Mektup no 3 By: hafiza aise Date: 05 Mart 2011, 14:53:55
3
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ
Aziz, sýddýk kardeþlerim, Safranbolu, Eflâni havalisi Nur þakirtleri,
Sizlere, gönderdiðiniz Nur eczalarýnýn hediyesine bin barekâllah, mâþaallah deriz. Cenâb-ý Hak sizleri iki cihanda mes’ud eylesin. Âmin.
Nurun mübarek, fedakâr þakirtlerinin herbiri bir kýsým risaleleri güzelce yazýp bu sýrada bana hediye etmeleri ve bir kýsým tatlý teberrükle beraber þiddetli hastalýðým ve sýkýntýlarým içinde garip bir tarzda bana gelmesi, eskiden beri mukabelesiz hediyeyi kabul etmemek kaidem iken, o kaidenin aksine olarak kemâl-i sevinç ve memnuniyetle kabul ettiðime sebep, üç mânidar ve garip hâdiselerdir.
Birincisi: Bir kýsým paramla aldýðým bana mahsus makine mahsulü on bir mecmua ve elmas kalemli Nurun kýymetdar üç þakirdinin yazdýklarý tam bir takým Risale-i Nur, Diyanet Riyasetinin beþ altý defa musýrrâne istemesi üzerine hazýrladýðým, ayný zamanda ve bir derece yabanî kalan müftüler ve hocalara bir mânevî hediye ve müþevvik olarak göndermek teþebbüsü zamanýnda böyle çok ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev’i buraya istiyordum. Halbuki vaziyetim müþkil bir halde, çok merak ediyordum. Birden, küçük bir Hüsrev olan kahraman Sungur ayný vakitte geldi. Beni çok endiþe ve telâþlardan ve masraflardan kurtardýðý gibi, bu vazife, iki sene mütemadiyen yanýmda hizmeti kadar kýymettar olduðu için kat’î kanaatim geldi ki, bu da Nurun neþrindeki muvaffakiyetin bir kerametidir.
Ýkinci hâdise: Ben kendime ait nüshalarýmý Diyanet Riyasetine gönderdiðim ayný zamanda, aynen mizanla ziyade-noksan olmayarak, tartýlsa aynen o kadar Nurun Safranbolu, Eflâni havalisindeki Nurun küçük kahramanlarý gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ý hal ile bana dediler: “Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik. O zayiatýn yerini doldurduk.” Ben de ruh u canla kabul ettim ve gönderenleri tebrik ettim; daha teberrükleri bana dokunmadý.
Üçüncü hâdise: O mübarek hediyeler odama geldiði zamandan on dakika evvel, serçe kuþuna benzer bir kuþ yataðýmýn ayaðý altýnda gördüm. Halbuki pencereler ve kapý kapalý, hiçbir delik yok ki, o kuþ girebilsin. Baktým, benden kaçmýyor. Bir parça ekmek verdim; yemedi. Kalben dedim: “Üç dört sene evvel ayný burada kuþlarýn müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor.”
Hakikaten ayný zamanda o mübarek nurlu hediye geldiði gibi, üç senedir haber almadýðým müftü kardeþim Abdülmecid’den güzel bir mektup aldým. Bana hizmet eden Halil geldi. “Bu kuþa bak, bu da eski kuþlar gibi bir müjdecidir” dedim. Sonra pencereyi açtýk, gitsin; gitmiyordu. Yukarýda beþ altý defa uçtu, gitmedi.
Sonra Sungur da geldi. “Ýþte sen de gör” dedik; o da gördü. Yarým saat sonra, nasýl görülmesi harika oldu; bulunmamasý da harika oldu. Pencereden çýkmadan Halil ile aradýk, bulamadýk. Kayboldu.
Hattâ bu mânevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetiþmesi, ehemmiyetini göstermeye bir kat’î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel—demek o evden çýktýðý gün—Halil rüyada görüyor ki, Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmiþler; büyük bir hâdise ve þâþaalý bir merasim yapýlmýþ. Benden “Tâbiri nedir?” diye sordu. Ben de merak ettim: “Sen niçin bu rüyayý bana söyledin? Acaba onlarýn baþýna bir zarar mý gelmiþ?” diye bir gece sabaha kadar endiþe ile müteessirdim. O rüya-yý sâdýka az bir tâbirle çýktý.