Mektup no 69 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 15:16:50
69
[Üstadýmýzýn çok evvel yazmýþ olduðu zîrdeki mektubu, þahsî nüfuz temin ve dini siyasete âlet etmek ittihamlarýna tam bir cevap olduðundan, kararnameye ilhak edilmiþtir:]
Konuþan yalnýz hakikattir
Risale-i Nur’da ispat edilmiþtir ki, bazen zulüm içinde adalet tecellî eder. Yani, insan bir sebeple bir haksýzlýða, bir zulme mâruz kalýr, baþýna bir felâket gelir, hapse de mahkûm olur, zindana da atýlýr. Bu sebep haksýz olur. Bu hüküm bir zulüm olur. Fakat bu vâkýa adaletin tecellîsine bir vesile olur. Kader-i Ýlâhî baþka bir sebepten dolayý cezaya, mahkûmiyete istihkak kesb etmiþ olan o kimseyi bu defa bir zâlim eliyle cezaya çarptýrýr, felâkete düþürür. Bu, adalet-i Ýlâhînin bir nevi tecellîsidir.
Ben þimdi düþünüyorum. Yirmi sekiz senedir vilâyet vilâyet, kasaba kasaba dolaþtýrýlýyorum. Mahkemeden mahkemeye sürükleniyorum. Bana bu zâlimane iþkenceleri yapanlarýn bana atfettikleri suç nedir? Dini siyasete âlet yapmak mý? Fakat bunu niçin tahakkuk ettiremiyorlar? Çünkü hakikat-i halde böyle birþey yoktur.
Bir mahkeme aylarca, senelerce suç bulup da beni mahkûm etmeye uðraþýyor. O býrakýyor; diðer bir mahkeme ayný meseleden dolayý beni tekrar muhakeme altýna alýyor. Bir müddet de o uðraþýyor, beni tazyik ediyor, türlü türlü iþkencelere mâruz kýlýyor. O da netice elde edemiyor, býrakýyor. Bu defa bir üçüncüsü yakama yapýþýyor. Böylece musibetten musibete, felâketten felâkete sürüklenip gidiyorum. Yirmi sekiz sene ömrüm böyle geçti. Bana isnad ettikleri suçun aslý ve esasý olmadýðýný nihayet kendileri de anladýlar.
Onlar bu ittihamý kasten mi yaptýlar, yoksa bir vehme mi kapýldýlar? Ýster kasýt olsun, ister vehim olsun, ben böyle bir suçla münasebet ve alâkam olmadýðýný kemâl-i kat’iyetle yakinen ve vicdanen biliyorum. Dini siyasete âlet edecek bir adam olmadýðýmý bütün insaf dünyasý da biliyor. Hattâ beni bu suçla ittiham edenler de biliyorlar. O halde neden bana bu zulmü yapmakta ýsrar edip durdular? Neden ben suçsuz ve mâsum olduðum halde böyle devamlý bir zulme, muannid bir iþkenceye mâruz kaldým? Neden bu musibetlerden kurtulamadým? Bu ahval adalet-i Ýlâhiyeye muhalif düþmez mi?
Bir çeyrek asýrdýr bu suallerin cevaplarýný bulamýyordum. Bana zulüm ve iþkence yaptýklarýnýn hakikî sebebini þimdi anladým. Ben kemâl-i teessürle söylüyorum ki, benim suçum, hizmet-i Kur’âniyemi maddî ve mânevî terakkiyatýma, kemâlâtýma âlet yapmakmýþ.
Þimdi bunu anlýyorum, hissediyorum, Allah’a binlerle þükrediyorum ki, uzun seneler ihtiyarým haricinde olarak hizmet-i imaniyemi maddî ve mânevî kemalât ve terakkiyatýma ve azaptan ve Cehennemden kurtulmama ve hattâ saadet-i ebediyeme vesile yapmaklýðýma, yahut herhangi bir maksada âlet yapmaklýðýma mânevî gayet kuvvetli mânialar beni men ediyordu. Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde býrakýyordu. Herkesin hoþlandýðý mânevî makamatý ve uhrevî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meþru hakký olduðu, hem de hiç kimseye hiçbir zararý bulunmadýðý halde ben ruhen ve kalben men ediliyordum. Rýza-yý Ýlâhîden baþka fýtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnýz ve yalnýz imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünkü þimdi bu zamanda hiçbir þeye âlet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fýtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacýnda olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keþmekeþ dünyasýnda imaný kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bir tarzda, yani hiçbir þeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’ân dersi vermek lâzýmdýr ki, küfr-ü mutlaký ve mütemerrid ve inatçý dalâleti kýrsýn, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat de bu zamanda, bu þerait dahilinde, dinin hiçbir þahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve mânevî bir þeye âlet edilmediðini bilmekle husule gelebilir.
Yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehþetli dinsizlik þahsiyet‑i mâneviyesine karþý çýkan bir þahýs, en büyük mânevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünkü imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: “O þahýs, dehâsýyla, harika makamýyla bizi kandýrdý.” Böyle der ve içinde þüphesi kalýr.
Allah’a binlerce þükürler olsun ki, yirmi sekiz senedir dini siyasete âlet ittihamý altýnda, kader-i Ýlâhî, ihtiyarým haricinde, dini hiçbir þahsî þeye âlet etmemek için beþerin zâlimâne eliyle mahz-ý adalet olarak beni tokatlýyor, ikaz ediyor; “Sakýn” diyor, “iman hakikatini kendi þahsýna âlet yapma-tâ ki, imana muhtaç olanlar anlasýnlar ki, yalnýz hakikat konuþuyor. Nefsin evhamý, þeytanýn desiseleri kalmasýn, sussun.”
Ýþte, Nur Risalelerinin büyük denizlerin büyük dalgalarý gibi gönüller üzerinde husule getirdiði heyecanýn, kalblerde ve ruhlarda yaptýðý tesirin sýrrý budur, baþka bir þey deðildir. Risale-i Nur’un bahsettiði hakikatlerin aynýný binlerce âlimler, yüz binlerce kitaplar daha belîðane neþrettikleri halde yine küfr-ü mutlaký durduramýyorlar. Küfr-ü mutlakla mücadelede bu kadar aðýr þerait altýnda Risale-i Nur bir derece muvaffak oluyorsa, bunun sýrrý iþte budur. Said yoktur. Said’in kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuþan yalnýz hakikattir, hakikat-i imaniyedir.
Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapýyor; bir Said deðil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiðim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldýðým iþkenceler ve katlandýðým musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaþtýranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ittihamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazýrlayanlara, hepsine hakkýmý helâl ettim.
Âdil kadere de derim ki:
Ben senin bu þefkatli tokatlarýna müstahak idim. Yoksa herkes gibi gayet meþru ve zararsýz olan bir yol tutarak þahsýmý düþünseydim, maddî-mânevî füyûzât hislerimi feda etmeseydim, iman hizmetinde bu büyük mânevî kuvveti kaybedecektim. Ben maddî ve mânevî herþeyimi feda ettim, her musibete katlandým, her iþkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-i imaniye her tarafa yayýldý. Bu sayede Nur mekteb-i irfanýnýn yüz binlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetiþti. Artýk bu yolda, hizmet-i imaniyede onlar devam edeceklerdir. Ve benim maddî ve mânevî herþeyden feraðat mesleðimden ayrýlmayacaklardýr. Yalnýz ve yalnýz Allah rýzasý için çalýþacaklardýr.
Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ ve cefâlara mâruz kaldýlar, aðýr imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksýzlýklara ve haksýz hareket edenlere karþý bütün haklarýný helâl etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek kader-i Ýlâhînin sýrlarýna, derin tecellîlerine akýl erdiremeyerek bizim dâvâmýza, hakikat-i imaniyenin inkiþafýna hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnýz hidayet temennisinden ibarettir. Bize ezâ ve cefâ edenlere karþý hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalýþmalarýný tavsiye ederim.
Ben çok hastayým. Ne yazmaya, ne söylemeye tâkatim kalmadý. Belki de bunlar son sözlerim olur. Medresetü’z-Zehranýn Risale-i Nur talebeleri bu vasiyetimi unutmasýnlar.