Mektup no 170 By: hafiza aise Date: 08 Mart 2011, 16:41:03
Sýra No: 170
[Maddî ve mânevî bir sual münasebetiyle hatýra gelen bir cevaptýr.]
Aziz, sýddýk kardeþlerim,
Deniliyor ki: "Neden Nur þakirtlerinin kuvvetli hüsn-ü zanlarý ve kat'î kanaatleri, senin þahsýn hakkýnda Nurlara daha ziyade þevklerine medar olan bir makamý ve kemâlâtý þahsýna kabul etmiyorsun? Yalnýz Risale-i Nur'a verip, kendini çok kusurlu bir hâdim gösteriyorsun?"
Elcevap: Hadsiz hamd ve þükür olsun ki, Risale-i Nur'un öyle kuvvetli ve sarsýlmaz istinad noktalarý ve öyle parlak ve keskin hüccetleri var ki, benim þahsýmda zannedilen meziyete, istidada ihtiyacý yoktur. Baþka eserler gibi müellifin kabiliyetine bakýp, makbuliyeti ve kuvveti ondan almýyor. Ýþte meydanda, yirmi senedir kat'î hüccetlerine dayanýp, þahsýmýn maddî ve mânevî düþmanlarýný teslime mecbur ediyor.
Eðer þahsiyetim ona ehemmiyetli bir nokta-i istinad olsaydý, dinsiz düþmanlarým ve insafsýz muarýzlarým kusurlu þahsýmý çürütmekle, Nurlara büyük darbe vurabilirdiler. Halbuki o düþmanlar, divaneliklerinden, yine her nevi desiselerle beni çürütmeye ve hakkýmda teveccüh-ü âmmeyi kýrmaya çalýþtýklarý halde, Nurlarýn fütuhatýna ve kýymetine zarar veremiyorlar. Yalnýz bazý zayýf ve yeni müþtaklarý bulandýrsa da vazgeçiremiyorlar.
Bu hakikat için, hem bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiði için, haddimden çok ziyade olan hüsn-ü zanlarý kendime almýyorum. Ve ben, kardeþlerim gibi, kendi nefsime hüsn-ü zan etmiyorum. Hem kardeþlerimin bu bîçare kardeþlerine verdiði makam-ý uhrevî, hakikî, dinî makam ise, Mektubat'ta Ýkinci Mektubun âhirindeki kaideye
göre, þahsýma verdikleri mânevî hediye olan kemâlâtý, eðer-hâþâ!-ben kendimi öyle bilsem, olmamasýna delildir. Kendimi öyle bilmesem, onlarýn o hediyesini kabul etmemek lâzým geliyor." Hem kendini makam sahibi bilmek cihetinde enaniyet müdahale edebilir.
Birþey daha kaldý ki, dünya cihetinde hakaik-i imaniyenin neþrindeki vazifedar, makam sahibi olsa, daha iyi tesir eder denilebilir. Bunda da iki mâni var.
Birisi: Faraza velâyet olsa da, bilerek, isteyerek makam yapmak tarzýnda, velâyetin mahiyetindeki ihlâs ve mahviyete münafidir. Nübüvvetin vereseleri olan Sahabeler gibi izhar ve dâvâ edemezler; onlara kýyas edilmez.
Ýkinci mâni: Pek çok cihetlerle çürütülebilir ve fâni ve cüz'î ve muvakkat ve kusurlu bir þahýs sahip olsa, Nurlara ve hakaik-i imaniyenin fütuhatýna zarar gelir. Fakat bir nokta var ki, mucib-i þükrandýr: Ehl-i siyasetteki düþmanlarým, mezkûr hakikatleri bilmedikleri için, þerefli, izzetli Eski Said'i düþünüp mütemadiyen Nurlar bedeline benim þahsýma ihanet ve tenkis etmekle meþgul oluyorlar. Bazý mutaassýp enaniyetli hocalarý da þahsýmýn aleyhine çeviriyorlar, güyâ Nurlarý söndürmeye çalýþýyorlar. Halbuki Nurlarý daha ziyade parlattýrmaya vesile oluyorlar. Nurlar, âdi þahsýmdan deðil, Kur'ân güneþinin menbaýndan nurlarý alýyor.