Mektup no 41 By: hafiza aise Date: 14 Mart 2011, 15:27:19
Sýra No: 41
Aziz, sýddýk, sebatkâr, muhlis kardeþlerim,
Hem maddî, hem mânevî, hem nefsim, hem benimle, temas edenler gayet ehemmiyetli benden suâl ediyorlar ki: "Neden herkese muhalif olarak, hiç kimsenin yapmadýðý gibi, sana yardým edecek çok ehemmiyetli kuvvetlere bakmýyorsun, istiðna gösteriyorsun? Ve herkes müþtak ve talip olduðu ve Risale-i Nur'un intiþarýna, fütuhatýna çok hizmet edeceðine o Risale-i Nur þakirtlerinin haslarý müttefik olduklarý ve senden kabul ettikleri büyük makamlarý kabul etmiyorsun, þiddetle çekiniyorsun?"
Elcevap: Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtýrlar ki, kâinatta hiçbirþeye âlet ve tâbi ve basamak olamaz; ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez; ve hiçbir þüphe ve felsefe onu maðlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanýn bin seneden beri teraküm etmiþ dalâletlerin hücumuna karþý imanlarý muhafaza edilsin.
Ýþte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardýmcýlara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onlarý arayýp tâbi olmuyor-tâ avâm-ý ehl-i imanýn nazarýnda, hayat-ý dünyeviyenin bazý gayelerine basamak olmasýn; ve doðrudan doðruya hayat-ý bâkiyeden baþka hiçbir þeye âlet olmadýðýndan, fevkalâde kuvveti ve hakikatý, hücum eden þüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.
Amma, "Mânevî ve makbul ve zararsýz ve bütün ehl-i iman ve hakikatýn istedikleri nurânî makamlar ve uhrevî rütbelerden, hâlis kardeþlerimizden hüsn-ü zanla verilen ve ihlâsýnýza zarar gelmediði halde, eðer kabul etsen, reddedilmeyecek derecede senetler, hüccetler bulunduðu halde; sen, deðil tevazu ve mahviyetle, belki þiddet ve hiddetle ve o makamý sana veren kardeþlerinin hatýrýný kýrmakla o rütbelerden ve makamlardan kaçýyorsun."
Elcevap: Nasýl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostlarýn hayatýný kurtarmak için kendini feda eder. Öyle de, ehl-i imanýn hayat-ý ebediyelerini tehlikeli düþmanlardan muhafaza etmek için, lüzum olsa-hem lüzum var-kendim, deðil yalnýz lâyýk olmadýðým o makamlarý, belki hakikî hayat-ý ebediyenin makamlarýný dahi feda etmeye, Risale-i Nur'dan aldýðým ders-i þefkat cihetiyle terk ederim.
Evet, her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede, siyaset ve felsefenin galebesinde ve enâniyet ve hodfuruþluðun heyecanlý asrýnda büyük makamlar herþeyi kendine tâbi ve basamak yapar. Hattâ dünyevî makamlar için dahi mukaddesatýný âlet eder. Mânevî makamlar olsa, daha ziyade âlet eder. Umumun nazarýnda kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakýþtýrmak için bazý kudsî hizmetlerini ve hakikatleri basamak ve vesile yapýyor diye itham altýnda kalýp, neþrettiði hakikatler dahi tereddütlerle revacý zedelenir. Þahsa, makama faydasý bir ise, revaçsýzlýkla umuma zararý bindir.
Elhasýl: Hakikat-i ihlâs, benim için þan ve þerefe ve maddî ve mânevî rütbelere vesile olabilen þeylerden beni men ediyor. Hizmet-i Nuriyeye, gerçi büyük zarar olur; fakat, kemiyet keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduðundan, hâlis bir hâdim olarak, hakikat-i ihlâs ile, herþeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek, büyük bir kutbiyetle binler adamý irþad etmekten daha ehemmiyetli görüyorum.
Çünkü o on adam, tam o hakikati herþeyin fevkinde gördüklerinden, sebat edip, o çekirdekler hükmünde olan kalbleri, birer aðaç olabilirler. Fakat o binler adam, dünyadan ve felsefeden gelen þüpheler ve vesveselerle, o kutbun derslerini, "Hususî makamýndan ve hususî hissiyatýndan geliyor" nazarýyla bakýp, maðlûp olarak daðýtýlabilirler. Bu mânâ için hizmetkârlýðý, makamatlara tercih ediyorum.
Hattâ bu defa bana, beþ vecihle kanunsuz, bayramda, düþmanlarýmýn plânýyla bana ihanet eden o malûm adama þimdilik bir belâ gelmesin diye telâþ ettim. Çünkü, mesele þaþalandýðý için, doðrudan doðruya avâm-ý nas bana makam verip harika bir keramet sayabilirler diye, dedim: "Yâ Rabbi, bunu ýslah et veya cezasýný ver. Fakat böyle kerametvâri bir surette olmasýn."
Bu münasebetle birþeyi beyan edeceðim. Þöyle ki:
Bu defa mahkemeden bana teslim olunan talebelerin mektuplarý içinde, çok imzalar üstünde bulunan bir mektup gördüm; belki lâhikaya girmiþ. Risale-i Nur'un þakirtlerinin maiþet cihetindeki bereketine ve bazýlarýn tokatlarýna dairdi. Burada, aynen Kastamonu'daki tokat yiyenler gibi þüphe kalmamýþ. Beþ adam, aynen burada da tokat yediler.*
Risale-i Nur'un bir kâtibi dedi ki: "Neden dostlarýn kusuratýna tokat gelir; hücum eden düþmanlara bu tarzda gelmiyor?"
Elcevap: Memur olmayan, veya hususî, þahsý itibarýyla hiyanet eden, hususî tokat yer. Bu nevi vukuat pek çoktur. Ve tam sadâkat edenlerde, maiþetindeki bereket ve kalbindeki rahat cihetinde ikramlara mazhar olanlar dahi pek çoktur. Eðer memur ise, kanun namýna kanunsuz hiyanet eden, iliþen, o memlekete, o bîçare ahâliye bir umumî tokada vesile olur. Ya zelzele, ya yaðmursuzluk, ya hastalýk, ya fýrtýna gibi umumî belâlara bir vesile olur. Kendisi, zahiren hususî tokat yememiþ gibi görünüyor.
Hem eðer dinsizlik hesabýna, imanî hizmetimize iliþenler olsa (1)
kaidesince, küfür derecesine giren öylelerin zulümleri-büyük olduðu için-âhirete tehir edilir, ekseriyetçe küçük zulümler gibi cezalarý dünyaca tâcil edilmez.

Said Nursî* Evet, biz gözümüzle gördük, hiç þüphemiz kalmadý.
Buranýn talebeleri namýna
Ceylân, Ýbrahim
1 Zulüm devam etmez, küfür devam eder.