevirerek,
Atýverdi denize, hem de gülümseyerek.
Yahyâ Efendi hariç, kayýkta bulunanlar,
Çok hayret ettiler ki, acabâ bu ne yapar?
Biraz sonra o kiþi inmeði arzu etti
Pâdiþâh kayýkçýya; “Kýyýya yanaþ” dedi.
O kiþi tam inerken bir avuç su alarak,
Uzattý pâdiþâha, göz altýndan bakarak.
Avcundaki o suda attýðý yüzük vardý,
Pâdiþah bunu görüp, hayretten dona kaldý.
Tutmak istediyse de, o kiþinin elinden,
Lâkin o zât bir anda, kayboldu göz önünden.
Sordu Sultan Süleymân, Yahyâ Efendiye ki
“Aðabey, ne oluyor, bu olanlar nedir ki?”
“Efendim gördüðünüz, Hýzýr idi” deyince,
Dedi: “Bunu ne için, demedin daha önce.”
Buyurdu: “O kendini, tanýttý hükümdârým,
Lâkin siz tanýmakta, geç kaldýnýz hünkârým.”
Pehlivan Yahya Efendi
Avrupa’da Kara Pehlivan ismiyle meþhûr ve bütün güreþçileri yenen gayr-i müslim bir güreþçi vardý. Bu güreþçi bir ara Ýstanbul’a geldi. Bütün güreþçilere meydan okuyor, hiç kimsenin kendisiyle güreþmeye cesâret edemeyeceðini söylüyordu. Yahyâ Efendi, Ýslâmiyetin þerefini, vekarýný korumak için, güreþmek üzere o meþhûr pehlivanýn karþýsýna çýktý. Kendisi daha önce hiç güreþmezdi. Herkes bu duruma çok hayret etti. Pehlivanlar meydana çýktýðýnda, binlerce insan merak dolu bakýþlarla ve endiþe ile netîceyi bekliyorlardý. Nihâyet Yahyâ Efendi, Kara Pehlivan ile karþýlaþtý. O meþhûr, maðrûr ve kendini beðenen Kara Pehlivan’ý bir elense ile yeniverdi.
Kara Pehlivan, bu zâtta gördüðü kuvvetin normal bir þey olmadýðýný, bu hâlin o büyük zâtýn bir kerâmeti olduðunu anladý. O anda kalbinde bir deðiþiklik hissetti. Gönlü âdetâ Yahyâ Efendiye baðlanýp kaldý. Nihâyet onun huzûrunda müslüman olmakla þereflenip, talebeleri arasýna katýldý.
Âþýga Bagdat Irak Degildir
Maðripli birisi Yahyâ Efendinin ismini duyup, görmeden ona âþýk oldu. Yahyâ Efendinin nerede olduðunu bilmiyordu. Mýsýr, Þam, Halep ve baþka birçok yer gezip Yahyâ Efendiyi aradý. Netîcede Ýstanbul’a geldi. Gördüklerine dâimâ; “Yahyâ nerede. Ey insanlar Yahyâ’yý biliyor musunuz?” derdi. Birisi onun hâlini anlayýp aradýðý kiþinin Beþiktaþ’ta olduðunu haber verdi. Maðripli yürüyerek Beþiktaþ’a geldi. Sorarak Yahyâ Efendinin dergâhýný buldu. Kapýyý çalýp, Yahyâ Efendi hazretlerini sordu. Dergâhtakiler Yahyâ Efendinin Kavak’taki bahçesine gittiðini söylediler. Âþýk Maðripli; “Âþýða Baðdât ýrak deðildir.” diyerek Kavak’taki bahçeye geldi. Bahçe çok güzel olup ortasýnda bir havuz vardý. Yahyâ Efendi havuzun yanýnda oturmuþtu. Hizmetçiler bahçeyi suluyorlardý. Maðripli doðruca Yahyâ Efendinin yanýna yaklaþýp, selâm verdi ve elini öptü. Sonra da; “Efendim ne olur beni talebeliðe kabûl edin. Nice yýllar diyar diyar gezip sizi ararým." dedi. Yahyâ Efendi ona; "Acabâ maksadýn nedir?Bu kadar zahmete sebep ne oldu. Bize anlat, biz de sana yardým edelim, gamýný giderelim." buyurdu. Maðripli, Yahyâ Efendinin ayaklarýný öpmek istedi ve; "Efendim ne olur kimyâ ilmini bana öðretin.” dedi. Bu sözü üzerine Yahyâ Efendi; “Sen yanlýþ haber almýþsýn. Biz o senin dediðin þeyi bilmeyiz.” buyurdu. Maðripli yine; “Efendim! Derdimin dermâný sendedir. Ben arzuma kavuþmadan buradan gitmem.” dedi ve sözlerinde ýsrar etti. Meðer ki Maðripli, Yahyâ Efendiyi imtihan etmek istermiþ. Onun maksadýný anlayan Yahyâ Efendi, Maðriplinin ayak ucunda bir siyah taþ gördü ve; “Ey kiþi! Þu kara taþý bana al da veriver.” buyurdu. Maðripli eðilip yerdeki kara taþý aldý ve Yahyâ Efendinin eline verdi.Yahyâ Efendi o taþa dikkatle baktý. O sýrada taþ altýn kesildi. Sonra havuzun içine atýverdi ve; “Allahü teâlânýn sevgili kullarý taþa nazar etseler, o hâlis altýn oluverir.” buyurdu. Bunu gören Maðripli; “Elhamdülillah. Cenâb-ý Hak beni maksâdýma kavuþturdu. Maksadým hâsýl oldu. Efendim beni kabûl edin. Hizmetinizle þereflenmek istiyorum. Caným baþým yolunuza fedâdýr.” dedi ve ellerine sarýldý. Yahyâ Efendi de onu talebeliðe kabûl etti. Bir bahçenin bakým iþlerini ona verdi.
1) Sicilli Osmânî; c.4, s.633
2) Tezkiret-üþ-Þu’arâ; c.2, s.882
3) Osmanlý Târihi Ansiklopedisi; c.6, s.188
4) Mir’ât-ý Ýstanbul; s.290
5) Tam Ýlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baský) s.1161
6) Þakâyik-ý Nu’mâniyye Zeyli (Atâî); s.147
7) Menâkýb-ý Beþiktâþî Müderris Yahyâ Efendi ibni Ömer el-Arabî (Matbaa-i Osmâniyye Ýstanbul-1314)
8- Sefînet-ül-Evliyâ; c.2, s.61
9) Menâkýb-ý Yahyâ Efendi, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacý Mahmûd Efendi Kýsmý, No 4592
10) Ýslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c.15, s.19