Mektup no 72 By: hafiza aise Date: 03 Mart 2011, 15:03:19
72
اِفَادَةُ الْمَرَامِ
اَقُولُ: لَمَّا كَانَ الْقُرْاٰنُ جَامِعاً ِلاَشْتاَتِ الْعُلُومِ وَخُطْبَةً لِعَامَّةِ الطَّبَقَاتِ فِى كُلِّ اْلاَعْصَارِ، لاَ يَتَحَصَّلُ لَهُ تَفْسِيرٌ لاٰۤئِقٌ مِنْ فَهْمِ الْفَرْدِ الَّذِى قَلَّمَا يَخْلُصُ مِنَ التَّعَصُّبِ لِمَسْلَكِهِ وَمَشْرَبِهِ؛ اِذْ فَهْمُهُ يَخُصُّهُ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةُ الْغَيْرِ اِلَيْهِ اِلاَّ اَنْ يُعَدِّيَهُ قَبُولُ الْجُمْهُورِ. وَاسْتِنْباَطُهُ - لاَ بِالتَّشَهِّى - لَهُ الْعَمَلُ لِنَفْسِهِ فَقَطْ، وَلاَ يَكُونُ حُجَّةً عَلَى الْغَيْرِ إِلاَّ اَنْ يُصَدِّقَهُ نَوْعُ اِجْماَعٍ.
فَكَمَا لاَبُدَّ لِتَنْظِيمِ اْلاَحْكَامِ وَاِطِّرَادِهَا وَرَفْعِ الْفَوْضٰى - اَلنَّاشِئَةِ مِنْ حُرِّيَّةِ الْفِكْرِ مَعَ اِهْمَالِ اْلاِجْمَاعِ - مِنْ وُجُودِ هَيْئَةٍ عَالِيَةٍ مِنَ الْعُلَمَاۤءِ الْمُحَقِّقِينَ الَّذِينَ - بِمَظْهَرِيَّتِهِمْ ِلأَمْنِيَّةِ الْعُمُومِ وَاِعْتِمَادِ الْجُمْهُورِ - يَتَقَلَّدُونَ كَفَالَةً ضِمْنِيَّةً لِْلاُمَّةِ، فَيَصِيرُونَ مَظْهَرَ سِرِّ حُجِّيَّةِ اْلاِجْمَاعِ الَّذِى لاَتَصِيرُ نَتِيجَةُ اْلاِجْتِهَادِ شَرْعاً وَدُسْتُوراً اِلاَّ بِتَصْدِيقِهِ وَسِكَّتِهِ؛ كَذٰلِكَ لاَبُدَّ لِكَشْفِ مَعَانِى الْقُرْاٰنِ وَجَمْعِ الْمَحَاسِنِ الْمُتَفَرِّقَةِ فِى التَّفَاسِيرِ وَتَثْبِيتِ حَقَائِقِهِ - الْمُتَجَلِّيَةِ بِكَشْفِ الْفَنِّ وَتَمْخِيضِ الزَّمَانِ - مِنْ اِنْتِهَاضِ هَيْئَةٍ عَالِيَ مِنَ الْعُلَمَاۤءِ الْمُتَخَصِّصِينَ، الْمُخْتَلِفِينَ فِى وُجُوهِ اْلاِخْتِصَاصِ، وَلَهُمْ مَعَ دِقَّةِ نَظَرٍ وُسْعَةُ 4 فِكْرٍ لِتَفْسِيرِهِ.
نَتِيجَةُ الْمَرَامِ :
اِنَّهُ لاَبُدَّ اَنْ يَكُونَ مُفَسِّرُ الْقُرْاٰنِ ذَا دَهَاۤءٍ عَالٍ وَاِجْتِهَادٍ نَافِذٍ وَوَلاَيَةٍ كَامِلَةٍ. وَمَاهُوَ اْلاٰنَ إِلاَّ الشَّخْصُ الْمَعْنَوِىُّ الْمُتَوَلِّدُ مِنْ اِمْتِزَاجِ اْلاَرْوَاحِ وَتَسَانُدِهَا وَتَلاَحُقِ اْلاَفْكَارِ وَتَعَاوُنِهَا وَتَظَافُرِ الْقُلُوبِ وَاِخْلاَصِهَا وَصَمِيمِيَّتِهَا، مِنْ بِيْن
تِلْكَ الْهَيْئَةِ. فَبِسِرِّ « لِلْكُلِّ حُكْمٌ لَيْسَ لِكُلٍّ » كَثِيراً مَايُرٰى اٰثاَرُ اْلاِجْتِهَادِ وَخَاصَّةُ الْوَلاَيَةِ، وَنُورُهُ وَضِيَاۤؤُهَا، مِنْ جَمَاعَةٍ خَلَتْ مِنْهَاۤ اَفْرَادُهَا.
ثُمَّ اَنِّى بَيْنَمَا كُنْتُ مُنْتَظِراً وَمُتَوَجِّهاً لِهٰذَا الْمَقْصَدِ بِتَظَاهُرِ هَيْئَةٍ كَذٰلِكَ - وَقَدْ كَانَ هٰذَا غَايَةُ خَيَالِى مِنْ زَمَانٍ مَدِيدٍ - اِذْ سُنِحَ لِقَلْبِى مِنْ قَبِيلِ الْحِسِّ قَبْلَ الْوُقُوعِ تَقَرُّبُ زَلْزَلَةٍ عَظِيمَةٍ، فَشَرَعْتُ - مَعَ عَجْزِى وَقُصُورِى وَاْلاِغْلاَقِ فِى كَلاَمِى - فِى تَقْيِيدِ مَا سُنِحَ لِى مِنْ اِشَارَاتِ اِعْجَازِ الْقُرْاٰنِ فِى نَظْمِهِ وَبَيَانِ بَعْضِ حَقَائِقِهِ، وَلَمْ يَتَيَسَّرْ لِى مُرَاجَعَةُ التَّفَاسِيرِ. فَاِنْ وَافَقَهَا فَبِهَا وَنِعْمَتْ وَاِلاَّ فَالْعُهْدَةُ عَلَيَّ.
فَوَقَعَتْ هٰذِهِ الطَّامَّةُ الْكُبْرٰى.. فَفِى اَثْنَاۤءِ اَدَاۤءِ فَرِيضَةِ الْجِهَادِ كُلَّمَاۤ اِنْتَهَزْتُ فُرْصَةً فِى خَطِّ الْحَرْبِ قَيَّدْتُ مَالاٰحَ لِى فِى اْلاَوْدِيَةِ وَالْجِبَالِ بِعِبَارَاتٍ مُتَفَاوِتَةٍ بِاخْتِلاَفِ الْحَالاَتِ. فَمَعَ اِحْتِيَاجِهَاۤ اِلَى التَّصْحِيحِ وَاْلاِصْلاَحِ لاَيَرْضٰى قَلْبِى بِتَغْيِيرِهَا وَتَبْدِيلِهَا؛ اِذْ ظَهَرَتْ فِى حَالَةٍ مِنْ خُلُوصِ النِّيَّةِ لاَ تُوجَدُ اْلاٰنَ، فَاَعْرِضُهَا ِلأَنْظَارِ اَهْلِ الْكَمَالِ لاَ ِلأَنَّهُ تَفْسِيرٌ لِلتَّنْزِيلِ، بَلْ لِيَصِيرَ - لَوْ ظَفَرَ بِالْقَبُولِ - نَوْعَ مَأْخَذٍ لِبَعْضِ وُجُوهِ التَّفْسِيرِ. وَقَدْ سَاقَنِى شَوْقِى اِلٰى مَاهُوَ فَوْقَ طَوْقِى، فَاِنِ اسْتَحْسَنُوهُ شَجَّعُونِى عَلَى الدَّوَامِ.
وَمِنَ اللهِ التَّوْفِيقُ.
سَعِيدُ النُّورْسِKýsa bir tercümesidir
Þimdi, bundan kýrk bir sene evvel ve eski Harb-i Umumînin az evvelinde baþlamýþ olduðu Ýþârâtü’l-Ý’câz’ýn “Ýfadetü’l-Meram”ýnda diyor ki:
Madem Kur’ân-ý Mu’cizi’l-Beyan ulûm-u hakikiyenin envâýna câmi ve umum asýrlarda umum tabakat-ý beþeriyeye müteveccih bir hutbe-i ezeliyedir. Elbette, birtek ferdin fehmi, ona lâyýk ve mükemmel bir tefsir yapamaz ve mümkün olmuyor. Çünkü, bir fert, pek nadir olarak kendi hususî meslek ve meþrebinin tesirinden kendi fikrini kurtarabilir. Onun hususî meþrebi tesir ettikçe, tam tamýna hakikati sâfi olarak ifade edemez. Ferdin fehmi ve mânâsý ona hastýr. O fert onu kabul eder; fakat baþkalarýný ona dâvet edemez. Eðer cumhur-u ulema onun fehmini kabul ile baþkalara þümulünü gösterse, o vakit baþkasýný o mânâya davet edebilir ve hakikî tam tefsir olabilir.
Hem ferdin ahkâmda istinbatý ve içtihadýnda—hevesi karýþmamak þartýyla—o kendi nefsi için amel edebilir, fakat baþkalarýna hüccet tutamaz. Tâ bir nevi icma’ o hükmü tasdik etsin. Nasýl ki, ahkâm-ý þer’iyeyi tatbik ve tanzim ve icra etmek ve hürriyet-i fikirden neþ’et eden mânevî anarþiliði kaldýrmak için gayet lâzýmdýr ki, ulema-i muhakikînden bir heyet-i âliye bulunsun ki, o heyet umumun emniyetine mazhariyetleriyle ve cumhur-u ulemanýn onlara itimadýyla ümmet için bir nevi zýmnî kefalet ve dâvâ vekili hükmünde olmalarý cihetinde, icmâ-ý ümmet hüccetinin sýrrýna mazhar oluyorlar. O vakit içtihadýn neticesi o icmâ ile þer’an düstur olabilir. Ve icmâýn tasdik ve sikkesiyle umuma þâmil oluyor. Aynen onun gibi lâzýmdýr, Kur’ân’ýn mânâlarýnýn keþfi ve tefsirlerde ayrý ayrý mehasininin cem’i, hem zamanýn çalkamasýyla ve fenlerin keþfiyle cilvelenen, tezahür eden Kur’ân’ýn hakikatlerinin tesbiti için elzemdir ki, muhakkikîn-i ulemadan herbiri bir fende mütehassýs, geniþ fikre, ince nazara mâlik allâmelerden müteþekkil bir heyet bu vazifeye sahip çýksýn.
Elhasýl: Kur’ân’ý tefsir edene lâzým gelir ki, gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir nevi kuvve-i kudsiye sahibi olmak gerektir. Bu zamanda öyle bir zât ancak bir þahs-ý mânevî olabilir ki, o þahs-ý mânevî, çok ruhlarýn imtizacýndan ve tesanüdünden ve efkârýn telâhukundan ve birbirine yardýmýndan ve kalblerin birbirine in’ikâsýndan ve ihlâs ve samimiyetlerinden, mezkûr bir heyetten çýkabilir. O heyetin bir ruh-u mânevîsi hükmüne geçer.
Evet, “Mecmuunda bir hassa bulunur ki, ondaki her fertte bulunmaz” düsturuyla, çok defa içtihadýn âsârý ve nur-u velâyetin hassalarý ve ziyasý bir cemaatte görünüyor. Halbuki, o cemaatin hangisine bakýlsa o hassa görünmüyor. Demek âmi adamlarýn ihlâsla tesanüdleri, bir velâyet hassasýný veriyor. Ýþte bu hakikate binaen, böyle bir maksat için bir heyetin çýkmasýna muntazýr ve daima bekliyordum. O ümit, küçüklüðümden beri gaye-i hayalim iken, birden hiss-i kablelvuku kabilinden kalbime bir sünuhat oldu ki: Maddî ve mânevî iki zelzele-i azîme yaklaþýyordu. Ben de, acz ve kusurumla, sözlerimdeki izahsýzlýk ve muðlâklýk
ile beraber Kur’ân’ýn nazmýndaki i’câzýn iþârâtýný ve kalbimde tahattur eden nüktelerini kaydedip kaleme almak ve âyâtýn bazý imanî hakikatlerini yazmaya þiddetli bir ihtar-ý gaybî hissettim.
Halbuki harpte acip bir vaziyette olduðumdan, tefsirlere müracaat etmek kabil olmadý. Kur’ân’dan baþka merci yoktu. Ben de yazdým. Yazdýklarým tefsirlere muvafýk geldiyse, güzel bir nimet ve bir muvaffakiyet... Yoksa, mesuliyet benim biçare fehmime aittir.
Ayný zamanda zelzele-i kübra mahiyetinde olan maddî Birinci Harb-i Umumî ve o zelzele-i azîmenin âhirlerinde o mezkûr heyetin yuvalarýný tahrip eden mânevî zelzele-i azîme meydana çýktý ki, öyle bir heyet-i âliye-i ilmiyeye ve böyle bir vazife yapmak için bütün kapýlar kapandý. Ben de o noksan fehmimle eski Harb-i Umumîde fariza-i cihadda avcý hattýnda ne kadar fýrsat buldumsa kalbime tulû eden nükteleri yazýyordum. Derelerde, daðlarda hücum ederken kaydederdim. Fakat o acip ayrý ayrý hâletlerin tesiriyle çeþit çeþit olmasýndan, tashih ve ýslah edilmesine çok ihtiyaç varken, benim kalbim tebdil ve taðyirine razý olmadý. Çünkü, her dakika þehid olmaya hazýrlandýðýmýz için bir niyet-i hâlise ile yazýlmýþ ki, o hâlet her vakit bulunmuyor. Ben de o yazýlarýmý tenzile bir tefsir olarak deðil, belki tefsirin bazý vücuhuna bir nevi me’haz olarak, ehl-i kemal olan ulema-i muhakkikinin enzarýna arz ediyorum. Hakikaten benim þevkim, benim takatimin pek fevkinde bir noktaya sevk etti. Eðer ehl-i tahkik istihsan etseler, beni devama ve ileri gitmeye teþcî ve tergib ederler.
Said Nursî