Emirdað Lahikasý
Pages: 1
Mektup no 66 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 15:29:26
66

Aziz, sýddýk kardeþlerim,

Evvelâ: Mevlid-i Þerifinizi ruh u canýmýzla tebrik ediyoruz. Ve muvaffakiyetinizi ve Nurlarýn fevkalâde tesirli intiþarlarýný sizlere müjde ediyoruz. Ve Nurcularý tebrik ediyoruz.

Saniyen: Bu mübarek gecede pek þiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: Ýstanbul’daki üniversiteciler Eski Said ile Yeni Said’in Tarihçe-i Hayatýndaki harikalarý yazmalarý münasebetiyle iki fikir meydana gelmiþ.

Birisi: Dostlarda, benim haddimden pek ziyade, fevkalâde bir nevi velâyet gibi bir hüsn-ü zan hasýl olmuþ. Ve muârýzlarda ve ehl-i felsefede de pek harika bir dehâ zanný ve hattâ bazýlarýnda da kuvvetli bir sihir tevehhümüyle, haddimden bin derece ziyade bir tevehhüm hasýl olmuþ. Ve bu mânâya dair çok yerlerde “Bunun hakikati nedir?” diye maddî ve mânevî izahý benden istenilmiþti. Ben de bu geceki þiddetli ihtar için çok mukaddematlý bir hakikati beyan etmeye mecbur oldum.

Birinci mukaddeme: Nasýl ki bir çam aðacýnýn buðday tanesi kadar bir çekirdeði, koca çam aðacýna bir mebde’ oluyor; kudret-i Ýlâhî o acip aðacý o çekirdekten halk ediyor. Milyondan ancak bir hisse o çekirdekte bulunurken, o çekirdek kader kalemiyle yazýlan mânevî bir fihriste olmuþ. Yoksa, bir köy kadar fabrikalar lâzýmdýr ki, o acip aðaç, dal ve budaklarýyla teþkil edilsin. Ýþte, azamet ve kudret‑i Ýlâhînin bir delili de budur ki, bir zerreden dað gibi þeyleri halk eder.

Ýþte, aynen bunun gibi, hiçbir mahviyet ve tevazu niyetiyle olmayarak, bütün kanaatimle ilân ediyorum ki, benim hizmetim ve sergüzeþte-i hayatým, bir nevi çekirdek hükmüne geçmiþ. Ýnayet-i Ýlâhiye ile bu zamanda ehemmiyetli bir hizmet-i imaniyeye mebde’ olmak için, Kur’ân’dan gelen ve meyvedar bir þecere-i âliye olan Nur Risalelerini ihsan etmiþ. Ben bunu kasemle temin ediyorum ki, bütün hayatýmda geçen o harikalardan dolayý ben kendimde kat’iyen bir kabiliyet ve bir meziyet ve o fevkalâdeliðe bir liyakat görmüyordum. Hayret hayret içinde kalýyordum. Deðil fevkalâde bir dehâ veyahut fevkalâde bir velâyet, belki kendi kendimi idâre edecek ve hayat-ý içtimaiye ile münasebettar olacak bir kabiliyet görmüyordum. Gerçi zahiren hodfuruþluk gibi bazý hâlât hayatýmda görünmüþtü. O da ihtiyarým haricinde halklarýn hüsn-ü zannýný tekzip etmemek için bir nevi hodfuruþluk gibi oluyordu. Fakat halklarýn hüsn-ü zanný gibi hakikatte olmadýðýmýn hikmetini bilmediðimden ve dünyaya yaramadýðýmý, böyle bin derece haddimden fazla bir teveccühe mazhar olduðumu bütün bütün hilâf-ý hakikat telâkki ediyordum. Fakat Cenâb-ý Hakka yüz bin þükür olsun ki, yetmiþ seksen senelik hayatýmýn sonlarýnda onun hikmetini ihsan-ý Ýlâhiye ile bir derece bildik ve kýsaca bir kýsmýna iþaret edeceðim. Ve çok nümunelerinden bir kýsým nümunelerini beyan ediyorum:

Birinci nümune: Medrese usulünce hiç olmazsa on beþ sene tahsil-i ilim lâzým geliyor ki, hakaik-i diniye ve ulûm-u Ýslâmiye tam elde edilsin. O zamanda Said’de, deðil harika bir zekâ veya bir mânevî kuvvet, belki bütün istidat ve kabiliyetinin haricinde bir acip tarzla, bir iki sene sarf ve nahiv mebâdisini gördükten sonra, üç ayda acip bir tarzda kýrk elli kitabý güya okumuþ ve icâzet almýþ gibi bir hâlet göründü.

Bu hal altmýþ sene sonra doðrudan doðruya gösterdi ki, o vaziyet ulûm-u imaniyeyi üç dört ayda, kýsa bir zamanda ellere verebilecek bir tefsir-i Kur’ânî çýkacak ve o biçare Said de onun hizmetinde bulunacak iþaretiyle, hem bir zaman gelecek ki, deðil on beþ sene belki bir sene de ulûm-u imaniyeyi ders alacak medreseler ele geçmeyecek ve azalacak bir zamana bir nevi iþaret-i gaybiye gibi mânâlar hatýra geliyor.

Ýkinci nümune: O eski zamanda, Said’in o çocukluk zamanýnda büyük âlimlerle münazarasýný ve o âlimlerin suallerine cevap vermesini, hattâ kendisi hiç sual etmeden âlimlerin en müþkül suallerine doðru cevap vermesini, ben kat’iyen itiraf ediyorum ve itikad ediyorum ki, o hal ne harika zekâvetimden ve ne de acip istidadýmdan neþ’et etmiþ deðildir. Ben de biçare, müptedi, sersem, gürültücü bir çocuk iken, hiç böyle, deðil büyük âlimlere cevap vermek, belki küçük hocalara, hattâ küçük talebelere de maðlûp olur bir halde iken doðru cevap vermekliðim, kat’iyen istidadýmdan ve zekâvetimden gelmemiþ olduðuna kanaat-i kat’iyem var. Yetmiþ senedir de hayret ediyordum.

Þimdi ihsan-ý Ýlâhî ile bir hikmetini anladým ki: Çekirdek gibi, medrese ilimlerine bir aðaç ihsan edilecek ve o aðacýn hizmetinde bulunana karþý pek çok rakipleri ve muarýzlarý bulunacak.

Ýþte, bu zamanda, Ýslâmlar içinde muhtelif meþrepler ve meslekler sahipleri birbirisini tenkit etmek ve eserine mukabil eserler neþretmek, Mutezile ve Ehl-i Sünnet gibi birbirini kýrmak âdetiyle bu zamanda o Nur aðacýnýn hizmetkârýnýn baþýna vuracak ve rekabet veya meþrep muhalefetiyle en tesirlisi ve en müthiþi medrese hocalarý olmak lâzým gelirken, Cenâb-ý Hakka yüz bin þükür olsun ki, eskiden beri devam etmekte olan o âdete muhalif olarak, Risale-i Nur en ziyade ulemânýn damarlarýna dokundurduðu halde hocalarýn Nurlara karþý tenkitkârâne eserler yazamadýklarýnýn sebebi, o zamanda o çocuk Said’in ulemânýn suallerine karþý doðru cevap vermesi ulemanýn cesaretini kýrmýþ ki, hiçbir yerde kýskanç hocalardan, hem meþrepçe Said’e çok muhalif olduklarý halde Nur Risalelerine karþý mukabil çýkmamalarý, bu halin bir hikmeti olduðuna kanaatim gelmiþ. Yoksa böyle acip bir zamanda ehl-i medresenin itirazý baþlasaydý, dinsizlik taraftarlarý olan gizli düþmanlarýmýz hem Nurlarý, hem ulemayý çürütmek için ehemmiyetli bir vesile yapacaklardý. Cenâb-ý Hakka hadsiz þükrolsun ki, en ziyade Nurlarýn dokunduðu resmî ulema, aleyhinde bulunamadýlar.

Üçüncü nümune: Eski Said’in çocukluk zamanýndan beri hem kendisi, hem babasý fakir olduklarý halde, baþkalarýnýn sadaka ve hediyelerini almadýðýnýn ve alamadýðýnýn ve þiddetli muhtaç olduðu halde hediyeleri mukabilsiz kabul etmediðinin ve Kürdistan âdeti talebelerin tayinatý ahalinin evlerinden verildiði ve zekâtla masraflarý yapýldýðý halde, Said hiçbir vakit tayin almaya gitmediðinin ve zekâtý dahi bilerek almadýðýnýn bir hikmeti, þimdi kat’î kanaatimle þudur ki:

Âhir ömrümde Risale-i Nur gibi sýrf imanî ve uhrevî bir hizmet-i kudsiyeyi dünyaya âlet etmemek ve menâfi-i þahsiyeye vesile yapmamak için, o makbul âdete ve o zararsýz seciyeye karþý bana bir nefret ve bir kaçýnmak ve þiddet-i fakr ve zarureti kabul edip elini insanlara açmamak hâleti verilmiþti ki, Risale-i Nur’un hakikî bir kuvveti olan hakikî ihlâs kýrýlmasýn. Ve bunda bir iþaret-i mânevî hissediyordum ki, gelecek zamanda maiþet derdiyle ehl-i ilmin maðlûbiyeti bu ihtiyaçtan gelecektir.Dördüncü nümune: Yeni Said ihtiyarlýðýnda bütün bütün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeye çalýþtýðý halde, ehl-i dünyanýn bütün bütün kanuna ve insafa ve vicdana, hattâ insanlýða muhalif bir tarzda eþedd-i zulümle yirmi sekiz sene iþkencelerle ezdiklerine ve bir sineðin ýsýrmasýna tahammül etmeyen o biçare Said’in baltalarla baþýna vurduklarýna ve ihanetin en þenîlerini yaptýklarýna karþý, emsalsiz bir sabýr ve tahammül ona ihsan olunmasý ve gayet asabî ve sinirli olduðu gibi, fýtraten korkak olmadýðý halde “Ecel birdir, tegayyür etmez” hakikatine imanýndan gelen büyük bir cesaretle beraber en korkak, en miskin bir vaziyette sükût edip sabretmesi, hattâ bir miktar sonra o iþkenceler sonunda ruhuna bir ferah verilmesinin bir hikmeti, kanaat-i kat’iyemle budur ki:

Kur’ân-ý Hakîmin hakaik-i imaniyesini tefsir eden Risale-i Nur’u hiçbir þeye ve þahsî menfaatlerine ve mânevî kemâlâtlarýna âlet yapmamak ve hakikî ihlâsý kýrmamak için, ehl-i siyaset Said hakkýnda “dini siyasete âlet yapmak” vehmini verip, tâ Said iþkencelerle, hapislerle dini siyasete âlet etmesin diye ehl-i siyasetin zâlimâne hükümleri altýnda kader-i Ýlâhî, Nurdaki hakikî ihlâsý kýrmamak için Said’e þefkatli tokatlar vurup “Sakýn, sakýn, hakaik-i imaniyenin tefsiri olan Risale-i Nur’u kendi þahsî menfaatlerine ve hattâ mânevî kemâlâtlarýna ve belâlardan ve muzýr þeylerden kurtulmaklýðýna âlet yapma. Tâ ki Nurun en büyük kuvveti olan ihlâs-ý hakikî zedelenmesin” diye, kader-i Ýlâhînin þefkatli tokatlarý olduðuna kat’î kanaat ediyorum.

Hattâ, her ne vakit sýrf âhiretime þahsî ibadetle ziyade meþguliyetim sebebiyle Nurun hizmetini býraktýðým ayný zamanýnda, ehl-i dünya bana musallat olup bana azap verdiðine kat’î kanaat getirmiþim.

Bu dördüncü nümunenin izahýný en son yazýlan mektuplardan, ehl-i siyaset, Said’i dini siyasete âlet yapar diye hapislere atmasý ve sonra Said onun hikmetini, yani kaderin þefkat tokatlarý olduðunu anlamasýyla onlarý helâl etmesi ve kendi tahammülünün hikmetini anlamasýna dair olan o mektuba havale ediyoruz.

eþinci nümune: Bu biçare Said’in gayet muhtaç olduðu ve yetmiþ seneden beri o san’atla meþgul olmasý ve bazý gün iki yüz sahife kadar tashihe mecbur olmasýyla beraber, on yaþýndaki zeki bir çocuðun on günde muvaffak olduðu yazý kadar bir yazýya mâlik olamadýðýna hayret ediliyordu. Halbuki Said bütün bütün istidatsýz deðildir. Hem de nesebî kardeþlerinin hepsinin de güzel yazýlarý olduðu halde, bu kadar yazýya muhtaç iken böyle yarým ümmî vaziyetinin hikmeti, kanaat-i kat’iyemle þudur ki:

Bir zaman gelecek ki, cüz’î ve þahsî iktidarlar, kuvvetler mukabele edemeyecek dehþetli ve mânevî düþmanlarýn hücumu zamanýnda güzel yazý sahiplerini ruh u canýyla aramak ve hizmetine þerik etmek ve o çekirdeðin etrafýnda su, hava, nur gibi o mânevî aðaca hizmet etmek için o þahsî ve cüz’î hizmeti, küllî ve umumî ve kuvvetli ve bir kaleme mukabil binler kalemi bulmak hikmetiyle ve buz parçasý gibi benliðini o mübarek havuz içinde eritmesiyle hakikî ihlâsý elde etmek ve bu suretle imana hizmet etmek hikmetiyle olmuþ


radyobeyan