Emirdað Lahikasý
Pages: 1
Mektup no 206 By: hafiza aise Date: 07 Mart 2011, 17:28:51
Sýra No: 206

Aziz, sýddýk kardeþlerim,

Evvelâ:
Nurun ehemmiyetli ve çok hayýrlý bir þakirdi, çoklarýn namýna benden sordu ki: "Nurun hâlis ve ehemmiyetli bir kýsým þakirtleri, pek musýrrâne olarak, âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürþidi seni zannediyorlar ve o kadar çekindiðin halde onlar ýsrar ediyorlar. Sen de bu kadar musýrrâne onlarýn fikirlerini kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Elbette onlarýn elinde bir hakikat ve kat'î bir hüccet var ve sen de bir hikmet ve hakikate binaen onlara muvafakat etmiyorsun. Bu ise bir tezattýr, herhalde hallini istiyoruz."

Ben de bu zatýn temsil ettiði çok mesaillere cevaben derim ki:

O has Nurcularýn ellerinde bir hakikat var. Fakat iki cihette bir tâbir ve tevil lâzým.

Birincisi: Çok defa mektuplarýmda iþaret ettiðim gibi, Mehdî-i Âl-i Resulün temsil ettiði kudsî cemaatinin þahs-ý mânevîsinin üç vazifesi var. Eðer çabuk kýyamet kopmazsa ve beþer bütün bütün yoldan çýkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati yapacaðýný rahmet-i Ýlâhiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:

Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyun ve tabiiyyun tâunu, beþer içine intiþar etmesiyle, herþeyden evvel felsefeyi ve maddiyun fikrini tam susturacak bir tarzda imaný kurtarmaktýr

Ehl-i imaný dalâletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herþeyi býrakmakla, çok zaman tedkikat ile meþguliyeti iktiza ettiðinden, Hazret-i Mehdînin, o vazifesini bizzat kendisi görmeye vakit ve hal müsaade edemez. Çünkü hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) cihetindeki saltanatý, onunla iþtigale vakit býrakmýyor. Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zat, o taifenin uzun tetkikatýyla yazdýklarý eseri kendine hazýr bir program yapacak, onunla o birinci vazifeyi tam yapmýþ olacak.

Bu vazifenin istinad ettiði kuvvet ve mânevî ordusu, yalnýz ihlâs ve sadakat ve tesanüd sýfatlarýna tam sahip olan bir kýsým þakirtlerdir. Ne kadar da az da olsalar, mânen bir ordu kadar kuvvetli ve kýymetli sayýlýrlar.

Ýkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanýyla þeâir-i Ýslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i Ýslâmýn vahdetini nokta-i istinad edip beþeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ý Ýlâhiden kurtarmaktýr. Bu vazifenin, nokta-i istinadý ve hâdimleri, milyonlarla efradý bulunan ordular lâzýmdýr.

Üçüncü vazifesi:
Ýnkýlâbât-ý zamaniye ile çok ahkâm-ý Kur'âniyenin zedelenmesiyle ve þeriat-ý Muhammediyenin (a.s.m.) kanunlarý bir derece tâtile uðramasýyla, o zat, bütün ehl-i imanýn mânevî yardýmlarýyla ve ittihad-ý Ýslâmýn muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanýn ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asýrda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarýyla o vazife-i uzmâyý yapmaya çalýþýr.

Þimdi hakikat-i hal böyle olduðu halde, en birinci vazifesi ve en yüksek mesleði olan imaný kurtarmak ve imaný, tahkikî bir surette umuma ders vermek, hattâ avamýn da imanýný tahkikî yapmak vazifesi ise, mânen ve hakikaten hidayet edici, irþad edici mânâsýnýn tam sarahatini ifade ettiði için, Nur þakirtleri bu vazifeyi tamamýyla Risale-i Nur'da gördüklerinden, ikinci ve üçüncü vazifeler buna nisbeten ikinci ve üçüncü derecedir diye, Risale-i Nur'un þahs-ý mânevîsini haklý olarak bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar. O þahs-ý mânevînin de bir mümessili, Nur þakirtlerinin tesanüdünden gelen bir þahs-ý mânevîsi ve o þahs-ý mânevîde bir nevi mümessili olan biçare tercümanýný zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes'ul deðiller. Çünkü ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeþlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarýný bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemâl-i itikatlarýnýn bir tereþþuhu gördüðümden, onlara çok iliþmezdim. Hattâ eski evliyanýn bir kýsmý, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u ayný o âhir zamanýn hidayet edicisi olduðu diye keþifleri, bu tahkikat ile tevili anlaþýlýr. Demek iki noktada bir iltibas var; tevil lâzýmdýr.

Birincisi: Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasýnda birinci vazife derecesinde deðiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ý Ýslâm ordularýyla zemin yüzünde saltanat-ý Ýslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrýn efkârýnda, o birinci vazifeden bin derece geniþ görünüyor. Ve bu isim bir adama verildiði vakit, bu iki vazife hatýra geliyor; siyaset mânâsýný ihsas eder, belki de bir hodfuruþluk mânâsýný hatýra getirir; belki bir þan, þeref ve makamperestlik ve þöhretperestlik arzularýný gösterir. Ve eskiden beri ve þimdi de çok safdil ve makamperest zatlar, Mehdî olacaðým diye dâvâ ederler. Gerçi her asýrda hidayet edici, bir nevi Mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiþ. Fakat herbiri, üç vazifelerden birisini bir cihette yapmasý itibarýyla, âhir zamanýn Büyük Mehdî unvanýný almamýþlar.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazý þakirtlerin bu itikatlarýna göre, bana karþý demiþler ki:

"Eðer Mehdîlik dâvâ etse, bütün þakirtleri kabul edecekler."

Ben de onlara demiþtim: "Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanýn o büyük þahsý, Âl-i Beytten olacaktýr. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldým ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur þakirtlerine þâmil olmasýndan, ben de Âl-i Beytten sayýlabilirim. Fakat bu zaman þahs-ý mânevî zamaný olmasýndan ve Nurun mesleðinde hiçbir cihette benlik ve þahsiyet ve þahsî makamlarý arzu etmek ve þan þeref kazanmak olmaz; ve sýrr-ý ihlâsa tam muhalif olmasýndan, Cenab-ý Hakka hadsiz þükür ediyorum ki, beni kendime beðendirmemesinden, ben öyle þahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlâsý bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, býrakmaya kendimi mecbur biliyorum" dedim, o ehl-i vukuf sustu.


radyobeyan